..HAYATIN İLK DÖRTLÜĞÜ..

Hiçbir şeyde ilk olmayı bekleyen biri değildim aslında, bu konuda büyük bir beklentim de olmadı. Yıllar geçtikçe gördüğüm ise kendi gezegenimde yalnız kalmayı becerebilen ilk kişi olmuş olmam. Yaşanmışlık azaldıkça yazamıyor olmak kendi içimde verdiğim en güçlü savaşlardan biri. Kazanırsam kaybedeceğim bir savaş. Yapacağım dediğim şeylerin üzeri küflenirken, hareket etmeden öldürdüğüm gün sayısı artar olmuş. Sahi takvimden bile bihaberim. Kafamın içi birbirini ezip geçen, yüz yüze bakmayan, itişip kakışmayı huy edinmiş düşüncelere gebe..

Aslına bakarsan tüm anılarımı, beni oluşturan her anıyı, yaşanmışlıkları, duyguları şişelere tıkıp karşımdaki vitrine kilitlerdim. Herkesin bir koleksiyonu olmalı derdim. Kendi dünyamdaki en özel koleksiyonu yaratmak için oluşturduğum o vitrin. Her yaşın cehaletine ve keşfine özel şişeler, şişelere özel etiketler özenle yerleştirdiğim o vitrin 26 yıllık hikayenin tamamını oluşturuyor. Ne büyülü bir koleksiyon ama. Tabi şişeye koymaktan kaçınıp hatırlamaya kendimi mahkum ettiğim birkaç an hariç. Anlam yükleyeceğim duyguyu, o duyguların peşin sıra gösterdiğim davranışı, bir kalemde öğreten o anları terk etmekten mi korkuyorum yoksa teşekkür etmeden veda etmek mi istemedim tam olarak bilmiyorum. Bu durum benim için bir süre daha gizemini koruyacak gibi. Masadaydık, göz göze hararetli kahkahalar vardı konuşmalarımızın arasında. Sonra bir anda çalan telefon bütün neşeyi kara delik misali içine çekmişti. Hiç susuzluğu üzüntüyle ya da kakaolu sütü mutlulukla karıştırdığın oldu mu? Bana oluyor arada. Küçükken ben üzüldüğümde babam su getirirdi bu yüzden üzüntüyle susuzluğu karıştırırım kimi zaman. O telefon kapandığındaysa masada aradığım ilk şey su olmuştu. Akıllarda ki ilk soru nedense olaylara yönelik oluyor değil mi? Kim aradı, ne söyledi, ne olmuş olabilir gibi durmadan türeyen sorular. Oysa benim için önem arz eden şey o an duyduğum sızıyı hiç eskitememiş olmak. Mezar taşındaki doğum ve ölüm tarihleri arasına kondurduğumuz o incecik ve kısa çizgi ne denli önemsiz görünüyor dimi. Oysa kendi içinde çok fazla anlam barındırıyor, aman ne ironik. Herkesimi ve her şeyimi ne zaman kaybettiğimi vitrine göz atarak bulabilirsin. Burada bir bir anlatarak günlüğü romana dönüştürmeye niyetli değilim. Hatırlamayı kendime borç edindiğim o andan bahsediyor olmak şimdilik yeterli sanırım. Saplanıp kaldığım tedirginlik, öfke, özlem, güvensizlik, acıma duyguları çürütüyor içimi. Saat ve takvimdeki rakamların değişiyor olması beni gerçekten ileriye taşıyor mu, hiç sanmıyorum. Hareket etmemek için bir ton sebebim var nasılsa. Hala o masa oturuyorum, susuzum, saplantı halindeki hisler sinir hücrelerime temas halinde, aynı zamanda içimi çürüten her şey dışımda yaşadığımı hissettirmeye devam ediyor..

Ne kadardır bilinmez kendime acımak dışında kendimle pek yüz göz olmuyorum. Bugün farklı olan neydi dersen de vitrinin titreyişini görmüş olmak. Bir şeyleri hatırlamak için hiç dönüp bakmamıştım ona. Bunun beni pek üzdüğünü söyleyemem ama yıkılıp yok olacağını düşünmek bir an ürküttü diyebilirim ya da yeni bir ana ihtiyaç duyacak kadar susadım. Bu rezervasyonu bana sınırsız edilmiş masada çakılı haldeyken yaktığım son sigarayla sana hem teşekkür hem de bir veda aslında. Işıklarla süslediğim o güzelim şişede parlayarak vitrinin en güzel köşesinde yerin hazır artık. Son sigara, son şarkı ve son bir sarılmayla beni ben yapan en kıymetli parçayı hediye ettiğin için teşekkür ederim. Yarım kalan işler, izlemeyi ertelediğim filmler, sonunu getiremediğim kitaplar, yürümekten vazgeçtiğim yollar, yarım hevesler ve gerçekleşmemiş olanların çöplüğüne bir veda..

Ars longa, vita brevis..

SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın