..AYLAK RUHUM..

Yazıp yazıp kenara attığım bir ton cümle gibi çürümeye başladı içim.. Yalnızlıktan şikayet mi ediyorum, yoksa onunla bir bütün müyüm bilmiyorum.. Haftalardır duvarındaki her çentiği, her kabartmayı ezberlediğim bir odada sessizce akrep ve yelkovanın kavgasını izledim.. Kah sessiz kaldım, kah sessizliğe sığındım.. Sevdiğim kim varsa onların için mola verebileceği bir durak olduğumu gördüm. Aman ne şaşırtıcı bir öğreti.. Tabi bir o kadar o durağı evi yapmış sevenlerimi de.. İşte buna kıymetli bir ders diyebilirim sevgili dostum.. Evrenin denge anlayışını değiştiren bir süreç insanlara neler hissettirip neler yaşattıysa beni de es geçmedi anlayacağın..

Eski yazılarımı okuyan biri sayılmam pek, lakin temalarının yalnızlıktan öte gitmediğini bilecek kadar aynı kaldım diyebilirim. Ahmet Kaya misali ”beni anlamayan yoldaşlara ince bir sitemdir bu” deyip kapı çarpıp çıkmadan, sadece sevildiğimi bildiklerimle inceden vedalaşıp sessizce gidecek olmanın sesli çığlığıdır bu..

Beni anladığını zannedip hiç duymamış olanlarla, sevdiğini söyleyip değersiz hissedenlerle, hep yanındayım deyip çıkarı bitince selamı kesenlerle, kabaca bakarsan insanca sevdiğim halde salak yerine koyduklarını sananlarla kavgasız gürültüsüz bir vedadır bu.. Ne çok kavgaya meyilli cümle birikti içimde.. Yüzlerine haykırsam anlamayacaklar ve beni yoracak, sussam e yine beni yoracak dediğim nice kelime.. İçimdeki çocuk duygusal yaşasa bile dışımdaki kadın mantığını hiç terk etmiyor.. E beşinci katta bir başına olmanın getirisi bu sanırım.. Arada dövüşürler öyle ”zaman kısa göğe bakalım yeter” dercesine, bu sırada o çocuk hep kandırırdı dışımdaki aylak kadını.. E çocuk bu kırmak olmaz der, kendini ona teslim ederdi bizim aylak kadın.. Baktı ki o çocuk yara bere içinde, baktı ki o yaralar bile uslandırmıyor onu, düşse bile Don Kişot olmaktan vazgeçmiyor çocuk, mecbur kaldı yel değirmenlerini yakmaya.. İçim sevmez vedaları, dışımsa bu duruma afili bir neden buldu şimdilerde. Her günün bayatlamaya yüz tutmuş gecelerinden, içinde kıpırtılarla uyanacağı sabahlara geçiş yapmak istiyor artık.. Eskiden herkesin hikayesinde olmaya çabaladığım o kahraman değil de kendi hikayemin figüranı olmayı yeğlerim anlayacağın..

Acı duymak anlamamın en sağlam yolu oldu hayatım boyunca.. Ta ki son dönemde duyduklarımı, gördüklerimi, görmezden gelmeye çalıştıklarımı kafam kaldırmaz oldu.. Biz sanırım bir çark döndürüp kuralı kendi koyan, sonrasında sıkılıp koyulan kurallara uyan, yetmeyip ondan da sıkılıp bir süre sonra oyunu bırakanlar olarak kadere mimlenenlerdeniz.. Şimdi bazılarımız yeni yollara çıkacak, bazılarımız ezbere bildiği yolları tekrar yürüyecek, bazılarımızsa penceresinden akıp giden hayatı izleyecek.. Benim yolumda şimdilik çin malı bir hikaye var, tabi yerli malı bir dolunay her şeyi yeniden yazdıracak desek yalan olmaz.. Hayatta kalmak konusundaki başarısızlığımı bahçemi güzelleştirmek konusundaki yeteneğimle tamamlamak için yeni bir yol gerekiyordu.. Bunun içinse kumsalda yuvarlanan boş şarap şişesi olmaktan çıkıp, evrende göze batan fazlalık olmalıyım. Aylaklık beni bugüne kadar sorumluluk illetinden korumuş bir kalkan olsa bile şimdi yola çıplak devam etme zamanı sevgili dostum.. 26 yılı çok şeye kafa tutarak geçirmiş olsam bile şimdilerde saliseler beni yeniyor, aklım ve kalbim büyük bir yenilgiye uğruyor.. Anlayacağın daima acele edip hep geç kalıyordum. Şimdi bu yeni yolda ruhumu yavaşlatıp hayatımı hızlandırmalıyım.. Hayatımın erozyonunu yaratmak üzereyim..

Ne demiş sevgili Ruhi Bey ”kadınlar karar verene kadar, erkeklerse anlayana kadar ömür bitiyor.” Halbuki evrenin saatini görmezden gelip kendimize birbirini kovalayan iki şeritle sınır çizmesek her şey tam zamanında olacak.. İşte tam da bu nokta da cetvel kullanmadan kaderimi yeniden çizmeliyim sevgili dostum.. Bu evde son gecem, pencereye dalıyorum gözüm bakıyorum da sokak mezarlık kadar sessiz.. Hani şu dinlemek ya da söylemek için açtığımız his ve anı yüklü şarkılar var ya dostum. Hani okuduğumuzda allı ballı anlatmaya cüret ettiğimiz kitaplar.. Şimdi diyorum birileri anlamalı. O anıları, hisleri.. Düşünmeli yazanlarla, yaşayanlarla, yaşatanlarla aynı gezegende yaşadığımızı.. Sanırım en çokta bunun için gitmeliyiz sevgili dostum.. Dostoyevski, Shakespeare, Neşet Ertaş, Cem Karaca, Barış Manço ile aynı gezegende yaşadığımızı hatırlayanların sokağına gitmeli.. Maskelerimizin altında yapayalnız kalmayacağımız, sert kahkahalar atacağımız yerlere yapmalıyız artık evimizi.. Biliyorum buralarda sevdiğimiz çok ayak izi var.. Öylece gidemez ya insan haklısın. Bizde bir anda değil sakince gidelim işte.. Belki bir maestroya sahneyi yak demek bizimkisi.. Lakin belki de asıl orkestra sokaktadır ne dersin sevgili dostum.. Yeni yollarda, yeni hikayelerle, belki medenice bir mahvoluş, belki geleneksel bir yeniden doğuş olacak yeni hikayelerimizi öğrenmek için bildiklerimizi unutmanın şerefine..

SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın