..SEVGİLİ 27 YAŞIM..

Ve mazide kalan her şey kısa sürmüş demektir.. Bugün 27 yıl önce, mart 1994 senesinin perşembesinde, doktorlarla aramda geçen 12 buçuk saatlik bir mücadele sonrası ruhumun bedenimle, bedenimin de bu dünyayla tam olarak kavuştuğu gün.. Bu yazıda anlatılan her şey gerçektir. Sadece henüz kafası tam cereyan edememiş olabilir..

Olmadık olayları iki cümleyle anlatabilen biri olduğum söylenemez. Ben lastik misali uzatmayı seviyorum anlatırken.. Hayatım bir roman olsaydı, yarısında esner ve geri kalan sayfaları sigaram için sarma olarak kullanırdım gibime geliyor. Travmalarıyla evcilik oynayan sevgili ben, bugün 27nci yaşıma giriyorum. Bu yazı en iyi bildiğim tek şey olan kelimeleri kendime hediye edişimdir. Bu doğum günüm için. En iyi bildiğim şey dediğime bakmayın yazmayı ve okumayı da aynı doğumumdaki gibi mücadeleyle öğrendim..

Şimdi bilim hiperaktivite diyor olsa da benim çocukluğumda annem ”pek enerjik maşallah, elinde dizinde yara bere olmadan günü tamamlayamaz, durmaksızın top peşinde koşmayı seviyor çocuk işte” derdi. Böylelikle ayağımda laktik asit birikmeksizin koşmanın bozukluk olduğunu değil de özüm olduğunu düşündüm. Teşekkürler anne, kahramanımsın.. Çocukluğum tam mahalle kültürü dediğimiz ekinoksun göbeğinde geçti. Böyle dediysem hemen sevinme, ben 4 yaşındayken babam askere gitmiş ee bir de babama delicesine bağlı bir çocuk olduğumu varsayarsak benim için tam bir enkaz müzesi o tarih. Babam geceleri kucağında sokağa çıkarır öyle uyuturmuş beni. Eve gelince hemen uyanır ağlarmışım. E o zamandan belliymiş dört duvarı mezar olarak görüp, sokağın müziğinde dans etmeyi seven biri olacağım. Yine de liseyi bitirene kadar bol terlemeli, küçük çapta astımlı, sağlam dostluk temelleri olan bir 18 yıl geçirdim. Daha sonra da çocukluğumla veda vaktimiz baş gösterdi. Babamın tayin tarihi benim çocukluğumun sokaklarını son kullanma tarihim oluverdi..

Yine de iyi ki dediğim insanlar tanıdığım bir şehre taşındık. Tabi ben bunu taşınmanın verdiği hüznü, çocukluğumun sokaklarıyla olan vedayı gerçekleştirdiğimde anladım. Derken üniversite hayatı başladı 20 yaşımda. Ve yedinci yılına gelen üniversite hayatım, ruhumu domino etkisiyle kaos çiftliğine sürükleyen bir süreç oldu benim için. Okul, arkadaşlar, iş, dernekler, projeler e bunların yanında hayatın sunduğu sürpriz sıkıntılar derken yaralı, yorgun ve tescilli bir aylağa dönüşmeye başlamıştım.. Bu dehşet senaryosunun sadece bana özgü olacağı kanısına varıyordum ki, yanılmış olduğumu gördüm. Bana sorarsan sevgili dostum, feleğin sigortasını attıracak kadar hızlı ve şaşkınlık döngüsü yaratan bir süreç yaşadım. E haliyle hayat uslanmam için güzel bir dayak atma girişiminde bulundu ve işinde epey iyi diyebilirim. Bildiğim başka bir şey varsa o da tekme ve tokatla insan düzeltemeyeceğin. Ayrıca sevgili hayat, testislerine sinek konduğunda işleri şiddetle çözemeyeceğini anlayacaksın. Gerçi bu ironiyi de sanırım en iyi sen öğrettin bana..

Acı insanı aptallaştırıyor ve gördüm ki aptallar daima ömrünün baharını yaşıyor. 25 yaşıma geldiğimde bedenim ruhuma etten kemikten bir hapishane olmaya başladı. Kendimi öfke denizinin içinde Kaptan Sparrow ilan etmişim meğer. Her duyduğum, gördüğüm, geçmişin izleri, saygısızlık zinciri, haksızlıklar silsilesi, anlaşılmayan içsel yorgunluklar, anlatmaya çabalarken konuştuğun duvar misali insanlar derken, öfkem hayal kırıklığımın verdiği yetkilere dayanarak tımarhanedeki tuvalet terliği misali kontrolden çıkmaya başlamıştı..

..VE AŞK.. ..GELELİM KİŞİSEL KIYAMETİMİN SON ALAMETİ OLAN O MALUM KONUYA..

Söylenene göre kişilerin yaşama karşı gösterdiği savunma sonucu depresyona girme ihtimali 9’da 1’miş. Ve ben o bir olmayı başaranlardanım. Kızgınlıklar, beklentiler, sevginin sezonluk duygu oluşunu gösterenler, geçmişin izi, geleceğin yükü, bugünün hayal kırıklıkları derken acıyı fazla abartmıştım ve bu aşırıya kaçış hayatımın depresyonla olan müzikalini başlattı. Bakmayın mağdur edebiyatıma onca şeye katlanmış ve affetmiş olmak bana aşkın ıstırabı saklama gücünü, hayatla aramda mola verebilecek bir durak oluşunu gösterdi aslında..

Zaten ciğerimi dumana bulayacak olanı umulmadık şekilde bulur, beklenmedik şekilde kaybederim. Daha doğrusu birkaç saat öncesine kadar 26 yıl böyle geçti diyelim.. Ah sevgili dostum bir bilsen şeytanın fısıltısı, meleğin çığlığını nasıl bastırdı, bir anlatabilsem ah. Sağlık olsun ben az diyeyim sen çok anla..

Doktor akut dönemde olduğumu söyledi. Lagaluga.. Sorsan samimiyet hastalığın ana dili diyecekler. Ne yapalım yürek empati kurunca beyin sempati besliyor. Hamurumuz böyle yoğurulmuş.. Baktım akıllı olunca herkes rahat rahat hayal kırıklığı yaşatıyor bende saldım beynimin sinir hücrelerini dört bir yana. Ama tabi işin aslı delirmekle gerçeklerden kaçamayacağımı, mahvolmakla sorumlulukların bitmeyeceğini görmem çok uzun sürmedi. Sanırım ruhumun hoyrat, hırçın, afacan bir çocuk tarafından ele geçirildiğini kabullenmem gerekiyordu. O hırçın, kavgacı, istemedikleri olunca yüzünü asan tatlı çocuk meğer bana başını okşamam için, yüzündeki tebessümü bir küçük sakin öpücüğe değişmek için ne çok kendini göstermeye çalışmış. Ben hep anlaşılamadığımı düşünür, insanları öyle ya da böyle kabul ederdim Kırılsam da, kızsam da umudumu kaybetmezdim insanlara karşı..

Oysa içimdeki o çocuk kendini göstermek için çırpınıp durmuş. Ruhum yanlış alarm veren bozuk saat misali ötmüş durmuş, duyana aşk olsun. Ben sanmışım ki başka topraklarda yeşillenirsem kök salarım. Halbuki kendi vatanım ıssız ve çorak bir hale bürünmüş..

Birazdan sevgili yeni yaşıma gireceğim. Anlam yüklemek yorgunluğu eğlenceli hale getiriyor. En şiddetli acıları bile espri konusu yapabiliyor insan. Ve gördüm ki bu ironi durumu dünyayla arama mesafe koymanın en güzel yoluydu. Çünkü anıların acılarıyla meze yapılan espriler beni hakikate yakınlaştırıyor..

Şu yaşımda öğrendiğim en ironik şeyse biz kadınlar karar verene kadar, erkeklerde anlayana kadar ömür bitip gidiyor. Ve mazi de olanın kıymetini anca fotoğraflar biliyor..

Sevgili 6 yaşındaki ben, Şimdi 27 yaşına giriyorsun ve seneler içinde neler yaşadığını, yaralarını ve izlerini, karanlığını, korkularını, kaygılarını, neşenin rengini çalan şeyleri, kahkahanı nasıl hapsettiğini.. Öfkeni.. En çokta öfkeyle kendini anlatırken küçük bir sarılmayı, tatlı bir sözü bekleyişini ama ana dilini yıllardır kendini korumak için öfke olarak seçmiş olmanı. Anlıyorum. Belki gerçekten sana ulaşıp dokunmam mümkün değil. Ama aynı ruhu ve aynı izleri taşıyoruz. Tabi ben sana göre biraz daha olgunum. Sana masal anlatarak uyutulmayı sevdiğini biliyorum, parklarda hala huzurlu olduğunu, futbolu neden sevdiğini, inatçı oluşunun sebeplerini.. Yani sevgili kendim seni artık yok saymamam gerektiğini, sevgisiz bıraktığım için bana olan kızgınlığını daha iyi anlıyorum..

Yeni yaşımla beraber sana söz. Masallar, şarkılar, kitaplar, kakaolu süt ve danstan hiç vazgeçmeyeceğim..

..İYİKİ DOĞDUN, SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın