..MORATORYUM KİMLİK..

”Sende, ben, imkansızlığı seviyorum, fakat asla ümitsizliği değil.”

(Yasal uyarı.. Aramızda duygusallığını kelimelere dökmek yerine sessizliğiyle gözlerinden okunmasını bekleyen insanların varlığı bilinmekte, lütfen birbirimizin gözlerine bakmayı öğrenelim. Ayrıca lütfen arkada haggard aç sevgili dostum böylelikle ben yazarken sen de okurken aynı anı paylaşmış olacağız..)

Satürn etrafında dönen beş gezegenden biri olmaktansa, güneş etrafında dönen ufacık merkür olmayı tercih ederim.. Hatta ederimden öteye geçmişliğim oldu. Ve her hikaye gibi bu da mutlu sonla işi olmayan bir hikaye.. Ya da o hikayelerden birinin artakalanı..

Aşk sadece psikolojimi alt üst etmekle kalmamıştı. Hayat katmanlarımı, kimyamı, edebiyatımı, dansımı, müziğimi, kahvaltımı bile değiştirmişti.. Kainatta yankılanan her ses aşkın müziğinden ibaretti sanki. Ne hoş bir aptallık hali. Ta ki benim parçalarımdan yepyeni birini kuracağını sandığım aşkın, beni enkaz müzesine dönüştürdüğü ana kadar.. Ya şimdi, şimdilerde ondan artakalanlarım sanırım..

Gelelim fazlasıyla aceleci olup her zaman geç kaldığımız o malum zamanlara. Geçmişte yaptığım hatalarla gelecekte yaşayacağım tutarsızlık zincirlerinde bugünü yaşamaya çalışan sevgili moratoryum kimliğindeki ben.. Her yaşına sevgili aile bireylerinin izniyle girmiş olan ipotekli kimliğin ve tabi ki kalbimim o zaman için yegane sahibi sen.. Her hikayenin bir figüranı bir başkahramanı olmalı. Benimkinde genelde senaryoyu yazan ben olduğum için başkahraman hep başkası oldu. Bu hikayede sadece anlatılanlar olacak. Anlatılanlardan da ziyade karalanmış cümle kusmukları silsilesi, kahramanlar çoktan sahneyi terk etti çünkü.. Şimdi lagalugayı bitirelim de kahvemiz bitmeden başlayalım kelimler erozyonuna..

Kahve demişken benden kafein, anksiyete ve kelimeler çöplüğünü çıkarırsanız, geriye pek bir şey kalmaz sanırım. Dışarıya karşı sağlam duvarlı kalem, kurşun geçirmez zırhım olsa da beni benden koruyamıyorlar maalesef. Somurtkan yapılarda yetişmiş ruhum, parklarda esir olmayı oyun edinmiş çocukluğum ve hırçınlığıyla nam salmış özüm arasında bir yerlerdeyim. Ara sıra şarkılarla şiirlerle bağırırım da pek duyan olduğu söylenemez. E hal böyle olunca bende duyanlar, okuyanlar çokmuş gibi başladım evcilik oyunun kurallarını yeniden yazmaya ve tabi oyuncularını seçmeye.. Bu oyun beni tam olarak anlattı mı, hayır. Yani oyunun her şeyini en ince detayına kadar tasarlamış olsam bile sanki özünde eksiklik varmış gibiydi. Beni tarif ediyor, bazen etiketlere neden oluyor ama beni açıklamıyordu. Benim rakamlardan ibaret anlarımdan bahsediyor ama beni ele vermiyordu. Bende hal böyle olunca acıtan şeylerle alay edip, kanayan yerden gülümsemeye başladım. Hayatın eğlenceli kumarında olmayacak şeylerin üstüne zamanımı basarak kaybettiğim, harcadığım çok an var hikayemde. Duygu dünyamın bozguna uğrayıp kumdan kale misali çabucak yıkıldığı çok an var.. Bayatlamaya yüz tutmuş ne varsa hepsini ıslatıp yeniden fırınlayana kadar da gıda zehirlenmesi yaşanmış çok an oldu.. Yine de alnımdaki mezar taşına ”yaşamak ayrıcalıktır” yazdıracağım..

Sıradan sayılabilecek bir gün de, zamanın ruhuna kaptırmışken kendimi alelade bir neşeyle aşka dönüşen bir kaosun ortasına düşmüştüm. Olağan üstü bir uyuşturucu hissi. Kafasını herkesin kaldıramadığı ise aşikar.. Ben bana uygun olanlardan ziyade, ruhumu talan eden kaosun elçisi yapacaklarıma meyilli. Özünde fiyakalı ama kaybeden biriyim. İpotekli kimliğe sahip birinin hiyerarşi piramidini kendi oluşturması için kendi kimliğimin özünü kargaşaya dönüştürmüş olsam bile, yıkım sadece bende gerçekleşti..

Bu zaten böyle değil midir? Kendi kurallarıyla oynamaya cesaret edemeyen, oyunun tanrılarına deli gömleğini hak görür. Bana gömleği getirdikleri sırada ilaçlarla uyuşmayı tercih etmiş olacağım ki şuan elimi kolumu müziğin ritmine rahatça bırakabiliyorum. Oradan bakınca elimi kolumu değil genel de kelimeleri göreceksiniz. Yeni oyun yeni kurallar. Onlar uyum sağladığımı sanıyor, oysa müzik kafamın içinde hala devam ediyor. Sanırım yaşadığım dünyanın düalitesini oluşturmak yaptığım en doğru hoyratlıktı..

Malzemesi bol çorba misali hem vitamin deposu hem karmakarışık aklım, tükenmiş kalemim, gastritimin sevgili yoldaşı kahvem ve tabi ki silip karalanmaktan hüsrana uğramış defterim. Birilerinin hayatına girip çıkıyor, o çıkışta yine birilerinin hayatına dahil oluyoruz. Karşılıklı roller biçiyoruz, etiketler koyuyoruz, duygu denizinde yüzüyor ya da boğuluyoruz. Y da taht kavgaları misali boğdurtuyoruz birilerini. Sonra hop dön başa. Farklı yüzler, değişen rakamlar. Hayatın kumar masasından hiç kalkmıyoruz da bahse girdiklerimiz değişiyor sanki..

Martin Eden’in Ruth’u, Ruhi Mücerret’in Nazlı Hilal’i, Hayati Tehlike’nin Şebnem’i.. Hepimizin hikayesinde sentetik boşluklar oluşturan; sahtelik, korkaklık, saçmalık ve aptallığın hamuruyla yoğurulmuş yalana dört elle sarılmamıza neden olan, yanılgılar yaratan biri vardır. Hayatının aşkını bulup ecele gülümseyerek gidenler bu hikayeden nasibini alamayaca olanlar tabi. Miladın öncesi ve sonrası olarak bir kişiye ya da bir olaya bağlayanlardan mısın bilmiyorum. Ama eğer öyleyse sevgili dostum imkansızlığın aşka dönüşmesini unut. Ümitsizliğin, seni milyonlarca aptaldan biri yapmasına hatta kendini dünyanın sahibi sanan budala bozuntusu olarak seni yeniden yaratmasına hazırlıklı ol derim..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın