..MASAMDAKİ HIRKA..

Saatlerdir bakışıyoruz.. Tik tak tik tak tik tak..

Aklımın tik’i ruhumun tak’ını ezip geçiyor. Zaman buruşmuş parmaklarımın arasında sıyrılıp gidiyor. Yine de gözümü kırpmadan senden kalan son şeyi gözlerimle ilmek ilmek yiyip bitiriyorum. Delirecek gibi oluyorum bazen. Düşüncelerim beyin hücrelerimi kemirip bütün sinir sistemimi alt üst ediyor. Bedenimde havai fişek gösterileri düzenleniyor gibi hissediyorum. Benim davet edilmediğim bununla birlikte tüm gürültüsünü, sarhoşluğunu, yığın haline gelmiş çöplerini, yorgunluğunu hissettiğim bir parti var içimde. Kapıları özel şifreyle açılan labirentlerden geçip ulaşabileceğin bir parti. Ve ben teslimiyetin sembolü diyerek tüm şifreleri sadece sana söylemişim ve unutmuşum gibi..

Avucuma bıraktığın umudun her bir parçasını toprağına yerleştirdim o gün. O gün bugündür masamda eksik olmayan sigara, kahve ve hırkan. Birde film akışı hızında insan siluetleri.. Vızır vızır uçuşan kelimeler ara sıra kulağıma çarpıyor, çarpıyor çarpmasına da kulak salyangozuma varmadan hissiyatını tüketiveriyor. Sahi harf zırvasının oluşturduğu şu cüretkar kelimeler kumpanyasına bak hele. Ne kadar beylik beylik davranışlar sergiliyor. Hiç tükenmeyecekmiş gibi. Halbuki kalemin mürekkebi bitene kadar ömrü olduğunu bilse bu kadar kibirli olabilir miydi merak ediyorum?

Sen şimdi o gökyüzü denizinden bakıp şu halime gülüyorsun dimi. Cevapları umurumda olmayan yığınla soruyu kendime sorarak günün intiharına sebep olduğum için. Gerçi hep kızar ve burnumu sıkarak uyarırdın böyle zamanlarda. Her şeyin dualiteye sahip olduğunu savunurdun. Hatta bir keresinde bana bu durumdan keyif aldığımı söyleyip ”kafandaki Sokrates’ten kurtul bak Diyojen rakı sofrasında bizi bekliyor” diye alay etmiştin. Her şeyin dönüştüğüne inanırdın. Hayran olduğum konu bu sanırım, sana karşı. Şimdi şu karşı sandalyemde asılı hırkana bakıyorum da ee diyorum kendime, hadi artık neye dönüşeceksen dönüş. Senin kokun, ölü derilerin, şampuanın yüzünden oluşan kepeklerin ve dökülen saçlarına ev sahipliği yapan şu yamalı hırka. Söylesene dönüşsün ya o da..

Yağmur atıştırıyor. Zamandan bi haberim bana sorarsan daha az önce şu karşımda ”her şeyin edebiyatını yapma bırak dağınık kalsın hadi parka gidelim” deyişini anımsıyorum. Duvarda yaprak döken ağaç misali sonbaharını yaşayan takvim ise senin gidişinin aylar önce olduğunu söylüyor. Saçmalık.. Şemsiye kullanmadığım için sırtıma verdiğin o hırka. Pencereden baktığımda gördüğüm tek resim bu. Vızırtısına ara veren bir siluet pencereyi açıyor, rüzgar perdeleri havalandırıyor. Yağmurun sesini, rüzgarın tenime temasını, anıların tadını alıyorum. Ve bir fotoğraf karesi daha beliriyor bir anda. Bak, bak işte diye heyecanla beni doktorun yanından alıp götürdüğün o park. Hatırlıyor musun ilk depresyon zamanında gülümseyerek beni lunaparka götürmüştün. Korktuğumu bile bile o lanet gondola bindirmiştin beni ve ”madem depresyondasın, madem göz pınarlarından anksiyete akmaya hazırlanıyor, ağlayacaksan buna layık bir manzaran olsun” diye kahkaha atmıştın. Korkudan mı yoksa senin antidepresan etkinden mi bilinmez ilk kez ve muhtemelen son kez o gün kafam yastıkla buluşur buluşmaz zihnim siesta uykusuna dalmıştı..

Yüzümde ilk kez mimik oynaması görmüş olacaklar ki herkes pür dikkat bana kesildi. Zaman kaymasından mı bilinmez yüzlerini bile gördüğümün farkında olmadığım birçok çift gözü bir anda üzerimde hissettim. İlk kez hırkan dışında bir şeylerle temas eden gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. İlk hissettiğim şey bedenime sarılan bir çift el oldu. Garip bir sıcaklık sardı o an bedenimi. Saf sevginin buzulları eriten sahnesine geçiş yapmış bulunmaktayım sanırım. Ben dışında herkes, her şey ağır çekimdeydi. Sesler, görüntüler, rüzgar, yağmur, hareket etmeyen ve sanırım hareket etsin diye anın rengini bağışlayacağım tek şey hırkandı, diye düşünüyordum ve bir anda rüzgarın sertliğinden olsa gerek hırkanın bana göz kırptığına yemin edebilirim. Kokusunu aldığımda duyu organlarım işlevlerini hatırlayıp tekrar iş başına geçmeye karar verdi o an. Dilimde yaşamın garip tadı, omzumda sevginin sıcaklığını hissettiren bir el, gözlerimin önünde senin fotoğrafın, kulak zarıma temas eden müzik, Donma tepkisi yaşayan ruhum öylece bir iç çekip kış uykusundan uyanmaya, silkelenmeye başlıyor şimdi..

Hırkanı ait olduğunu bildiğim tek yere astım, ve merak etme sana son ve gerçekçi sözümle yaptım bunu..

Zihnim çöplük öğütücüsü misali kelime zırvalarıyla mücadele ededursun. Bu bedenin içinde ebedi mahkumiyetimi bitirene kadar, hakikati ortaya çıkaran yalanlar söylemeyip, beni yanlış tanıyan basmakalıp her şeyi unutacağım. Şu defolu evrende üç günlük dünyanın üçüncü gününde, kaderimin uçurumlu virajında hiç durmadan dans edeceğim. Ölümden kaçış var lakin kurtuluş yok bu yüzden feleğin çemberine sıkışmaktansa hayata tur bindireceğim. Ve mürekkebim bitene kadar her harfin hakkını vererek yaşayacağım..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın