O biçim insan olmanın verdiği haklı gururu taşıyorum. Kendimi ifade etme paçavrasından sıyrılıp, saçmalama erdemliğine ulaşmış olmanın verdiği şu haklı gurur..
FERNANDO PESSOA benim dünyama açsaydı gözünü, ‘Huzursuzluğun Kitabını’ yeniden yazardı. Ruhi Mücerret görse şu halimi, beni kesin kaderin şubelerinde otobüsü defalarca kaçırmış olarak tanımlar, bununla epey bir dalga geçerdi..
Neymişim ben, kimmişim, ne olmuşum, ne olamamışım. Aman ne gerekli sorular. Sanki cevabını alsam çok önemseyecekmiş gibi davranmaktan alıkoyamıyorum kendimi..
Küçük küçük oyunlar oynuyorum kendi çapımda. Artık eğlenceli gelmese de oyuna olan zaafım ve sonucunu görme merakım beni sürekli masanın başında tutuyor. Atmosferimde zaman kavramının olmayışının kendimce avantaj olduğunu varsayarak devam ediyorum..
Oyunu kendimle oynamaktan sıkılıp sahneye çıktığım o günden sonra tüm kontrol piyonun eline geçmeye başlamıştı. Başlarda vezir bu duruma fazla alınsa da kontrol edilme arzusuyla tutuşan şah, kendini fazla kaptırma yolunda ilerlemekten kendini alamıyordu. Milyonlarca aptal gibi, vezir de normal görünüyordu. Tek silahı kibirdi ve piyon bunun üstesinden gelebilme arzuyla bütünleşmişti. E şah yerinde duramayacak kadar heyecanlı, tek kare ilerleyebileceğini unutacak kadar yorgundu..
Acı gerçeklerin dandikliği, piyonun yavaş yavaş köşeye sıkışmasına neden oluyordu. Afalladığı her adım da tahta da kayıplar veriliyordu. Vizyon, amaç olduğu sürece araçların getireceği her şey oyunun kaybedilmesine neden oluyordu. Ya da kaybeden taraf var mıydı gerçekten?
Piyon satranççı körlüğüne sahipti, ve bu körlük onu tahta da yalnız kalmaya itecek kadar ilerlemeye başlamıştı. Vezirle hasım olmuştuk ve piyon olarak ona fırsat sunmadıkça kazanma şansının kalmadığını biliyordum. Ya da biliyor muydum gerçekten? Piyon çok fazla şey yapmayı arzuladıkça, vezir saldırıyor şahsa olanları geriden adım adım izliyordu..
Ve sevgili kale, şaşılacak derecede yoğun bir konfüzyon yaşıyordu. Derken ”ŞAH”..
İlk dört hamlenin 197229 yani 72.000 farklı doğru olasılık arasında piyon beşinci hamlede olasılık dışına çıkmaya başlamıştı. Geri kalan taşlardan öyle emindi ki körlüğünü arttıran bu durumu kabullendiğinde tahta kapanmış olacaktı..
Vezir durmadan saldırıyor, şah olanı izliyor, piyonsa aylaklık iletinin rahatlığını düşünmeye başlıyordu. Takım ruhunu kaybetmeye başlayan siyahlar olarak piyon sürü psikolojini aceleyle kontrol etmeye çabalarken hızla taşlarını kaybediyordu. Kale, at, yoldaşı olan yedi piyon..
Vezir yavaşlamış, beyazlar tüm kontrolü ele geçirmişti. Piyon son bir umutla karşı kaleyi oyun dışı bıraktığında ilk büyük hatasını yapmış oldu. Vezirin piyonlarla kurduğu pusuya kendinin çekildiğini çok sonra anlayacaktı.
Ve üçüncü gün..
Fil arkasına piyonu alsa da düşmanın atağından kurtulamadı. ”ŞAH”..
Ve sevgili at, şahı korumak için kendini feda etme sırası ona geldiğinde kendine özgü hareketini yapıp ortadan kayboldu. Son bir şans, son bir hamle.. Vezir kazanacağından emin, piyon tahtada üç kişi kalmış olmanın verdiği enkaza dalıp gitmiş, beyazlarsa üstünlük kurmayı başarmıştı..
Teslim ol, savaş, kaç.. Her yolu denese de tek bir yol kaldığını sonradan görecekti piyon.. AÇMAZ.. Piyon şahı boğmaca matın önüne bırakmıştı..
Ve GM gerekeni yapıp beyazların çifte şahını çekmişti bile. Piyon son kez tahtasında kalan şaha baktı, sonra vezire döndü ve gereken adım atıp kendini yem etti. Şahın 50 hamle şansı vardı ve olması gerekenden daha iyi adımlar atıyordu..
Piyon içindeki buruklukla tahtaya bakarken; şah döndü, göz kırptı..
VE ”PAT”..


Yorum bırakın