İlk ağacı geçtim.. Şimdi yavaş yavaş hayatın dışındayım işte. Adım adım önce kendimden uzağa gittim, şimdiyse sıra hayatın erozyonundan uzağa gitmekte..
Kendimi kaybettiğim her bir gün için hayattan iki gün heba ettim. Ve sırada yedinci ağaç evet evet biliyorum az kaldı..
Önce düşüncelerimi onayladım, davranışlarımla aynalama yaptım, ve fikirlerimle hayatımı fethettim.. Şu cümle ne de güzel geliyor kulağa değil mi sevgili dostum. Değil, sevgili dostum..
Çünkü bir düşünceden daha tehlikeli hiçbir şey yok, tabi eğer sadece bir tek düşüncemiz varsa. Şartlanmalar, deneyimler, yaşantılar, aile, dost, aşk, sanat yani hayat çemberimin cetvelini kaydırarak çizdiğim bir döngü içindeydim. Kendi kendimi parçalara ayırdım, böldüm ve nakavt..
Evet evet görüyorum sevgili dostum, hızımızı arttırdıkça ağaçları ardışık sayıları katlayarak geçiyoruz, ve işte on üçüncü ağaç.. Düşünceleri çürümüş içimdeki palyaçodan ders almalıyım sanırım. Baksana konfor alanını dağıtmaya başladıkça huzursuzluğuna bıçak biliyor. Eee ne yapacaktık ya?
Tam 27 yıl sevgili dostum, kişisel değer saydığım her şeyin vücuduma sirayet eden oksijenle bağı varmış meğer. Pavlo’nun köpeğiydim diyemem lakin düşüncelerim kaderimi köleleştirmiş diyebilirim..
Önce aşka kör baktım, arkadaşlığa sağır, aileye ise aidiyetsiz.. Anlayacağın sevgili dostum kendi kendimin vatanı aynı zamanda kendi kendimin işgalcisi olmuşum..
Halbuki ne çok biliyoruz kendimizi değil mi? DEĞİL.. Tabi bu dehşet tablosu sadece bana mı has, elbette hayır. Kendi seçimlerimiz sandığımız koşullu öğrenmeler, sevdiğimizi sandığımız niteliksiz alışkanlıklar, samimi sandığımız sahte davranışlarla dolu harmanlanmış küçük et yığınlarıyız. Söylesene sevgili dostum; en son ne zaman birine içinden gelerek ”aa bu tam da falan filanlık” diye gördüğün küçük bir şeyi hediye aldın, en son kime karşılıksız ani bir sarılma ve küçük bir öpücük verdin, hadi durma söyle en son ne zaman ve kime gerçekten karşılık beklemeden sevgi sözcükleri sıraladın?
Eğer sorulara cevabın dün değilse, harika sen de mevzuyu yanlış anlayıp kişisel çıkarlarıyla yolumuza yön verenlerin dandik bir kuklası olma yolunda tatlı bir sersemlikle ilerliyorsun. Ve benim küçük dünyama hoş geldin, sevgili küçük dostum.. Pencereden dışarıya bak on yedinci ağacı geçmekteyiz. Biz etten kemikten oluşanların yalanından ibaret zaman kavramı ve mesafeler hoşuma gitmese de rakamlar işimizi görüyor, şimdilik..
Hadi zamanımız varken biraz zihin kıvrımlarımızla dans edelim. İnsanın kendini övmesi kolay da bilmesi zor. Sana kolaylık olması açısından ilk ben uzatayım elimi ateşe, yaklaş korkmadan. En azından bir seferlik. Mesela ben uzun süre tatminsizlik, öfke, heyecan duyamama akabinde ise anksiyeteyle dansa kalkan depresyondan muzdariptim. E anlamayan herkes ”senden olmaz” deyip çekip giderken, anlamaya çalışanlar gözüme bakıyordu. Velhasıl şansım kardeşimdi.. Kardeşim bana duygularımı düşüncelerimle alt ettiğimi söylemişti. Ona bu konuda nasıl devrim yapabilirim dediğimde ise ”asıl komedi neyin gülünç olduğuyla ilgili değil, asıl konu öfkeni ve kırgınlığını yönelterek ona nasıl bir çözüm bulacağın” demişti. Halbuki 27 yıl boyunca bir şeyleri önceden hesaplamak kadar, problem çıkarmak önemliydi benim için çünkü çözüm nasılsa kendiliğinden bulunurdu. Bulunur muydu acaba?
Bak bak bu en sevdiğim diye kendimi kandırdığım on dokuzuncu ağaç. Tabi ya kendimi kandırmak. Yaşamak için yanlış zamanlara rastladım sanırım. Hayır hayır bu sefer kaçmak yok bir kere kalktık dansa basiretsiz bir müzik bunu engelleyemeyecek. Mesela yukarıdaki sorulara dönelim mi? Ben en son yılbaşında sevdiğimi bildiğim sevildiğimi sandığım adama küçük bir gezegenli küre almıştım. Bir arkadaşıma kitap vermiştim, ha en son da markette gördüğüm küçük arabayı kendime hediye ettim. Tabi insan dilinde bunları zamana yayarsak hiçbiri düne eşit değil. Ani kararlarla gönül kırdım mesela, herkese istediğini verdiğimi düşünürken kendimi baya bir eksilttim mesela. Ha pardon konu bize yapılanlar değil bizim yaptıklarımız. Hadi devam edelim..
Sevgiden mahrum kaldım diye dünyayı kendime dar ettim. Günlerce duş almayıp yemek yemeyip balkonda ayaklarımı sarkıtarak hayatın sokağımdan akıp gidişini izledim, öylece. Sevdiklerime kızdım, suçladım onları, nasıl olur da benim sevgime verdiğim değere karşılık beni üzebilirlerdi? De mi ya, asıl işgali dağıtacak savunma hattını işte şimdi kuruyoruz. Dilimde tam bir buçuk yıldır ”yorgunum” kelimesi, son iki yıldır ”aman be zaten kimse de beni anlamıyor” düşüncesi, ve olmazsa olmazımız ”nasılsa yaptıklarımın kıymeti yok en azından yapmayayım ki boşa yormayayım kendimi” ve perde..
Bu yazıyı sevgili küçük dostum, işte o ayaklarımı sarkıtıp sevdiğimi beklediğim ama asıl dandik gerçek ise hayatın akışından kaçtığım balkondan tam 21 ağaç uzaklıktan yazıyorum. Halbuki küvette oturup saatlerce döktüğüm gözyaşlarım, kendimi hayattan ve insanlardan sakladığım yorgan, ”ulan bari bir küçük toka alınaydı da bakıp iç geçireydim” diye sitem ettiğim duvarlar, sevilmiyorum ve sevilmeyeceğim diye sarıldığım yastıklarım ve elbette şu lanet anlaşılamama kafasıyla boya badana yaptığım o ev. Aylarımı aldı sevgili dostum; aşkımı, sağlığımı, zamanımı, dostumu kırıp döktüğüm ve elbette kırılıp enkaza uğradığım bu harabeden çıkabilmem. Talep gören yalanlardan, rağbet gören sahteliğin kaynağından, anlaşılmayan düşüncelerden, anlatılamayan sevgisizlikten çıkabilmem aylarımı aldı. Şimdi sana benden yazıyorum. Tam duygularımın parabol tepe noktasından..
Şimdi soracak mısın kendine; gece uzun hayat kısa ve ben kalıpları yıkacak mıyım diye, yoksa yeni kalıplarla savunmaya mı geçeceksin sevgili dostum. Sana dürüst olarak zihin kıvrımlarının dengesini bozmak istemezdim. Bil istedim sadece. Yanılgılarımın çoğu duygulanacağım yerde düşünmekten, azı ise düşünmek yerine duygulanmaktan ortaya çıktı. En azından evime tam 21 ağaç uzaklığa beni iten dandik gerçek buydu. Evet evet, doğru okudun ben evime tam da 21 ağaç uzaklıktayım artık..
Peki ya sen sevgili dostum; hayat boyu ürkek bir atın korkak bir süvarisi mi olacaksın, yoksa kendi devrimini yapmak için yola mı çıkacaksın?
..SEVGİLERİMLE..


Yorum bırakın