Tam altıncı bahar geldi. Masadan bir türlü kalkma cesareti gösteremediği, muhasebenin içinden çıkamadığı tam altı bahar..
Bildiğini sandığı her formülü denese bile alacak verecek dengesi oturmuyor, terazinin bir tarafı hep aşağıda kalıyordu. Parmaklarındaki son güçle kalemini tıraşladı. Alnındaki teri sildi, kağıtları tarihine göre yeniden sıraladı ve başladı tekrardan eksik olan kısmı bulmak için.. Saatin tiki canına tak etmişti artık. İç çeke çeke, her seferinde dön başa hesap yapıyordu. Yapıyordu yapmasına da, daha fazla dayanacak güç, yazacak formülü kalmamıştı. Denklemin tepe noktasından kendini asması an meselesiydi. Kalemin ucu kırıldı, uyguladığı baskı parmağında acı hissi uyandırdı. Yumruğunu sıktı ve öfkesiyle kavgaya başlayacaktı ki bir anda bir ses duydu. Dikkatini tamamen kaybetmeden önce son kez önündeki deftere baktı, kahvesinden bir yudum aldı ve yavaşça ayağa kalktı..

Vücudunun karıncalara ev sahipliği yaptığını yeni yeni anladı. Adım atmakta zorlanıyordu, yine de merakı bedenini ele geçirip karıncalara savaş açmıştı. Düşünmeye başladığı tek şey sesin nereden geldiğiydi. Adım adım ilerledikçe sesin kendisine yaklaştığını hissediyor, bu his karıncaları tek tek katlediyordu..
Ses yaklaştıkça vücudu kendini serbest bırakma gücü buluyordu. İlerledi, ilerledi ve biraz daha ilerledi. Artık adımlarının tamamen sahibiydi. Tabi bunun farkında bile değildi. Gerçi bu farkındalık ona ne kazandırırdı ki? Yönünü mü tayin edecekti ya da önce hangi adımı atacağını mı belirleyecekti? Hadi diyelim farkındalık bunları sağladı, yine de sese doğru gitme merakını bastırabilecek miydi? HAYIR..
Zaten mevsimleri, zamanın ruhunu yok saymasını sağlayan da bu merakı ve merakının köklerini sağlamlaştıran kibri değil miydi. Burnu dik, aklı aptallığın arkasına gizlenen, kibri gardı olmuş, her şeyi isteyecek kadar cömert, hiçbir şey yapmayacak kadar hantal bir yapıya sahipti..
Kafasında hala durduramadığı muhasebeyle sese doğru iyice kendini kaptırmıştı. Olaylar, insanlar, kayıplar, elde kalmış yarım yamalak zaferler, içinde habire kaybolduğu anılar. Neydi yanlış olan, doğru olarak bilinen, sürekli kaosa sürüklenmesine sebep neydi mesela? Kaşları çatık mizaha onu iten, enerjisini öfkesine köle eden, yetersizlik ve çaresizlik hissiyle kendine balçıktan bir saray inşa edip buna sığınmanın güvenli olacağına inanmasına sebep olan şey neydi?
Dönüp durduğu döngüyü bir türlü kıramamasına neden olan, öğrenemediği ders neydi mesela? Kendini kafasının içine öyle gömmüştü ki gözüne vuran güneşi bile fark edemeyecek kadar duyarsızlaşmıştı her şeye. Sesin kaybolduğunu anlamadan, güneşin sıcaklığını hissedemeden kendi ayak izleriyle oluşturduğu yoldan tam üçüncü kez geçtiğini göremedi mesela..
Yaması yarım yamalak hislerle, katil olmaya yemin etmiş düşüncelerle meşguldü. Yüzünü teğet geçen rüzgar anlıkta olsa kendine gelmesini sağladı. Duraksadı, etrafa bocalayan bir bakış attı. Ne ses vardı, ne manzarasını görebildiği izleyebileceği bir yol. Gördüğü tek şey kendi ayak izleriyle oluşturduğu kum fırtınası içinde öylece dönüp durduğu oluşuydu. Olduğu yere oturdu çantasından defterleri tekrar çıkardı. Tek tek okumaya, sorular sorup cevaplar almak için çabalamaya başladı. Her şey öyle aynıydı ki. Sorular, cevaplar, rakamlar, resimler, olaylar.. Ayak izlerini takip edip eve gitmeyi istedi bir an, bir hışımla kalktı yerinden ve farkına vardı sağ adımının. Durdu, derin bir nefes aldı, adımını diğer ayağının yanına geri koydu. Vazgeçip yerine oturdu. Şimdi önündeki seçenekleri düşünmeye koyuldu. Defterlere dalıp gitmeli, akıp giden hayatı unutmalı. Ayak izlerini takip edip, güvenli balçığına geri dönmeli. Güneşin altında uzanıp rengi olmayan boşluktan ibaret gökyüzünü izlemeli..
Matematiğe öyle güveniyordu ki, olasılık hesaplarında kaybolmuş neyi seçeceğini bilmez bir halde olduğu yerden karıncalara tekrar ev sahipliği yapma yolunda düşüncelerine dalış içindeydi. Aklını yitirmek gülümseten bir seçenek haline gelmeye başlamıştı. Kararını vermeye yaklaştı, yerinden doğruldu, defterleri yapraklarını tek tek yırtmaya başladı, kahkahası kalbine ilaç olmaya başlamıştı. Ve o ses, zihninin kıvrımlarından mı geliyordu yoksa? Kendini kaybetmek için mi yaratmıştı aklı o sesi? Kime aitti ses, neden onun merakını bu kadar körüklemişti? Düşünceler duygularını, duyguları enerjisini yiyip bitirmeye başladı.
Yırtıp attığı sayfaların üstüne bir anda diz çöktü, kafasını ellerinin arasına aldı, sesin aklındaki yerini bulmaya çalışırken bir elin uzattığı çakmağı gördü. Halüsinasyon gördüğünden neredeyse emindi. Kendini kaybetmenin eşiğinden geçmişine bakıyor, sadece anlamlandırmaya çalışıyordu. Oysa yapılacak olan bu kadar karmaşık değildi. Tabi sesin sıcaklığını hissedene kadar bunu anlayamayacaktı..
Yürüdüğü onca yol, yazıp yaşadığı, yaşayıp yazdığı onca an, denklemine güvendiği dolu hesap, yarım kalmış resmin parçaları. Hepsi dizlerinin bitişiğinde sere serpe duruyordu. Aklının oyununa kendini teslim etmeye hazırdı artık. Matematik ve muhasebe onu A noktasından B noktasına götürmüştü de, geri getirmişti bile. Sonrasında anlayacağı şey manzarasına eşlik edemediği yolda sadece kendini yorduğu ve sürekli başa döndüğü bir yolun esiri olduğuydu. Teninden güven hissi yayılanın, yeni bir şakıyla ruhunu dansa kaldıranın elindeki çakmağa uzandı ve tereddüt etmeye hak tanımadan ateşe verdi çakmağı. Lakin sayfalar öyle kamaştırıyordu ki gözünü onlardan vazgeçmek, onca mevsimi yakıp atmak, bir uzvunu kaybetmekten daha zor gelmeye başlamıştı. Kafasını kaldırdığında gördüğü yüz öyle kendinden emin gülümsüyordu ki, acıtacak olan bir seçim yapmaktan ilk defa korku duymuyordu..
Ateşe verdi tüm yolları, yılları, hesaplarken ruhunu esir ettiği ne varsa işte önünde tek tek yanıyordu. Külleri rüzgarın teğetliğine eşlik ediyordu. Tabi aklı durur mu, alışmış kendini konforlu hissedeceği yalanlara inanmaya. Yeniden yazmalı, hesap yapmalı mıydı? Teslim mi olmalıydı? El uzatana sırt mı dönmeli, elini mi tutmalıydı yoksa? Diye yeni sayılan, bununla birlikte döngüyü yeniden başlatacak olan o hesapları yapmaya başlamıştı..
İşte asıl karmaşaya iten son tam burada başlıyor. Aile, aşk, arkadaş. Çakmağı size kim uzatıyor? Alma cesaretiniz var mı o çakmağı?
Seçeneklere kendinizi koymadığınız ve çakmağı almadığınız her seçim, kendinizi seçenek olarak yaratmak için ve yeni risklere kucak açmayı size öğretmek için sizi başa döndürecek, buraya kadar her şey karmaşık ve basit diyelim..
Peki şimdi sen, ”benim” demeyi bırakıp zamanın ruhuna ev sahipliği mi yapacaksın? Yoksa sadece komşu olarak, kendi bahçenden bir haber başkasının bahçesine fazlasıyla hayran, olan biteni izlemeye devam mı edeceksin?
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın