Başardım.. Yataktan kalkmayı başarabildim, sonunda..

Karanlığında kalamazdım sevgili dünya. Aylar süren çabalamaların sonucunda yorgan ve yastıkla süren birlikteliğimin sonuna gelmiş bulunmaktayım.. Ah benim sevgili eski dostlarım. Biliyorum kocaman bir dört mevsimi beraber tükettik. Her ayrılışın sevdayla bir ilgisi var bence. Her sevda ayrılışla birlikte midir onu bilmiyorum..
Kendim için kim olduğumu bulmalıyım sevgili eski dostlarım. Yerinizi kaldırım taşları, sıcaklığınızı özletecek yağmur ve rüzgar alacak elbette. Yine de bu sefer vazgeçemem. Krallığımın yıkılışından bu yana bana yarenlik eden sizlere sevgilerimi tüm içtenliğimle kabul edin lütfen, şimdilik hoşça’kalın..
Kaba saba hal almıştım. Her şeye öfke duyuyordum, her şeyin, evet yahu aklınıza gelebilecek her şeyin yerle bir olması için öfkemle birlikte el ele verdiğim o anlar. Kendimden kilometrelerce uzaklıkta, kendime hiçte benzemeyen bir benle onca yol yürüdüm. Bir dakika yürümek değildi bu. Kendi başımın etini mangal yaparak, keyifle kendini tüketmekti diyelim. Kulağa kötü gelen her cümlede, gözün gördüğü her karanlıkta, tüylerimi ürperten rüzgarı her hissedişimde yastık ve yorgana sokuldum. Uyudum, uyandım, karanlığa baktım, uyudum, uyandım, karanlığı gördüm, uyudum uyandım, duydum en korkak sesleri ve uyudum. Zaman ben hüzünlüyüm diye durdurmadı kendini, bakkala giderken aklımın dalgınlığı hayatın kendini ertelemesine neden olamadı mesela. Çiçeklerim benim depresyonum nedeniyle susuz kaldığında ”onun için açmaya devam edelim nasılsa bir an olacak ve gelecek kendine” diyerek yapraklarını yeşil tutmaya devam etmedi. Ailem, arkadaşlarım benim iyileşmemi beklemek için yaşlanmaya karşı duramadılar mesela. Benimle kavgası olanlar yataktan çıkmamı ve güçlenmemi beklemediler. Hepsi kapıda sıralanmış yorgana daha da sokulmamı izlediler. İzleyip keyif alanlar bile vardı.. Beni yatakta sere serpe görüp neden kalkmadığımı merak etmek yerine hoyratça yanıma kıvrılmaya çalışanlar bile oldu..
Benim kelimelerimden çok, yatağın, yastığın ve yorganın dilleri olsun isterdim biliyor musun? Hikayem. Hikayelerimiz.. Belki elim kolum, ayağım kaslarım öylece yattı. Ama gözüm görmeyi, kulağım işitmeyi, aklımsa kaydetmeyi bırakmadı. Evet sevgili dostlar ve vatozcuklar. Her ne kadar koma halindeysem bir o kadarda bilmeyi bırakmadım. Peki ne mi oldu? Ne heyecanlı değil mi? Acaba kim sahtekar, kim değil, kim dost, kim düşman, kim bu hikayenin kaybedenleri, kim kazanıp şahlananı olacak.. Herkes hikayedeki yerini gayet iyi biliyor artık, bence tabi. Kim vatoz, kim dost..
Vatozlar. Onlar, ben acıdan delirirken sadece deliliğimi gördü. Görmek yetmedi, anlatmak için heyecanla fırladılar yerlerinden. Oysa sevgili dostlarım, kahkahamın altındaki deliliğin acısına bakmaya onu görmeye ne de çok çaba harcadılar. Minnettarım. Ama bunca kelimenin yansıttığı kırgınlık, kızgınlık ve minnettarlığın yanında en büyük ödül yaralarıma ve onun kendini göstermek için ortaya çıkardığı sevgili hastalığıma gelmeli.. Ben aklı ağzından fırlayan, kalbi prangalara baş kaldırırken yorulan, zaman zaman tırnak kırılmasına freni boşalmış soğan kamyonunda kalmış gibi ağlayan, daima acelesi olup hep geç kalan, zaman zaman mutsuzluğa ve huzursuzluğa tapsa dahi bunlardan aslında hep şikayet eden, fevriliği kalp kırsa da özünde sevilince sakinleşen, travmalardan kütüphane yapıp oranın kapısını daima açık tutan, kendisiyle bir küs bir barışık, basit denilen her şeyi arapsaçına döndüren, gordion düğümünü ise saniyesinde çözebilen, aklı karışlarca havada, dikkati bozuk trafik ışığı gibi yanıp sönen, kaplanla geyiğin dost olabileceği ihtimaline inanan, hızlı düşünüp hızlı hareket eden elbette bazen düşüncelerde boğulurken hareketsiz kalan, Lilith’le bağı olduğuna kendini inandırmış, drama üçlemesinin başrolü olan bir zat-ı muhterem olarak yazıyorum.. Buraya nasıl geldim durun özetleyeyim..
Önce gerçeklik denizine yürüyüşe çıktığımı sanmıştım. Bu önce dediğimse atmosfer için hayli uzun zamanı gösteriyor tabi. Öyle dalmışım ki, ne yolun sonuna geldiğimi ne sonunda ayağıma çarpan dalgaları fark edemedim. Fark ettiğimde geç kalınmış bir kaybın içinde buldum kendimi, yüzleşmek için yüzmeyi öğrenmek gerektiğini boğulmak üzereyken anladım. Evet evet öyle lafta da değil ha. Bir boğulmaktır ki sormayın gitsin. İnsanı suya düşman kılar, bırak yüzmeyi, bir daha su içmeye tövbe ettirir.. İşte boğulmak dediğinde böyle olmalı. Hakkını vermeli deniz. Çarpmalı seni sana. Aşman için kirli olan ne varsa. Düşünceler, duygular, bunlara yol yapım ekibi olan travmalar. Her izi çıkarmalı derinden yüzeye. Öyle de oldu. Oldu olmasına da. Sadece ufak bir sorgunun eşiğinde donakalmış kendime bakıyordum. Bu ben, ben miydim artık, işte bundan pek emin değilim. Öfkem, kırgınlıklarım, mağduriyetim, kendimi haklı çıkarma çabalarım, ”ama yanlış olan bu, bunlar” diye haykırışlarım, doğru diye gördüklerim, arafına ev kurduğum seçimsizliklerim.. Her neyse anksiyeteme karşı gelen bir anlatım oldu bu. Nedense yazarken, yüzmeye çalışmaktan daha çok boğulduğumu hissettim. Ha bu arada laf aramızda yüzmeyi hala öğrenemedim. E ister istemez korkuttu deniz. Yürek yiyerek güne başlayan biri sayılmam. Travmatik olanları ağırdan alarak ilerlemeyi tercih ediyorum diyelim. Yine de su içmeye küsmedim, bence bu iyi bir başlangıç..
Su içmeye küsmedim elbette, yine de aylarca denizi, yağmuru görmekten kaçtım. Yastığımla ve yorganımla olan ilişkim de tam o zaman başladı, aman ne tesadüf 🙂
Yüzmeyi öğrenmek için geç mi kaldım bilmiyorum. Bildiğim tek şey bunu denemeden öğrenemeyecek oluşum. Evet su içtim, sevgili yastığım ve yorganımla vedalaştım, şimdiyse sıra gerçeklik denizine doğru tekrar yürümekte. Onca yol tersten giderek, hem de hiç farkında olmadan (kişisel gelişimcilere göre anda olmadan) kendime, kabullenişi zor başarısızlıklar inşa ettim. İşe yataktan kalkarak başlasak bile, önce yıktığım krallığın süprüntülerini temizleme gerek. Sonraki yol bildiğin üzere daha uzun. Geri dönmeler, yeniden yürümeler, muhtemel vazgeçiş istekleri, bunun yanı sıra inatla devam etmeler derken aslında en çokta gerçeklik denize vardığımda ayağımın suya değdiği anı iple çekiyorum. Tabi biraz da korkuyla. Sadece yürümek değil niyetim. Bu sefer manzarayı görmek, gördüğümünden duyduğuma her anı işitmek istiyorum. Ve varsa telafi olasılığı olanlar bunları da es geçmek istemiyorum, adı saçmalıklarla dolu düşünceler yüzünden. O yüzden kime, neye geç kaldım hepsini listeledim. Bu yoldaki en taze erzakım işte bu liste olacak. Başlığı kendime geç kalmayla atılmış o sevgili erzak. Telafisi olan olmayan ne varsa hepsiyle yolda tekrar merhabalaşacak, gülümseyip yoluma devam etmek için kalbimden gelenin en iyisini yapacağım. Sahi ben düştüğümle, kalktığımla yüzleşip kabullenmeyi ve yüzmeyi öğrenirken. Hikayeler peşinde koşuşturmak için ayağa kalkmışken sen kim olarak devam edeceksin hikayene?
Ürkekliğin everestinde yalnız kalmaya devam mı edeceksin, yoksa kendine fısıldama cesareti gösterip atının süvarisi mi olacaksın?
SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın