..İKİZ KULE: AY IŞIĞI SARMAŞIĞI..

Saçlarını savurup, kapının önüne geldiğinde önce rüzgarı hissetti. Boynunu edalı edalı sağa sola çevirdi. Tam çaprazında onu bekleyeni gördü. Gülümsedi, ilerledi. Kimi telaşlı, kimi neşeli, kimiyse üzgün haldeyken bizimkisi elini kolunu sallaya sallaya yürümeye devam etti. Umutsuz değildi. Umursamaz da sayılmazdı. Sadece anın içinde olmayı fazlasıyla seviyordu hepsi bu. Girdiği ilk sınav değildi, son da olmayacaktı..

Günler peşin sıra geçiyordu. Sonuçlar pek çığlığa boğucu sevinç yaratmasa da, idare ettiren bir keyif vermişti. Sonbaharda. En sevdiği mevsimin başlangıcı ile yeni hikayesine doğru yola çıkacaktı..

Hayata olan bağı, dünyayı sıkı sıkı tutuşu onun hikayesini çoktan oluşturmuş olsa da, o kendinin yazarı olacağına inanıyordu.. Yeni olan her şey iyi midir sahi? Ne olursa olsun sen devam et, derler ya hani. Yürümek, durmamak her şeyin iyileşmesine yardımcı olabilir mi, her koşulda?

İnsanın geleceği görememesi verilmiş en güzel hediye. Peki ya yazarken düne gidip, bugünü anlatırken her santimini hesaplayarak yazdığımız bu hikaye. Bu da hediye mi yoksa lanet mi? Şuan için emin olduğum, bu hikayeyi yaşarken bilmediğim şey; aptalların söylediği yalanlara bağlı bir hayatın içinde olacağımdı. Küstah hayat! Seçimleri başkalarına ait olan, sonuçları sana yaşatırken kırık dökük dişleriyle yavşakça gülen şu küstah hayat!

Annem tırnağıma taş değmesin diye çabalardı. Babamsa hayatın acı yüzüne pençe geçirmeyi tercih ederdi. Bir yanı merhamete kapısız ev, bir yanı gerçekliğin zihne taarruzu kesmeye bahçesiydi büyüdüğüm yer. Bebekken babam uyumam için sokağa çıkarır öyle uyuturmuş. Yoksa fal taşı gözlerle, sesi kesilmeyen ağlamayla eziyet edermişim. Sokağa adım atar atamaz, uyuklamaya başlarmışım. Ailesine anarşist olanı, evcilleştirmeye çalışanlar hep güldürmüştür beni..

Şiddet, sokağın ana dili gibidir, yani çoğu zaman. Öyle hemen önyargılı olma. Korur kollar aynı zamanda , sokağın dilini konuşmayı öğreneni de evsiz bırakmaz. Öyle de anaçtır sokaklar. Sanırım hem korkmamayı, hem evsiz hissetmemeyi böyle öğrendim. Ha bir de aidiyetsizlik duygusu var. Ona, doktorum dışında kimseye erişim vermemeyi tercih ederim.. Her neyse. Dayak atmak başka da, yemenin tadını alanlar iki şeyi çok iyi bilir: Savunma mekanizmasını çalıştırmayı, tekmeyle tokatla kimsenin düzeltilemeyeceğini.. Dayağa karşı çıkmak her ahmağın hakkı sayılır elbet.  Çünkü önemli olan kimin kazanacağı değil, kimin daha çok dayak atacağıdır..

Masum kalabilmek.. Ne ki masumiyet? Mesela şahsiyeti olmayandan masumiyet bekleyebilir misin? SANMAM! Evin kurallarıyla robot olmaktansa, sokağın kanunlarıyla özgür olmayı seçmiş biri olmak, attığım en uzun adımdı. Hayat kestirmeler sunmuş olsa da ben illa uzun yolu seçip, her şeyi geç ve zor olan tarafıyla öğrenmeyi seçtim.. 

”İyi bir insan olmak”. Herkesin doktor, avukat, öğretmen, asker olmayı istediği çocukluk hedefleri arasında benimki sadece insan olarak kalabilmekti. Vay benim  çiçeği burnunda çocukluğum.. O zamanlar buna karar vermek kolay tabi. Sırtını dayadığın baban, içini ısıtan annen, yalnızlık hissini kılıçla kesip atan kardeşin var. Ya şimdi! Hala varlar. Evet. Sadece biyolojik yaşım biraz fazla gelişkin. Bu yetişkinlik bana en çokta seyirci kalmayı öğretti. ve uzun vadede görüyoruz ki bunun diğer adı pes etmek. Babam ‘vazgeçersen yenilirsin, yenilirsen hayatla başın belaya girer, çünkü o dinlenmen için sana kırmızı ışık yakmayacaktır’ derdi. Annem ‘kulağa hoş gelen yalanlara inat, yüreğinle hep dürüstlüğü savun, yoksa o yalanlar seni şefkat dolu bir köleye çevirir’ derdi. Güneş, altında hiç yanlışlıklar dönmüyor gibi parlamaya devam ediyor. Gece yalancıların kirlerini örtbas ediyor..

Sevgili okuyan, bağır bağırabildiğin kadar. ”Ey aptallar ordusu! Yüreksiz, benciller. Ahmak yalancılar. Yalancıların aptallaştırdıkları. Bu sokakta inatla, size rağmen ve maalesef sizinle bir yaşan bir doğru var. Ve şimdi hak ettiğiniz tükürüğü alacaksınız.”

Herkesin belli izleri vardır, yaralarını anımsatan. Ne zaman, ne sevgi, ne doktorlar, ne de ilaçlar acıyı dindirse de izini silemez. Gerçi bunun içinde plastik cerrahlara gidebilirsiniz. Çağ ilerledi. Bense izi, yarayı silip atmayı değil onlarla alay edip, eğlenmeyi tercih edenlerin tarafında olacağım. Bunu öğrenmek için çok yol denedim aslında. Ki başta da belirttiğim gibi, ben genelde uzun ve yorucu yolları seven bir müşkülpesent olduğum için, geri dönmek pek bana göre sayılmaz..

Aslında ruhum emekli olmak ve yılı, ayı, günü, saati, sokakta olan biteni umursamadan beni enterese etmez diyerek yaşamına devam etmek istiyor. Ama ailemin genleri ve sokağın öğretileri buna karşı çıkan isyanlar yaratıyor beynimde. Bedensel dışavurumum bundan pek sağlıklı çıkış bulamadı. Zihin kıvrımlarına yapılan bu saldırı ne kadar uzun sürdü, ne cenk meydanı gördü bu sokaklar, sadece altında yaşadığım gökyüzü bilir.. Doğruların yoluma taş döşemesi, hayatımda yanlış olan her şeyi yavaş yavaş mahvetmeye başladı bir süre sonra.. Vakti boşa harcatan ne varsa dağılıp savrulmaya başladı.. 

Sonra.. Yani aslında derinden gelen bir çatırdamayla.. Hiç olmayan, belki de çokça derinlerde gömülü olan, tadına pek aşina olmadığım duygular nüksetmeye başladı.. İkiz kulemin köklerinden gelen ses, ay ışığı sarmaşığımın nadir görülen çiçeğinin açmasıyla.. En derinlere sakladığım ya da diyorum ya ilk kez tanıştığım o duygu zinciri. Ardı sıra kendine, boşalan öfkeli hücrelerde, yer bulmaya ve sıkı sıkı tutunmaya başladı. Önce kendi benliğinin çıplaklığında yatanları görmeye başladım. Arada örülen o set yıkıldıkça çatlaktan sızmaya devam etti. Deli gömleğimin altına sakladım; affım, sevgim, neşem, gözyaşım, olandan ötesine olan inancım, öfkeyle sarıp sarmaladığım çocukluğum, yumruklarımı sıkmayı bıraktıkça avucumda tuttuğum umudum.. En kıymetlisini yeni yeni hissediyorum. Çocukken hayalini kurduğum, iyi insan olma hayali..

Kendime baktıkça karşımdakileri ya severdim, ya yakıcı öfkeyle ezer geçerdim. Aynada süslediğimle sokağa saldığım kişinin o sivri ve bir o kadar da tatlı yanı. Meğer görünenden çok daha öteymiş. Bir ses, bir çiçek mi sebep oldu yani bu keşfe dersen, hayır. Önce kahkahalara boğmayı seçtim hayatı, sonra kanamaya başladım, daha sonra kaşları çatık öfkem ve sesi çıkmayan gülüşümle hayata meydan okuyan bir çocuğu tek bir ses hayata espri yaptıracak kadar güçlü olamaz. Hayatın kederinden, ölümün neşesinden payıma düşeni görmeye başladım. İşte o ses, o nadide çiçek o çatlaktan anca öyle sızmaya başladı..

Hiçbir şey görüntüden ibaret olmadığı için, göründüğü gibi de değildir, sevgili aptallar. Ve hakikatin eşiğinde deliren siz sevgili dostlar. Aldatıcı olan görüntülere karşı, gerçeği görmek için gözünüzü kapatmanız dileğiyle..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın