..ZEHİRLİ SARMAŞIĞIN DİLEMMASI..

''Dün sabaha karsı kendimle konuştum
 Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
 Yokusun basında bir düşman vardı
 Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum''  
Demiş sevgili Özdemir Asaf ..

Acıyı hissetmek, yaşadığımı anlamanın en kesin yoluydu. Seke seke yürüyenlerin mirasıyla, koşmayı hayal eden bir müşkülpesent olarak büyüdü yaşım. İçi içine sığdırmayacak olanı düşler, kavuşamayacak olduğuma istek beslerdim. Şimdiki kişisel gelişimciler bunu doğru bulsa bile atladıkları bir şey var. ŞÜPHE! Buna kavuşacağıma dair duyduğum o şüphe, her şeyi katlayacak kadar büyük. Evet, artık yaşadığımı hissettiren şey acıdan daha keskin bir yapıya sahip olan şüphe. Kendisi özümün ev sahibi. Ruhumun akıl hocası. Yolumun yönüne cetvelle çizik atan bir pusula..

Aklım olanları, olacak olanları büyütme konusunda usta. Anksiyetenin en sevgili dostu. Aralarındaki ilişki bazen beni kıskandırıyor.. Aslına bakarsan sayfalarca yazdım. Anlattım, bağırdım, bilinsin istedim, bazense sadece kahve yanı meze olsun istedim. Şimdiyse bunca kelimeyle tek bir soruya cevap arayacağız..

28 yıllık yaşamı, çeyrek asrı devirmiş şu ömrü; ne için harcadık, şimdi ise ne için harcamalı?

Bir zaman öncesi; kahraman olmayı ister, şen şarkılar söyler, aylaklık eder, hataların tadını çıkarır, bolca harcar, küfreder, iyi şeyler tasarlar hep kötü olarak anılacak şeyler yapar, budalalık eder, her sevgiliye aşkla bakar, terk edilmelerde acısını yaşar, evin asi çocuğu olur, sokağın tescilli aylağını oynar, sevmekte cesur, yaşamakta cahil, oynamakta usta edası takınan, karar verene kadar her konuda son tüketim tarihini geçiren, canı acıdığında şeytanın efendisi olan, sevince meleğin stajyeri olan, değişmesi mümkün olmayanlar için canla başla çabalayan, değişim kendine gelince hayatta kalma konusunda başarısız olan.. Yani bakınız; üşengeçliği, yanlış anlaşılmaları, yorgunluğu, takıntılarımı, endişelerimi, heyecanımı, telaşımı, fevriliğimi, kaygılarımı, doğrucu davut oluşumu, korkularımı benden çıkarınca geri pek bir şey kalmıyor. Kalmadı da. Şimdi gelelim, bunların benden çıkarıldığı ikinci perdeye..

Kalabalığın içinde kaybolmayı isterken kendini eve kapatan, yalanların ziyanına uğrayan, ruhsal iktidarsızlıkla boğuşan, hayatla arama girenlere izin veren, donuk ve katılaşan dünyaya kinlenen, var olan gücünü kendinden esirgen, bir sıkımlık canım kalmasına rağmen var olmayan gücü başkalarına feda eden, bayatlamış sohbetlerin eşlik ettiği masalarda saatlerini harcayan, yapısı bozuk ve ışığı sönmüş olanlarla içsel bağ kuran, kibre fikirlerini teslim eden, ben yarım yamalakta olsa hayalini kurarken o hayalleri yaşayanları görme rezilliğine nail olan, yaşamaya yabanileşen, bunalımları dışta gerçek içte zaman zaman blöf olan, çin malı hikayeleri dinlemeye zaman yaratan, kendi düş pazarına gitmeye üşenen, kıskanç, huysuz, kah canım istemez suskunluk orucu tutar, kah vanası bozuk musluk misali çenesi hiç durmayan birine dönüşürüm.

Önce içine çeken bataklığa dönüştürdü bu durum beni. Ruhum adeta sevilmek ve onaylanmak için köleleşmeye başladı. Ve biliyor musun, hiçbir zaman bu kadarıyla kalmaz. Kalmadı da. Yabanileştim, kendi köşeme çekilmeye başladım. Görmüyor, duymuyor, hissedemiyordum. Hal böyle oldukça kabuğuma gömüle hale geldim. Hayalimdeki evliyayı, hayattaki ifrite dönüştürmeyi el birliğiyle başarmıştık. Sorumluluklardan kaçıyor, iyileşemeyecek bir hasta olduğuma inanıyor, mücadele etmek yerine aylaklığı seçiyor, gerçeklere göğüs germektense mahvolmayı tercih ediyordum. Bunları yaparak, o bataklığa gömüldükçe sanki bir şeyin bedelini ödediğime inanıyordum. Boşa geçirdiğim onca zamanı telafi etmesi için hayattan kıyak bir işaret bekliyor, ufacık bir olayın hayatımı kökünden değiştirmesini istiyordum.. Ah be canımın içi böyle şeyler sadece filmlerde olur, demeyin. Beni kaderin mimli kılan ne varsa oradan da adımı silecek bir şeyler elbette vardır. Olmalıydı..

Sonra içimde sözcüklerin kırıntıları dolmaya başladı, yavaş yavaş. Düşüncelerimi, duygularımı taşırmak için tek damlaya yer kalmayacak kadar dolmuştum. Evcilleştirilmesi mümkün olmadığına inandığım hücrelerim ve göğsümde mağlubiyetin yegane ordusuyla kendimi balkona attım. Önce sokaktan geçenlere tükürerek yağmurla beraber onlarla alay etmeyi istedi içim. ”Senin en büyük sorunun bu, her şeyle alay ederek gerçeklerden kaçabildiğini sanıyorsun, seni ahmak” diyordu daha içim.. Üstünkörü bir iyileşmenin, kendini medenice mahvetmenin en klas yolu olduğunu anlamam biraz zaman almıştı tabi.. Ben bu süreçte gerçek dostlarımı hayat çemberimin dışında tutarken, yanıma sadece ben yanarken üzerime işemeye üşenen insanları dahil etmiştim. Ve bu perdenin en fiyakalı bitişini ise, içinde bomboş hissettiğim deli gömleğini yavaş yavaş çıkarırken tamamlamaya çalıştım.. Bu fiyakalı kaos, benim felaket senaryomda ödüle aday bir yazardı.. Kendi hayatımın dışında kaldım dersem abartmış olmam..

Birbirinden yalıtılmış insan topluluğu. Dilinde çürümüş kelimeler yığını taşıyanlar. Bazen bir sözüyle, bazen özünde olanlar nedeniyle domino etkisi yaratanlar. Çıplak kral yalakaları, Don Kişot’un sevgili yoldaşları, çarpık binalarda yetişmiş kötü insanlar, betondan kendini arındırmayı başarmış olanlar, şakayla hayatı neşeye boğanlar, gürültüden rahatsız olmayan ahmaklar, Pavlov’un salyalı köpekleri, nezaketi göze batanlar, yarım kalmış hikayelere sahip olanlar, ve daha niceleri.. Shakespeare haklı, hayat devasa bir sahne. Ve biraz önce saydığımız, saymaya vaktimizin olmayıp sizin aklınızdan eklediğiniz sıfatlara sahip nice insanlar o sahnede olması mümkün ve zorunlu olanlar. Ben, benim sahnemin üzerinde ayak izi olanları, yer yer başrolü bıraktıklarımı, yer yer sadece gelip geçenleri aktardım. Ben anlattıkça yanlış anlaşılmaya, anlaşılamamaya, bazen öteki olup, bazense yani gerçeği görmek isteyene şahsına münhasır olmaya devam edeceğim. Sadece bil isterim. Çünkü çeyrek asır olan yaşamımda yeni günün bana verdiği yetkiye dayanarak ve inanarak, bana beni geri kazandıracak olan senaryonun kalemini yeniden aldım elime. Her olanı gördüm, duydum, tattım ve bunun karşılığını bir bataklıkta yaşayarak aldım. Hayat eksik dişleriyle gülümseten planlarını yazılanlara dahil edecek çok sahne sunuyor hala. Bazılarıysa, toz misali sahnemden öylece gelip geçtiğinin farkında olamıyor. Ve başrol hala onların sanıyorlar. Yanılıyorlar, tüm sokak sahne olsa da ben artık bazı sahneleri izlemeyi bıraktım. Yıllara meydan okuduğumu düşünüp, saniyelere yenilmiş olmanın verdiği ders için emeği geçen herkese teşekkürler..

Yorgunum, yine de çabama sağlık.. Yaşanmışlık olmasaydı yazamazdım.. Ve, doğru düşününce mutluluktan alacağım payı görüp, sokağımda bahar temizliği yapacağım o sahneden..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın