..BRANDASI KAPATILMIŞ ANILAR..

Önce şehir yanlış anlamaya başladı. Ardından insanlar doğrularını unuttu. Anıların tozlu sokaklarında yürüyeduralım, size bir prensesin bu şehirdeki yabancılaşmasının öyküsünü anlatayım..

Şehir prensesimiz için 3 sokaktan oluşuyordu. Evinin olduğu sokak, mabedim dediği köprünün olduğu sokak ve elbette oksijene kavuştuğu, ağaçlara sarıldığı, küçük ormanın olduğu sokak..

Prenses dediğime bakmayın siz. Öyle hanım hanım hallerden çok deli dolu olmayı, uzun süslü elbiseler yerine ruh haline uygun bol kıyafetler giymeyi, eliyle ağzını kapatan kıkırdamalar yerine ağız dolu kahkahalar atmayı, savaşta cengaver, sevişte şair, hayatta mimli bir avareydi kendisi..

Büyük heyecanla geldiği şehir, kendisine bataklık dolu bir yuva olacaktı. Geldiği zamanlarda enerjisi de keyfide hayli yerindeydi. Eve girmiyor, insanlarla güçlü sandığı bağlar kuruyordu. İlk 4 sene aslında garip bir hızla geçmişti. Aşk, gözyaşı, iş, topluluk programları, okul, tartışmalar, alkol, eğlence, uykusuz bitirilen günler, bitmeyen umut dolu anlar, biriktirilen anılar. Bunları yaşarken başrolünde hep ‘diğer insanlar’ vardı. Onların derdini kendi derdinin önüne koyar, onlar uykusuz kaldığı için uyumaz, bağırdıklarında karşılık verir, ağladıklarında omuz uzatırdı..

Derken 24 yaşını bu küçük koşuşturma çemberinde tamamladı.. 25 olduğunda ruhuna bir enkazın ağırlığı çöreklenmeye başlamıştı. Anlam veremedi. Pek üstünde durduğu da söylenemez. Bu ambelelik haliyle hayatına daha da yanlış inanları almaya başlayacaktı. Bu da ruhuna çöken karanlığı daha da arttıracaktı. Kaosu aşk, karmaşa yaratanı dost, ruhu çürütenleri aile bilmeye başlamışı. Evrenin hiç meşguliyeti yokmuş gibi, tek derdi bizim prensese alaylı ve yıkıcı hikayeler yaratmakmış gibi hissetmeye başlamıştı.. Gittikçe anlaşılmadığına inanmaya başladı. Aklının acısına yenik düşüyor, bunu nasıl çözeceğini bir türlü anlayamıyordu. Ömrünü başkalarının yollarında ezilip geçen bir çimen gibi boşa tükettiğini düşünüyordu. Hayat ona yol verip, kendini doğurma sancısına saygı duymadan akıp gidiyordu. Akreple yelkovan yer değiştirmiş gibiydi. Saatler Ferrari hızına erişirken, dakikalar sabit kalmayı seçmişti.. İz bırakamadan kayıp gideceği hissi, hareket etme güdüsünü yavaşlatmaya başladığında yaşı 26 olmaya yaklaşmıştı. Ne yaşadığını bilemediği kırık bir aşk hikayesi, yalanların dünyasını yaratmışlarla dertleşme hatası..

Hastalandığı yerde iyileşemeyeceğini anladığında, sokağı çoktan bataklığa dönüşmüştü. Yollar kaybolmuştu, karanlık gökyüzünü hakimiyeti altına almıştı bile.. Doğuştan getirdiği ümitsizliğe, gençliğinde mıhlanmış gibiydi artık. Sağlıklı düşünememek yeterli değildi artık. Yanlış yapmalı, yalanlar söylemeli, hem aklının hem ruhunun acısını aynı dereceye ayarlamalıydı. Öyle de yaptı. Ruhunda ve aklında olanları tekrar toparlayabilmesi için her şeyi dağıtmak zorunda olduğunu biliyordu..

Aşktan, emek vermekten, önceliği diğer insanlara tanımaktan vazgeçemiyor, alması gereken dersten hemen kalmayı tercih ediyordu. Çünkü dağıtmaya başlarsa her şeyim dediklerini kaybetmesi gerecekti. O, matematiğin bu haksızlığını ve hastalığın darbelerini bir başına yaşarken, çabaladığına inandığı her şey tek tek ona zulmetmeye başlamıştı. Değer verdiği arkadaşlığı yalancı dedi, emek verdiği aşkı hastasın dedi, ailesi onu başka şehirde bekliyordu, ama bu onun için sadece kafes değiştirmekti. Kendini açıklamak için yaptığı hamleler piyonlarını, keskinleştikçe batırmaya başladığı yönler vezirini kaybettirmişti. Satranç bitti, hayatsa devam ediyordu bizim prenses için. Umutsuzluğa öyle sıkı sarılmıştı ki; sevmeyene aşkını, yüzüne bakmayana verdiği değeri, anlamayana içini anlatmaya harcadı son enerjisini..

Malum bazı hikayelerin sonu başından bellidir ya, 27 yaşında bizim prenses pes etmese bile sonla yüzleşmek zorunda kalmıştı.. Hak etmediğine inandığı terk edilişi, yanlış düşünenlerin engelleyişiyle kalakalmıştı..

Neyle tükettin bu çeyrek ömrü sevgili prenses?

Terk edilişlerle sonlanan ilişkiler, diploması olmayan ve yarım bırakılmış işler, başarıya varmamış dersler, kendini anlatmaya ayrılan vakit yüzünden kütüphanede çürümeye yüz tutmuş kitaplar, sırf yanında olmasını istediklerinin meşgul olması yüzünden çürümüş fikirler, başkalarında izleyip iç geçirdiğin hayaller, yolu bulunmamış hedefeler..

Mart 25, sevgili 28 yaşının ilk sabahı olacak. Şimdi dönüp baktığında gördüğünle, kafanı önüne çevirdiğinde görmek istediğin arasında olan sen. Hala o yıkık çemberde, o hiç sevilmediğin ve yalanlarla anlatılan hikayelerin sahipleriyle, anıların olduğunu sandığın ama yerinde yel esen o yerlerde yine bir başına aklın ve ruhun acısını mı yaşayacaksın? Yoksa onların üstüne branda çekip kendine yeni ve taze anılar yaratmak için yürüyüşe mi çıkacaksın?

Prensesimizin bu perdede vereceği son sınav bu soru için atacağı adıma bağlı, peki sen sevgili okur?

Senin hikayende hangi perdedesin?

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın