..MİSAFİRLİĞİN ALTIN KURALI..

”İnsan kısmı bir misafirhane,
her sabah yeni birisi gelir.
Bir sevinç, bir bunalım, bir zalimlik,
aniden farkına varmak bir şeyin,
hepsi beklenmedik misafir.
Hepsini karşılayıp eyle!
Evini vahşetle süpürüp,
bütün mobilyalarını boşaltan
bir kederler kalabalığı bile gelse.
Her geleni alnının akıyla misafir et.
Olur ki yeni bir zevk getirmek için
Boşalttılar evini.
Karanlık düşünce, utanç ve garez,
hepsini gülerek karşıla kapıda
Ve buyur et içeri. ”   demiş Mevlana..

Bugünse, sadece bize misafir olanlarla değil, misafir olduklarımızla ilgili de konuşalım biraz. Bize öğretmeye gelenler kadar, bizimde öğretmeye gittiğimiz misafirliklerden bahsedelim.. Öncesinde saati 14.35 yapana kadar neler oldu kısaca on değinelim. Zaten istesem bile uzatamam.. Neden mi!

Bugün pek bir keyifsiz uyandım, saatin öğlene gelmiş olmasının ve dersi kaçırmış olmanın verdiği kızgınlıkla açtım gözümü. Hava kasvetimi benden önce anlamış olacak ki, yağmurlu ve serin olmayı seçmiş bugün.. Aklım işini göremeyecek kadar dalgın, ruhum yağmuru hissedemeyecek kadar yorgun bugün. Misafirlik mevzusuna geçmeden önce bir süredir düşüncesinde dağıldım bir konuyu konuşmalıyız..

Kendim hakkında düşünüyorum bir süredir. Yaşadıklarım, yaşattıklarım, yoluma çıkanlar, yoluna çıktıklarım deren olan biteni ince eleyip sık dokuyamasam da yine de düşünce sistemimi bir hayli meşgul ediyor.. Kendime yabancı olmaktan da öte hissediyorum. Ne yaşadıklarım, ne yaşamayı planladıklarım sanki  bana özgü değilmiş gibi. Hep bir duygunun, bir düşüncenin, bir insanın, bir travmanın eserini sahnelemişim gibi..

Başkalarının cümleleriyle kendime oyunlar yazmışım, hayalini kurduğum şeyleri nereden öğrendiğimse hala bir muamma.. Aslında misafirlik konusu tam olarak buradan hortladı. Bunca zaman kimin hayatını yaşadım demek, yüzleşmenin en acı hali. Doktorum, ailem, arkadaşlarım. Kısaca hayatımızda sıfata sahip her insanın sorguladığı şeylere yüzeysel cevap vermenin ötesine geçmediğimi anlamaya başladığımdan bari üzerime bir sakinlik çöreklenmeye başladı.. Kendimi neremden eksi gördüysem, tam oraya yama olacak insanları almışım hayatıma. Benim misafirlerim, beni bana karşı kör etmeye gelmişler. Hadi gel, dürüst olalım, kimin geldiği değil kapıyı kime açtığına bakalım. Ben, beni kör edecek olanları, yama olacakları, yetersizliğimi tamamlamasını umduklarımı, çaresizliğimi baltalayacak olanları misafir etmişim. Özellikle son dönemlerde ( son 3 yılda diyelim). Yaşımın ibresine baktığımda, elbette doru olduğuna emin olduğum güzel insanları da almışım evime. Onlar kendini hayatının yörüngesine girdikçe bocalamış ve saçmalamışım sadece. Şimdi bu, hayatını başkaları için yaşamak değil de ne! 

Bende misafir olanlardan; dostluğu, yardım isteyebilmeyi, aile olabilmeyi, aidiyet duygusunu, hastalanmanın o kadarda kötü olmadığını, yalnız olmadığımı, güçlü olsam bile buna her zaman ihtiyacım olmadığını, iyi insan olabilmenin hamurumdakini yerini öğrendim önce. Sonrası acılı kısmı. E her aşamanın kaşık havası gibi oynatan kısmı olduğu kadar, arabesk kadar içe batan ve kendini sorgulatan yönleri de var. Daha sonra misafir olanlarsa; ne kadar doğruyum desen de sadece gördükleri ve anladıkları kadar olabileceğimi, senin özündekiyle değil kendilerinde olan kadarıyla seni gördüklerini, kendimi sorgulayabilmeyi, iyi insan kavramını yitirmemek için kendimle yüzleşebilmenin cesurluğunu, yalanın ve aldatmanın kişinin kendisiyle olan sorunlarından kaynakladığını, suçluluk hissini yaşatmanın ve yaşamanın hiçbir sorunu çözemeyeceğini, şüphenin abdest bozduracağını, sevgiyle herkesin iyileşemeyeceğini, dehanın ve deliliğin özünde yatan kıymetli yanını görmemi öğretti..

Peki ben, benim misafirliğim? 

Aslında bunu sofrasına oturmam şerefine nail olanlara sormalı. Şimdilik dilimden geldiğince objektif olarak ben anlatayım. Ben, hayatına girdiğim her insana içimden, bazılarınaysa dışımdan ”senin hayatında bir rolüm var, o bittiğinde gitmem gerek” derdim. İzler, dinler, anlamaya çalışır, onun hayatında ona vermem gereken neyse hatırlatmaya çalışırdım. Kimi buna kaba bir hakaret gözüyle baktı, kimi usulca gülümsedi anladığını gösterircesine, kimiyse pek umursamadı anlayamadığı bu yönümü. Bunu sesli söylediğim bir arkadaşım zamanında ”hayatımdan gitmeni istemiyorum, ama aklının acısına da yenik düşmene göz yumamam” demişti. Maksat hayatlarımızı ayırıp birleştirmek değildi. Bunu anlamış olması bile çok kıymetliydi. Gelelim diğerlerine. Kimisine dehasını hatırlatmaya çalıştım, kimisine vicdanı olduğunu, kimine yapabileceklerine dair ışık oldum. Tabi bir de canı yanması ve kabul etmeyeceğini bilsem de gerçekleri duyması gerekenler vardı.. Onlara başkalarının tasmasıyla yaşadığını hatırlattım. Yalanlarına sadece kendileri gibi aptalların inanacağını, yalanın zekayla doğru orantısı olduğunu ve bunu sadece yapabilenlerin yapması gerektiğini, kendi oyununu yazdığına inana zihnindeki köleliği anlatmaya çalıştım mesela.. Kimisine de sadece omuz oldum, kaldırımda ağladım, köprüde sokak edebiyatı yaptım kimisiyle, her şarkının bir anlamı var diyenle sesim kısılıncaya kadar şarkı söylediğimde oldu, konuşmanın faydasın yok diyenle sustuğumda..

Her geleni misafir bildiğimde oldu, bazen kapıyı duymazdan geldiğimde. Gittiğim yerde misafirliğin adabı muaşeretine uyduğumda oldu, evlerini dağıttığımda.. Hikayesine rakı eşliğinde cümleler yazdıklarımda oldu, hikayemin kalemini emanet ettiklerimde..

Peki bu misafirlikten şimdi ne kaldı elimde? Misafirliğinizden ne kaldı elinizde?

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın