
Körler ülkesinde, tek gözlü olan kralın hikayesinden sevgilerimle..
Fonda arabeskin kral ve kraliçeleri, balkonda yağmurlu havasının sisli manzarası ve aklımda canlanan anıları tek cümleye sığdıran bir hikaye..
Yalanın, körlüğün, köleliğin, ihanet etmenin, ömür çalmanın, akıl tutulması yaşanmanın olduğu bir zamana gidelim. Halkı kendi içinde bu zehirli ve atık sayılacak hayata tam olarak adapte olmuş ve düzenini ona göre kurmuş. Herkesin evinde kırk kilit varmış. Sesler alçakça çıkar, dudaklardan sadece yanlışlar dökülürmüş bu köyde. Nüfusu kendini idare edecek kadarmış. Tek krallıkla yönetilir, sorgulamaz ve sadece itaat ederlermiş. Yüzyıllar boyu böyle devam etmiş..
Buraya yakın sayılacak uzaklıkta, kimsenin uğramadığı kervan yolunun geçmediği başka köydeyse sayıları oldukça az, kendilerine yeten, şarkıların kuşlara eşlik ettiği, kahkahaların desibelinin düşmediği bir başka köy varmış. Bu köyün kralı, kendini yıllar önce uzaklaştığı ailesinden ve kültüründen öyle bir soyutlamış ki sanki hep o topraklarda yaşamış gibi bir hayat kurmuş..
İki kardeşin hikayesi başka topraklarda hüküm sürmeye devam ederken, köye keyif getirecek bir haberle uyanılmış, bir sabah. Kraliçe hamileymiş. Hikaye bu ya, diğer krallıkta aynı haberle uyanmış güne.. Lakin üç gün sessizlik yaşanmış o taraflarda. Köylerin birbirlerinden haberi olsa da, yolları hiç kesişmeyecek keskinlikte bir küslük varmış aralarında. Öyle ki, gece ve gündüz bile bu küslüğe uyum sağlamış. Güneş birine yüzünü dönerken diğerine sırtına döner, gece bir yeri terk ederken diğer yerde hüküm sürermiş.. Bir köyde şarkılar cıvıltılar varken diğerinde tamamen sessizlik hakimmiş. Birinde sofralar kalabalığa eşlik edermiş, diğerinde ise sadece mide sesini susturmak için yemek yenirmiş..
Gel zaman git zaman iki köyünde kaderini değiştirecek doğum gerçekleşmiş.. Her masalın ilk kader döngüsünü yaratan kraliçe ölümleri bizimkinde de gerçekleşmiş. Sadece bununla kalmamış. Bizim sessizliğin taht kurduğu krallığa gelen bebek tek gözlüyken, diğer köyümüzdeki bebeğimiz tamamen körmüş.
Ölümün getirdiği yas iki köyü etkisi alına alsa da, çocukların ilk adımıyla neşeli köyümüzde kuşlar yeniden ötmeye başlamış. Kral yasını içine gömdükçe dışı sadece yaşama ayak uydurmakla kalmış. Derken unutmuş zamanla kim olduğunu. Ne kendisi ne de varisi halktan öte yaşam sürmüş. Zaman sadece bizim cıvıltılı köye değil, sessizliğin anavatanına da uğramış elbette. Oradaki kral, eşinin yasını tüm kasvetiyle köye yöneltmiş. Gittikçe içine kapanmış, kimseyle konuşmaz olmuş, oğlunu bu olanların sorumlusu bellemiş. Daha doğumunda damgalanan bizim prens, yıllar geçtikçe bu yükü kamburlaştırıp yüklemiş bedenine..
Buraya kadar her şey masalların birer yansıması. Şimdi acıtan gerçeklere geçelim.. Körlük, akıllarındaki karanlığı daha da arttırmış bu umutsuz köyde. Diğer köyde ise ölüm perisi kralı ziyarete gelmiş. Ve bu ziyaret oranın kaderinin ikinci virajı olmuş. Kuşlar, ton dışında cıvıldamaya, insanlar gözlerinin görmeyişiyle akıllarına yön verememeye başlamış.. Ne halk ne prens buna bir çözüm bulamamış. Gündüz ve gecenin kafası karışmaya başlamış. Sofralar yavaş yavaş dağılmış. Diğer köydeyse kral kendini karısının mezarına kapattırmış ve ölüm gelene adar çıkmamaya karar vermiş. Kamburun varlığı artan prens, köyün sessizliğinde bir başına olup biteni anlamaya çalışıyormuş..
Kasvet sinsice iki köye de musallat olmaya başlamış. Yolları birleştiren sis yavaş yavaş başlamış ortaya çıkmaya. Ne ekin vermiş topraklar, ne güneş yüzünü gösterme zahmetine girmiş. Kralın vazgeçişi, prensin kusurları gittikçe kurallık getirmiş köye.. Issızlığın başkenti olmaya aday köyün sokaklarında yürüyüşe çıkmış kambur prens.. Yol üstünde, sisin bulanıklığında birinin oturduğunu görmüş. Yaklaşmış usulca. O yaklaştıkça sis bulanıklığını azaltmış. Kim olduğu sormuş, ne yaptığını merak etmiş derken gökyüzünden daha koyu bir sohbet başlamış aralarında.. Bir yerden sonra pres olanlara anlam veremediğini anlatadursun bizim diğer köyde hastalıklar ortaya çıkmaya başlamış.. Kişiler gözlerinden sonra, dillerini de kaybetmiş sanki. Kuşlar kasvette kaybolmuş. Nefes almayı bırakmışlar neredeyse..
Zamanın hükmünü kaybettiğini söyleyen kusurlu prens, ağaç altında oturan bu kadından yaşının ve yaşayışının hikayesini öğrenmeyi istemiş.. Kadın başlamış anlatmaya; sanki altında oturduğu ağaç ondan daha gençmiş diye düşünmüş bizim prens. Zamanında iki kardeşin bu körler ülkesinde hem geceye hem gündüze nasıl hükmettiğini anlatmış. Yanlış ve doğrunun, iyi ve kötünün, ay ve güneşin, yaşamın ve ölümün dengesinden bahsetmiş. Prens daha önce varlığından haber olmadığı her şeyin yabancılığıyla tanışmaya çabalasa da kadın anlattıkça yabancı olduğu şeyin sadece kavramlar olmadığını görmüş. Malum bir yolculu gerçekleşmeli ve hikayemizin ana fikrini bu sayede bulmalıyız. Prenste yıllarca çizilen o yolu seçmiş ve Köyden ayrılıp, neşe dolu o topraklara gitmek için kadından yardım istemiş.. Gitmişler gitmesine..
…
Koyulan üç noktayla hikayeyi sizin tamamlamanız gerek. Evet yanlış okumadınız. Bulunduğunuz topraklar, travmalarınız, yaşınız, yaşadıklarınız, öğrendikleriniz her neyse. Alın bu hikayeyi, kaymış olan körün gönyesini yerine oturtmak için hikayeyi kendiniz tamamlayın..
Hepimiz yaşamımızın bir yerinde görmeyen, duymayan ve atalı oynayanlarla karşılaşıyoruz. Bu kimi zaman ailemiz oluyor. Kimi zaman dostlarımız, kimi zamansa bizzat kendimiz.. Eğer vaktiniz varsa ve doğrular gün yüzüne çıkarmayı bir kez olsun becerebilirsiniz. Alın size, körler ülkesinde gören kişinin hikayesi. Kim kör kim değil, kim bilge kim değil, kim cesur kim değil, kim derviş kim değil.. Kurallara uymanın şahsiyeti uygunsuz hale getirdiğini, şayet moron değilseniz, bir yerlerde anlamış olmalısınız.. Yaşamakta ölmekte pek umurumda değil. Hakikati görmezden gelip, pembe umutlara dalmayı seçecekseniz hikayeyi yırtıp atın. Sizi ayakta tutan şey duymaya hazır olduğunuz diğer yalanlarsa bu sayfadan derhal çıkın. Dertlerin kusur sanıldığı, kendin olmanın hastalık sayıldığı bu yerde, ya kendi tımarhanenizi inşa edin ya da kör bir budala gibi itaat etmeye devam edin..
..Sövgülerimle..

Yorum bırakın