..BİR FİNCAN ÇAY..

”Hiçbir şeyden çekmedi dünyada, nasırdan çektiği kadar; hatta çirkin yaratıldığından bile O kadar müteessir değildi; kundurası vurmadığı zamanlarda anmazdı ama allahın adını, günahkâr da sayılmazdı.. Yazık oldu Süleyman Efendi’ye. ”

Demiş Orhan Veli..

Herkes kendi sokağında yaşar, kimse başkasının alanına girmezdi. Bizim meraklı çaykoliğimize kadar.. Her gün aynı sabaha uyanmış olmak kimseyi rahatsız etmezdi. Uyanırlar, meditasyonunu yapar, kahvaltılarını bitirirler, gündelik işlere dalıp giderlerdi. Çaykoliğimiz bundan bağımsız yapabileceklerini düşünür, uykuya bu hayaller içinde dalardı. Bir sabah sokaklarında çayın bittiği gerçeğiyle uyandığında bütün rutininin değişmesinden öyle korktu ki evden dışarı adım atamadı. Herkes sokağa gelecek olan ürünler için birkaç gün süreceğini konuşuyordu. Genel kurulları bir toplantı bile aldı bunun için. Sokakta herkes fikirlerini sundu, kimisi dinlenmedi bile. Bizim çaykolik diğer sokaklara danışabilecekleri fikrini attı ortaya. Ortamda cenaze evi sessizliği oluştu. Kimse daha önce bunu yapmamıştı. Ne onlar ne de diğer sokaktakiler aradaki buzlucamı hiç kaldırmamıştı yıllarca.. Hatta o sınırın hangi zamanda ve kim tarafından koyulduğu bile unutulmuştu zamanla..

Ortamı hararetli bir tartışma sardı. Sonunda herkesin kabul edeceği bir fikir olmuş olsa bile, sınır ötesi öyle bilinmezlik içeriyordu ki kimin gideceği üzerine tartışmalar başladı bu sefer. Bizim meraklı çaykolik fikrin sahibi olarak bunu yapabileceğini söylediğinde, herkesin üzerinde oluşan tonlarca yük kalkmış gibi bir rahat nefes alındı ve hiç düşünülmeden kabul edildi..

Bizimki bir fincan aldı eline, çaldı buzlucamı. Bir tık, iki tık dedi ve adım attı ilk sokağa. Öyle heyecanlandı ki, ne için geldiği aklından çıktı bir anda. O an aradaki buzlucamın parçalanışıyla kendine geldi. Olana anlam veremeden şaşkın şakın bakakaldı. Camın diğer tarafında olanlar ”anlaşma gereği biri diğer tarafa geçmeye kalkana kadar sınırların korunacağı, adım attığındaysa sınırların ortadan kalkacağı” gerçeğini açıkladı, ve neden yıllarca aşılmamış olan sınırı aştığını sordular. Çaykoliğimiz yavaşça fincanı gösterdi sokaklarında çayın kalmadığını ve bunun rutinlerini bozmasından korktuğu için bunu yaptığını anlattı. Diğerleri gülümsemeyle karşıladı durumu. Onu davet ettiler, sokağı gezdirler. Çay yerine kahve tükettiklerini söylediler. Bir süre misafir edildi orada. İçinde ”burada yaşayabilirim” cümlesini öyle istekli geçirdi ki sanki haykırmış gibi karşılık aldı hemen. Orada yaşayanların ıssızlığı sevdiğini, hayatlarına birilerini anlamayı tercih etmediklerini, özünde bundan korktuklarını, bu korkuya çözüm olarak bireysel yaşamı seçtiklerini öğrendi. Kimse ayrılığı, acıyı, sevgiyi, paylaşmayı, birlik olabilmeyi bilmiyordu o sokakta. Herkes kendi evinde öğrendiği kurallarla yaşıyor, statüsünü rota olarak belirliyor, evlilikler sadece tür devamı için yapılıyor, ve asla sınırların dışına çıkılmıyordu. Gümüşten tasmaları bu yaşamı ve o sokağa olan aidiyeti temsil ediyordu. Herkes adeta evlilik yüzüğü ya da inandıkları din sembolüymüş gibi o tasmaları takıyor ve sokaklarından öteye geçmeyi akıllarının ucundan bile geçirmiyordu. Bizim çaykolik aradaki sınırın kalkması sonucu, birlikte yaşanma ihtimalini sunduğunda herkes soru işaretine dönüşen bakışlarla birbirlerine baktı. Daha önce bunu hiç düşünmemişlerdi. Çizilen sınırlarla yaşamaya o kadar alışmışlardı ki birinin o sınırları silip atabileceğini fark edememişlerdi. Bizim gümüş tasmalılar, telaşlı ve korku dolu bakışlarla düşünedursun, çaykoliğimiz müsaade isteyip diğer sokağın buzlucamına doğru yola koyuldu..

Birkaç tıklatma sonrası buradaki sınırda yıkılmıştı. Diğer tarafta bekleyenler geleni ve elindeki fincanı çatık kaşlarla karşıladı. Olanı anlattı. Yolculuğundan bahsetti, bizim çaykoliğimiz. Ağır ağır yürürken bu sokağın havasında farklı hisler sezdi. Yine de oturup misafirliğin adabıyla sessizce bekledi. Karşısına o köyün entelektüelini getirttiler. Durumu baştan sonra ona anlattı, ve varsa bir fincan çay rica etti. Bu sokakta çay ve kahve tüketimi aynı orandaydı. Bundan mıdır bilinmez, bizimkinin alış olmadığı hikaye hisleri vardı burada. Yalan, öfke, düşmanlık, tetikte olma durumu, güne başlayanla bitiren arasında uyumsuzluk,  kimi sanat yapıyor, kimi evden çıkmıyordu, kimisi çok konuşkandı kimisi ağzını bile açmıyordu, çoğunun kaşında hiddet dolu çatıklık vardı. Ya bunlarda bizim ve diğer sokağın içine karışırsa diye düşündü bizim çaykolik. Kendi sokağında sakinlik hakimdi, diğer sokakta kendi halinde insanlar vardı, bu sokaksa tam bir kaos içindeydi. Sokağın maestrosuna sordu bu durumu. Şimdi ne olacak? Çaya olan özlemini unutmuştu, merakı onu yiyip bitirmeye başlamıştı..

Maestro dürüstlükten bahsederken yalan söylüyordu, kahkaha atarken kaşlarını çatıyor, sevgiyi anlatırken nefret dolu olanlarla bağ kuruyordu, oksimoron bir halin içinde buluverdi çaykolik kendini.. Fincanı sıkmaya başlarken elinin acısıyla kendisine geldi. Aklına anneannesinden öğrendiği doğrucu çaydanlık hikayesi geliverdi. Maestroya bir teklifte bulundu. Kendisini, kız arkadaşını, yalanlarına inanmayı seçtiği iki kişiyi, kan bağı dolayısıyla koşulsuz güvendiğini bir çember etrafında toplamayı ve onlara çay demleyip sohbet etmek istediğini söyledi. Maestro anlam veremese de misafir olduğu için onun bu istediğini yerine getirmeyi kabul etti. Evine gittiler, çember oluşturdular, herkes hararetli bir karmaşayla sohbete dalmıştı. Çay ağır ağır demleniyordu. Bu sırada fısıltıyla doğruluğun öncesi olan o kelimeyi söyler çaydanlığa yavaş yavaş; ”Mellon” ..

Sadece bilgeler çatın gerçek tadını alır efsaneye göre. Gerim kalanlarsa keyfine düştüğü hayatın tadını bulur çayda. Bizim çaykolik aslında aralarındaki bilgeyi merak ettiği için bunu yapsa da olaylar pekte hesapladığı gibi gitmedi. Çaylar yudumlandıkça herkese bir sersemlik geldi. Yalanın sözcüsü olan ikili bir anda dökülmeye başladı. Kendilerini mağdur göstermek için insanlar hakkında anlattıkları hikayeleri, parazit gibi yaşadıkları hayatlarını. Derken kan bağı olan daldı söze, zorbalığını saklamak için başvurduğu yalanları, sere serpe anlattığı yaralarını ortaya savuruşunun nedeninin kindarlığını örtbas etmek için olduğunu. O susmadan aşkın arkasına sığınan kızcağızın tek derdinin onayla ve sevilme ihtiyacı oluşunu bu yüzden maestronun duygularıyla nasıl rahatça oynadığını anlattı. Dumur olan maestro herkesin tükürüğü kurumadan girdi söze; kibrinin onu nasıl ele geçirdiğini, kimseye güvenmediğini, sırf korkuları yüzünden gerçeklerle yüzleşmek yerine yalana nasıl inandığını dökülüverdi. Olan biteni sadece dinleyen çaykolik elindeki fincanı rafa koydu, onların kaosuna sadece bir bakış attı, kapıyı üstlerine kapatarak oradan uzaklaştı. Girdiği iki sokakta olan bitenin muhakemesini yaparak kendi sokağına doğru yol aldı..

Elinde ne çay ne de yol arkadaşı fincanı vardı. İlk sokak kahvenin kırk yıllık hatırı olduğunu unutarak yaşıyordu, ikinci sokaksa kendilerine yazdıkları yanlışları oynayarak.. İlk sokakta ne aşk vardı, ne kaos. İkinci sokaktaysa ne paylaşım vardı ne de huzur. Kendi sokağına geldi, herkes meraklı çaykoliğin gözünün içine bakıyor ve ondan bir ses duymayı bekliyordu. Durdu, ruhundaki hasta hücrelerin titreştiğini hissetti, evine kapandı. Bir süre kimseyle konuşmadı, yatağından dahi çıkmadı. Sokak olan biteni iyice merak etmeye başlamıştı yine de kimse kapısına gidip soramıyordu..

Günlerin takibini kaybetmişti, sadece penceresinden gökyüzüne bakıyordu. Düş pazarın kurulu olduğu, çiçeklerin kokusunun duyulduğu, havanın hafif kasvetli ve yağmurlu olduğu bir günde indi sokağına, etraftaki tatlı koşuşturmaya baktı, açtı müziğini, kafasını göğe doğru kaldırdı, yağmuru gözkapaklarında hissederken dans etmeye başladı. Dağlara ibnen sis sokaklara doğru yola çıkmıştı o gün. Yavaş yavaş diğer iki sokağı esir aldı. Bizim sokaktaysa meraklı bakışla hakimdi. Çaykoliğimiz kollarını iki yana açtı, herkesin karşısına aldı ve sevmekten korkmayan, acıyı kucaklamayı bilen, dürüstlüğü zırh haline getirmemiş, yalanlarla kimseyi incitmeye kalkmamış olan sokağını gülümsemeyle selamladı..

Merakı boyunu aştığı, bağımlılığının onu sürüklediği yolculuğunu anlattı herkese. O günden sonra diğer sokaklarla aralarına çiçekten sınırlar koyuldu. Rutinler bağımlılık değil sadece bağlılık olacak şekilde değiştirildi.. Ve sokaklarında bahar temizliği yaptılar..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın