..GEÇEMİYORUM ANKSİYETE KÖPRÜSÜNDEN..

Daha doğduğu anda reddedilenler, hayat boyu kovulanlar buna bir süre sonra alışırlar. Sadece bir an gelir ve feleğin çemberindeki virajı alamazlar.. Kendilerini umutsuzluğun pençelerine yem ederler.. Lakin bunca kovuluşa rağmen inananlar için hep bir Nuh’un Gemisi vardır, gelecek olan. İsmail abi umudu.. 

Bir kitapta okumuştum, depresyona girme ihtimaliniz 9’da 1 diyordu.. Oysa sokağımda bu anket yapılmış olsaydı eminim ihtimaller terazisi baya bir şaşardı..

Travmaların kökenine dair bazı araştırmalar yaptım. Çocukluk çağı, aile, sosyo-kültürel yaşam, coğrafya, hatta size alfabeyi öğreten öğretmeninizin bile bunda bir parmağı var. Hayatımızın çarkına en başka atılan çentiklerle ilerleyen süreçlerde karşılaşıyor, buna duygusal olarak ”dünyanın derdi ben miyim” umutsuzluğuyla karşılık versek dahi aslında içten içe kendimizi bu hüzünlü palyaço rolünde güvende hissediyoruz.. Mesela duygular, düşünceler öyle köklü bir hale geliyor ki yetişkinlik çağında içtiğin kahveyi beğenip beğenmemeni bile onlar belirliyor. Sonra sende kendi kendine ”ulan ben 6 ay asker yolu beklemişim, bunları hak edecek ne yaptım sana”larla ilişkilerini sorgulayıp kendine zulüm ediyorsun. Biride çıkıp demiyor ki, kardeşim senin annen 15 ay asker yolu beklemiş o bunları hak mı etti sanki diye..

İçtiğin kahveden, yaşadığın ilişkiler sorununa kadar her şeyin altına imzasını atan çocukluğuna burada inemem sevgili dostum. Keza kardeşim psikolog çok istersen ondan randevunu al, git ve hayatın seni mimlediği konuları ondan dinle..

Bugün Freud’un asabi yönüyle güne başladım. Beni Pavlov’un köpeğine dönüştüren hayata karşı, ya da travmalarımıza karşı, sövgü dolu bir gün geçirmeye adeta yeminliyim.. Doğruluğuyla ilgilenmediğim, gerçekliğini yaşadığım bazı olayları benim dışımda yaşayanlarla bezendirip aktaracağım bugün. Bakalım gerçekten özgür irademizle mi küfür ediyoruz, yoksa bu sadece bize öğretilen bir konuşma şekli mi?

Ben 4 yaşlarındayken babam askere gitmiş. Kahrolası sistemin buyruğu. O yaştaki çocuğa bunu yaşatırsan ilerde neden anarşist olduğunu, babasına bile başkaldırışının sebebini sorgulamak kimin haddine düşer ki. Ha bir de bağlanma türlerinden kendine kaygılı bağlanmayı seçer ve tüm ilişkilerini bunun üstüne kurar. ”Nasılsa insanlar bir gün gidecek, sen yine de çok sev, ama gitmeleri için elinden geleni ya” inancını yerleştirir hayatına. Ailesi de onun turşusunu kursun sonraki yaşamda..

Başarılı bir dansçıyken yakalandığım astım hastalığı. Yahu o zamanlar dünya pekte kirli değil, çık dışarı çek içine mis gibi havayı, neyine tıkanıp kalıyorsun ki. Sonra sırf hastalığın hayatı iptal etmesinden korktuğu için ancak Azrail kapıya gelince acile gider tabi bu kız..

”Sen güçlüsün, sevecensin, halledersin, sempatiksin” gibi itemleri yükle. Sonra yaşanılan her olayda kendi ayakları üzerinde durabileceğine inanan, yardım istemeyi bilmeyen, bunu zayıflık sanan, biri çiçek aldığında sert bakışlar atıp ‘ben kendime alabilirdim’ diye çıkışan bir yetişkin oluversin..

Ayyyy, şiştim şimdiden.. Sen kendine değer ve kırmızı çizgi diye alanlar belirlediğini sanadur, bunlar toplumun ya seni ötekileştirmek ya da kendinden biri yapmak için sana dayattığı sahte nitelikler olmaktan öteye gitmeyecek küçük adam..

Tam bir fiyasko ürünüyüz. Karşıyı suçla, yaptıklarının sorumluluklarını asla alma, ben böyleyimlerle insanlara kendini kötü hissettir, olduğun ve olmayı istediğin karakter arasında yalpalayarak yürürken elli aleme çelme tak ve devam et..

Sırf kendinizle yüzleşirken derin bir nefes alıp kendinizi yalnız hissetmeyin diye kısmen kısımlarımı itin götüne soktuğuma göre, şimdi onu geri çıkarıp size dönelim. Farkındalığınız ne durumda, kendinizle aranız nasıl, yaptıklarınızın nedenini hiç düşündünüz mü mesela?

Son birkaç günde çaresizlik, yetersizlik, değersizlik hislerinin uğrağı olarak uyandım. Doktorlarla konuştum, ilaçlarımı değiştirdiler sağ olsunlar, bendeki melankolinin ve bipolarlığın kökenini düşündüm biraz. Hasta olmanın keyifli yanı size daima çorba yapmaya hazır birilerinin olmasıyken, bu lanetli hastalıkların kötü tarafı çorba yapacak kimsem yok dedirtmesi.. Etraf ıssız gelir, her şey şuan okuduğunuz yazıdaki gibi karmaşa içerir. Kederin ve kaosun ortasında kendinizi aramaya çabalarsınız, ama fırtına sizi hep başlangıç noktasına fırlatır..

Anlamlandıramazsınız, bu başlangıcın kör noktasıdır. Boğulursunuz, kabınıza sığamazsınız, ayağınızı sallamaktan alıkoyamazsınız kendinizi. VEEEEEEE. Hoş geldin anksiyete ve depresyon, görünen o ki yetersizlik ve değersizlik hissi yine birini bünyesine kazandırdı..

Karmaşa dolu bu yazı ve hayattan bir adım öteye geçelim şimdi.. Eğer o adımı atmazsan, yazıyı okumaya devam etmezsen sadece anlamsızlık ve boğulma hissiyle kalakalırsın. Bir de bunun üstüne beynin tamamlama işlevini gerçekleştiremediği için seni zorlar, işler daha da içinden çıkılmaz bir hal alır. Oyunu yanlış oynayabilirsin, labirentte kaybolabilir hatta orayı yerle bir etmeyi düşlersin, bazen çıkışı bulamayabilirsin mesela. Koşuşturmak, kararsızlığın ve belirsizliğin nefes kesen güzelliğine aldanmak sana tırnaklarını yedirebilir. Buna hayati bir iflas gözüyle bakabilirsin..

Köprünün tam ortasına gel, gelmelisin. Önce sağına sonra soluna bak. Köprünün ne tarafı çıkış, ne tarafı giriş. Görmek için kendine zorlama. Köprünün altından akıp giden suya bak sonra. Elini cebine at. Orada yazılı olan travmalarını, yanlışlarını, suçluluğunu, yetersizliğini ver ateşe. Yandan çarıklı bir gülüş at. İşte bundan sonra ister uzan gökyüzüne bak, ister otur öylece. İster düşün çıkışın ve girişin köprünün ne tarafında olduğunu, istersen sadece adım at.. Shakespeare’le, Nazım Hikmet’le, Da Vinci’yle; Aynı zamanda batıranlarla, adını hiç duymadıklarınla, seni sen yapan ama tanımadıklarınla, bağımlılarla aynı yeryüzünü ve gökyüzünü paylaştığını unutma..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın