
Hem hiçbir şey olmasın, hem de her şey olsun arafının tam merkez noktasından yazıyorum..
Havanın güneşli olması içimdeki kasveti arttırıyor. Dışarıya çıkmayı istediğim, yine de evimin güveli alanını bırakamadığım şu günden bana geriye ne kalacak diye düşünüyorum..
Aynı anda bambaşka yerlerde olma hissi, orada olsam bu olur şurada olsam bu olur olasılığının kafa siken yanı, beni bir hayli yorgun kılıyor. Aynı anda hem geçmişte hem gelecekte olma hissini, şu anın içinde hissetmek bana ne kazandıracak ki!
Bugün pazar. Çalışanların keyfini sürdüğü tatil günü. Pazartesi sendromuna adım atmadan önce eşofmanla dolaşılacak son gün..
İçimden kelime akışının dahi geçmedi bir pazar. Düşünsel olarak hiçbir şeyin olmadığı, aklımın kendini kapatıp, ruhumsa aylaklık yaptığı dakikalar içindeyim.. Aldığım parfüm kokusu beni geçmişe götürüyor. İlkokul zamanlarına, duyduğum sesler lise zamanlarını anımsatıyor. Kahvenin tadıysa bugünde kalabilmemi sağlıyor. Yirmili yaşlardan sonrası o kadar berrak ki, sanki hayata tam da o anda başlamışım gibi.. Daha öncesi yokmuş gibi. Sadece bir yanılsama ya da birinin hayatından kesitler izlemişim gibi..
Her gün yazmak zorunluluğum yok. Bunu yapmazsam kendimi daha da boşlukta hissedeceğim. Yazma eylemi bitikten sonra ne yapacağımı bilmiyorum. Noktayı koyduktan sonra ya uyuyorum ya da bir şeyler izleyerek günün ölmesini bekliyorum. Biliyorum, yapılabilecek çok şey var. Lakin konumuz yapılacak şeyler değil, benim hareket halimin sıfır noktasında olması.. Zaten bir şeyler yapmıyorken bir de yazma eylemi çıksa hayatımdan neyle kafayı yerim düşünmek bile istemiyorum.. Yazmak beni; düşünme illetinden, sorumluluk alma lanetinden mücadele etme zorunluluğundan koruyor zannımca..
Dün doğum haritamı inceledim biraz, nümerolojiye baktım. Sanat benim; öfkemi kusabildiğim, kibrimi ve egomu dizginleyebildiğim, acılarıma dost, kahveme yoldaş olan bir yapıya sahipmiş hayatımda. Yazmaksa sanat konusunda başarılı olabildiğim belki de tek alan. Şarkı söylemeyi sevsem de nodülüm bundan pek memnun değil. Enstrümana gelecek olursak, kemanım kutsal bir rahibe misali el değişmemiş şekilde kutusunda beni bekliyor. Tiyatro içinse disiplinimin olması gerekliliği beni ondan ayırıyor..
Aslında hayatın içinde olan ne varsa, sanatın içinde kaçtığım her şey gibi, hayattan da kaçıyorum. Oysa yaşamak ne nefis bir şey. Penceremdeki karanfillere dokunan güneşin varlığı bile gönlümü aşka susatıyor. Bense yönümü ekrana dikmeye gayret ediyorum.. Her zaman böyle değildim elbette. Ah benim sevgili geçmişim, ne çok hareketlilik kaynaklı olay barındırıyor içinde bir bilseniz.. Belki de onun yorgunluğudur bu, kim bilir..
Kimse bilmez! Yorgunluğunuzu, yaşadıklarınızı, hatta bilenlerde genel de bir süre sonra unutur zaten. Hayatın satranç ya da ölümden sonra gailesizce devam etmesi gibi. Bazıları o n dursun isterken, hayat inatla başkalarına bunu yaşatabilmek için devam eder. Hepimizin kör olasıca yaşama alışkanlığı işte. Bazen birilerine inat, bazense öylece anlamı olmaksızın yaşar gideriz. Kim umurumuzda kim değil, kim ne hisseder, kim ne düşünür. Hiçbiri önemli olmaz içten içe. Biz sadece yaşadığımıza bakarız. Öyle ya, hayat sadece bize ciddi yüzünü gösterir çünkü..
Mesela şu karanfil, görüyor mudur beni, umursuyor mudur? Ona su vermem ve güneşe çıkarmam olmasa kırmızı rengiyle bakar mı benim yüzüme yine? Hiç sanmam!
Kendine yetebildiği an basar gider başka bahçenin topraklarına. Sen istediğin kadar emek ver, büyüt, sula, çabala, ilgilen, paylaş her duygunu. Fark etmez. Kendini güneşe çıkarabildiği, toprağını ıslatabildiği an, gelir veda zamanı. Sen zamanını, çabanı verdiğinle bir başına kalırsın. Oysa rengini de kokusunu da alır gider senin yuvandan. Evin renksiz kalmış, peh! Çokta umurunda..
Kendine yeten herkes böyle değildir ya elbet, öyle olsa benim ne işim olur da başkalarının bahçelerine çiçek ekmekle, bunun için çabalamakla, her çiçeğe kendini özel hissettirme isteğimle. Gerçi bu oradan bakılınca benim sorunum ya, bu da başka yazının konusu olsun..
Olacak; çaba harcadığın, ekip biçtiği, havalandırdığın, özenle bakıp büyüttüğün her çiçek değil elbette. Bazı çiçekler senin toprağındaki suya doyduğunda başka bahçelerde yeşermeye gidecek. Üzüleceksin, boyun bükecek hak etmedim diyeceksin. Zamanının ve çabanın karşılığını isteyeceksin. Hatta egona hakim olamayacak ”pişman olmalı benim toprağımda öğrendikleriyle, büyüdükleriyle başka topraklara yar olduğu için” diyeceksin.. Belki kendini buna hapsedecek, diğer çiçeklerin soluşunu göremeyeceksin..
Bilirim, zor olacak. Pencerendeki boşluktan binalara değil de gökyüzüne bakmak. Alışmış olacaksın çünkü gözünü açtığında aldığın kokuya, gördüğün kırmızılığa. Sana düşmanca gelecek, ihanet etti diyeceksin. Belleyeceksin terk edilmenin ana dilini. İşte tam orada dur. Bastığın toprak yeni çiçeklerin anavatanı olsun bırak. Yine besle yine büyüt. Hatta bu sefer öyle besle ki gittiği toprakta yar olan, arada yad etsin eski toprağını. Belki bu acının karanfilsel kahkahalara dönüşü olur..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın