
Hayatı gökkuşağı tadında yaşayanlardan mısınız! O zaman burada vakit kaybetmeyin. Çünkü bugün ya siyah ya beyaz diyenlerden bahsedeceğiz..
Her şeyim dediklerini kaybeden birilerinin hikayesini dilediniz mi hiç? Ya da tepeden tırnağa izlediniz mi onları? Ya da belki siz onlardansınız? Gelin öyle bir adamın hikayesine bakalım..
Hava kararsız. Bir güneş açıyor, bir kararıyor. Aklı melekesi yerinde olan, toplumun delisi, evin akıllısı bir dahinin hikayesine hoş geldiniz..
Havanın kararsızlığı içine işlemiş dahimizin güne başlamak için belli rutinleri var: Uyanır, yatağını toplar, önce kahve suyunu koyar, sonra dişini fırçalar, tuvalete girer, kahvesini aldığı gibi önce kokusuyla meditasyon yapar birkaç dakika. Oturur kalem kağıdın başına başlar yazmaya. Kimi zaman günlük planını yapar, kimi zaman yazacağı metinlere odaklanır, kimi zamansa sadece kelimeleri özgür bırakmak için yazar. Yazmayı bitirir, yogasını yapar, balkonda bir sigara keyfinin ardından kendini evinin yakınlarındaki göle doğru atar. Uzunca izler gölü, bazen birkaç bir şey karalar buralarda, bazense öylece çayını yudumlayarak gömülür aklının çığlıklarına..
Göldeki huzur seansı bittiğinde randevusu varsa doktoruna gider, yoksa sokağına döner geri. Bir buruk aşk hikayesine konu olan Leyla’sı da aynı sokaktadır. Dostları da. Aşkın buruk yanını görmek ümidiyle yürür, arkadaşlarının masasına doğru. Onlarla sohbetini yapar. Sonrası kendiliğinden gelişen, hayatın akıtıp getirdiği bir gün sonu olur. Aşkıyla dalar uykuya. Kimisinin hayalleriyle, kimisinin kaygılarıyla, kimisin kafayı koyduğu an dalıp gittiği rüya aleminde sadece Leyla vardır onun için..
Her sabah aynı düzende uyanan, umutla Leyla’ya yar olmak için yürüyüp aşındırdığı yolda ne Leyla vardır onun için ne hayalleri. Günlerin böyle akıp gittiği bir sabah, ağzında ekşimsi bir tatla uyanır. Gastrit merhaba derken rutininin ilk ayağını değiştirmenin vereceği öfkeyle kaşlarını çatar. Kahve için koyduğu sıcak su bu sefer bitki çayına yar olacaktır. Buna aldırış etmez. Bir seferden ne olacaktır ki zaten. Derken o hafta sadece bitki çayı içmeye başlar. Bununla beraber gelen çatık kaşlarsa haftaya kendini sabitler. Hava kaşlarına eşlik eder, rutinleri de..
Pes eder kaşları. Bir sabah uyandığında hiçbir şeyin eskisi gibi kalmadığını anlar. Uyanır, duşa girer, bazen duştan önce toplar yatağını bazen sonra, kahve yerine başka şeyler gelmiştir mesela. Göle uzun süre uğramadığı gibi Leyla’yı görmek için aşındırdığı yolları da değiştirmiştir. Bu süreçte ağzındaki tat geri yerine gelir, hatta daha tatlıdır bile denilebilir..
Bunu kontrol etmek isteğiyle uyanır. Başka bir sabaha. Oturur plan yapar kendince. O gün kendine izin verir. Ertesi gün içinse hazırlık yapar. Neşeli bir haftanın ardından tekrar bir boşluk hissiyle uyanır. Bu sefer anlamsızca etrafa bakar, yorganı kaldırmak istemez üstünden. Kahveyi sipariş eder, sandviçle kahvaltı yapar..
Hepimiz bu hikayenin sonunu anksiyetenin yazacağını biliyoruz.. Bu isteksizliği zaman kavramını alaşağı eder. Hafta mı geçmiş, saat mi ilerlemiş, gün nerede kalmış. Hiçbirinin önemi olmadan bir süre herkesten uzak, yatağına yakın bir hayat yolu izler. Her şeyin aniden oluşuna takar kafayı. Ani öfke, ani neşe, an, kahramanlık, ani düşmanlık. Hayatının aniden alt-üst dengesinde kayboluşuna anlam vermek istese de bunu bir türlü çözemez..
Renkler gittikçe solar, akrep ve yelkovan birbirini kovalamayı unutur, eş dost eskiyi anar, hayat geleceğin kaygısını yaşatır. Derken bizim dahi dehasının körelmesinden şikayetçi olmaya başlar. Öyle bir şikayet ki bu, oturduğu yerden yapılan ve bundan gram utanç duyulmayan.. Havanın bulutlarla haşır neşir olduğu bir gün pencereden akıp giden trafiğe dalar öylece..
Zamanında masasında oturup sohbet ettikleri umarsızca hayatına devam ediyordur, bir diğerleri hayalleri için heyecanla koşuşturuyordur, başkası kendini atmış kaldırma hayatın akışında kaybolmayı seçiyordu, esnaf hayli çalışkan, gökyüzü bir o kadar kızgındı. Kedine bakakaldı. Belki tek eksiği buydu. Her şeyin mükemmel olmasını isterken, düzen isterken, hayatını kontrol altında tutmaya .alışırken asıl olan hayatı kaçırmaktı. Ve o bunu yeni görüyordu..
Öyle bir hal almıştı ki, bir şeyi yapmayınca hiçbir şey yapmıyordu. Her şeyi kalabalık bir plana oturtuyor, kendince yapamadıklarından öfke duyuyordu. Amacını yitirmiş, aşkını bile unutmuştu. Sahiden Leyla’ya n’olmuştu?
Kendisini mi yoksa dünyayı mı unutmuştu, bu iki uçlu seçimsizliği yüzünden?..
Her şeye cevabı olsa bile kendine karşı ‘bilmiyorumların’ pençesinde takılı kalmıştı. Hikayenin sonunu yazamayacak kadar cevapsızdı artık. Siyah ve beyaz, hep ve hiç, var ya da yok demekten öteye adım atma cesareti gösterebilen herkese..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın