
Hatırlanmak güzel, hatırlamaksa can acıtıcı olabilir.. Doğum günlerini düşünün, sevdiklerinizin hatırlanma vesilesiyle yaşayacağı mutluluğu. Peki ya eski aşklar, hayal kırıklıkları, ihanet. İşte bunlarsa tam olarak bir cana kast mekanizması olabiliyor..
Her anı en ince detayıyla hatırlıyordum. Aldığım nefesin, vücuduma dağılışındaki ahenk dahil olmak üzere, her şeyi. Bu bana ne mi kazandırdı, peh, elbette bir hiçlik yolu. Gerçi hakkını yemeyelim, bu düzen nasırların artışını kolaylaştırdı, böylelikle can acım daha da azaldı.. Peki hatırlanmak! Beni böylesine unutmalarını sağlayan ne olmuştu? Sorgulayıp, unutmuşum gibi yaptığıma bakmayın her an kare kare aklımda. Lakin konuşmak beni de haksız çıkarır. Yine de o lanete dadanacağım ve konuşacağım. Çünkü birileri, acıtsa da gerçekleri konuşmalı değil mi!
Mucize ve imkansızlık arasındaki insanı göt eden farkı yaşamayan var mı bilmiyorum. Ben epey bir göt oldum, işte bundan eminim. Neye olmaz dediysem, tanrı kahkaha atarak yaşattı. Büyük konuşma talihsizliğini de yaşadım. Asla yapmam dediğim ne varsa hemen hepsinde başroldeyim.. Kendine aşağılık biri gibi davranmak benim en ünlü yanım. Prens gibi davranmaksa sizi aldatmanın en kolay yanı..
Biliyorum her anı hatırlamanın verdiği haz ve karmaşa oradan keyifli ve tecrübe katan dersler niteliği taşısa da buradan durumlar pekte öyle değil. Mesela şu hayatımı iki ayda alt üst eden kadın. Ve gidişi..
Egolu, kibir dolu, yalnızlığın krallığını kurduğum hayatımı anlatmaya can attığım şu kadın.. Mutluluğun nirvanasındayken, yere çakıldığım o an. Desenize hikaye zamanı..
Hayatım; okul, iş, başkalarıyla kırıştırdığı için ayrıldığım sevgilimin yası, tiyatro ve arkadaşlarımın arasında akıp giderken karşıma bir yazı çıktı. ”Donup kalmış pencerelerle dolu bir yapıya, zamanın her şeyi düzeltebileceğini nasıl anlatabilirim ki?” İlgimi cezbeden bir cümleye merhaba dedim. Hayatıma neler katacağını bilmeden..
Bir partide elini sıktım, sigaraya davet ettim. Beş dakika. Sadece beş dakika da ‘işte bu’ dememi sağlamıştı.. Sonrası, alafranga bir yerde kahve ve sokak başında bir tavuk pilavcıyla devam etti. Neredeyse her an beraberdik. Dans ediyor, şarkılar söylüyor, Filmleri arşa çıkarıp yerin dibine sokuyorduk. Hem öngörülebilir hem de değildi. Belki de bu yüzden yeni projem o olmalıydı, bilmiyorum. Ben sürekli dans edelim derken, onun tökezlemesi her şeyi başka bir yöne itti. Meğer başkasına da kokusunu bahşediyormuş. Dürüstlüğün köprüsüne onu götürdüğüm ana lanet ettim. Kendisi seçim yaptı sansın diye, onu o köprüden ittim. Böylelikle gitti, bitti mi, sanmam..
Birbirimize ulaştık zaman zaman, hayatlarımıza başkaları girmiş olsa bile yara alan diğerine giderdi. Ve sonra veda ettim. Yüzüne ve hayatına karşı. Oysa yalnızlığın doruk noktasındaydı ve yavaş yavaş kendi kabuğunun dışına çıkmaya başlamıştı. Bunu yapabileceğinde hiç şüphem olmadı. (bazen olsa bile onu gördükçe eminliğim hep tazelendi)..
Bana ulaşmak için çabası olsa da, hataları hayatlarımızı tamamen ayırmıştı. En azından benim hayat çizgimde.. Yoluma baktım, eski sevgilimle kavuştum, daha çok yazdım, fazlasıyla oynadım, işimde yükselmekle meşguldüm.. Bir sabah bu şehirden gittiğini öğrenene kadar..
Şimdi kendi hikayesinde başrol olacak biliyorum. Ya da öyle olduğuna inanmak istiyorum. Bana anlatmak için kendini yorulduğu her şeyin farkında olduğumu bilsin isterdim. Oysa yalan söylemediğini, yaşadıklarının onu buna ittiğini, hastalandığını anlatmak ve yanında beni görmek için çabaladı, biliyorum. Kendini her şeyin mağduru olarak görmese de mağdur oldukları konular aramıza uçurum açmıştı..
Ben onu unutmadım, oysa hatırlanmanın keyfiyle hayatına devam ediyordur umarım..
Belki bir gün başka bir hikayede hatırlanmaya değer yeni bir hayatın ortasında kavuşuruz..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın