..DEPRESYONUN ALAMETİFARİKASI..

Ne yaşadığınızı siz bile anlamazken başkalarının anlamasını beklemek bencillik mi olur, yoksa sessiz bir yardım çağrısı mıdır? Hastalananlara iyi baktığınız oldu mu hiç? Hani grip, kanser, alerjik hastalıklar da olur. Bunlara tavrınız tam olarak ne olmuştu? Oldukları gibi mi bıraktınız, görmezden mi geldiniz, yoksa tedaviye yönlendirip çorba falan mı yaptınız? Tebrikler çorbacılar şu dönemde nadir bulunan insanlardansınız.. Peki ya psikolojik rahatsızlıklar; depresyon, bipolar, borderline, şizofreni mesela. Çevrenizde tanısı konulmuş birileri var mı? Daha önce kendiliğinizden fark edebildiniz mi? Ya da belki size kendini anlatmış birileri oldu mu?

Ne yaptınız? Ne hissettiniz, ne düşündünüz? Hatta belki bizzat kendiniz kimliğiniz olarak o tanıyı aldı. Peki sizin için ne yapılsın isterdiniz, ne düşünmeli, nasıl yaklaşılmalı size?

Ben depresyon tanımı ilk aldığımda hayatımın akışı fazla hızlıydı; okul, iş, ilişkiler, topluluklar derken bana hayatımda pek yer yoktu. O yüzden iniş çıkışlarımı mizacıma dayandırıp tiye alıyordum. Anlaşılmadığımı öyle kanıksamıştım ki, ilaçları kullanmanın bir işe yaramayacağından neredeyse emindim. Çünkü uyuyamazdım, uyutulamazdım. Hayatım buna izin veremezdi..

PEKİ SONRA NE OLDU?

Okulum kendi kendine daha iyi idare ediyordu, arkadaşlarımla eğleniyor, aşkta sürekli kavga ediyor, sevilmediğimi hissediyordum. Toplulukları ve okulu kendi haline bıraktım. İlişkimi bitirdim, arkadaşlarımla görüşmeleri azalttım. Bir sonraki sabahsa tam aksine; hayata gülümsedim, arkadaşlarımla eğlencenin anlamını yeniden yazdım, aşkın kendisi olduğumu hissettim, okulda başarılı olabilirdim dedim, ve güzel bir uyku çektim. Ertesi sabah pijamalarımla markete gittim, kahvaltımı yaptım yetmedi kalpli ve pembe pijamalarımla sırf erken diye sınava girdim, evime geldim uyudum. Sanıyorum tam ortaya çıkışları lanetli yaş sayılacak 24’lü yaşlarıma denk geldi. Sonradan sonraya hayatın zehir zemberek olan tarafına doğru yol aldım..

Yemek yeme düzenim bozulmuştu, duş almak beni yoruyordu (ki küvette keyif yapmaya bayılırım), kendimi kabuğuma zincirlemeye başladım. O zamanlar arkadaşlarım bana ”kendine gel, sen güçlüsün, bunu yaptığına inanmıyorum” gibi, onlara göre beni tanıdıklarını gösteren bana göreyse dışta sorgulatan derinlerde kendimi kötü hissettiren cümleler kuruyorlardı. Yalan söylenin affını kabul etmeyen ben yalan söyleyerek hayatta kalıyordum; sadece olanı farklı yansıtmak değildi, bazen akıldan geçenleri söylememek gibi sirayet ediyordu hayatıma. Gönlüm birine karşı (bir önceki ilişkimden 3 ay sonra, ki ilişkim bir sene sürmüştü) uzun zaman sonra çok özel ritimlerde çarpmaya başladı, makyaj yapmaya başladım, kendime bakmaya, kahkaha atmaya başladım. Demek ki bir hazza ihtiyacım vardı diye düşündüm. Yorulmuştum, dinlendim geçti dedim kendi kendime. Kimseye görüştüğümüzü söylemedim, öyle istiyor diye. Meğer ne değersiz hissettirmiş fark etmedim. Sesli kahkaha attıran güzel biriyle tanıştım hemen ardında, kendimi keyifli bir an içinde buldum ve evet layık olduğum anları yaşıyorum dedim o sıralar. Sonra benden seçim yapmam istendiğinde kendimi iki duvarın arasında sıkışmış gibi hissettiğimde kimseye anlatamadım. ”Tamam” dedim ”dediğiniz gibi olsun”. Sakladım bazı bildiklerimi, yaşadıklarımı. Onlar yalancı dedi, yetmedi ben de öyle dedim kendime. Sonrası daha da içe kapanıklık, suçluluk, değersizlik, çaresizlik hissi içinde bir başına boğulma. Dürüstüm ben dedim fısıltıyla, anlatma istedim herkese olanı. Kimisi yalan dedi, kimisi saklamışsın bencillik dedi. Görünen o ki haklıydı. Zaten hep, her zaman, onlar haklıydı. Meğer korkmuşum sadece, anlamadılar. Önce kıymetli bir arkadaşlık yitti gitti hayatımdan, şimdilerdeki görüşüm başka olsa da o zaman meğer ne çok sinmişim diyorum kendi kendime..

Aslında çok bir şey istememişim ki; biraz anlaşılmak, biraz sevildiğimi hissetmek, birazsa hoşgörü.. Hep çok vermişim o sıralar. Yalnız başıma mutfağımda ağlardım, sabah bir şey olmamış gibi sevdiğim insanı ve arkadaşlarını huzursuz etmemeye çalışırdım. Bir köşede kendi halime yazardım, akardı içim. Sabah anlaşılmadığım dillerde kahkaha atardım, sırf herkes gülsün diye. İçim çürürdü de dışım hep bahar bahçeydi. İnattan değil, fark edemediğim içindi hepsi.. Eski sevgilim bir gün bana ”eski sevgilim depresyondaydı o da böyle yapardı” dediğinde ”bre göt madem fark ettin niye yanımda durmadın” demedim de içimden, ben hasta mıyım diye düşündüm sadece, suçlu hissettim kendimi! Arkadaşlarım yahu seni tanırız bir kendine gel dediklerinde, ”ulan herkesi en iyi siz tanırsınız zaten nesiniz siz psikolog mu” dememişim de ”niye herkesin ben de gördüğünü bir ben kendimde göremiyorum” diye daha da suçlu hissetmişim kendimi.. Biricik ailem ”kaya gibisin, ama bazen sen de yıkılabilirsin” demiş bense ”anlamıyorsunuz beni” diye öfkeyle davranmışım..

Daha içine kapanık, kimseyle konuşmak istemeyen, canını acıtan şeye anlam veremeyen biri olmak benim için ne anlama geliyor lütfen anlamaya çalışın. Dertlerin deva kapısısınız kendinize gramlık panzehriniz yok. Neşenin ve kahkahanın kıvılcımısınız, kendinizi gülümsetecek tek bir cümleniz yok. İyi bir anlatıcı, güzel bir dinleyicisiniz kendinize mecaliniz yok. Sahnede meyanlar yapabilen bir şarkıcısınız, kendinizi anlatacak ses titreşiminiz yok. Kısaca hayata karşı genelev kapısında heyecan arayan jinekolog gibisiniz, içinizde hayata karşı tek bir kıpırtınız yok..

PEKİ ŞİMDİ?

Sanıyorum 2021 gibiydi. İşin içinden çıkmaz olduğum, sağlığımı sigara ve kahveye takas ettiğim, insanların lanet birer kan emici olduğuna iyice alışmıştım. Evden çıkmıyor, kimseyle konuşmuyordum. Uykudan kalkamıyordum ki, nasıl yemek yiyeyim duş alayım hayata karşı adım atayım. Evimin tüm perdelerini kapattım. Yaşananların yükü altında bir başıma eziliyor, her geçen gün ölümü daha da arzular hale geliyordum. Yaşayan her şey ben de alerji yapıyordu. Kabul edelim sağlam batırmıştım. Yalancıların bana dürüst olmadığımı söylemesini, soyadı elinden alınsa geriye bir şey kalmayacak insanların aşağılamasını, sadece etten ibaret olduğumu sananların öyle düşünmeye devam etmesini, başarısızlığımın tadını çıkaranları, hastalıklı ruhumu, çürük kokusu gelen düşüncelerimi, yanlışlarımın kapanım olasını, hatalarımın suçluluğunu, hayatın çaresizliğini ve acı dolu yanını koşulsuz kabul etmiştim. Bir insan kendine bunu neden yapar ki, diyen olursa umarım kurşundan hızlı koşuyordur. Amacım yoktu, hayallerim yoktu. Dalga mı geçiyorsunuz bir parça ekmek yiyecek kadar bile enerjim yoktu.. Bunları yaşamak kadar, itiraf etmekte zor..

Önce yaşadığınızı anlamaya çalışıyorsunuz. Anladıkça kendinize öfke duyuyorsunuz, bunlara nasıl izin verdim diyorsunuz. En sevdiğim evre pişmanlık, hem size yapılanları hem kendi yaptıklarını anlayacak akla ve kabul edecek yüreğe sahipseniz bunun pişmanlığını duyuyorsunuz. Ve gerisi inanın daha kolay. Aslında sıralama; öfke, inkar, pişmanlık, depresyon ve kabul şeklinde ilerlemeli. Tabi -normal biriyseniz. Bendeyse öfke ve inkar zaten manipülasyon aracı olduğu için ilk olarak kendini depresyonla gösterdi. Kendime öfke duydum, bunları yapamam diye inkar ettim, sonra daha çok ağladım, ağladıkça içimdeki tohumları suladım ki bunu kardeşim söyleyene kadar anlamamıştım bile, bunları nasıl yaptım pişmanlığı ve çat. ”Ben kendime sırtımı dayadıktan sonra s*kemeyeceğim hiçbir şey yok” farkındalığı ve kabulleniş, perde ve sahne.. Hoşça kalın..

Fazla gaza geldim.. Ağır yaşamlardan kesitlere hoş geldiniz.. Bana yapılanları ya da yaptıklarımı değiştiremem. Ama bugünümü inşa edebilirim. Öyle de yaptım. Yapmışım yani.. Daha doğrusu yeni yeni yapıyorum.. Bu ağdalı süreç bana öğretti ki; kendime hiç nasıl bir ilişki istediğimi sormamışım. Birinden hoşlanmış, kendimi ilişkiye kapatmış, ayrılık sonrası iki ay aradan sonra ilişki yapmışım. Kimle, nasıl bir ilişki yaşamalıyım dememişim mesela. Arkadaş seçimlerindeki fiyasko daha beter! Herkesin bir hikayesi olduğuna inanıyorum, bu hala değişmedi. Meğer her hikaye öyle değerli ve özel değilmiş onu öğrendim. Salakça ruh halleriyle herkesle her şeyimi paylaşıp daha sonra onların yüzüme çarpılmasıyla sarsıldım. Valla iyi geldi. Tekme tokatla kimseyi düzeltemezsiniz belki, ama ayıltabilirsiniz. Hayatıma giren çıkan her insanı arkadaşım bilmemeyi öğrendim mesela.. Özgür ruhlu biri olarak, kendimle çelişen tabularım varmış onlara attığım tekmeyi görmeliydiniz. Bir Bruce Lee, iki ben.. Hayata dair amacım olsa da peşinden koşmamışım, peşinden koştuklarımınsa sadece bir yanılsamaymış. Şimdi yavaşlamayı öğreniyorum, koç kadını olarak en zorlandığım şeylerin ilk üçüne girer. Kendime istediğim ve istemediklerimi soruyorum. Hala amacımı tam olarak bulduğumu söyleyemem elbette.. Ama duş keyfi yaptığımı, yemek ziyafeti verdiğimi, uykularımdan aldığım hazzı, insanları çat hayatıma aldığım gibi hop çıkardığımı söyleyebilirim..

Mucize gibi duruyor değil mi! Öyle de zaten! Başlarda ne inancım vardı, ne de anlayabiliyordum. İnanın öyle oluyor. Olmaz diyorsunuz, izlediğiniz hiçbir şey tatmin etmiyor, duyduklarınız bazen sorun benim galiba neden olmuyor dedirtiyor. Hala yolun kendisini bulamadım. Kimilerine göre uzun sürdü bu durumum, kimine göre gayet iyi ve hızlı ilerliyor. İşte burada herkesin zamanı kendine kısmı devreye giriyor, girmeli. 28 yaşında, amacını bulamamış, yeniden keşfetmek için yola çıkan biri olarak sesleniyorum.. Bırakın zaman size hizmet etsin ve hayatın renklerini görmek için yatağınızdan kalkacak haliniz yoksa bile en azından perdeleri açık bırakın..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın