..KELEBEĞİN MELODİSİ..

”Havaya atılan bir taş düşünebilseydi, kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı” demiş Spinoza, peki sen bu konuda ne düşünüyorsun? 

Soru beynime ışık hızıyla ilişirken sadece sözcükleri işitmekle yetindim o an. Eylemlerimizin ne kadarından sorumluyuz, diye düşünürken buluverdim kendimi.. Kahvenin dumanı yavaşlamıştı, zamanın dinginleştiğini hissettim o an..

Her sabaha ne denli aynı başladığımı düşündüm; gözlerimin çapağı tazeyken telefonuma gelen uygulama bildirimlerine bak, sosyal medyada kimler etiketlerine yenilerini eklemiş kontrol et, kimi zaman yıkamayı unuttuğum yüzümle bilgisayarın karşısına otur bir diziye başla ve hemen kahve söyle.. Güne başlarken güneşle kavuşamazken veda ederken merhaba de. Ara sıra arkadaşlarla gelişigüzel gidişi anlamsız sohbetlerde bulun, tansiyonunun hatırlattığı anlarda yemek ye..

Zaman zaman geçmişe yönel, uzun uzun dal o anlara. Kitap okumak yerine kafandaki diyalogları oku, karakterlerle savaş, değiştiremeyeceğini bildiğin cümlelerin enkazını zihin kıvrımlarındaki inşaat için kullan, ruhuna sızmış ıstırabın gözlerine darbesiyle bırakıver kendini bulunduğun yere. Yeni bir film izlemek yerine repliklerini ezberlediğin filmlerde kendini güvende hisset. Yorganın sıcaklığında gizlen. Telefona gelen mesaj ya da çağrılarla bağını kes, uzaklaş elli alemden. Yediğin içtiğin şeylerin önemi olmasın, kahve hariç. Yeni çıkan hiçbir müziğin kulağına ulaşmasına izin verme, bildiğin eski melodiler derdini de neşeni de anlatır nasılsa. Her şeyin daha renkli olduğuna inan, geçmişte..

Aslında böyle olmamalıydı diye küçük küçük sızlan içinde. Seneler içinde yaşanılanlara, şahit olunanlara dönüp bak. Onların ruhunda, bedeninde, aklında yarattığı delikler için tedavi ol, adım at, iyileştim demeye başla, onlarca ilaç, terapi, çığlıklarla geçen geceler, yorgana yastığa sığınılan anlar, yaşamı yeniden hissetmek için gösterilen onca çaba.. Yolculuğun seni nereye getirdiğini düşünmeden öylece eşlik et hayata. Nasılsa hayat seni bir şekilde olman gereken yere ulaştıracaktır inancıyla bırak kendini zamanın kucağına.. 

Sevgili Bayan Zehirli Sarmaşık; alaylı mizacı, insanlarla yaşanılan tartışmalar, sırf eğlenmek için dahil olunan kaoslar, bedeni yıpratan hareketli gündüzler geceler, sevgi yırtıklarına yama yapılan aşklar, güven yırtıklarına yama yapılan dostluklar, şahit olunan yalanlar, yaşanılan aldatılmalar, sigara ve alkolün dibini görmeden kalkılmayan masalar, hayatı yakalamak için koşulan onca yokuş, yalansız yaşadığına inanmak, korkmak sevdiklerini incitmekten, korumaya çalışmak küçücük ellerinle aileni ve sevdiklerini dünyanın kötülüğünde, anlatmaya çabalamak, bir an olsun vazgeçmemek iyi insan olmaktan, gecelerini beynini kemiren her şeye inat gündüzleri neşe saçmak sokaklara, savaş vermek hem de ne uğruna olduğunu bilmeden ya da umursamadan, cebinden kalbinden ne varsa sermek herkesin ayağına kendinden eksildiğini umursamadan, hem sorun olmak hem çözüm, hem korkarak yaşamak içten içe hem de arenada olmak.. Gözünün içinde neşenin kaynağını taşıyan Sevgili Zehirli Sarmaşık, seni sen yapan senden olmayanlardı, sonunu da bizzat onlar hazırladı.. 

Her eylemi suçluluk duygusuna, her duygusu hayal kırıklığına, her düşüncesi aklının hezimetine dönüştü. Yaptığı hiçbir devrim ruhuna, aklına getirmedi bir kere bile barışı.. Tam 27 sene aynı kelimelerin peşinden koşa koşa kendini aradın da bulduğun yine yolun başı oldu. İşte şimdi anlıyorsun; sevgiyi yaralarına, saygıyı ruhuna, güveni aklına kendin için inşa etmen gerektiğini.. Gözlerindeki ışık matlaşır, ruhun gökkuşağının güzelim renklerinden yavaş yavaş mahrum kalarak griye boyanır, aklında geçmişin donuk tablosu.. Bir sabah uyanır, balkona çıkıp bir sigara yakar, anlarsın o andan itibaren hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını.. İnatçılığın tanrıya gözdağı verirken bir zamanlar, o an anlarsın ki adım atmaya meraklı tek bir hücren kalmaz. Neşen kıskançlık dolu gözlere bile ilham olurken o an anlarsın ki elinde sadece geçmişin harabesiyle yargılanacaksın. Umudun dünyaya orkestra kurdururken, o an anlarsın balkondaki çiçeği bile sulayacak mecalinin kalmadığını.. Yakaladığın salakça yalanlar, yaptığın seçimlerin yarattığı sonuçlar, hayatında kalanlar ve gidenler, gururun ve kibrin teslim aldıkları, kaybolmuş benliğin getirisi olan depresyon ve anksiyete..

Tek bir soru beyne bu darbeyi indirebilir mi? Kim olduğunu hatırlatır mı insana? 

Bayan zehirli sarmaşık olmayı bazen bilinçli bazense bilinçsiz, ama zamanla tamamen terk etmiş olmak ruhumu sakinleştirmişti doğru. Ama beni ben yapan özümü bulmuş muydum! Dinginlik hasta hücrelerime şifa olmuş muydu sahi?

Sorunları kavgalarla çözmemek, canınızı acıttıklarında bağırmamak, öfkenizin verdiği yetkiyle bir şeyleri kırıp dökmemek, mutfakta bir başınıza ağlama krizlerine kapılıp gitmemek doktorların ve toplumun sağlıklı olduğunuzu söylemesini sağlar doğru. Ama bu sizi gerçekten sağlık biri mi yapar?

Temelinde tırnak izlerinin olduğu düşünceler, inandıklarınız uğruna verdiğiniz savaşlar, doğruyu sevgiyle bulmak için ayak altlarınız parçalanana kadar yürüdüğünüz onca yol.. Her hücrenizi lime lime edip iyileşeceğim dediğiniz o an, sırf insanların ‘hastasın’ yaftasından sıyrılmak içinse eğer nasıl olur da özünüzü bulduğunuzu düşünerek yaşamaya devam edebilirsiniz ki?

Eğer taş düşünebilseydi, havadayken yerdeki yansımasına baktığında gördüğüyle yere çakıldıktan sonra gördüğünün arasındaki uçurumu fark ettiğinde düşündüğü, yere düşmenin kendi fikri oluşu mu olurdu sizce?

Zehirli sarmaşıktan geriye gölgesinin sessizliği kalmışken bundan kimi ya da neyi sorumlu tutsa ruhu okşanır ki artık.. Çok konuşurdu, anlaşılmadığını gördü. Çok sevdi, hayal kırıklığı yaşadı. Güvendi, kırılıp darmaduman edilebileceğini gördü.. Anlaşılacağına inandığı an hep doğruyu söyledi, yanlış olanlar yanlış duydular aslında.. Diline pelesenk oldu; yorgunluk, hastalık, iyileşmek, neden benler, olmuyorlar. İşte o yolcuğun sonunda, balkonda gözünü güne açıp sigarasını yaktığı o andan sonra her şey gölge olarak yaşamaktan ibaret olmaya başladı.. Şimdi taşa düşüşünde neden olan ister genetiği, ailesi, coğrafyası, toplum, yanlışları, atası, öğrendikleri, travmaları, öğrenemediği dersler sebep olsun isterse kendi düşüncesi. Bu onu yere çakılmaktan alıkoyamadıktan sonra, düşüşünden sonra gölge olarak yaşamaya başlamasına neden olduktan sonra ne önemi olur ki!

Soruyu duymasıyla, ağzından kelimelerin dökülmesi arasında geçen zamanı tam olarak kestiremedi. Kafasını hafif oynattı, kahvesinden bir yudum aldı, maestroya dönüp yandan çarıklı bir gülümseme attı. Aklındakiler ağzındakilere rehber olmuştu sanki. Sanırım bu soruyu 27’lerime dair olan yolculuğumda sormuş olsaydın bildiğim her şeyden kesitlerle açıklama yapardım şimdiyse sorunun sakinliğini anladığımı görüyorum, dedi. Taşın ne anksiyetesi ne depresyonu eskisi kadar hayatının merkezinde değil, ama ruhu tabiatına uymuyor artık. O yüzden bırak bir kere olsun çelişkiler içinde boğulup, aklının sarayında kaosa kapılıp gitmek yerine atıldığı göğün tadına varsın, ta ki düşene kadar..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın