
Seni düşmek değil yere çakılmak öldürür, kanatların olduğunu hatırla..
Aynı dört duvarın arasında tam 8 yıl geçirene, balkondan baktığında aynı manzarayı görene, yanlış zamanlara doğruluğunu emanet edene, süregelen gecelere uykusuzluğunu bırakana, yarası nasırlaşmış olana, donmuş pencereden hayata bakana yaşamın rengarenk olduğunu anlatamazsın..
Kendinde olanı bilmeyene, yeteneğini ortaya koyanları kıskananlara, kaldırımın mahkumiyetinden sokağın özgürlüğüne adım atamayana, ayağını sıkan ayakkabıyı inatla giyerken tabanı topraktan mahrum kalana, bildiği tek dil savaş olana, şiddete maruz kalana, yokluğun eşiğine ev kuranlara, kendini insanoğluna meze edene bunun adına fedakarlık diyene, bir parça ekmeği nimetten sayıp ötesine gücü yetmeyene ölmeden önce şu hayatı yaşa diyemezsin..
Her hücresi öfkeyle dolana, sevginin dilini bilmeyene, yalanın yuvasında oksijen alana, haksızlığa boyun eğene, ruhuna prangalar vurulana, elinden imkanları çalınıp tırnaklarıyla kazıyarak hayata tutunmaya çalışanlara, çocuğu için her kötülüğe amenna demek zorunda kalana, çaresizliğe yenik düşene, gözyaşıyla her gece yeminler etse de sabahına depresyona yenik düşene, vahşilerin katliamına teslim olana, sesi duyulmayanlara, üç kuruş için ömrünü ortaya koyana, sokağın ayazını evi bilene özgürlükten bahsedemezsin..
Herkese yetmeye çabalarken kendine geç kalan bir dahinin, dehasını keşfedemeden gözünü yumduğu bir hikaye duymuştum. Dünyanın sorunları içine öyle işlemiş ki kendi acılarına yer kalmamış, ne aklında ne ruhunda.. Zamanında yarım yamalakta olsa bir şeyler yapmış lakin dünya öyle acı çekiyormuş ki dahinin kulakları bunu daha fazla kaldıramamış.. Dünyaya iyi geleyim derken önce sokağını, sonra kendi evini bile temizlemeye hali kalmamış.. Kimisi keşif yapmış, kimisi tiyatro oyunları oynamış, kimisi cephelere gitmiş, kimisi şarkılar bestelemiş söylemiş, kimisi manifestolar yayınlamış, kimisi hayvanları beslemiş, kimisi birilerine yuva olmuş , kimisi bu hikayeleri anlatmış.. Kimisi ise sadece yaşamış; acıyı, öfkeyi, korkuyu, kaçmayı.. Kötülük her gece kafasını yastığa huzurla koymuşta, iyilik gece gündüz hep uykusuz kalmış. Karanlık öyle çoğalmış ki aydınlık yanında zayıflayıp bitap düşmeye başlamış. Şeytan ses tellerini dinlendirirken, meleğin çığlığı cılızlaşmış..
Bir kahraman beklemişler; sarı saçlı, orta boylu, mavi gözlü, ruhu devrimci, ”bana askeri üniformamı geri giydirtmesiler” diye gözdağı verecek bir kahraman.. Halbuki o kahramanın devimlerinin fikirlere sirayet ettiğini unutmaya başlamışlar bir zaman sonra.. Sadece beklemişler..
Drama üçgeninin hem mağduru, hem zorbası, hem kahramanı oluruz kimi zaman.. Kişiye, ana, hatta o an beslendiğimiz ürünlere göre bile değişiklik gösterir bu durum.. Kendimizi birçok konuda sabote eder kurtarıcımızı bekleriz, sevgiyi arar mağduru oynarız, öfkeden gözümüz döner zorba oluruz.. Kendini sev, kendini onayla saçmalığını bu satırlarda görebileceğinizi pek sanmam. Bu durum içinde bulunduğunuz şartların sonucu hayatınıza sızar çünkü. Güzel bir duş, iyi bir kahvaltı ve arkadaşlarla geçen hoş vakitte parladığınızı hissederken akşam eve gelip pijamalarınızı giyip aynı manzaraya daldığınızda bir çöpten farksız hissedebilirsiniz.. Ansızın bir film izleyip kendinize ”siktir et listesi” yaparken film bittiğinde o kağıt sadece ani adrenalin sonucu elinizde kalan bir artıktan başka bir şey olmayabilir..
Duymayana söylemekten, anlamayana anlatmaya çalışmaktan, köre göstermeye çalışmaktan, gelmeyecek olanı beklemekten, travmaların eziyetli sesini dinlemekten, olmayanı oldurmaya çalışmaktan, bazen savaşmaktan bazen pes edip vazgeçmekten, güçlü olmaktan, zayıf hissetmekten, yakıp yıkılandan, yazılmayan hikayelerden, anlatılan yalanlardan sıyrılabilmen bazense teslim olmayı öğrenebilmen dileğiyle..
.SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın