..NİLGÜN MARMARA’NIN SESSİZLİĞİNDEN..

Bugün karşıma Nilgün Marmara’nın veda mektubu ve bu mektubun ruhun çatlaklarından içeriye nasıl sızışına denk geldim bir okuma esnasında..

”::Bu durumdan kimse kimseyi ya da kendini sorumlu, suçlu saymasın çünkü suç yok yalnızca ırmağın akışına bir müdahale söz konusu! Her anın niye’sini sorgulayan bir varlığın saygısızlığını yok etmek için kararlaştırılmış bir eylem bu! Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte! Bu tükenişle hiçbir yeni yaşama başlanamaz, bu nedenle tüm sevdiklerime elveda diyorum..” Ve son..

Yalnızlık ve ona doğru yol aldırtan anlaşılamama hissi.. Her birimizin içinde yatan anlaşılamama haline dönelim bugün.. Kimimiz işinde, kimimiz aşkında, kimilerimiz arkadaşlığında, kimimiz her gün özenle sofrasını hazırladığımız ailemizin yanında hep bu tanıdık hissi duyuyoruz.. Belki en coşkulu anlarımızda, belki de gerçekten tek başımıza kalışlarımızda.. Anlatıyoruz kendimizi aslında şarkılarla, şiirlerle, bazense filmlerle.. Kimimiz derdine ortak olunsun diye rakı sofrasını bekliyor, kimimiz şarabıyla film izlemek istiyoruz.. Ne zorlu geliyor aslında iki kelimeyle anlatabilmek kendini.. ”Derdim var” diyebilmek kendine..

Herkesin benden bir şeyler beklediği o malum anların tam ortasından, kendimden beklentilerimin sıfıra indiği hiçlik noktasından yazıyorum aslından.. Ailem kendi ayaklarımın üzerinde rahatça durmamı, dostlarım potansiyelimi gerçekleştirmemi, doktorum intihar etmememi ve tedaviye yanıt vermemi, bankalar borçlarımı kapatmamı, köpeğim onunla oyun oynamamı, midem sürekli doymayı, düşman olanlar düşmemi (ki şuan en çok onlar sevinebilirler), kulunçlarım habire masajla rahatlamayı, kemanın artık kendisine dokunmamı ya da onu azat etmemi, tanrı iyi bir insan olarak kalmamı, sigaram dudaklarıma kavuşmayı bekliyor..

Ruhum, sesi en cılız çıkan o.. O ise sadece beyaz hissetmeyi ve öylece huzurlu kalabilmeyi istiyor.. Hepimiz bir mücadelenin peşinde sürüklenip gidiyoruz. Hepimiz dediysem tam olarak hepimiz işte.. Devlet çalışanları ülkeyi yönetmeyi, rahipler tanrının buyruğuna uymayı, keşişler ruhun ve hiçliğin nirvanasına ulaşmayı, tiyatrocular oynamayı, şarkıcılar söylemeyi, esnaflar malları ellerinden çıkarmayı, işsizler geçim derdinden kurtulmayı, çocuklar keşfetmeyi, hayvanlar doğası gereği neyse özgürce onu yaşayabilmeyi, şoförler yolu bitirmeyi, dahiler dehalarını ortaya koymayı, yazarlar hikaye anlatmayı.. Liste böyle uzayıp gidiyor işte.. Özümüz ney, önemsizleşiyor.. Arzu ve isteklerimiz beklentilerimizin kölesi haline getiriyor. Elde edemediklerimiz değersizlik hissi yaratıyor.. Göz koyup alamadıklarına başkasına ulaştığında kırılıyor, ulaşabildiklerinde ise nankörleşiyorsun..

Anlaşılmak.. Anlamak insan olmanın ne zor olduğunu.. Savaşanın da sevişenin de.. Ya durup sadece izleyenler.. İşte asıl onların hikayesi çatlaklarla dolu oluyor.. Savaşan da sevişen de hep bir sonuç alıyor, sonrasında devam ediyor yeni seçimler yeni sonuçlar için. Ama izleyenler öyle mi, onlar için hep bir belirsizlik hep bir yorgunluk hali.. Eğer durup izleyenlerden değilseniz anlamanız maalesef pek mümkün değil.. İnsan sadece kendinde olan kadar görebilir çünkü etrafını.. Bahçen varsa ormanı görürsün, gülümseyebiliyorsan kederi görürsün, yazabiliyorsan yarayı görürsün..

Her gün, her sabah, her saat, her saniye yaşamın kendisi için bir şeyler yapıyoruz.. Yemek yiyoruz, çalışmak kisvesi altında kölelik yapıyoruz, kimimiz vakit geçsin kimimiz dertleşmek kimimizse eğlenmek için arkadaşlarımızla planlar yapıyoruz.. İşte ben artık bunu bıraktım, anlarlar mı sanmam.. Plansız bir kaos planlı bir yıkımdan daha eğlenceliymiş.. Bunu hatırlamak çok zamanımı aldı, ama eski bir aşkın hiç çalışmadığım yerden karşıma çıkıp yıkıcı darbeyi vurması bunu unutmamak üzere hatırlatmış oldu.. Plansız eğlencelerde dans etmek, planlanmamış yürüyüşlerde sohbet etmek hazcılık ilkesini baştan yazdırıyor artık.. Tabi anlaşılma konusuna gelirsek o konuda 28 yıl çaba harcadım.. Mesela 1 hafta 12 saatlik bir geç doğum yaşamış annem, belki de hiç gelesim yokmuş anlamak istememiş.. Konuşmayı geç öğrenmişim, belki de insanların zaten anlamayacağını o zamanlardan hissetmişim ama inatla konuşturmuşlar.. Hele ki yazmak onu geç öğrenme serüvenimi hatırlayacak kadar geç öğrendim, belki de kelimelerin devranı döndürdüğü ama divaneyi yakıp yıktığı bu dünyada hikayeler anlatmak o hikayelerin yaralarını anlamak bana ağır gelecekti.. Bunların nedeni bile insanların beklentisini karşılamak, ne acınası..

Şu zamana kadar birkaç dostum ve ailem dışında pek sorulmamış, ama şuan kendimin yanıt vereceği tek bir soru var.. BEN NE İSTİYORUM?

Kapımı çalıp kahvesiyle gelinmesi, şarap ve film yapabileceğimi, sabah notlarla ve müzikle uyandırılmayı, güldürülebilmeyi (keza bunu sürekli kendim yapmaktan yoruluyorum bazen), disiplinli olabilmeyi, gece geç olmuş denilmeden uyku ihtiyacının kurbanı olmaksızın yürüyüş yapabilmeyi, müziği baştan yazarcasına dans etmeyi, şeffaf konuşabilmeyi sevgiyi de öfkeyi de, şarkı söyleyebilmeyi oktavları ve tonları siklemeden, sansürsüz yazabilmeyi, anlatmadan anlaşılmayı, anlatırken dinlenmeyi, yazıyorsam okunmasını, özlediğimde kavuşabilmeyi, duyguların üzerindeki kasvetin kalkmasını, heyecanlanabilmeyi, gidebilmeyi, sevebilmeyi yeniden, etiketlerden sıyrılmasını insanların..

Kaldırımın mahkumiyetinden sıyrılıp sokağın özgürlüğünde dans edebilmeyi düşleyen, yine de gözünü hayatın gerçeklerine açtığında kaldırımda hayatının gidiş gelişlerine adım atan herkese..

..SEVGİLERİMLE..

”Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.
Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer…’ NİLGÜN MARMARA..

Yorumlar

Yorum bırakın