
Sosyal varlık olduğumuz için yalnız kalmamız pek iç açıcı bir durum olmuyor. Hem mental, hem fiziksel olarak. Elbette kendimize ayırmamız gereken ve gerçekten sağlıklı olan zamandan bahsetmiyorum..
Hatırlayabildiğiniz en küçük yaşlara inin oralardan başlayalım.. Elbette bugünkü beyin ameliyatına ben gireceğim, sizin için..
Fotoğraf karesi gibi hatırladığım çocukluk yıllarım, 20x hareketliliğinde olan ergenlik çağım, ve slow motion şeklinde akan 20’li yaşlarım.. Şuan 29 yaşında olmanın verdiği yetkiye dayanarak birçok konuda sorgulayıcıyı ve mantıklı konuşma haddini de kendimde gördüğüme göre başlayabiliriz..
Kavramların sözlükteki anlamıyla, dağarcığımızdaki anlamı çoğu zaman fark gösteriyor. Özellikle de insanlara yüklediğimiz anlamlarda. Birbirimizle çok çabuk içli dışlı olabiliyor; dost, kardeş, aşk, arkadaş, aile, sevgili gibi sıfatları anında etiketine damgalayıveriyoruz. Kelimelerin büyülü olduğunu unutarak, bizi hayal kırıklığına uğratacakları anlara kadar hepsiyle kıymetli anlar, kanayan yaralar paylaşıyoruz. Tabi film biter, kahraman kızı alır, pelerin çıkar ve siz eve yalnız dönerek hayatı tek başınıza sorgularsınız.. Hepimiz birilerine bizi kırıp dökme yetkisi verir, sonrada da kırmasınlar diye gözlerinin içine bakarız.. Ben bunu merhaba dediğim insana bile bahşedecek kadar canlı sevgisiyle dolup taştığım için elbette yaralayan tecrübelerimi anlatmayı kendimde hak görüyorum..
Gönlümü herkese eşit mi açarım tartışılır, ama en başta herkese aynı güven, sevgi ve nezaketle gittiğim su götürmez bir gerçek.. Zamanla insanlar bunu kendiliğinden azaltıp çoğaltsa da sonuç hep 1 olarak kalıyor. Sonrası yeni insanlar, yeni hikayeler, aynı hayal kırıklıkları vs..
Aynı hikayeyi yaşıyorsan alman gereken dersi almamışsın zırvalarını kenara bırakın şimdilik. Konumuz başka yönde..
Sayısını anımsayamadığım kadar isim öğrendim. Aynı unutkanlığı bende bıraktıkları hatıralardan bazıları için söylemeyi istesem de dilim varmıyor. Malumunuz her duygu bir deneyim.. Acıyı algılama şeklimiz, beynimizin bizi hayatta tutmak için oluşturduğu kısa yollardan kaynaklanıyor aslında.. Mesela sobalı evde büyümemiş olsanız dahi içgüdüsel olarak sıcak bir şeye dokunmanın can yakıcı olacağını atalarınız sayesinde öğrenmiş oluyorsunuz.. Peki asıl soru şu, aynı korunma içgüdüsü insanlarla olan iletişimimiz için de geçerli mi?
Hatırladığınız en küçük yaştan itibaren; aile ve sosyal çevrenize bir bakın.. Birine yalan söyleyen size de söyler, aldatan sizi de aldatır, dolandırıcının işi el çabukluğudur ve nasibinizi alabilirsiniz. Yine de duygu bağı geliştirdiklerinize karşı affedici oluşunuz ya da bahanelerle onları hayatınızda tutuşunuzda kendinizi yüce gönüllü görürsünüz.. Yalan söyledi ama sebepleri vardır ya demek, ben aptalım ve inanmak istiyorum demekten kolaydır.. Beni hayal kırıklığına uğrattı ama onun huyu bu onu öyle kabul ettim demek, iyileşmeyen yaralarım var ve kanamaları gereke çünkü böyle öğrendim demekten kolaydır..
Elbette hatalar dolayısıyla insan eleyelim hayatımızdan demiyorum.. Sadece yanlış yapanla yanlışa maruz kalan arasındaki suçlu/kurban rollerimizin iletişimimizi ne kadar karmaşık hale getirdiğine, değerli insanla değersiz anılması gereken insan arasında ayrım yapamayışımıza değinmek istiyorum..
Beni birçok sebepten yaralayan çok kişiyi affettim, olduğu gibi kabul ettim hatta bazıları hala hayatımda.. Yalan asla tahammül edemediğim şeyken şimdi olaya başka yerden bakmaya, hepimizin gündelik yalanlara ihtiyacı olduğunu görmeye başladım mesela.. Asıl nokta zehirli olup olmaması.. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir, ne kadar direnirseniz direnin dönüşüm kaçınılmaz bir sondur.. Dünkü aptallıklarımız bugünkü bilgeliğimizi inşa edebilir.. Ama her şey hayatımızda almaya değecek kadar değerli değildir, herkeste..
Aşkta kahraman rolünü üstlendikçe mağdur olmak, dostlukta anaç olmaya çabalarken çocuk hüznünü yaşamak, ailende çocuk kalmak varken ebeveyn rolüne bürünmek bir zaman sonra önce ruhumuzu sonrasında da aklımızı inceden zehirlemeye başlıyor.. Güdü ve arzularımız yanlışı ve yasak elmayı arzularken, aklımız doğru olanı seçmemiz için bir hayli savaş veriyor. Bizse ikisinin cephesine bile varamadan aralarda bir yerlerde karşımıza çıkana ya dost ya düşman yaftasını koyup sonrasında da bizi haklı çıkarmaları için öylece izliyoruz..
Değer yargılarımızdan bahsederken hepimiz bol keseden sallamayı pek severiz; dürüst olsun, merhametli olsun, sakin kalsın ya da cesur olsun, net olsun ne istediğini bilsin gibi.. Davranışlarımız ve seçimlerimiz ise genel de tam tersine yönelir.. Çünkü ne bu kavramları tam olarak biliriz ne de kendi gerçek isteklerimizi.. Ne zaman bu yanılsamanın gerçekliğini görürüz işte o zaman kırılma noktası başlar. Buzlu cam yavaş yavaş çatırdar. Sobaya yaklaşmamak önemli değildir artık, neden aklaşmamak gerektiğin önemli hale gelir, gelmelidir. Çünkü nedenini bilirsen sadece sobaya değil, elini yakacak diğer sıcak şeylere karşıda beynin kısa yol geliştirmeye başlar..
Bugün hayatımda olan; canım ailem, biricik dostlarım.. Hayatımda olmayan; akrabalar, eski aşklar ve arkadaşlıklarım.. Hatıralarımda herkes öyle önemli rolleri üstlendi ki kavram anlayışım, anlam arayışım neredeyse değişti.. Önce tüm güzel huylarım yitip gitti sandım yavaş yavaş, buna sebep veren her şeye ve herkese kızgındım.. Sonra baktım ve gördüm bana bunları hatırlatacak kadar kıymetli insanlar varmış etrafımda.. Tırtıl kozasından düştü, yere çakılmadan kanatlarını fark etti..
Gelip kalana da, bir arkadaşa bakıp çıkana da teşekkürler.. Bende olanı bana anımsattıkları için..
”Hepimiz bataklıkta yaşıyoruz, ama bazılarımız yıldızlara bakıyor..”
OSCAR WİLDE..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın