..DUYGULARINIZI KİM SESLENDİRİYOR?

Hepimizin susmayan bir iç sesi var. Kimimizin çok cılız, kimimizin çığırtkan, kimimizin öfkeli, çok azımızın huzurlu diyebileceğimiz bir ses arkadaşı var..

Benimki bir hayli öfkeliydi. Dünyaya, insanlara, atalarının mirasına, sisteme, adaletsizliğe.. Yaşamımın ilk çeyreği eylemsel ve yükse sesle bunu dışa vurmakla geçti. Yanlışa ani çıkışlar, hataya telafisi olmayan yollar sunan, aidiyetsizliğe bir başkaldırı, sevgisizliğe bin doz öfkeyle giden bir ilk çeyrek.. İkinci çeyreğin ilk başı bir anda sessizliğe gömülmekle başladı. İzleyen, dinleyen, sesini sadece zihninde duyan bir ikinci çeyrek başlangıcı.. Sanki ardımda bırakmaya çalıştığım o küçük çocuk her an savaştaydı da stratejisini bir türlü bulamıyordu. O bulamadıkça hayat ona daha da karmaşık insanlar, daha da karmaşık seçenekler sunuyordu.. İşte Bayan Zehirli Sarmaşık duygularının sesini de, dublörünü de böyle böyle tanıyacaktı..

Hani ne yaparsanız yapın bazen bir şeyler eksikmiş, bir şey unutulmuş gibi gelir ya, hah işte tam olarak iç sesim bunu anlatmanın hep bir yolunu aramış.. ”Duy beni” demiş, ”duy artık, yaptıkların yapacaklarına engel olacak bir kaosun temelini oluşturuyor.” Seçtiğim insanlar demek istesem de, hayatın bana sunduğu insanlar demek yüzleşmenin sunduğu en sert gerçek oldu. İşte o sunulan insanlar tanıdık bir yaranın gün yüzüne çıkması için birer yol olacaktı, bense sadece nedenlerle meşgul olarak sonuca pek varamadım..

 Tanıdık yara, yaralarımız.. Duygular; iyileşmek isteyen yaraların sesidir, demişti bir doktor. Gerçek değillerdir, size o an olanı anlatmak için çırpınan ve günden güne sesi, tonu ve anlattıkları değişecek olan bir kurgu.. Yaşamınızı gözlemleyin; öfke duyduğunuz, neşeyle kahkaha attığınız, ağlamaktan helak olduğunuz anlara göz atın. Bundan 5 sene öncekiyle sizi düşünün, şimdi de buradaki size bakın. Duyguların adı aynı, peki ya ses çıkardıkları konular aynı mı?

Kızdığımız konular peki, bizi kırmasına izin verdiğimiz insanlar? 

Duygulara, duyguların seslerine ne kadar odaklanırsak gerçeklikten o kadar uzaklaşmaya başlıyoruz aslında. Sırf kırgın olduğumuz için bizimle ilgisi olmayan konuları üstümüze alınabiliyor, kızgın olduğumuz için bilmediğimiz konulara dahil olabiliyoruz. Bu da ruhumuzun yorgunluğunu katlıyor. Hayat üzerimize geldikçe seçeneklerimiz daralıyor gibi hissediyoruz devamında..

Aklın sesi, kalbindekinden baskın geldikçe ne insanları, ne olayları ne de kontrolümüzde olan duygu ve davranışlarımız bizim seçimlerimiz olur.. Gelene kapıyı açmak, gidecek olanı uğurlamak bizim kontrolümüzde. Bizse zile basanı kontrol ettiğimizi sanmakla vakit harcıyoruz.. 

İşte bu nokta iç sesin kontrolün kimde olduğunu görmemizi sağlayacak anahtara sahip. Yaraları sarmalı mı, yoksa dağlamalı mı? Sunulanlarla seçilenler arasında fark etmeden buna en başta karar veriyoruz.. Ataların mirasları, ailenin yaşayamadıkları, çevrenin uydurduğu hikayelerin arasında bir yerde kendi gerçekliğimizi bulmak için yalpalayıp duruyoruz..

Aklına gür bir tonlamayla sor, sahiden konuşan ses senin mi yoksa dublörünün mü?

..Kendi sesini bulabilmiş olana, bulma yolunda cesaret gösterebilenlere..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın