
Aylardır duygu geçişleri arasında yalpalayarak geziniyorum. Ne aradıysam bulmaya başladım tam dışımda..
İnsan en çok hangi duyguya tutunur? İnsan neden bir duyguya sürekli tutunup kalır? Derken sordum kendime doğru soruyu, insan hangi ihtiyacını karşılayamadığı için duyguların zapturaptı altında kalır!
Yaklaşık iki aydır sadece kendi içimde değil, dış dünyada da her şey kontrol dışında olmaya başladı. Kitlesel acıya dönüşen deprem, hesaba katılmayan kayıplar, mümkün değil denilen mucizeler..
Acı, öfke, çaresizlik, neşe, heyecan, korku derken duygu tablosunda bulunan her bir duyguyu zaman zaman aynı anda, zaman zaman farklı dakikalar arasında geçiş yaparak hissettik.. Hissettim diyerek bireysel bir acı dili oluşturamayacak kadar büyük bir duygu paylaşımı içine girdik..
Birçok olayın sonucunda iki yolunuz olur; ya tecrübe edindim der ders alırsınız ya da kazanç elde edersiniz. Tabi bu görebilenler için geçerli yollardır.. Göremeyenlerin tekerrürü devam eder hayatta..
Kelimeleri derdimi anlatacak kadar kullanmaya başladığımdan beri haznenin genişliği, aktarımın darlığı arasında sıkışıp kalmış gibiyim. Duygularım, davranışlarım, anladıklarım, anlayamadıklarım, anlamak istediklerim, kavram arayışım kökten değişmeye başladığından beri eski benle yeni ben arasında sıkışıp kalmış gibiyim..
Kimim, neyim derdim. Bilmiyorum deyip devam ederdim.. Her konuda ortak paydaya varabiliriz, bir tek karakterim ve kim olduğumla ilgili pazarlık yapmam diyorum. Ne istiyorum diyerek devam ediyorum. Sorgularım, yanılgılarım, gerçekliğim, hayallerim hepsi tek tek değişiyor. Olması gerekene vardığımdan beri..
Bu dönüşüm kök hücreme inmeye başladığından beri kalemi sadece elime alıp, öylece bekleyip, ardından bırakıyordum. Ne yazarsam yazayım hep eksik kalacaktı. Hiçbir cümle ruhumla aklım arasındaki fırtınayı tam olarak resmedemeyecekti. Yarım anlatışların yanlış anlaşılmalara neden olmasındansa, tam olarak susmanın hiç anlaşılamamaya neden olmasını tercih ettim. Çünkü bazen de böyledir; senin anlam yüklediğin şeyler başkası için anlamsız, değer verdiğin şeyler değersiz, önemseyip heyecanlandığın şeylerse önemsizdir..
Mesela kahve içmek, bira patates eşliğinde sohbet etmek. Mum ışında müzik dinlerken dans etmek. Sana sonbaharın esintisi gibi hafif ve keyif verirken başkası için önemsiz ve herkes için yapılabilecek basit eylemlerden biridir. Mesela karşılıklı kurulan cümleler; senin için duygularını ifade etmek, kendini anlaşılır kılmak ve ortak payda oluşturmakken başkası için anın getirisi ve öylesine savuşturulmak için ortaya dökülen, iletişim kazalarına yol açmasının önemi olmayan birkaç kelimeden ibarettir..
Duyguları ve düşünceleri bile otomatikleşmiş bir şekilde yaşarken derinlerde yatan ihtiyaçlarımızı kendimize özgü bir dille keşfetmemizi beklemiyorum. Yalan! Tam olarak bunu bekliyorum aslında.. Kendini ifade etmenin anlaşılma isteğinin bir yolu olduğunu, duygulardan bahsetmenin korkutucu bir yanı olmadığını, her eylemin sonucunda yatan sorumluluğu alabilmeyi.. “Dürüstlüğün gücü güzelliği kendine benzetinceye kadar, güzelliğin gücü dürüstlüğü bir kahpeye çevirebilir” konseptini aşabilmeyi bekliyorum.. Kahve ya da bira, fark etmeksizin sohbete eşlik eden her neyse içinde gerçeklik barındırsın diye bekliyorum. Bir kahvenin 40 yıllık hatırı olur mu bilmiyorum, daha çeyrek asırdır varım bu dünyada ama olsun diye bekliyorum..
Kitlesel acıların dilini anlamaya çalıştığımız kadar bireysel acılarımızı da anlamaya çalışacağımız, sadece üç gün hatırlayıp dördüncü günün şafağında hiçbir şey olmamış gibi davranmayıp unutmadan devam edebileceğimiz, 40 yıl 40 saniye diye zamanı kendi içinde bölmeden anı keşfedebileceğimiz, her hikayenin parmak izi kadar eşsiz olduğunu bilip kendi hikayemizle sürekli kıyas yapmadığımız, duygu ve düşüncelerimizi özgürce paylaşabildiğimiz, sorumluluk almaktan kaçmadığımız, sevmekten korkmadığımız, kelimelerin büyülü olduğunu ve nasıl bir etkiye sahip olduğunu unutmadan yaşayabileceğimiz bir dünyaya..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın