
Kendi versiyonumun en iyi haline bürüneceğim, dediğimiz kırılma noktaları vardır hayatımızda.. Sağlık sorunlarından, ilişki hayatına değin bir yolculuğun keskin virajlarından biri de budur aslında.. Kendimize sözler veririz, tutar ya da tutamayız. Hayata diş bileriz, diş geçirir ya da geçiremeyiz. Tecrübeler ediniriz, öğreniriz ya da sınıfta kalırız.. Bir bütünün parçasıyız,, aynı zamanda da bütünün ta kendisi.. Zaman zaman hücrelerimiz ayrışır, kaybolur, paramparça olur ve kaybolur. Zaman zamansa toparlanır, birleşir ve bir sanat eserine dönüşür..
Harita yolun kendisi değildir, yürüdükçe keşfedilecek nice yollara gebedir sadece.. En ürkütücü yolculuğun varış noktasından, başlangıç çizgisinden yazıyorum. Kendi içinde karşıtı olan çoğu şeyin tam orta çizgisini keşfetmeye başladım, bu keşif cevapların önemsizliği kadar doğru soruyu sorabilmenin de ne denli önemli olduğunu öğretti..
Kendimize hiç uğramadan kilometrelerce yol yürüyoruz. Benliğimizle tanışmadan onlarca alışkanlıklar ediniyoruz. İçimizde olanı öğrenemeden birçok derse tabi tutuluyoruz..
Son üç yılımı, ilk seneyi bilinçli olarak saymazsak bu iki yıl da olabilir, kendim üzerinde deneyler ve deneyimler yaparak geçirdim.. Yirmi küsur senelik bir dehlize dalmak öyle dilde söylendiği kadar kolay değil elbette.. Ama bu yolculuk bir kere başladı mı bir daha da bitmiyor.. Farkındalık çiçeğinden koklamaya başladığında zihninde yeni kıvrımlar oluşmaya başlıyor bu da beyni uyarıp savunmaya geçiriyor. Beynin en ilkel yapısı ortaya çıkıyor elbette, bilinmeyenden kork ve bilinen limanda güvende kal.. Halbuki ruhun o limanın artık sığınılacak bir yer olmadığını biliyor, gözlerin enkazı altında kalmış yapıları görüyor, yine de olsun diyor aklın buralar hep tanıdık, buralarda bize bir şey olmaz.. Ruhunsa bu konudan pek emin değil, hasta olduğun yerde iyileşemezsin, diyor.. Gönülde ne yapsın işte, naifliğinden sessiz sedasız olanı bitiyor seyrediyor.. Sense bu savaşın orta yerinde, yüreğinde mağlubiyet ordularının ayak sesleriyle oradan ora koşuşturuyorsun. Amaç yok, neden yok, kazanmışsın kaybetmişsin önemi yok, gün aydınlık gece karanlık önemi yok diye bir türkü tutturmuşsun dile, e birde her soruya cevaben bilmiyorum deme alışkanlığı, zamanın akışında savrulup duruyorsun..
Her yaşın ayrı bir cahilliği varmış, 29’dan geri baktıkça ne de keyif veriyor bunları fark etmek, görmek, değiştirmek, dönüştürmek. Ama o göte şaplakla başlayan ve 28 sene süren serüven içerisinde yaşarken hiçte bu denli mizahşör davranamadığın anları da unutmamak lazım.. Dünyadan alacaklı, yaşatılanlara kızgın, yaşatılmayıp sakınılanlara kırgın, adaletsizliğe öfkeli, prangalara karşı direnişte, esaretten korkan, aidiyetten kaçan, sevgisinden yaralı hallerin yok mu.. İlahi çocuk; sevişlerinle sövüşlerinle özü dilinden, korkularınla kaygılarınla yaraları derinden, sevinçlerinle gözyaşlarınla duyguların teninden ne de güzel aktı geçti senelerce..
Hatalarınla doğrularınla, kaçışlarınla cesurluğunla, aklı selim hallerinle, deliliklerinle, yalın ayak dans edişlerinle, yağmurda salıncağa koşuşlarınla, elinde çiçek mi var bıçak mı var bakmadan insanlara sarılışlarınla, alerjini hiçe sayıp kediye köpeğe sarılışınla, bazen ellerini dillerini çamura bulayıp haykırışlarınla, bazense anne karnı masumiyetinde aşık oluşlarınla, plansız düşüncelerinle, yarını unutan umutlarınla, geçmişe inat hayallerinle, güneşi ayı ayırt edemeyen uykusuzluğunla, savaşıp kazandıkların kadar barış içinde kaybettiklerinle, kaosun göbeğinde sakin kalışlarınla, huzurun ortasında yenik düştüğün öfkenle, aklının perdesizliğine eşlik eden kemiksiz dilinle, keskin inatçılığınla, saman alevi gibi olan kabullenişlerinle, zarif düşmanlığın, savunmacı dostluğunla, zaman zaman bataklıktaki lotus çiçeği gibi köksüz medeniyetler kuruşlarınla, bazense kurak topraklara kök salışlarınla, hayatın elinden sımsıkı tutmayı bırakmadığın onca senenin şerefine.. Zamansızlığın içinde vals yapmayı öğrenene kadar geçirdiğin 28 senenin sonunda, seni dansa kaldırabilme cesareti gösteren sevgili hayata..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın