
Kendisiyle yüzleşebilme cesareti gösterebilenlere, saygılarımla..
Hepimizin hikayelerinin tek ortak paydası, kendimize has olan mizacımızla verdiğimiz tepkilerimiz.. Genetik aktarım, ailesel öğretilerimiz, çevresel öğrenimlerimiz, gözlemleyebildiklerimiz, algısal seçimlerimiz, duygusal tercihlerimiz sonucu ortaya çıkan davranışlarımız ve sonuçları. İşte hikayelerimizin yazarları..
Zamanın problemleri üzerine konuşmaya başladığımızda; geleceğin belirsizliği, insanların saygısız ve sevgisiz yaklaşımları, coğrafyanın mecbur bıraktığı kaygıları arasında nefes alıp sesimizi duyurmaya çalışıyoruz..
Kavramlara olan bağlılığımız bizi prangalayan ilk şey, alışkanlıklara dönüşenlerse en önemli ikinci şey. İyi ve kötü arasında seçimler yapıyoruz, sonuçlarından kaçıyoruz, günah keçisi bulup öfkemizi ona yönlendiriyoruz. Burası işin kolay yanı.. Kaçmak eylemi yaşamın bir parçası, sanki bir avcı tarafından izleniyoruz ve hayatta kalmak için 2 seçeneğimiz var; savaş ya da kaç.. Fiziksel olarak birilerinin bizi takibe alması korkutucu gelse bile çoğumuz bu heyecanı yaşamıyor, yaşayacak seçimlerden kaçınıyoruz. Daha tehlikeli olansa kaçsak bile saklanamayacağımız asıl düşmanın zihin kıvrımlarımızda dolaşıyor oluşu..
Hepimiz bir noktada ölüm var, tek bir yaşama sahibiz gibi düşünceleri aklımıza getiririz, kimimiz bunları deneyimleyerek öğreniriz. Peki, bir konuda aydınlanmama yardımcı olun, nasıl olur da bu gerçeği biliyorken çoğumuz yaşamdan kaçmayı tercih ederiz, neden?
Aklın kusursuz bir kayıt cihazı olduğu konusunda hem fikiriz diye düşünerek devam ediyorum. Duygularımızsa düşüncelerimizin ayrı kalamayacağı tek partneri. Eylemlerimizse bu ikili aşk meyvesi.. Onların ilişkisinde ki sorunlar kaygılarımıza, aralarındaki problemleri çözüşüyse heyecanımıza dönüşürken biz nasıl olur da tamamen özgür olabiliriz? Aklın 5 duyuyla kayıt altına aldığı şeyler yaşamın içerisinde fiziksel tepkilerle bize mesajlar gönderirken, duygularımız gerçekliğe perdeleme yapabiliyorken tam olarak neyi istediğimizi, potansiyelimizi nasıl keşfedebiliriz?
Hepimiz sevilmeyi, önemsenmeyi, anlaşılmayı isterken bize bunları sunan ortam ve kişilerden tam olarak uzaklaşmayı, cepte görüneni önemsiz görmeyi nasıl becerebiliyoruz mesela?
…
Bir veda haberi, içinizde ne denli bir burukluk oluşturursa o denli bir buruklukla devam ediyorum aslında yazmaya.. 254 kelimeyi ardın sıra yazarken, gelen bir telefon geri kalan kelimelerin yönünü değiştirebiliyor neticede.. Duygular, düşünceler.. Eylemler ve olaylar..
Biliyor musun, 9 yılı bitirdim bu şehirde, her sokağında tek tek hikayeler ve ayak izleriyle birçok hikaye biriktirdim. Her hikayenin başlangıcı ve bitişine şahit oldum. Kendi hikayemdeyse, bu şehre adım atıp başlattığım ne varsa yorgun, yaralı, değişimlerle dolu bir şekilde inatla devam ettirdim, ettiriyorum..
İlk 4 yılın sonunda teker teker gidenlerin hayatlarını yollarına koymalarına sevinirken, içimden hep ”buradan gidip huzurlu olmayan kimse yok” diye geçirmeye başlamıştım. Sonraki iki sene bende mi gitsem demeler başladı. Son 3 senemdeyse dış dünyanın içimde yarattığı yıkımla mücadele etmem gerekti.. İnançlarım, kavramlarım, hayata bakışım, hayallerim, amaçsızlığım, düşüncelerim yavaş yavaş değişime uğradı köklü bir şekilde.. Son üç aydır; herkesi sevebilirimleri bırakıp layık olanı sevmeli demeye başladım, insanların hayatımdan uzaklaşmasını izlerken bunun bir arınma olduğunu anlamaya başladım, şehrin keyifli olmasını sağlan gerçekliğine inandığım insanların şehirden gidişinde onun hikayesinde yeni bir sayfa demeyi öğrendim.. Kendiminse, baharın gelişine neşeyle bakmaya başlayan gözlerimin yanına bir şeyler eksik diyen gönlümün sesini duyduğunu fark ettim..
Bu kadar anlam yüklemesem hayata yazabilir miydim hayatın kendisini bilmiyorum, ama bu denli zor gelmezdi vedalar ve merhabalar işte bunu biliyorum.. Beni bu şehirde tutan horozu değil, geçmişim, biliyorum.. İşte alışkanlıklarımız ve geçmişimizin kontrolü elinde tutuşuna gerçekçi bir örnek.. Yeniden sevmek birini; terk edilme, hayal kırıklığına uğrama, aldatılma, hayatının düzenine çok sokma durumlarına karşı korkusuzca gerçekleştirilen bir devrimdir.. Gidebilmek sadece ceketini alıp; bilinmezliğe, kaygılara, ya yapamazsamlara karşı atılmış korkusuzca bir adımdır.. Vedalaşabilmek kendinle, geçmişinle; affetmenin, merhabaların, başlamaların gülümseten tadını alabilmektir yeniden..
Dışarıda baharın gümbür gümbür ayak sesleri, içeride yeniyi arzulayan ama eskiye tutunan çocuğun masum ürkekliği, kahvenin ayıltmaya çalışan sert tadı, kulakta müziğin düşündüren tınısı, kelimelerin zihinde yaşanan arbedeye açıklama getirmeye çabalayışı, doğum günü çiçeklerinin ”acaba yerimi değiştirsen daha mı güzel açarım” sorgusu, masada duran ipek eldivenlerin devrim arzusu.. Hepsinin bir bütün olarak kavuştuğu ruhumda tek bir soru..
Gitmek, gidebilmek; cumhuriyetten sonra en büyük devrim mi olurdu hayatımda?
..SORGULARIM VE SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın