
İki tane aslan varmış; biri aydınlık biri karanlık, sürekli kavga ederler ormanı kimin yöneteceğine bir türlü karar veremezlermiş. Peki savaşı hangisi kazanır?
Kendimize yüklediğimiz sıfatlar, insanların biz baktığında aklında beliren etiketlerimiz vardır. Dürüst-yalancı, iyi-kötü, enerjik-durgun, çok konuşan- sessiz, agresif- neşeli, güvenilir- sadakatsiz gibi tonlarca sıfat yüklüdür üzerimizde.. Kendi oluşturduklarımız maalesef gerçekliğe yakın olsa da küçük bir kısmını oluşturur, büyük kısmını ise bize bakan gözler ve akıl oluşturur. Bunların eşliğinde seçimler yaparız. Peki bunlardan sıyrılmak mümkün mü?
Yazmayı seviyor olmam beni yazar yapar mı, güçlü olmayı istemem beni zafer sahibi yapar mı? İstemek başarmanın yarısıysa, bir şeyi her gün sadece istemek beni bütünüyle başarılı yapar mı? İnsan potansiyelini nasıl gerçekleştirir, neyi gerçekten istediğini nasıl bulur? Bulduğu şeyi tümüyle istediğinden tam olarak nasıl emin olur?
İki doktoruma da sordum, kontrol altına alınması gereken duygu ve düşüncelerim olduğuna yönelik dönüşler aldım. İlmine güvendiğim ablama sordum, derinlere çok daldığımı doğru yolda da olsam yüzeyde kalmayı bırakmamam gerektiğiyle ilgili dönüşler aldım. İsteklerini gerçekleştiren dostlarıma sordum, neyi istediğini bulmadan yola çıkmak seni sadece savurur dönüşünü aldım. Başarmış insanlara sordum, küçük adımlarla başla ne yaparsan yap ama her gün küçükte olsa bir şey yap dönüşünü aldım. Hayaline sahip çıkan bir arkadaşıma sordum, istediğini bul ona biat et önceliğin asla para olmasın dönüşünü aldım. Sordum da sorum herkese. Tek bir soru; neyi istediğini nasıl bulur ki insan? Birçok cevapla sonuçsuz kalmış bir soru olarak elimde kalakaldı..
Sorular oluştururken ve sorarken cevap almak ümidiyle kendimizi olabildiğince açıyoruz. Soruyu yönelttiğimiz insanlara dikkatimizi vermeye çalışıyoruz, evrenden işaretler için kalbimizi açıyoruz, kitaplardan cümleler seçiyoruz, izlediklerimizle ruhumuzdaki çalkantıyı durultmaya çalışıyoruz. Sizler cevapları bulabiliyor musunuz bilmiyorum, ama benim sorularım hep eksik ya da tamamen cevapsız kalıyoruz.. İşte bunun en önemli ve küçük detayda saklı kalan bir nedeni şu, soruyu gerçekten doğru yerde doğru kişiye mi soruyorum?
Diyelim ki karşımızda hoşlandığımız birisi var; bize karşı yaklaşımı flörtüz ama duygu ve düşünceleri öyle mi, sadece bize karşı mı böyle yoksa herkese mi öyle emin değiliz. Bir cevap arıyoruz. Hemen hemcinsi arkadaşlarımıza durumu anlatırız ve onlardan cevap ararız, burç yorumlarından onun bize adım atıp atmayacağına dair işaretler vermesini bekleriz. Ne için, bize karşı hislerini anlamak için. Halbuki çözümü, sorunun cevabı iki şeyde saklıdır; kişinin kendisinde ve davranışlarında.. Elbette dil her zaman doğruyu söylemez, seviyorum der sevmez. Sevgili olmak istemiyorum der, sahiplenir. Bunlar işi karmaşık hale getirir ve bizim sorularımız cevap alamadan artar çoğu zaman. Bu karmaşa içinde boğulmak gayet normal. Ama gerçekten aradığımız cevap hislerle ilgisiyle istikrarlı davranıp soruya yönelik adımlar atmalı ve karmaşaya kapılmadan ilerlemeyi bilmeliyiz. Kişinin kendisine sorduğunuzda aldığınız cevap sizi tatmin etsin ya da etmesin geri kalan kısım onun sorunu diyebilmeli ve verdiği cevabı doğru kabul ederek devam edebilmeyi öğrenmeliyiz bazen.. Çünkü buradan sonrası konuyu asıl önemli olan noktaya getirecek yine, sorunun asıl muhatabına sormayı bilmek..
Peki ya ben ne istiyorum?
Kendi isteklerimizin cevabını başka yerde aradıkça onların yollarına, yıllarına, isteklerine, istemediklerine göre davranışlar sergileriz ve bu da bizi istediklerimizden kilometrelerce uzağa atabilir. Ben ne istiyorum; yazar olmak mı, virtüöz olmak mı, işletmeci olmak mı, dansçı olmak mı, yogi olmak mı, öğretmen olmak mı? Sorunun beni kemirmesine karşılık cevabına hala yaklaşabildiğim söylenemez, tek bir farkla. Yakın zamana kadar sorularım her ne konuyla ilgili olursa olsun cevabını hep insanlarda, kitaplarda, filmlerde ya da evrenin işaretlerinde aradım. Bulduğum bazı cevaplara evet bu desem de o cevap için ufacık bir adım atmadım kimi zaman, kimi zaman da adım atsam bile devamını getiremedim. İnsanların beni tanımlamasına izin verdim; sen biraz farklısın dediler niye ki ben de etten kemikten dedim kabul görebilmek için, iyi bir yazarsın dediler öyle herkesin harcı değil kalem tutmak ben daha çırak bile değilim dedim, güvenilir bir dostsun dediler benimde yanlışlarım var dedim, insan ilişkilerin ve iletişimin sağlam dediler evet ama anksiyetem var dedim, sana bakınca sahil kasabasında kendi işini yapan tatlı küçük bir esnaf görüyorum dediler o para bende ne gezer dedim, dünyayı kurtaracağız seninle dediler ben aklımın savaşında kazanamıyorum bahçem bile yok ki benim dedim. Dedim de dedim, Onlar bana iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlış ne dediyse ben onlara hep iki katını dedim. Yapamazsın dediler, inadına savaştım. Kazanan sensin dediler, zafer bayrağını düşmana teslim edip kaçtım. Başarırsın dediler, inanmaktan vazgeçtim. Her şeyi de bilmeyiver beynimi yoruyorsun dediler, inatla merak ettim.. Her şeyin zıttına gitmekle yetinmedim, kendimi de kaybettim..
Her şeyden birazcık yapa yapa, hiçbir şeye sahip olamamayı garantiledim. Tam da şimdi; ayda bir yaptığım yogada, düşüncelerimi kustuğum ara sıra yazılarımda, koltuğun kapattığı manzarayı ortaya çıkartarak, ıssız adam gibi kol gezenlerin sevgisizliğinde, tellerini yenilesem de hala dokunmaya cesaret edemediğim kemanımda, bana inanmayı bırakmayan dostlarımın ve ailemin inancında, travmalarımda, hayatıma dahil olanların hikayelerinde. Yazdıklarımın, yazamayıp aklımda kalanların, yüreğimde cılızca yanan ateşin, yani kısaca yaşadıklarımın ve yaşattıklarımın, cevap aradıklarımın ve cevap alamadıklarımın ışığında.. Cevabın asıl kaynağı olan ve soruya asıl cevabı verecek olan sevgili kendim; sahi sen ne istiyorsun?
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın