..MAĞDUR EDEBİYATININ SON TÜKETİM TARİHİ..

Alışılagelmiş alışkanlıklarımız, öğrendiğimiz kısa yollarımız, miras olarak aldığımız genetiğimiz sayesinde hayatın içinde yuvarlanıp gidiyoruz.. Kimi zaman dönüşüp değişiyor, kimi zaman direnç gösteriyoruz değişime..

Sanırım benim en çok direnç gösterdiğim konu vedalar.. Vedalaşmayı, son hoşça kal cümlelerini bir türlü sevemedim. Sevdiremedim aklıma da kalbime de..

Her gün, her an kendimizin bir parçasına ya da bir prensibine veda ediyor olduğumuzu unutuyoruz aslında. Yine de daha somut olana veda etmek soyuttan kopmaktan daha zor.. Kendimin savrulan versiyonunda en iyi haline geldim.. Kendime verdiğim sözlerden caydım, zorla edinmeye kalkıştığım alışkanlıkları bir çırpıda bıraktım, birikimleri bir saniyede yedim attım, aylarca verdiğim mücadelenin zaferini değil harabelerini kucakladım. İşte dedim, işte savrulmanın hakkını verdim.. Her an bir yerlerden başladım, doruğa varmadan bıraktım. Şimdi başlarda lanetim olan bilmiyorumların enlerindeyim.. Bir şeyler yapmalıyımdan bir şeyler olmalıyıma transfer olduğum savaşın sonunda, yine göğsümde bir mağlubiyet ordusuyla yapayalnızım.. 

Nefes aldığımız sürece bir yerlerden dönebilir, hayatın keskin virajlarını alabiliriz gibi geliyor çoğu zaman. Son demlerin kelimeleri umut ve inanç koksa da bu yazıyı buruk bir tondan yazıyorum.. Kahvemi içmeyi bırakamadım, çayın devrim yaratacak gerçekliğine ulaşamadım henüz.. Aklım, ruhum teslimiyetin kıyısında aylaklarını sarkıtmış öylece manzarayı izliyor. Kanatlarına güvenip atlamalı mı, yoksa yakıp atmalı mı kanatlarını bilmiyorum. Bedenim günlük 20 saat mesainin yorgunluğuna kendini bırakıverdi.. 

Sizi ayakta tutan şey ne ya; aileniz, dostlarınız, aşkınız, idealleriniz, hayalleriniz, yaralarınız, duygularınız, aklınız.. Tam olarak harekete geçiren potansiyelinize iten şey ne.. Onca video izliyorum, konuşma dinliyorum, sohbetler ediyorum Yine de kendimde o hırsı göremiyorum. Diş biliyorum hayata pazartesileri sonra da aman diyorum salıları kim bunca kızgınlığın peşinden koşturacak.. Hayaller kuruyorum geceleri; içinde gerilim var, hır gür var, şiddet gırla, başarı namına bir şey olmayan şeyler sonra sabaha kadar terleyerek uykumda atıyorum o öfkeyi aklımdan.. 

Biliyor musunuz 29 yaşındayım ve aslında ne denli sevildiğimi ve sayıldığımı yeni yeni öğreniyorum. Hani drama üçgeninde mağdur, kahraman ve kurtarıcı rolünden bahseder ve hepimiz hayatımızın bir döneminde birilerine karşı bu üçünü de oynarız.. Beynim ne kadar serotonin salgılamamak için inat etse de ben de inatla salgılatmak için çabalıyorum.. Tabi şu son 1 yıldır.. Küçük yüzleşmeler yaşıyorum mesela..  Herkesin kurtarıcısı olmaya çabalarken kendime hep mağduru oynamışım.. Bir tatlı misafirle geçirdiğimiz birkaç saatlik sohbete en sert tokattı buydu sanırım.. Evet artık dolabın içine saklanıp dünyanın beni fark etmesini beklemiyorum belki ama yine de bir gözüm hep o dolaba saklanmak için bakınıp fırsat kolluyor.. 

Her ne kadar değişim ve dönüşüme eskisi kadar direnç göstermiyorum desem de yaralarıma baskı uygulayan alışkanlıklarıma inatla tutunabiliyorum. İnatla 9 senedir yalpaladığım bu şehirde kalıyorum, inatla her sabah ciğerlerime baskı uygulaması için nikotinimi eksik etmiyorum, inatla sevdiğim sevildiğim kalbine aklına güvendiğim insanlarla değil beni anlık yoranlarla vakit geçiyorum. Kalıcı olacak, rutine dönecek güzelliklere tedirginlikle yaklaşırken beni savurmaya devam edecek yoracak anlık hazların peşinden gidiyorum.. 

Potansiyelimin ne olduğunu bulamadım belki, ama artık bu dünyadan ne diye anılarak göçüp gitmek istediğimden eminim.. Hatta her şeye hata payı bırakıp, yüzde yüz eminlik olamaz bu hayatta fikrimin tam ortasında çelişki yaratacak tek eminliğim bu olabilir..

Onca savaşın ortasında bir sanat eseri gibi dimdik, onca çirkinliğin içinde iyi bir insan olarak kalabilmek.. İşte ben buna gerçek delilik, sonsuz cesaret ve uğruna savaşmaya değer bir amaç derim..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın