..SERÇE MİSİN, ANKA MI?..

”Ey kör..! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam dünyanın kendisini hiç görebilir mi..?” İhsan Oktay Anar..

Hepimizin hikayesinde dalgalı olan bir zaman dilimi vardır. Hatta durağanlıktan daha sıktır bu dalgalanmalar.. İş, aşk, arkadaşlık, aile dörtlüsü hayatın dört atlısı gibi. Biri çizginin üzerine doğru adım atarken diğeri aşağında kalır. Hepsinin nötrlenip aynı düzlemde olması duyguların yönlendirilebilmesi ve anda kalabilmeyi başarabildiğimiz anlarda mümkün olur. Kalbini yok sayıp hissizleşen aklına hükmeder diyenlere aldırış etmemeyi, bu durumu hayatıma uygulamaya çalışırken ne kadar zor bir çaba olduğunu gördüğümde fark ettim.. Duygularımız her ne kadar hükümdar olursa o kadar yorulur ve yıpranırız, bunda hem fikirim. Ama onları tamamen alaşağı etmek, yok saymak pekte akıllıca gelmiyor.. Duygular, yaşadığımız her anı sindire sindire kaydediyor hücrelerimize ve zamanı geldiğinde ya da bir durum karşısında ayyuka çıkıyor. Bunun temeli elbette bizi hayatta tutmak lakin bu bizi kötüye de maruz bırakabiliyor. Konfor alanı sadece huzurlu ve güzellikler içinde oluşturulmuyor sonuçta.. Aynı oranda düşünceler de pek güvenilir sayılmaz, lakin yine de yok saymak yine akıllıca gelmiyor..

Duygusal ve düşünsel tutumumuz davranış ve seçimlerimizi oldukça derinden etkiliyor. Hayal kurduğumuz sahneyi, kime güvenip güvenmeyeceğimizi, yola çıkmalı mı evde kalmalı mı, beklentiye girmeli mi yoksa salıp geçmeli mi derken aslında hayatımızın yönünü etkileyen konularda küçük görünen büyük adımlar atmamızı sağlıyor..

Aşkta hayal kırıklığı yaşadıysak günlük takılmalara yönelip kendimizi yeni insanlara kapatıyoruz mesela bu durum zararsız gibi görünse bile belki de sadece kalite arkadaşlık kurabileceğimiz insanları da harcatabiliyor. Aileden yaralıysak yaranın etrafında dolanacak insanları alabiliyoruz mesela hayatımıza bu da iyileşebilecek olan yanlarımızın kabuğuyla ara sıra oynayıp kanatarak oyalanmamıza neden olabiliyor bazen. Arkadaş kazığı yediysek mesela güven problemlerinin neden olacağı yeni maceralara atılmaktan korkabiliyoruz mesela..

Kelebek küçük bir kanat çırpıyor ve o an hayatımızın kaotik dönemine giriş yapıyoruz..

Her güne yorgun, şikayetçi, neşesiz, sorunlu uyanabiliriz. Bu günün geri kalanında böyle olmak zorunda değil. Her güne neşeli, enerjik, dans ederek başlayabiliriz. Bu böyle devam etmeyebilir. Tanrı burada neyi kastetmiştir? Hayat neden-sonuç ilişkisinin arasında kalan sürecin kendisi aslında. Güne başlarken domino taşına bir fiske vurur ve taşların devrilip ortaya çıkaracağı şeyi izleriz. Duygu ve düşünceler davranışlarımızı allayıp pullar ve bizi seçim yapmaya iter. Her an, her konuda.. Bugüne kadar yaşadıklarımızla yanıp kül olup anka kuşu olabilir, yanıp kül olduktan sonra doğarken serçeye dönüşebiliriz. Serçe gibi yaşarken başrolünde olduğumuz hikayenin devamını getirmek için kendimizi ateşe atabilir ve yakıcı seçimler yapabiliriz, sonunda da anka gibi doğabiliriz.. Tanrı benimle bir şey kastetmiyor olsa bile, ben eylemlerimle bir şey kastediyorum, koşullar ve seçimlerimiz bizi zaman zaman anka zaman zaman serçe olmaya itebilir her iki durumda da hayatın davetine evet diyecek kanatlarımız olduğunu unutmamak..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın