
Evrenin mizahla kaplı, anlayış menzilimizden uzakta kozmik bir dengesi var. Planlar yaparken başınıza gelendir hayat dedikleri nokta sanırım burası.. Beklentilerimizi hayal gücümüze bulayarak belirli bir form oluştururuz ve evrene sipariş verdiğimiz andan itibaren kendimizi hayal kırıklığına açık hala getiririz.. Kırılganlık ve hayal kırıklığı cesaret dolu hikayelerin mihenk taşıdır.. Sınırları çizilmiş kırılganlık bizi kendi hapishanemizden bile korur aslında.. Cesaret çağrısını fısıldar.. Peki kulak kabartır mıyız bu çağrıya? Hayat seni çağırdığında korkularını bırakıp yola çıkabilir misin? Kulak verir misin cesaret çağrısına?
Yaşadığımız ve sınıflandırdığımız her tecrübenin kapanına kısılmaktan kurtarabilir miyiz kendimizi? Duygulardan arınmak, düşüncelerden özgürleşmek, seçimlerimizin sorumluluğundan muaf olmak mümkün mü?
Kötü insanların başına iyi şeyler gelirken, iyilerin başına kötülüğün gelmesi evrenin mizah şöleniymiş gibi geliyor kimi zaman.. Kötülüğü keskin suçlara sığdırmaktan çıkararak düşünüyorum aslında, dünyanın canını yakan cezası kalmamalı evet, ama bu hukuk alanının konusu biz biraz daha normal kötülerden bahsedelim.. Aldatan, insanların umudunu sömüren, kelimeleriyle yaralayan, yalanlardan methiyeler düzenlerden bahsedelim.. Evren onlar için adaletini dağıtmak konusunda pasif davranıyor gibi geliyor bazen.. Politikacılar halkı kandırmak için, sanatçılar gerçeği anlatmak için yalan söyler repliğini düşünüyorum insanların yalanını yakalayınca.. Şuan karşımda gerçeği göstermek isteyen bir maestro mu var yoksa dava kazanmak için beni kandırmak isteyen bir avukat mı var, derken buluyorum kendimi.. Aklımın iki ucu yaşayan bir dizaynı olması hayatımın cehennemini tasarlayan seçimler yapmama neden olsa da bazen ortamı eğlenceli bir sirke dönüştürmemi de sağlıyor. Sanırım evren lanetini dağıtırken kısmen de olsa mizahından da bir parça vermiş..
”Yeniden başlamam gereken bir andayım, ne inzivası odamdayım, zindandayım..” Sokrat’ın kalemi benim hikayemin mürekkebiyle doldurulmuş gibi geliyor bazen.. Bu evrensel bir şakaymış gibi.. Okuduğumuz kitap, izlediklerimiz, dinlediğimiz müzikler aha etkisi yarattığı an işte diyoruz duygularımın tercümanı olmuş.. Bizi bize, bizi tanımadan, kusursuzca anlatmaları ne tuhaf.. Nörolojik olarak birbirimize bağlı yaratıldığımız bilim tarafından onaylandı. Sosyofobikliğin verdiği konforun darbesi olan bir gerçeklik olsa da yine birçok şeyin cevabını veriyor aslında.. Yüzyıllardır aşkı, ihaneti, kahramanlığı, başarıyı, arkadaşlığı, düşmanlığı vs. birçok farklı sanat dalıyla ve revize ederek anlatan insanların tek ortak noktasının Adem ve Havva’dan geliyor olmayışının açıklaması..
Bunca bilgi birikiminin seçimlerimizi kolaylaştırması, kimliğimizi bulmamızı sağlaması gerekirken ortalığın karışmasına neden olması evrenin dengede ol deme şekli sanırım.. Hayat sana kim olduğunu sorduğunda eğer cevabın hazır değilse üzülme senin yerine cevap verecek bir evren var. Tabi cevabı hoş karşılar mısın, bilmiyorum.. Benimki pek güldürmemişti.. Aklımda geçirdiğim zaman gerçeklikten daha çok olduğundan bu yana geceyle gündüz kadar bağımsız, bir o kadar da birbirini tamamlayan bir hayatım var. Sadece birinin gerçekliğini yaşıyor olmamsa hayatın benim yerime cevap vermesinin sonucuydu..
”Bizi tanımlayan şey sözlerimiz değil, davranışlarımızdır” demiş Platon ve eklemiş Albus Dumbledore ”elbette bunlar kafanın içinde oluyor Harry, ama bu neden gerçek olmadığı anlamına gelsin ki..” Bir şey misal alemimizde yoksa hayalini kurmayız derdi annem, herkesin olmayı istediği kişilere dair düşündükleri bu yüzden farklıdır derdi.. Kendi paralel evrenlerimizi yaratalım ve şimdiki gerçekliğimizle karşılaştıralım, peki arasındaki mesafe kaç dünya uzaklık eder?
Buraya kadar sorgulamalarımın zihninizdeki çağrışımına izin verdik aslında.. Şimdi kendimizle aramızdaki mesafeyi çözmeye birkaç kozmos kadar yakınız.. Bugünü yaşayan ben dünün ve yarının halüsinasyonunu bir kenara bırakarak bugünün benimle temas kurmasına izin vermek çabasındayım bir süredir.. Dünün seçimlerinin sonuçlarından kaçamam, yarınımın sahip olduğu ihtimallerden korkamam daha fazla.. Tam da bugün benim seçimlerimle yarattığım küçük dünyanım, yorgunluğumun ve büyüme hikayemin mihenk taşı olan Denizli’nin dünde kalma zamanı.. Bugün hallederiz sakinliğinde, rahat, plansız ve yeniliklerle çevrili İzmir gibi ve elbette henüz gidip keşfetmediğim, göz önünde, pervasız, hiç uyumayan İstanbul gibi yeni bir beni keşfetmenin özgürlüğüyle kahvemi yudumluyorum..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın