
”Kitap şöyle sonlandı; tam pes etmek üzere olduğum bir gecede, kafamın içinde verdiğim savaşı zor da olsa kazandım. O gecenin sabahına ben çıktım ama içimdeki kimseyi sağ bırakmadım..”
Son 6 ayın tek cümleyle özeti gibi.. Hep bir yolcuğun içinde ya savrularak ya da bilinçli bir arayışla hikayemizin peşinden gidiyoruz.. Kimimiz kendini bulmak için kimimiz kaybetmek için.. Zaman, olayların üst üste geçmesini engelleyen bir araç. Belki de tek önemli görevi bu, değilse bile bizim konumuz değil fizikçilerin konusu..
Herbir yaşımızın kendine has bir hikayesi var aslında. Aşık olduğumuz ilk yaş, düşüp dizimizi yaraladığımız ilk yaş, ağladığımız ilk yaş, konuşmaya başladığımız ilk yaş, okumayı öğrendiğimiz, yürümeye başladığımız ilk yaş ve daha nice ilk yaşlar.. Peki bu ilkler sonrasında bizi niye travma dolu anlara doğru itiyor? Mesela konuşmayı öğrendiğimiz ilk ana şahit olanlar sevinçten kahkaha atarken ilerleyen yaşlarda konuştuğumuz şeyler neden o sevinçleri çalar hale dönüşüyor? Mesela yaşadığımız ilk aşkın yarattığı hayal kırıklığını düşünelim, diyelimki bundan 5 sene kadar öncesiydi, koskoca 5 sene.. Nasıl olur da 5 sene sonraki ben bunun izini hala taşıyor olurum, ya da tam olarak o ize niye hala ihtiyacım varmışçasına sahip çıkarım? Bedeni büyük ruhu küçük kalmışlığın tam karşılığı travma olabilir mi, yan, yaşanılan olay karşısında hissedilen duyguya sıkışıp kalma hali..
Tek bir gün yaşayan kelebekler, artık gözüme daha şanslı görünüyor. Onun için sadece an var. Dönüştüğü, kanat çırptığı, hayata karıştığı, gökyüzüne süzüldüğü tek bir an.. Ne muhteşem bir şans, ya da.. Onların gözünde de biz ana değil sürece sahip olduğumuz için şanslıyızdır belki de kim bilir..
Her yaşımızın kendine has bir cahilliği ve kendine has bir ilki var, sonrasıysa tekrara dönüşen bir hayat akışı.. Sonrası boşluk ve yarım kalmışlığın tanışıldığı gerçeklik.. Yaş ve yaşanılanların getirisiyle dolu birçok kursak tıkanıklığı..
Biliyor musun en sevdiğim çiçek hep karanfil derdim, kendime tabi, pek kimse bilmez en sevdiğim çiçeğin karanfil olduğunu. Bugün bir müzik dinlerken anlık geçmişe gittiğimde hissettiğim bir koku anımsattı da aslında ben karanfilden evvel nergisi çok severmişim.. Uzun çarşıda yürürken, aslında öyle özel de olmayan günlerde 2/3 liraya alınmış bir demet nergis.. Kendime aldığım, kimi zamansa annem perşembe pazarından gelirken alıp bardağa koyduğu zamanlar ne güzel gülümsetirdi bir demet nergis.. Ha tabi bir de saksı da ki fesleğen.. Onu da çok severdim bak..
İnsanoğlu ne acayip ya, kendini bile tam olarak anlayamıyorken dünyayı anlamak için çırpınıp duruyor.. Ve hatırlamak ne büyük bir ironi.. Zamanla gerçekliğini sorgulatıyor, özünün..
Bu arada hala karanfilleri çok seviyorum, yani karanfil sevmekten vazgeçmek değil aslında benimkisi, sadece nergisi ve fesleğeni de ne çok sevdiğimi hatırlamak.. Giriş cümlesinin ruhumundaki tesiri buydu çünkü; hatırlamak.. Bana yapılanlar kadar, benim de bana yaptıklarımı hatırlamak.. Verdiğim sözleri, potansiyelimi, amaçlarımı, hayallerimi düşünüp beklerken aslında gözümden kaçırdığım gerçeğimi hatırlamak..
Mevsimler kendi arasında taç değiştirmeye yine devam edecek, güneş ve ay birbirine görevini devretmekten vazgeçmeyerek, akrele yelkovan arasındaki kovalamaca saatin pili bitene kadar sürecek.. Ve ben, ve sen, ve kendini arayan herkes bir gece dünde yaşayan kendini sabaha, bugüne ait bir kimse olarak yeniden taşıyacak.. O gün geldiğinde umarım sadece sevdiğiniz çiçeklerin kokusuna sahip olmak yerine daha önceleri sevdiğiniz çiçeklerin kokusunu da anımsayarak gülümsersiniz.. Kendini bilmek senden çok şey yaratabilir, doğru.. Kendini hatırlamaksa yolculuğunun hikayesini yaratır..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın