
Zekasını hilekarlığa adadığı için tepeden yuvarlanan kayayı tekrar yukarıya taşımakla cezalandırılan Sisifos misali hep bir konuda ya da konularda döngüler içinde olduğunu düşündüğün oldu mu?
Uykunun gelmesine rağmen uykuya dalınamayan gecelerin, sonunun bilinmesine rağmen tekrar tekrar izlenen dizi filmlerin, tekrara saran duyguların, birbirine benzer günlerin bitmesini beklediğin pencereden hayat akıp gidiyor.. Hayatın en belirgin özelliği biraz da akıp gitmesidir zaten..
Yazıp yazıp silmenin verdiği çaresizliğin tam ortasında, kahvemi yudumlarken zihnimi kaşındıran bazı şeylerin sorgulamalarından kendimi azat edemiyorum.. Kimdim, kimim, kim olacağım, nereden geldim, neredeyim, nereye gideceğim, ne istedim, ne istiyorum, neye sahibim, neler bana sahip, elimdekilerle ne yapabilirim, neyi yapma arzusundan vazgeçebilirim ve daha bir sürü şey..
Bir masa kursam evimde akıl danışacak, planlar yapacak, sohbetlerden demetler içinde kaybolacak olsam davetlilerim kimler olurdu? Bu sorunun yakın zamana kadar cevapları hep sevdiklerim olurdu, şimdiyse çok başka.. İşte kırılan bir döngünün parçası.. Prensesin kendini kurtarması gereken yeni bir görevin başlangıcı bu..
Yaralarını sarmak, kendini büyütmek, küçük dünyanda yaşananlarla bir şekilde baş edebilmek iyiydi. Bunlarla oyalanmak, düne kadar bunlarla övünmek bir hayli keyifliydi de.. Peki ya şimdi, bugün? Düne kadar olanlarla böbürlenmek, başarmışım ya diyebilmek, tek başınalığın verdiği gücü korumak, buna sahip çıkmak önemliydi.. Çünkü bir cehennemden yalın ayak yürümek, bir enkazı toparlayıp temizlemek, yeniden inşa etmek hayli bir enerji, birçok açıdan akıl sağlığı ve akan zamana mal oldu..
Peki yarının dünü.. Gün yarına döndüğünde, düne bakıp böbürleneceğim şey ne? Yeniden başlayabilmiş olmanın avuntusu mu! Sisifos’tan farkım ne olacak hiç yerine ulaşamayan kayayı taşımak dışında, ki onun cezalandırılmasının güçlü ve ironik bir sebebi var, aklıyla tanrılarla alay etmiş, ölümü kandırmış olması cezasından çok sebebinin övüleceği bir başarıyken..
Step by step güzel kızım.. Hayata başlama saatini değiştirdin hayata ara verdiğin saatleri de, düşüncelerinin rotasını düzenledin, falan filan.. Eeeeeee..
Anladık, bir şekilde hayatta kalmayı başardın, eee…
Bir kelebek var gücüyle kozadan çıktığı için bu denli böbürlenmiyor, ıstakoz kabuğunu acı içinde kırıp yeni kabuk oluşmasını beklerken kahvesini yudumlayıp ”abi bak nasıl da başardım ama yeni kabuk yaratmayı” demiyor, kartallar gagalarını kayaya vura vura kırıp tüylerini yenisi için yolarken ”ulan ben ne acılara katlandım bak yeniden doğdum” diye caka satmıyor.. İnsan, insan öyle mi, koca bir alkış duymak istiyor, sensin denilsin istiyor, en büyük sensin, nasıl da sağ çıktın onca savaştan takdirini almak istiyor..
Mutluluğun yaşattığı doz aşımı kelimelerimi törpülüyor, dünün başarıları bugünümü gölgeliyor, güne prensesler gibi süslenerek başlamak anarşistliğimi baskılıyor.. Hem devrimci ruhuna sahip olmak hem de burjuva gibi yaşamak, geceleri dünyaya diş bileyip kötülüğün karşısında durup gündüzleri sıradan insanların içine karışan Batman misali yaşamak, hem gamsız ritimlerle dans edip hem dertlerin merkezine yolculuk yapmak bir bipoları bile fazlasıyla işkillendirip yorabilir.. Yani yazar burada diyor ki, hem mutlu olup hem şiir yazılmaz..
Gelelim dünün yarınına, yarının dününe.. Bugün bir karar vereceksin, vermelisin.. Hem problemin hem de çözümün kendisi olmaya devam mı edeceksin, yoksa sadece kendin olmanın tadını mı çıkaracaksın!
Ruhi Müccerret’in dediği gibi; dünyayı değiştirecek kapasiteye sahip kişiler, genellikle hayatta kalma konusunda beceriksizdirler, hayatın hazırlık aşaması ömür boyu sürer ve tam yaşamaya başlayacağın sırada sahadan şutlanırsın, şeytan kutsal kitaptan alıntı yapar ve meleklerse daima görmezden gelinir..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın