
Kendi kendinin kurbanı olmak diye bir gerçeklik var.. Koşullar olumsuz olabilir, geçmiş yaralarla da dolu olabilir, fırsatlarla doğmamış da olabilirsiniz, ya da bunların tam zıttı da olabilir elbette..
Düne kadar olanı derinlemesine düşünmek yerine, dünün kaderiydi yaşandı ve bitti diyeceğimiz bir gün bugün.. Beyin ambalesi olduğumuz anların çoğaldığı günler olacak, aklımızın berraklaştığı günler de.. Kalbimize ağır gelen şeyler olacak, damardan inşirah almışızcasına ferahladığımız günler de olacak.. Fizyolojik olarak yatağa gömüldüğümüz günler olacak, arpası fazla gelmiş at gibi durmadan koşacağımız günler de olacak..
Günlerin, gün doğumlarının ya da batımlarının, elimizde olmayan sebeplerin hayatımıza etkisini en aza indirebilecek bir formül var mı bilmiyorum. Kendimizi bulmadan doğru formülü oluşturamayacağımızı biliyorum..
Şu kendini tanıma işiyse fazlaca mesai, gerekli akıl kaybı, zaman ve enerji tüketimi gibi bir takım bedeller istiyor. Başlarda anlaması zor; neyden ne kadar harcamalısın, neyden ne kadar kısmalısın, ne kadar derine dalmalısın, boğulmamak için ne kadar yüzeyde kalmalısın bunlar tam bir muamma. Biri de çıkıp demiyor ki ”kardeşim al şu harita, al burada da yolda ihtiyacın olacakların tam listesi ve miktarı” diye.. Deneye yanıla, hata yapa yapa, kimi zaman hiç olmadık şeyleri kaybede kaybede kendi hayatının formülünü oluşturuyorsun. Başkaları için işe yarar mı bilmeden paylaşmaya başlıyorsun bunları; konuşarak, yazarak, çizerek ya da. Herkes ortaya atılandan üzerine yakışanı alıyor ya da görmezden gelip devam ediyor..
Gelelim kendinin kurbanı ya da kahramanı olma işine.. Önceliğimiz duygular; her şeyin başı hislerin hücumuna karşın gösterdiğimiz tutumumla başlıyor. Eğer yenik düşersek aynı hisler doğru noktaya ulaşman için farklı yollarla, insanlarla, olaylarla seni yoklamaya devam ediyor. Kırılganlık mesela; içinden cesaret dolu bir hikaye yaratmadığın sürece ruhunun boğazına yapışıyor ve bırakmıyor. Pişmanlık ha keza; keşkelere dönüşüp durdukça geçmişini altın tepsiyle önüne sunup duruyor, ta ki sen geleceğine dair bir bakış açısına dönüştürmen gereken bir duygu olduğunu görene kadar. Hele bir de öfke giriyorsa işin içine ya dışındakilere kör ediyor seni ya da kendi içinde birikerek tüm vücudunu hasta ederek ele geçiriyor, ta ki sen o duygunun ikincil duygu olduğunu görüp temeline ışık tutana kadar. Ve başımızın tatlı belası, bir araya gelince gücü eline alan korku ve kaygı; tesirine kapılırsan kendini çıkmazında bulacağın bir Meksika Açmazı, ta ki aslında seni hayatta tutmaya çalışan bir mekanizma olduğunu anlayana kadar..
Kontrolü ele almanın tam mümkün olmadığı yer duygular. Bunların ortaya çıktığı sahneyse davranışlarımız.. Asıl kontrol merkezimiz de burası aslında.. Akıl süzgecinden geçirip, karar verme yetkisini ele alabilirsek duygular kendi içinde bir dünya oluşturmuş olsa bilse o dünyanın yönetimindeki söz sahibi olabilmek bizim elimizde oluyor, ki sanıyorum elimizde olan tek hakta bu..
Duyguları anlamak, davranışlarımıza karar vermekte ilk adım olabilir. Kırgınlık kendimizi kapatmak yerine iletişim kurarak anlaşılmamızı sağlarken, korku kendimizi dünyadan soyutlamak yerine dünyada nasıl hayatta kalacağımıza ışık tutar hale gelebilir, kaygılar gücümüzü sınırlayan stresin altında ezilmemize neden olmak yerine başka çözüm yolları bulmamızı sağlayabilir.. Ve o malum döngü devreye görünür olarak girer; duygular davranışlara, davranışlar sözlerimize, ve bunların hepsi kaderimize yön verir..
Kendinizin kurbanı mısınız yoksa kahramanı mı, bunu bulmak süreci takip etmekten gelirken aynaya baktığınızda kestirme yolla cevap verebilirsiniz.. Bugünün cevabı dünkü seçimlerinize, yarının cevabıysa bugünkü seçimlerinize bağlı.. Dün kendi kurbanı olan, bugün kendinin kahramanı olabilir.. Tavrın değişirse kaderin de değişir..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın