..YOLUNU KAYBETTİYSEN, IŞIĞI AÇIK BIRAKACAĞIM..

Kadın aynadır, erkek ne verirse onu yansıtır. Gördüğüm bu söz aşk ve ilişkiler üzerine yazma isteği uyandırsa da içimde aslında daha derini yazmayı, derinden anlatmayı seven kız çocuğu alacak bugün eline kalemi.. Kadınlar karar verene kadar, erkeklerse anlayana kadar ömür bitiyor demiş Ruhi Mücerret. Bu sözün her sene farklı versiyonunu gören ve her seferinde bu cümlenin gerçekliğini yaşayan biri olarak kesinlikle katılıyorum.. İstisnalar var elbette, bu cümleyi oluşturan sınırları aşmış insanlar da var.. Onlara selam olsun..

Zihinsel ve ruhsal gelişimime yatırım yapmanın beni taşıdığı yerden memnunum, lakin bu memnuniyet evrilmek istediğini içsel sancıyla ve ruhsal varoluş acısıyla kendini gösterdiğinden beri hayli zorlanıyorum.. Artık daha net görüyorum kendimi, daha net duyuyorum ruhumu. Mesela yaralarımın kanamalarını, kaygılarımı nelerin tetiklediğini, gerçekten neyin beni mutlu edip neyin sadece öğrenilmiş bir edinim oluşunu, mesela neyi ne niyetle yaptığım konusunda emin oluşum eskisi gibi manipülasyon oyunlarına gelmemi engelliyor. Elbette kolay olmadı hatta yıllarımı aldı, sadece zamanımı da değil neşemi, enerjimi, inandığım şeyleri derken birçok şey dağıldı ortalığa.. Üzerime yıkılan enkazsa kaldırması en güç şeydi.. Bir bahar temizliği edasıyla geldim bugüne demek isterdim lakin öyle olmadı, ben ne kadar anlatırsam anlatayım cehennemden geçmeyen ateşin sadece yakacağını tahmin eder, ne kadar yaktığını ve ne derece sıcak olacağını istese de bilemez.. Bana kalırsa bilmesin de isterim, öyle sancılı bir yol çünkü.. Sadece kendini iyileştirmek değil mesela, ya da ihtişamlı bir yıkılış da değil. Bu öyle bir yol ki çoğu şeyden de mahrum kalıyor insan; eğitimlerden, hayatın eğlencesinden, kendini geliştireceğin hobilerden, belki yeni yerler keşfetmek ya da farklı diller öğrenmek derken hayatın içinde olan ne varsa işte.. Şimdi ben size zor desem ne fayda ki. Bir yandan kendini iyileştir, diğer yandan hayatta kalmaya çalış, öbür yandan da hayata geç kal.. Hiçbir şey için geç değil zırvalarını bırakalım, elbette her gün bir adım atarak başlanabilir bu doğru, lakin iş sizle ve kendinizi disiplinli biri kılmakla bitmiyor ki, hayat siz yaralarınızı sarıp kendinizi iyi ediyorsunuz diye beklemiyor. Değişiyor, dönüşüyor, dün mümkün olanlar bugün zor oluyor derken tam bir Meksika Çıkmazı..

Ne büyük ironi, kendin yaratmadığın travmaları ve kendin açmadığın yaraları tek başına aşmak ve iyileştirmek zorunda olmak.. Hayatın tuhaf bir ikirciliği var. Artık bunu görebiliyorum, anlayabiliyorum. Bu da beni bahanelerin arkasına saklanmaktan, koşulları bahane ederek sorumluluk alma işinden kaçmaktan alıkoyuyor..

Velhasıl bugüne kadar geldim.. Sınırlarım olmadığını anlayınca yavaş yavaş sağlıklı sınırlar çizmeyi öğrendim, dostluk ve arkadaşlık konusunda herkesi sever güvenirim kızı olmakla birlikte daha net tavırlar ve hak ediş olduğunu anladım, aile konusunda zorunluluk değil gerçek bağlılık ve sınırlar konusunu fark ettim, aşk konusunda hiç sormadığım sorular sorup gerçekten ne istediğimi anladım.. Peki bunca farkındalık ne işe yaradı? İnsan farkındalık yaşayınca hayatı gül bahçesi olacak sanıyor, evrenin sırrına vakıf olmaya başlayınca dans edercesine yaşayacağına inanıyorsun bir an.. Aslında pekte öyle olmuyor, hatta içsel sıkıntılar ve ruhsal sancılar daha da artıyor. Çünkü önceden otomatikleşen seçimler ve tepkiler yerini sebebini anladığın bir açıklığa, karşındakileri daha çıplak görmeye başlamak tam bir lanet. Çünkü hem anlıyorsun hem acısı katlanıyor.. İşte tam bu noktada ikinci aşama başlıyor; sevmek, minnet duymak, anlamak, empati yapmak kıymetli evet lakin bunları hak edene vereceksin. Otomatik pilota geçen alışkanlıklar hayatına hizmet etmiyorsa koleksiyoncu gibi sahip çıkmak yerine yerine yenisini koyacaksın, sınırlarına saygı duymayanı kendi çemberinde bırakacaksın, elbette anlatacaksın paylaşacaksın baktın karşında muhatap yok tatlı bir gülümsemeyle sessizce uzaklaşacaksın.. Bunlar ailemle olan bağımı sağlamlaştırırken, dostluk konusunda daha güvenli ilişkiler kurarken hop bir boğulma hissi ortaya çıkıyor. Yetmiyor, bitmiyor, ne kadar ben oldum dersen de o kadar eksiksin diyor hayat.. Artık geriye de dönemezsin o boş mutluluk getiren aptallık sınırını geçmişsin çünkü. Hayatta akmaya devam etmiş.. İnsan ne yaşadığını biliyor da yazarken bile boğuluyor..

O eksiklik vurdukça yüzeye yine bir seçim zamanı diyor özü insanın.. İşte geçen eylül çokta düşünürek sayılmaz lakin o seçimi yapıp hayatmış, emekmiş, yıllar geçmişmiş, hayata geç kalmışmışım demeden yapılan o seçim.. Akabinde yüzeye çıkan katarsisler, hareketsizlik hali, kararsızlıklar, başlamayı bilmediğin yollar.. Lakin suya atılan taş dibe çöktüğünde, suyun bulanıklığı azalmaya başladığında tamam diyorsun yeniden güneş belirmeye başladı.. Hakikaten de öyleydi biliyor musunuz..

Emeğimin karşılığı olmayan işimden istifa etmiştim, dostluk konusunda kaliteli vakit geçirdiklerimle sohbet ederken tasrif etmediklerimle arkadaş sınırında kalıyor, misafiri olduklarımda bile samimiyet dozumu çizgimi bozmadan ayarlıyordum, bunların dışında iyi gelmeyenlerle zaten yolları ayırmıştım. Hiç inancım yok diyerek kafamı bile çevirmediğim, arayışımın olmadığı ve ne istediğimi bildiğim aşk konusundaysa hayat son dakika golünü atıp bana yeni yaşımın en büyülü hediyesini vermişti.. Tabi benim kendini hemen bırakmayan, yeniden yara almamak için güzel şeyleri bile görmekten korkan, hiç kimsenin kaygılarımı tetiklemesine izin vermeyeceğim dediğim canım kendim.. Başlarda biraz savaşan, aman yaralarımı görmesin diye, kendim hallederim diye güç gösterisi yapmaya alışmış, kontrolü elden bırakınca yeniden düşeceğini düşünen içimdeki o tatlı kız çocuğu.. Yavaş yavaş güvenmeyi de, aşka inanmayı da, kendini açmayı da, kontrolü bırakmayı da nasıl da zorlu ve sıkışarak öğrendin.. Tam da ruhum şarkı söyleyemeye başlamıştı, kimi zaman slow kimi zaman 9/8’lik lakin hep bir müzik çalıyordu.. Tam dedim ki sanırım bu sefer oldu, bu sefer hakikaten değdi..

Hayat yeniden boğazıma sarılana kadar, sadece uyuyormuşum aslında.. Uyku tatlı, rüya büyüleyici olunca uyanmayı öyle istememişim ki nefessiz kalana kadar sıkmış hayat boğazımı.. Büyük bir kalp çarpıntısıyla uyandım, elim boğazımda, gözlerim dolu, nefes alabilmenin gücünü ciğerlerime hissettirene kadar burnumdan soluyup durdum..

Kontrol ettim önce o ana kadar emek emek, ince ince işlediğim her şeyi.. Aile konusunda tamam, dostluk tamam, iş konusu hala emeğime değecek bir adım atılması gerekiyor, ve aşk işte buldum.. Nefesim düzene girene kadar bir buçuk hafta kadar geçti. Bağırıp sesimi duyurmaya çalıştığım da oldu, sükunete sığınıp anlaşılmayı beklediğimde. Görüyordum geçmişinin yaraları, bugünün stresini, seçtiği hayatın içindeki öncelikleri derken görüyordum.. Konuştum, küstüm, ağladım, kızdım yani denedim.. Şimdiyse emin olduğum şey artık; çözüm ararken savuşturulan savunmaların, yaptıklarımı eleştirmenin, kaygılarımı bile isteye tetikleyişinin, yaralayıcı ve yargılayıcı cümlelerin karşısında suçlu hissettirme çabalarının benimle ilgisi olmayışının.. Şöyle elbette insanım hatalar yaparım, kırıcı konuşurum bende etten kemikten ama aramızda kocaman bir fark var! Ben yargılamam, ben suçlu hissedilsin diye kırıp dökmem, yaptıklarımda vicdanım rahattır çünkü ihanet etmem, haklı çıkmak için karşımdakini darmaduman etmeye kalkmam..

Mükemmel miyim hayır, olmayı ister miyim, hayır. Kusurlarımla varım! Bu beni eksik yapmaz, bu beni suçlu yapmaz, bu beni nitelendirmeye etiket koymaya çalıştığın kişi de yapmaz.. Kendini kabul eden birinin karşında en çokta kendini olduğu gibi kabul edişi, hatalarını telafi etmek çabası ve her şeye sevgiyle bakma arzusu sende öfke uyandırıyorsa o seninle ilgili bir problem.. Zaten hep böyleymiş, insanların şeffaflığına önem vermem de bu yüzdenmiş..

Yüce gönüllü, aziz, kutsal bir alim olma çabam yok.. Hiç olmadı! Bir sevgiye inancım var her yarayı sarışına inanıyorum, çünkü nerede yara görsem benden bilip gerekirse kendimden sakındığım sevgimi çıkarıp heybemden sunuyorum.. Bir güvene inancım var, kimsenin kalbine şüphe ekmemek için kendimi sokakta bırakacak kadar tedirginlikle davrandığım, bir sadakate inancım şöyle bir dönemde bulmasının en pahalı şey olduğuna şahit olduğum..

Kusura bakmayın.. Kendimle savaşırken yanınızda olma çabam eksik kaldıysa, kusura bakmayın yaralarımla depresyonumla baş etmeye çabalarken diplomalarıma yenilerini ekleyemediğim için, kusura bakmayın böyle bir dünyada kendim olma savaşı verirken sizi anlamakta bazen zorlandığım için ve kusura bakmayın bunca şeyi tek başıma yaşarken bekletimin pahalı hediyeler, para, pul, statü, ev, araba olmasını istemediğim için..

Ve kusura bakın.. Sevgiyle yaklaştığımda canımı bile isteye yaktığınız için, kusura bakın bu beni üzüyor dediğim şeyleri tekrar etmenize ses çıkarmadıkça kendinize bunu hak gördüğünüz için, kusura bakın kaygılarımı sesli anlatacak kadar güvendiğim halde bile isteye oradan vurduğunuz için ve kusura bakın en kıymet verdiğim şeyleri sevgiyi, sadakati ve güveni gözünüzü kırpmadan yerle bir edecek cesaretiniz olduğu için..

Bugün biter. Eylül gelir yeniden. Ben kusuruna bakanla kusurlarını görmezden geleni ve telafi etmek için emek verenle yerle bir etmek için çabalayanı tüm gerçekliği ve çıplaklığıyla görürüm elbet.. İşte o an, dünden farklı olacak çünkü artık neşesiyle, zamanıyla, enerjisiyle bedel ödeyen olmayacağım.. Savaşarak kazandığım ışığımı hak edenler için, onların kayboluşunda yolunu bulması için harcayacağım..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın