..ÖNCE İNANDIM, ŞİMDİ UYANDIM..

Dünyada en kötü insan kimdir? Ya da kötü diye nitelendirdiklerimiz mesela? Sadece suç işleyenler mi? Peki ya diğerleri?

Mesela kırıla döküle bir hayat yaşamış, yine de kendini her gün yeniden ayağa kaldırmaya zorlamış, kalbimin her parçasını ilmek ilmek toparlamış, yıllarca emek emek iyileşmeye çalışmış birinin yaralarını kanatmak, bile isteye kırmak kalbini, hele de yaralarını bildiğiniz nerelerden kırıldığını bildiğiniz birini bilerek kırmayı seçmek kötülük değil mi mesela? Bir çocuk hevesiyle hayata karşı dimdik durmaya çalışırken, onca yaraya bereye rağmen yine de inanmayı seçerken, elinde ayazdan kıştan sakınıp koruduğu bir tek sevgisi kalmış birinin tam da sevgisinden vurmak kötülük değil mi mesela?

Asıl kötülük ne biliyor musunuz, bir canlılığa zarar vermek. Hem de bunu göz göre göre yapmayı seçmek.. Dünya tarihinde, kültürler arasında iyi kötü tanımı yasallarla belirlensen de bunun dışında da bir kötülük, iyilik tanımı var.. Var olan canlılığa zarar verenseniz kötüsünüz kim olursanız olun; kandıran, aldatan, çalan, öldürenden farksızsınız. Canlılığa zarar vermeden üstüne bir de yeşertmek için çabalayansanız iyisiniz.. Bu kadar net.. Karmaşaya gerek yok, ama ben kimsenin malını çalmadım ki gibi savunmalara da gerek yok.. Ortası da yok..

Mevsimler zamanı gelince değişiyor, yağmur buluta yük olmaya başladığında bırakıyor kendini yeryüzüne, gece gizemini koruyor her seferinde, gündüz seni beni görmeden ışıldayarak kendini gösteriyor.. Sen aşık mısın, aldatılan mısın, mutlu musun, huzursuz musun, yaralı mısın, neşeli misin bunları hesaba katmadan. Duyguları var etmek ya da yok etmek için değil. Bu alanlara bir etki yaratmak amacıyla da değil.. Sen yağmura bakınca içinden dans etmek mi geliyor yoksa yağmur ruhunu mu daraltıyor bunlara bakmıyor yağıyor öylece.. Kısaca hayat sen üzülüyorsun diye durup sana yol vermiyor. Bundan dolayı da kendini suçlu hissetmiyor.. Oysa biz insanlar öyle mi, sebepler sıralıyoruz, sonuçlar çıkarıyoruz her durumdan..

Hayatımıza gelen insanın hikayesindeki yaralara berelere aldırış etmeden yaralamayı seçebiliyoruz.. Bedeninde gizli kalmış travmalara aldırış etmeden tam da oralarda gezinip travmatik hücreyi bulup uyandırmayı seçebiliyoruz.. Yasalara uymayanları suçlu ilan etmek kolay. Peki ya kalbi yaralara dolu olanı bile isteye kırmakta kötülük değil mi, kaygılarına rağmen hayata adım atmaya çalışana çelme takmak kötülük değil mi, kendi yolunda zaten iyi olmayı her gün seçen birinin üstüne başkalarının talan ettiği bahçeleri yeşertme çabasına, çırpınışına rağmen bunu yapanı kırıp dökmek kötülük değil mi?

Kıran döken diplomalarına sarılıp ben ulaşılmaz ve mükemmelim naraları atarken gerçekten onun kalbinin iyi olduğuna inanır mısınız mesela? Anlıyorken onun sevilmeyi bilmeyişini buna rağmen sizin sevgiyi emek emek büyütmenize bile isteye ihanet eden sultan ya da başarılı bir profesör olsa önemi var mıdır sizin için?

Ünlü fizikçi Richard Feynman ”eğitimi asla zeka ile karıştırmayın, doktora yapabilir ve yine de aptal olabilirsiniz” demiştir. Ki bizzat bu sözün ete kemiğe bürünmüş olanlarını gördüm, hatta körelmiş kalplerinin bir nebze olsun ışık alabilmesi için çırpınmışlığım dahi var.. Bu tarz konuşmalar oldukça riskli aslında çünkü kibirli olanları öfkelendirirken, kendini bilen insanları gülümsetir.. Benimse en sevdiğim şeylerden biridir insanların kendilerini gösterdikleri gibi olmayışlarını çözmek.. Kendimi bilme yolunda benimle olması gereken benimle yürür, olmaması gerekenle yollar ayrılır modundayken bu oyunu oynamak kolaydı.. Lakin nereden bilecektim ki aşık olduğum insanın olduğu kişiyi gördüğümde, ona kim olduğunu yansıtan bir ayna olduğumda içindeki gerçekliğin ilk beni yakacağını? O kendisiyle yüzleşmek yerine, sevilirken iyileşmek yerine yüzleşmek zorunda kaldığı aynayı yani beni kırıp dökmeyi tercih ettim.. Oysa içindeki 8 yaşında terk edilmekten korkan, sevilmeyi öğrenememiş o kaçıngan çocuğu nasıl da yürekten seviyordum, görmek istemedi.. Eğer aynayı kırmak yerine biraz daha derinden bakabilseydin beni kesen bir cam parçası olarak görmek yerine onun kalbine ışık veren bir aşk olarak görebilirdi..

İşte benim canlılığımı öldürmeyi seçenler arasına bir aşk hikayesi daha böylelikle girmiş oldu.. Ben de dersimi aldım ama.. Her konuda yavaş yavaş sınır çekmeyi öğrenmiştim, aşkta da barış’tan sonra öğrendim demiştim kendime. O yüzden de yıllarca takılmaya gelenleri, yüzeysel bağ kuranları hep kırmadan uzak tuttum kendimden.. Hayat dedim, dener. Bakalım kendine verdiğin sözü tutabilecek misin, kalbine layık olan gelene kadar kalbini koruyabilecek misin, seni son bir kez daha dener.. Yıllar sonraysa gelen aşkın mucizevi bir aşk hikayesi oluşuna inanmamın kökü aslında sadece yaralarıma dayanmıyor, o yaraları şifalandırmak için gözyaşıyla geçen kaç sessiz ve yalnız gece var, kaç savaş var, kaç yenilgi var bir bilseniz..

Peki benim kırıntısı kalmış neşemin, sevgisinden sürekli yara almış kalbimin, tahrip edilmiş çocukluğumun hikayelerine rağmen yeşertmeye çalıştığım o aşkın canlılığını yıkmakta kötülük değil miydi? O emek emek inşa etmeye çalıştığım küçük hevesimi kursağıma tıkmakta kötülük değil miydi?

Şimdiyse daha net anlıyorum, hala kanasa da yaralarım daha derinden anlıyorum.. Kırıntılardan oluşan bir neşe değil, bütünüyle var olan bir neşeye layık olduğumu. Çırpınarak ilmek ilmek değil, zaten kalpten çabaladığım ve huzurla gelecek sevgiyi hak ettiğimi. Çocukluğumda kaskatı kalmış bedenimi, kaygıları öğrenmiş aklımı daha da incitenlerle ve beni bile isteye kırıp dökenlerle değil, kalbimin ve ruhumun sevgisini görebilmeyi ve bu gördükleri aynada derinlere bakabilme cesareti gösterenlerle yol yürümeyi hak ediyorum..

Her cephede yavaş yavaş kendini bilmiş, yolunu bulmuş ben tek bir cephe de kendimi teslim etmeye hazırmışım meğer.. Aşka.. Hele de geçmişin kendiliğinden oluşturduğu güvenli bir dostluğun, yine kendiliğinden gelişen o adımlarına, öyle hazırmışım ki kendimi bırakmaya, hayatta bir şeye hiç bu kadar gönülden teslim olmayı istememişim.. Ve öyle güzel bir kalpti ki kendini durduramayacak kadar güveniyordu kalbi bana.. İşte demiştim işte aramadan bulduğum ama sanki çocukluğumdan bu yana hep düşünü kurduğum aşk bu..

Tam bir buçuk aydır yazsam da, ağlasam da içimde kırgınlıklar taşıdığım bu aşk hikayesi, aslında bana sır aynası olmuş, sadece ben değil aynı zamanda benim içinde bir başka hikayenin başlangıcını yaşayabilmem için meğer bana yoldaş olmuş.. Ben ki köksüz medeniyetimin kadim kralı dedim hayatımda ilk kez birisine, ben ki mabedime elini tutup götürdüm ilk kez bir aşka inanarak. Ben ki hayalini bile kurmaya korktuğum şeyleri suya sesli söyleme cesareti göstermeye başladım.. Çok kızgındım, bir yandan farkındalıklarla dolu yetişkin halim bu kızgınlığın aslında çocukluğumun o terk edilmek o güvenle bağlanmamak dolu hikayelerinden dolayı olduğunu bilse de yine kızmaktan vazgeçmek istemedim.. Çünkü ona kızmak bile aşkımı beslemekti bir yandan..

Oysa gerçekte inşa etmek istediğim aşk özgünlük ve özgürlük doluydu. Geçmiş yaraların, hayatımızda olan ya da hayatımıza dahil olmaya çalışan insanların kirletemeyeceği ve zarar veremeyeceği, birbirimizin çocukluğuna yuva yetişkinliğine oyun arkadaşı olduğumuz biz aşk.. Biliyor musunuz başarabileceğimiz tam da buymuş.. Tabi ben kaygılarla o ise kaçmakla ortalığı savaş alanına döndürmeseydik.. Olan oldu, olacak olan olacak..

Ben yaşadığını yazan, yazdıklarından kaçan bir köksüz medeniyet inşa etmişim aslında.. O medeniyetimin tahtını köksüz birine bırakmayı seçmişim.. İçten içe de aslında o tutsa elimi kök salsak istemişim de işte öyle içten istemişim ki fısıltısını ben bile duyamamışım.. İşte hayatımda onca ayna tutan oldu, onca insana ayna oldum. Ayna olduklarım çoğu zaman kırıp parçalasa da beni yüzleşmek istemese de, bana ayna olanların yansıttıkları yansımamdan ben hep kanasam da korksam da bir yüzleşme yaşamaya gayret eden oldum.. Oysa bu sefer karşımda bir boy aynası vardı; geçmişin her zerresini önüme koyan, üstesinden geldiğim ya da yenilgiye uğradığım her bir zaferi her bir mağlubiyeti yansıtan, korkularımın tamamını ortaya çıkaran, kaygılarımın kökünü gösteren bir boy aynası.. Tam 37 gün oldu bugün.. Ve ben ilk kez kalbim hafiflemiş hissediyorum..

Çünkü aşk, hele de benim çocukluğumun en gizli hayali olan aşk fısıltısını duyurmayı başardı.. telefonum arkasında duran fotoğraf, çocukluğumun geçtiği Nazilli’min sokağında çekilmiş, kar helvası yerken çekilmiş o bir fotoğraf yaralamaktan vazgeçti beni. Yeni evimin hayaleti değil, o evimde başlangıç yapabilme umudu vermeyi seçen minik bir tohum oldu bana..

Önce inandım, yaralandım, ifşa ettim yaralarımı. Sonra duruldum, kanadı yaralarım, şifa aradım.. Şimdiyse iltihabı akmış yaralarım kabuk bağlamaya başladı derdim devanın kendisiymiş, yavaş yavaş uyandım.. Artık inşa etmek zamanı..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın