..DNA KODLARINI HACK’LEMEK..

”Kaynak benim, peki ya kaynağımın ham maddesi ne ?..

Var olmak.. Hep var mısın? Wake up Neo, wake up..

Geçmişi de iyileştirmek mümkün müdür?

Adım adım gerçekleşen bir süreç; kısa yol masalları, her yarayı kökünden temizlemek, her bir inancı anında değiştirmek hikayeleri ne çok boğmuş meğer ruhumu.. Ben demişim, ben kalbimi ilmek ilmek kendi zamanımdan bugünümden çalarak iyileştirdim de her seferinden nasıl bu denli derinlere işleye işleye kırabildiler. Ben emek emek sevgi, sadakat, şeffaflık demişim de nasıl olur en çok buralardan yıktılar.. Nedeni nasılı bitmez bir sorgulama hali.. Hem de en kıymet verdiğim en derinimi açtığım yer, kalbim..

Mahzenime indim. İnmek istemesem de en dibine kadar atıldım aslında.. Sorumluluk almak demek sadece eğitimde başarılı diplomalar, kariyerde alkış alan yükselişler, dimdik ayakta durmalar, her anın içinden güçlü bir şekilde geçebilmelermiş.. Bu benim 27 yaşıma kadar etimle kemiğimle, kendime rağmen ayakta tutmaya çalıştığım bir hikayeydi.. Çalışmayı hiç bırakmadım, üniversite hayatım boyunca hem çalıştım hem de bulduğum her projede gönüllü oldum.. İyi geldiğim her bir cana, canlıya daha da sevgiyle yaklaştım. Ben onlara sevgiyle gittim, beklemeden uzattım elimi, onlardansa bir güzel söz, bir çocuk neşesi görmek yetiyordu bana.. Hatta bir gün bir okul projesinde sadece çocukların değil bir öğretmeninde hayalini gerçekleştirmişiz, proje bittiğinde öğretmenden bunu duymak öyle iyi gelmişti ki kalbime kendi içimde bir küçük mutluluk kaynağı akıyordu o zamanlarda.. İşte diyordum benim küçük dünyamın ham maddesi bu, sevgi..

Kalbimden akan sevgiyi hiç esirgemedim bu hayatta, kimseden.. Hayatımda olsun olmasın her canlıya, ne kadar yaralanırsam yaralanayım kimsenin yaşattığını bir başkasına duvar diye örmemeye gayret ede ede akıttım sevgimi.. Kalbimi akıtırken benden eksilenleriyse görmezlikten gelmişim.. Şimdilerde tüm kızgınlığımsa kendime. Kızmamam gerek, etrafa saçtığım şefkati kendime de sunmam gerek desem de içimdeki kızgınlık öyle güçlü ki en zorlandığım konu bu aslında.. Sevgilim kendini güçsüz mü görüyor ona onda gördüğümü anlatıp hemen güç verme çabalarım, arkadaşım kendini yetersiz mi görüyor ona onca başardığı şeyleri kendisinin başardığını hatırlatma çabalarım, ailemde bir kriz mi baş gösteriyor onlara hemen bir çözüm bulma çabalarım.. Ya ben, peki ya ben, konu ben olunca ne kadar da sert dilim, ne kadar da katı kalbim kendime karşı..

Kendimden eksiltmişim.. Eğitimde başarılar eklemek yerine depresyonumla mücadele etmişim, kariyerimde yükselişler yaşamak yerine yaralarımı iyileştireceğim diye kabuğuma çekilmişim, hayat inşa etmek yerine hayatımın yavaş yavaş yıkılışını izlemişim oturduğum koltuktan.. Şimdi gerçekliğimle baş başayım.. Nereden başlayacağımı bilmiyorum, malum aileden de miras yiyen biri değilim keza miras olarak bırakacakları şeyin parayla alakası da yok el elde baş başta kaldım derler ya tam da o hal işte..

Ben başarılıydım, ben maceraperesttim, ben hep emek emek inşa edendim. İşte bunların hepsi yıkıldı.. Tam da 31 yaşımda ne param, ne işim, ne diplomama katkısı olan bir eğitimim, ne çeşit çeşit dil bilgilerim, ne de ortaya serebileceğim bir şeyim var.. En büyük başarılarım düne ait olanlar, en macera dolu anılarım dünde kalanlar, en heyecanlı aksiyonlarım dünde kalanlar.. Kalbim yorgun, aklım bitkin, duygularım sönmüş, hedeflerimden bin ağaç uzaklıktayım sanki..

Ben şimdi ne yapacağım? Tastamam 45 gün oldu, eylül 16 tarihi bir nefes alışla bir nefes veriş arasında ne denli uzun mesafe olabilirse en uzununu soluduğum gün.. Ha gayret kızım, bak bir ayna daha var karşında, bak bir derin yara daha kabuğunu kaldırdı.. Sen kalbini açtın, tam da oradan vurdu.. Aynı hikayeler, aynı döngüler, aynı ilişki kalıpları.. Ayrılığın yasını tut, çünkü sen en çok kendine sadakat duyansın, bırak o ister diğerleri gibi kucaktan kucağa koşsun, isterse senden gördüğü kendine saygı duyma halini hatırlayarak sevgiyi lekelemeden devam etsin bu onun seçimi.. Sen bu döngüyü yıkansın, kıransın.. Dalama geçmişin dehlizine sakın, geçmiştekiler yaptı sen sorguladın sonrası hayat sana onların mutluluğunu alkışlattı, sen çocuk kalbimi kırıp üstüne nasıl mutluluk inşa ederler diyerek çekildin kabuğuna blah blah blah. Bu hikayeler orada kaldı, sen o hikayeler üzerine tam 4 sene kendini, ruhunu, gerçekliğini inşa etmek için kalbine dönensin..

Desem de insanın kendini iyileştirmesi öyle ağdalı bir süreç ki yaşamayan sadece dinler, izler ama asla anlayamaz.. Yarayla alay eder yaralanmamış olan derler ya o hesap.. Kızmıyorum artık, kızacak kimse kalmadı.. Bu sefer de aynı hikaye döngüsünde başka hayaletler hortladı; çocuk kalbime nasıl kıydı, ona en derin sırrımı anlattım oysa bu sırrın yarasını görmek yerine eski sevgilisinden bahsetti, benim kaygıyla acıyla kalakalacağımı bilirken en bildiği yerden kırdı bu kötülük değil mi blah blah blah.. Sorgulamalar farklı olsa da hikayenin derininde yatan şeyler aynıymış meğer; kendini yetersiz hissetmek, kıyaslamak, hor görmek, sevgiye layık bulmamak..

Beklemek, istemek, terk edilmekten korkmak, korkular ve kaygıların yönlendirmesiyle test etmek, sanki karşımdaki benim kadar kendini bulmuş bilmiş biriymiş gibi beni derinden anlarmış gibi bir teslim olma hali.. En nihayetinde kendini gerçekleştiren kehanet, en nihayetinde derinlerde yatan hortlamak isteyen yaraların hayaletlerin baş göstermesi.. Ben şifa bulduğum dediğim yerden hayatın bana bak bakalım bulmuş musun, bak bakalım doğru olanı mı seçmişsin diye yüzüme ayna tutuşu.. Ah öyle çok isterdim ki son ilişkilerimdeki insanlar gibi kendimi sorgulamak yerine suçu karşımdakine atarak onla bunla yüzeysel tatminler yaşayan, kırılmış dökülmüş umursamadan kendi bencilliğimi seçen olmayı.. Bu bile, bu istek bile kendim olma yolculuğumdan uzaklaşmak için bir kaçış aslında.. Kaçmıyorum evet, lakin yolu bulmak öyle zor ki..

Kendi gerçekliğimi bulmak ve bilmek bir anlık değilmiş meğer, her gün her gün pratik etmeliymiş insan.. Madeninden hortlayan düşünceler girdabında geçmişe savrulmak öyle kolay ki. Bana niye bunu yaptı, beni niye kırdı diye başlayan ardından ben şimdi ne yapacağım, nereden başlayacağım, nasıl öğreneceğim diye kendime yüklenmeler.. Bunların arafında ara sıra başımı sudan çıkarıp nefes alıyorum, tam diyorum ben hep inşa ettim yıkıldı yine de yaptım yeniden yapabilirim, sonrasında hayat önüme bir fotoğraf çıkarıyor hiç tanımadığım bir hesaptan bak diyorum nasıl mutlu, nasıl da umurunda değil, hop aynı girdap..

Bu bir yol, yolculuk hali. Olmak, olabilmek, inşa edebilmek aslında sadece süreçte kalabilmekle ilgili.. Sürekli yolda olmak, nasılı sorgulamamak için neyi istiyorsa onu sunmak hayatına da.. Ben yapabilirim kandırmacalarıyla hayallere dalmak değil, ben şuan ne yapabilirime bakmak.. Dans etmeyi seviyorum, kemanımı seviyorum, yazmayı seviyorum şimdide şuanda bunları yapabilir miyim evet o zaman kalkmak ve yapmak, yazmak.. Evet doktora yapmadım lakin kendimi eğitmekten de hiç geri durmadım demek. Evet ülke ülke gezmedim lakin hayata da imkanlarım dahilinde karışmaktan kaçmadım diyebilmek. Evet birçok dil öğrenmedim ama kendi dilimde de kimseye derin yaralar açmayacak kadar insana, insanların hikayesine önem verdim demek..

Öyle bocalamıştım ki o can havliyle bir yandan nefesimi tutup kendime boğulduğumu fark edemezken hemen nasıl gideceğim, nasıl başaracağım demelerin kaygısıyla daha da boğdu kendimi.. Öyle yetersiz hissettim, öyle bomboş hissettim ki kendimi eğer dedim eğer depresyonla, beni görmeyenlerle emek emek uğraşmak yerine devam etseydim şimdi şu 4 yılda nelere sahip olurdum ah. Yüzmeyi öğrenebilirdim belki, kemanımı kutusuna hapsetmek yerine parmaklarıma Paganini ruhunu üfleyebilirdim belki..

Ya şimdi, geç mi kaldım, yetersiz miyim gerçekten? İşte bu bile alışkın olduğum hikayenin canlı kalma çabası. Öfkemle dans eden ruhumun beni hayattan alıkoymasının temel taşı.. Acıttı, kanattı, ağlattı, kaygılarla beni boğdu günlerce. Yine de başardım, sonunda başarabildim, başımı sudan çıkarabildim nefes almayı başarabildim.. Bir sınavı kazanmak kadar alkış almasa da ben başarabildim bugün o suyun içinde nefes alabilmeyi.. Nefes ne kıymetliymiş meğer, kendimi ne denli boğmuşum meğer..

DNA yazılımlarını keşfettim, bir yapay zeka mühendisi kadar takdir görmedim. Bu yazılımı hack’ledim bir sistem uzmanı kadar alkış almadım.. Çünkü dünya masaya yatırdığın, sahnede sergilediğin, duvara astıkların karşısında alkış tutar ezberi benim tüm öğretilerimi bozmuştu.. Kendimi bildim, sabrı öğrendim ve idrak ettim. Tevazu göstermen gereken yerle ben bu konuda iyiyim demen gereken yerin farkını.. Dünyaya karşı kendimi yetiştirdim derken öyle büyük bir tevazuyla başımı eğmişim ki dünyada karşılığında zaten sen kimsin ki mahcubiyeti duyacağım, yetersiz hissedeceğim aynayı sunuvermiş önüme..

Oysa bir cerrah alanında iyiyse aman canım ben kimim ki demez, aksine evet ben bu konuda iyiyim der işe koyulur. Bense kendimi yetiştirmiş olmanın, emek emek verdiğim kalbimi dünyaya açabilme cesaretimin üzerini öyle örtmüşüm ki kendi değerimi DNA’mdan silmek için yazmışım yeni kodlarımı.. Şimdi ilk adım, ilk nefesle birlikte suya teslim olabilmekte.. Yüzmeyi hemen öğrenemeyebilirim , bana yüzme öğretecek sabrı sevgiyi gösterecek olanla yolum kesişmemişte olabilir. İşte ikinci adım da bu, neden ben öğrenemedim onlar öğrendi kıyaslamalarını bırakmak. Ve üçüncü adım, beklemeyi azat etmek..

Senelerce suyun içinde yaşamış, yersiz yönsüz yaşamış biri nasıl da öğrenemez yüzmeyi demeler bitti. Bitmese de o düşüncelere sürekli saplanıp kalarak yüzeye çıkamayan başımı su üstünde tutma hali için elimden geleni yapacağım.. Suyun içinde oradan oraya yüzenleri görüp kendimi yetersiz hissetme halleri bitti, bitemese de onların yolculuklarıyla kendi yolcuğumu kıyaslama düşüncemi dönüştüreceğim. Ve son olarak ben o suyun içinde onca ağırlığa rağmen yaşamaya çalışırken yanıma gelip sanki bir kulaç atacakmış gibi davranıp daha da fazla ağırlık yükleyerek uzaklaşanları sorgulama hali bitti.. Çünkü bu hayatta duymak istemeyene suyun altında kalan bedenime bağlanmış ve beni aşağı çeken onca ağırlığı anlatmak sadece ağızdan baloncuk çıkarmakmış anladım..

En önemli yolda olma hali, bu yolculuk hali bir süreçmiş. Hemen olması, hemencecik iyileşmesi, hemen bir çözüm bulunması bunlar birer masalmış.. Kendi kendime boğulmamak için, nefes alamadığımı idrak edemeyişimi fark etmemek için tekrar ve tekrar anlattığım bir masal.. Ben masal anlatırken hayatta benden duyduğunu bana yansıtmış, o yansımalarda öyle derinden sevdiklerim varmış ki onların görüntüsü kaybolmasın diye daha da bir tutmuşum nefesimi. Onların yansıması kaybolmasın diye çırpınırken ben en çokta kendimi kaybetmişim..

Masal bitti.. Bu sefer uyandım.. Yüzeye çıkmayı başarabildim. Nefes almaya başladı ciğerlerim.. Şimdiyse o yansımalardaki hayatı seyrederek uyuşturduğum aklımı canlandırma zamanı. Şimdiyse onca ağırlığı geçmişte bana aşk adı altında, genetik adı altında, yaşanmışlık adı altında yüklemiş olanları o ağırlıklarla birlikte geçmişte bırakma zamanı.. Ve acele etmeden, suç aramadan, başkalarının attığı kulaçların dalgalarında kaybolmadan suya teslim olma zamanı.. Hakikatin amacıdır aşk, diyen dilimin hakikate teslim oluş zamanı.. Su hakikattir demek, suya fısıldamak kendi gerçekliğimi, ve kalbimi aşka teslim edebilmek zamanı.. Suyun beni de kucaklamasına izin vermek zamanı..

Dünün kaderi yaşandı, yarını kaderi yaşanacak misallerle dolu. Oysa bugün yaşamın gerçekliğinin tek anavatanı.. Şimdi köksüz medeniyetimin kadim krallığında bugünümü inşa etme zamanı.. Yol nereye demeden, yolda savrulmadan, nasıllara gömülü kalmadan..

Bir ben var benden içeri, benden öte, benden azade diyerek.. Kendimi bildim, bugünümle kendimi inşa ediyorum diyerek.. Sevginin kaynağı olan kalbimi, yaralara ve dünün hikayelerine teslim etmeden güzelliğinin ve sahip olduğunun kıymetini köksüz medeniyetimin evi oluşunu hatırlatarak ona, evimi yeşertmek zamanı şimdi..

..SEVGİLERİMLE..

Yorumlar

Yorum bırakın