
Uyandım.. Yatağımda biraz uzandım.. Günlerdir rüyalarım belirgin bir halde, aklım uykudan alamadığı verimi gün içerisinde dalıp giderek alma çabasında.. Artık savaşmak yok, o bir düşünceyle bana geldiğinde derin bir nefes alıyorum ve soruyorum ona ne oldu da bu düşünceyle birbirimizi meşgul etmeye ihtiyaç duyuyoruz diye.. Başlarda bocalayan aklım şimdilerde yavaş yavaş alışmaya başladı bu duruma..
Bugün daha bir uyandım.. Limonlu suyumu içtim, yatağımı topladım, attım kendimi yere plank duruşunda bekledim biraz.. Aklım rüyamı analiz etmeye, hemen yitip gidenlerle ilgili düşünceleri sermeye başlasa da önüme sakinleştirmeyi başardım.. Bugün yeni bir deneyim halindeyim aslında.. Kendimi son 4 yıl içerisinde ama yaşadıklarımdan dolayı, ama kalbimin kırgınlıklarından dolayı içime içime öyle sindirmişim ki hatırlamayı unutmuşum. Unuttuklarımı ise hatırlamaya başladım..
Kimdim ben, neleri yapmayı sever, neleri sevmez, nelere net sınırlar koyardım, hangi hikayelerde kahraman, hangi hikayelerde kötü bir cadıydım mesela? Ne zaman yola çıkardım, nerelere giderdim, nasıl oyunlar oynardım mesela?
Işığımı gören hayranlıkla geldi, neşemi gören merakla geldi. Peki ya o ışığı keşfetmek için geçtiğim karanlığımı gördüklerinde, neşemle inşa ettiğim cennet için içinden çıplak ayakla geçtiğim cehennemi gördüklerinde ne oluyor? Onlarda korku, anlayamama hali olurken bendeyse kendimi açmanın ve kalbimi korkusuzca ortaya koymanın hissettirdiği çıplaklık ve savunmasızlık hali.. İşte bu devamında beni oldukça sarsan bir hale geliyordu.. Bir kişi, bu hayatta bir kişi de beni kaybetmekten korkmaz mı sorusunun temellendirdiği kaygı yüklü birçok sorgulamalar.. Oysa ne çok insan varmış hayatımda beni kaybetmekten korkan; köpeklerim, ailem, dostlarım, bir kere sohbet etme halinde bile enerjimin verdiği ışığın parlaklığını görenler bile..
İşte dünya seni kucaklasa da insan birinin kucaklamasını istediğinde dünyanın kucaklamasını değil onun kucaklamasını istiyor ya, bu ne büyük nankörlükmüş halbuki.. Ben diyordum ben, sevginin kaynağı benim.. Benden geriye, sevgimden geriye bir şey bırakmayanlara kucak aça aça eksilerek bittiğim ana kadar. Bitmek demeyelim aslında, kaynak yine benim, tükenmek diyelim.. Tükenme haliyle kendimi savurduğum bir yaşam.. Bu savurganlık bana nelere mal oldu peki; kendimi delik deşik ettim yaralarımı şifalandırmak için, kendi zamanımdan çaldım kendimi kabuğumda tutmak için, yeni yaşıma girdiğimde mucizeler diye adlandıracağım şeyler yaşasam da durağanlık kaygılarımın mabedine darbe indirdi ve mucizeler bir anda lanetlere dönüşmeye başladı.. Kabuslar çoğaldı, kaygılar şoför koltuğuna oturdu, terk edilmeler yolu çizgi ve kader kendini tekrarlayan hikayemi yeniden kustu üzerime..
Kusar.. Hayat, eğer sen aynı olma halini tekrarlayacak seçimlerle bakmaya devam edersen üzerine aynı karanlığı kusar. Benim gibi kendini iyileştirmek için ister yıllarını harca istersen kendini bir koltuğa hapset fark etmez. Sen pencereden izlerken hayat akar, hayata karışmak için ayağa kalktığında kendi olma halin dışında yine kaygılarla eski alıştığın korkularla ve yaşadığın deneyimlerin ördürdüğü duvarlarla hayata karışmaya çalışırsan hayat senin üzerine kusar seni..
Duygularımı çokça içimde yaşayan biriydim yıllarca, baktım depresyon kontrolü ele aldı, burada dedim bir şey var. Açtım kendimi bu sefer de tam aksi yönde hızla ilerledim, duygularda duygular, açtıkça açtım. Bu sefer de anksiyete aldı kontrolü ele aldı, hop bu seferde toslama hali zıt yönden vurdu yüzüme.. Her ikisinde de keder, kayıp, sorgulama, kendini kabuğuna çekmek, onlar mutlu olan bana oldu serzenişleri, zaten hep onlar kırar asla pişman olmaz kırılan dökülen ben olurum değersizliği, baksana onlar her şeye sahip benimse elimde sevgim sadakatim kıymet bilmedi aldatanları affedenler bir beni kaybetmekten korkmadı yetersizliği ve kıyaslaması, elimde ne işim ne kariyerim ne eğitimim var bak sıfırdayım işte diye kendini suçlamalar ve kapanış..
Ben bu döngüyü yıkarım arkadaş. Ben bu kendim olma alışkanlığını, hayat bana hep kırmızı ışık yakıyor demelerimi ezer geçerim.. Kendimi ifşaladım, duygularımı en derinden dipten sere serpe yaşadım. Yaşamakla kalmadım, yazdıkça yazdım.. Yazdıkça diner, biter, dönüşürüm, çıkarım bu döngüden dedim. Elbette hayatın sihirli bir değneği olmadığı gibi, kaleminde sihirli bir yazgısı yok.. Anlayacağınız, yazdıklarımın altında yatan şifalanmaya arzusu çokta hesapladığım gibi ilerlemedi.. Bu biraz şey gibi oldu; her sabah bugün bir mucize olacak diye uyanan ben o günün sonunda illaki bir gözyaşı dökene dönüşmüştüm son aylarda. Biraz tersten gidiyor, bu da inancımı çok sarsıyordu.. Lakin anladım, özümsedim ve fark ettim.. Sadece söylemek ve yazmak değil olay.. Olma halini deneyimlemek..
Bugün en sevdiğim masamdan yazıyorum bu yazıyı, en sevdiğim kahveyi yudumlarken, aşık olduğumla mutlu olduğumuz benim çocukluğumun geçtiği sokakta çekildiğimiz fotoğrafı masama koyup kahvemi ona karşı yudumlarken yazıyorum.. Çünkü bugün minnettarlığı hissediyorum içimde.. Meğer ne çok sevgiye sahipmişim hayatımda.. Aşkta, arkadaşlıkta, ailemde, köpeklerimle kurduğum bağda.. Hayata bir hikaye gözüyle bakarken, hayatın bir hikayesi olma derken, ne çok hikayeyle temas etmişim aslında.. Öylece geçip gitmemişim, görmezden gelmemişim..
Bugüne kadar hayatıma giren herkesin arka bahçesindeki karanlığı görmeye cesaret etmişim. Ve onlar korksa da, kaçsa da benim görme cesaretimle açmışlar arka bahçelerini. Kimisi aşkta aldatılmış terk edilmiş, kimisi aileden sevgiyle yaralanmış, kimisinin bedeninde izleri. Ama herkesin gözlerinin en içinde gerçek hikayeleri.. Ve ben gözlerinin en içine bakmaya cesaret etmişim.. İşte bu bana bir şeyi daha anlattı kendimle ilgili; benimde arka bahçemdeki karanlıktan korkmamalarını beklediğimi. Halbuki ne büyük yanılgıymış bu, ne büyük bir sanma ve sanrı haliymiş.. Ben dansa cesaret ettiğim için hayat müziği açmışta dansa davette elini tutmak istediğim ben buradayım demeye cesaretiyle sahneye çıkmadığı için kızmışım ona.. Ona kızmışım da hıncımı kendimden, kendi ışığımdan, kendi neşemden, kendi sevme ve anlama kabiliyetimi yok saymaktan çıkarmışım.. Kendimi kabuğuma hapsetmişim dansıma eşlik edilmediği için..
Suç yok, haksızlık yok, çünkü benim haklı olmak gibi bir derdim yok. Mutlu olmak gibi bir derdim yok ben huzur istiyorum derdim. Şimdi diyorum ki hem mutlu olmak, hem huzurlu olmak, hem haklı olmak mümkün.. Çünkü anladım ki ben kalbimin kapısını kırıp attığım için, sonuna kadar açtığım için köksüz medeniyetimi, sevgimi koşulsuz bir sadakatle sunduğum için herkes buna aynı cesaretle bakmak ve eşlik etmek zorunda değilmiş.. Benim de korkularım, kaygılarım var; mesela hala yüzmek konusunda becerilerim zayıf ve korkularım baskın.. Korkma ben varım denildiğinde suda takla atma cesaretini gösterdiğim gün geldi aklıma da, ben cesaret ettiğim için takla atabilmek anısını yaşamıştım o gün.. İstemişim ki ben varım dediğimde de aynı cesaretle tutulsun elim ve kendimizden emin dans edelim.. İşte bu isteme ve bekleme halini ekim ayına emanet ediyorum. Ve kasım ayına yeni bir olma haliyle giriyorum..
Ben sahneye adımımı atıyorum arkadaş, benim cesaretime karşılık hayat müziğin sesini açıyor. Ve ben o cesaretle elimi uzatıyorum yeniden ”benimle dans etmeye var mısın?”.. Korkulara, kaygılara, yaralara, geçmişin karanlık hikayelerine rağmen var mısın? Ben kendi hikayeme rağmen dansa davet edenim, peki sen kendi hikayene rağmen bu dansa eşlik etmeye var mısın?..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın