
Dünya dönerken kendi merkezinde, hayat akarken zamanın tik taklarına aldırış etmeden insan kendine bir yer bulup dahil olmaya çalışıyor o dönüşün o akışın içine. Ya da tam aksi yönde sadece duruyor.. Peki kim belirliyor seçimlerimizi, kimliğimizi en nihayetinde kaderimizi? Tanrı mı, evren mi, atalarımız mı, genetiğimiz mi, doğduğumuz ev aile mi, içinde büyüdüğümüz çevre mi? Aslında hep hepsi hem de hiçbiri.. Müthiş bir paradoks, büyülü bir miksoloj aynı zamanda…
Her hücremiz, zihnimizin her kıvrımı, vücudumuzdaki her atomun oluşumuna tesir eden ve bizi olduran bir yapı.. Kimliğimizi, dolayısıyla seçimlerimizle oluşturduğumuz alışkanlıklarımızı, kim olduğumuzu ortaya koyan rutinlerimizi de etkisi altına alan örümcek ağının mabedi, kaynağı..
İşte bizler bu olma halinde kim olduğumuzu çoğu zaman sorgulamadan, ki genelde buna ihtiyaç duyacak farkındalık lanetinden kaçarak yaşamayı seçer.. Aklım aymaya başladıkça en öfke duyduğum konu bu olmuştu, bende etten kemiktenim ben de insanım nasıl olur da bu denli koşullandırmalarla yaşadığını fark etmez kimse demeler. Nasıl olurda kendi seçimlerinin sorumluluğunu almak yerine aman arkadaşlarım yok ailem gibi sürekli onay bekler, takdir ara diye kızmalar. Hayatımda olanları bu konularda habire dürtme çabaları derken bende de azalarak biten bir enerjiye, farkındalığın yarattığı hareketsizliğin lanetini yaşamaya itti.. Tabi depresyon kaçınılmaz olmuştu..
İşin en ironik yanı neydi biliyor musunuz bu konularda karşımda hep kendini bilmezlerin bir o kadar da kendini eğitim ve kariyer olarak büyütmüş olanların hayatıma gelmesiydi. Hani insan zıttıyla sınanır derler ya; ben onların aynası, onlar benim aynam derken karşılıklı bir yansıma halindeydik aslında.. Ve mutlak son karşımdakiler aynayı görmeyi değil bir yerden sonra kırmayı seçti, bense hem aynaların yansımaları hem de o kırılmaların keskin taraflarının yaralamalarıyla bir başıma kaldım durdum.. İşte bu zihnimin yaşanmışlığıyla deneyimleyerek, tecrübe adı altında öğrendiği ve her seferinde kendine anlatmayı sevdiği bir hikaye örüntüsü haline gelmiş.. Bu hikaye örüntülerine geleceğiz..
Elbette öğrendiklerini anlatmak aktarmak fıtratımızın bir parçası, sosyal canlılarız ve yalnızlık bizden çok daha üst bir merci sahibine ait bir konu.. Lakin ben hem yaşanılan sürecimin, hem o süreç içerinde yaşadığım deneyimlerin, hem o sürece dahil yaptığım onca araştırmanın aktarımını yapma fırsatını her bulduğumda karşımdakinin sevme, anlama, ihtiyaç duyma kapasitesini göz önüne almadan atmışım kendimi ortaya.. Bir TEDx konuşmacısı edasıyla.. Elbette oran orantıyı dengelerim bu konuda, sadece kendi iyileşme sürecimi öğrenmedim çünkü iyileşme sürecinin her bir parçasına dair bilgiler, fikirler de edindim.. Yine de zaman zaman sınır aşamaya yöneldim.. Bu da analiz yaparken yaşamayı, dinlemeyi göz ardı etmeme neden olmuş aslında..
Kendimle baş başa kaldığım zamanlarda bu seferde neşteri kendime dayadım durdum.. Deştim her yanımı. Hangi travmalar hangi yaralar nerelerden geliyor, ailemden aldıklarım alamadıklarım, büyüdüğüm çevrenin etkileri, her yaşımda temas ettiklerim ve o temas hallerinden bana kalanlar derken incelikler halinde er bir dehlize tek tek baktım.. Aileden sevgi görmemiş ya da mesafeli bir sevgiyle büyümüş, kendini çevresine kanıtlamaya çalışan ya da üstünlük hevesiyle sürekli onay arayan ve eylemlerinin sorumluluğunu almak yerine günün sonunda kaçan insanlar beni hem kızdırıyor hem de ironik şekilde partnerlerim bu yönlere sahip olarak hayatıma giriyor.. Bunu bir bulmaca çözer gibi çözmeye çalışmıştım o depresyon dönemimde, aldığım terapiler eşliğinde de hep niye aynı karakter yapısına sahipler diyordum. Doktorum bir gün üşenmeden tek tek hepsini inceledi, ve çıkan sonuç pekte düşündüğüm gibi olmadı.. Kimisi statüsel olarak tepelerde gezen, kimisi başka işlerle meşgul derken aslında ne tip olarak, ne eğitim olarak ne de yaşam standartları olarak benzer değillerdi.. O zamanlar aradığım cevaplar yarım kalsa da son ilişkimden sonra yansıma yapan ayna idrak etmemi sağladı ki, bakış açımı yıllar içinde değiştirecek zekaya sahip olsam da bakış yönümü de değiştirmem gerekliymiş.. Bazı yönlerden benzer olsalar da aslında ilişki örüntümde yıllarca aynı olan tek şey hikayenin sonu ve o sonu yaşayan taraflar arasında olduğu gibi kırılıp kalanın ben olmasıydı..
Meğer kimse o kadar da zorunda değilmiş be aydınlanmanın. Meğer bu kadar derinlere dalmak çokta matah bir şey sayılmazmış. Kızmışım, çünkü ben fark ettikçe içten içe biliyormuşum, bir roket misali her bir parçamı aya giderken geride bırakacağımı, onları da o parçada kaybetmek istemeyişimmiş asıl mesela.. Onlarda benimle gelsin, keşfetsin uzayı çırpınışıymış bu aslında.. Ne büyük haksızlık aslında.. Mesel benim tıp konusunda literatür bilgim yok, psikoloji ve nörobilim alanını dışarıda tutarsak pek merakım da yok. Şimdi bir cerrah gelse bana dese ki ”gel sana her şeyi öğreteceğim”, sadece ilgimi çeken alanları ve benim merakımı cezbeden konuları dinler, anlarım lakin geri kalan kısımları dinlemek ve buna zaman harcamak istemem.. Aslında aynı şeymiş.. Denge yavrucuğum denge. Hep dilimde olsa da hayatımda bir türlü dikiş tutturamadığım konulardan..
Babam mesleği gereği çok güzel bir örnekleme yaptı, bu da bir dedektif gibi yeniden bakmamı sağladı.. ”Adam zehirlenmiş, ortadaki sofrada bir sürü malzeme var ve sen biliyorsun ki sadece bir tanesi o zehre sebep olmuş, işte burada inceleme başlatır yavaş yavaş ipucuyla sonuca varırsın, o sonuca giderken de şüpheden arınmış olanı sofra dışına koyarsın böylelikle o kalabalıkta kaybolmadan direkt hedefe varırsın..” Ve son olarak söylediği o etki alanı benzetmesi, ”sen yaşadıklarının etkisinde kaybolurken fark etmeden çevreni de ne denli etkilediğini unutuyorsun.” Etki alanımın, seçimlerimin, kısaca hikayemin tesirini fark etmeden sadece tecrübelerin ve yaşanmışlığın ışığında öğrenilmiş hikayelerin tekrarını sağlayacak bir yaşam alanı yaratmışım..
Zihnimin dehlizlerine daldıkça anladım ki bu bir mesai. Aklımın içinde zaman geçirirken hayatın içine karışmaktan kendimi alıkoymuşum.. Madenlerimi keşfederken anladım ki ne kadar zaman harcarsam harcayayım zihin kıvrımlarında bu hiç bitmeyecek bir yolculukmuş. Aileden, tanrıdan, çevreden, dahil olduğumuz yerlerden kendimize edindiğimiz kimliklerden sıyrılmak isteyen kadar o kimlikler sayesinde hayat inşa edenler de var aslında.. Kendini bilmek, bulmak sadece isteyenin adım atacağı bir yolculukmuş meğer. Bunca zaman kızdığım şeyse aslına bakarsanız edindiğim kaybetme korkusunun yansımasıymış.. Herkesin elinden tutma arzum kendi elimi bırakmama neden olmuş..
Anladım ki hayatı organize etmek, aklı dizginlemekten daha kolaymış. Bu yüzden de hayatımda oluşan krizleri kaosları ve hayatıma eşlik eden insanları kontrol etmek daha doğrusu onların ve olayların üzerinde hep kontrol etme isteği duyma sebebim o çocuksu kaçışmış.. Çünkü bende orta nokta yok; ya siyah ya beyaz, ya var ya yok. Belirsizlik ruhumu dar ağacına asan bir durum. Ve şuan hayatıma bakıyorum da her konuda müthiş bir belirsizlik hali hakim. Ve bu da boynuma her konuda ilmek ilmek urgan geçirmiş.. İş, eğitim, kariyer, yaşam alanı, ne olmak istediğim derken bir dolu urgan geçirmişim boynuma. Boğazım daralıp nefes alamadıkça aklım panik alarma basmış durmuş.. E savaş/kaç modunda neyi nasıl organize edeceksin, tek derdin hayatta kalmak sonuçta..
İşte bu da 2025 yılının bana yeni yaş hediyesi oldu.. Kariyerimi budadım attım, itibarımı yani evimi yıktım, aşkımı kaybettim, arkadaşlarımla hayli zamandır uzağım. Yani bu yıl başladığından çok daha sert bitti.. Dersimi aldım, ödevimi yaptım lakin öyle sert bir düşüş yaşadım ki artık umutlarla dolu hayallere kapılmak yerini belirsizliklerle dolu bir boşluğa bıraktı.. Bunu depresif bir yerden söylemiyorum, aksine biliyorum ki hayat boşlukları sevmez. Belki de artık bana ”kök salmamı, köksüz medeniyetinin hikayesi bitti yerine köklü bir imparatorluk hikayesi yazma zamanı geldi” diye fısıldıyordur hayat kim bilir..
Hayatı yaşamanın tadını biliyorum, aklımı organize edebilmeyi de aslında sizin sayenizde öğreniyorum.. Ben yazıyorum ve inanıyorum bu hayatta bir kişi bile olsa bu yazılara denk gelecek ve ben yalnız değilim diyecek.. Kurduğumuz ilişkiler, yürüdüğümüz yollar, yaptığımız seçimler bir kaynaktan geliyor. O kaynağın birçok etki faktörü var inanın bana.. Bir gün gerçek sizi keşfedenlerden olur musunuz ya da şuan gerçek sizi yaşayacak cesareti gösterebilenlerden misiniz bilmiyorum.. Bense 31 yaşıma kadar deneyimlemeyi seçmiş, son 4 yılda hayata ara vermiş bir yerden yeniden tomurcuklanmayı seçenlerdenim..
Her yaşın cehaleti vardır derler, yaşadım. Her yaşın bir bilgeliği vardır derler, yaşadım.. Çünkü günün sonunda hep iki şeye önem vermişim kimi zaman bilerek kimi zaman bilmeden; vicdanıma hesap verebilmişim ve ne olursa olsun kendim olmayı seçebilmişim.. Olmayı seçtiğim bir ben var, bir de şimdilerde olmayı arzulayan bir ben.. Aklım alışık hikayelere yer verse de onca kırgınlığıma, onca yaralarıma, onca yaşanılana karşı hayata nezaketle yaklaşan yanım artık sahnede olmak istiyor.. Dans etmek, şarkı söylemek istiyor.. Zihnimin dehlizleri dünün hikayelerinden beslenerek kendi hayatımdan çaldığımı anlamamı da sağlıyor artık.. Çünkü anlamak yetmez, farkındalık yetmez hayata yeniden şans vermek gerekir. Belki de aradığımı sandığım şey zaten hayatımdadır..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın