
Olma halimizi, olduğumuz halimizi, olmayı istediğimiz halimizi, olmaktan kaçındığımız halimizi oturtsak bir masaya o masada kaç kişi olurdu? Masanızın büyüklüğü ve kalabalıklığı ne ölçüde olurdu? Ve en önemlisi bakabilirler miydi birbirlerinin gözlerinin içine, yoksa bir göz kaçırma yarışması mı düzenlenirdi?
Biliyor musunuz şuan hiç bir kelime dökülmüyor parmaklarımdan.. Biliyorum ben bu yazıyı tamamlayıp paylaştığımda siz okuyacak bir hikayeyi tamamlanmış olarak bulacaksınız. Bense bugün en azından şuan tamamlayamayacak kadar karmaşığım.. İzninizle kahvemi alıp bir bankta biraz gökyüzünü izlemeye çıkıyorum.. Çünkü doğru şekilde pes edebilmek biraz da böyledir.. Bazen bir cümle çıkar ve noktadan sonrası gelmez..
Ve üçüncü günün sonunda nihayet birlikteyiz.. Sizin içinse üçüncü paragrafın başındayız. İşte hayatın akışı biraz da böyledir, kimi için üç gün süren bir zaman dilimi kimileri için birkaç dakika sürer.. Kimine hayat günün ilk saatlerinde fırsatlar verirken kimilerini gün boyu boş bir çırpınmayla oyalayabiliyor.. Biliyor musunuz, üçüncü gün klavye başına otursam bile içimden yazacak hiçbir şey gelmiyor. Siz yazıyı eninde sonunda okuyacaksınız ve bu okumayı baştan sona yapabileceksiniz. Bense şuan sanırım yazmaya devam edebilecek bir akıl toplanmasına erişemedim.. Sanırım benimki sadece pes etmek, doğru mu yanlış mı bilmiyorum.. Ama bir şeyi biliyorum, artık hiçbir sabaha bir önce geceki halimden başka uyandığımı.. Hangi ben olarak uyandığımı bilmiyorum, ama benden geriye kalanların parça parça bir önceki günde kaldığını biliyorum..
Neyse ben izninizle biraz kahve molası vereceğim.. Daha sonra devam ederiz..
Günlerdir Tarçın’la yaptığımız yürüyüş hep bir eksikti. O bir tarafa giderken diğer tarafa çekiştiren Lusi’m benim küçük kara üzümümün yokluğu hala boşluğunu dolduramıyor. Tasmanın hafifliği, Tarçın’ın çekiştirmeden yürüyüşü. Sadece bir eksik, ama o bir öyle büyük bir boşluk ki, sanki bu yıl hayatımda ardın sıra hiç boşluk olmamış gibi yenisinin eklenmesi, eklenen yeninin bile üzerinden zaman geçip onu bile eskide bırakmasının ironisi hala buruk hissettiriyor..
Tam olarak kendimi o boşluğa bıraktım. Yıllar evvel tanıştığım bir maestro vardı, bana kendimi bırakabilmenin basit bir sırrını vermişti de o zamanlar için bunu yapamıyor olduğumu hatırladım yakın zamanda.. Basit olan nasıl bu kadar zor olabilir ki? Herkes devam edebilirken, rahat uyuyabilirken, önce ben ben ben diyebilirken ve buna defalarca şahit olmuşken nasıl olur da bunu yapmakta hala bu denli zorluk yaşayabiliyorum? Aklımın masallar, hayatımın gerçekliğinin sesini kısıyor da o yüzden.. Hala inanmak istiyorum çünkü; sevgiye, iyiye, verilen emeğe, harcanan çabaya değer şeyler olduğuna hala inanmak istiyorum.. Yeterli mi peki inanmak, hayır. Yetmez, yetmedi hiçbir zaman.. Çünkü her defasında anladım desem de hayat bana ”hayır bak anlamadın” diye diye tekrar tekrar hatırlatırcasına aynı erden, ama her defasından daha sert vurdu. Biliyor musunuz insan bazen yediği tekmelerden sonra yeter diyor yeter, kalksam da yiyorum yatsam da, en azından yer sağlam..
İşte günlerdir yazmaya bile yeltenmeme sebebim tam da bu yüzden.. Her ne olursa olsun her güne kelimelerini saçan ben, artık pes ediyorum.. Çünkü anladım, saçsam da, sussam da olmayınca olmadığını. Savaşsam da kaçsam da bazı savaşların sonucunun aslında en başından beri belli olduğunu. Kalsam da gitsem de bazen sadece bir gölgeden ibaret olduğumu.. Ve en önemlisi anladım ki bu zamana kadar bazı konularda yaralarımı da sarsam, travmalara meydan da okusam, yorgunum demeden yola da çıksam, cesur da olsam, başıma gelenlere rağmen sabahında yeniden de denesem aslında o kadar da önemli olmadığını anladım.. Çünkü bazen en zor olan en basit olanı seçmektir; gitmek ve pes etmek..
Bu yılın yakıp yıktığını 2026 inşa eder mi, bilmiyorum.. Ama bir şeyi iyi biliyorum.. O bildiğimle sessiz sedasız girilecek bir yıl olduğunu..
Emek emek inşa ettiğim kendi imparatorluğumu, o krallığın toprağına ektiğim onca çiçeği, o ektiğim tohumlar için harcadığım onca zamanı, o zaman içerisinde yitirdiğim onca enerjimi ve çabamı.. Ve sırf zaman, neşe, enerji, zaman harcandı diyerek korumaya çalışırken yaşadığım onca çırpınmayı.. Bırakmak zamanı.. İşte bazen sadece bırakmak gerekiyormuş. Büyülü manalar yüklediğin, derin anlamlar aradığın, köklü sevgiler ekmeye gayret ettiğin ve sadakatini kaybetmemek için kendine bile rest çekerek seçimler yaptığın her şeyi ve herkesi..
Bir şeyi metaforla anlatmak ne kolay; git, bırak, yak, yık.. İşte her neyse. Oysa asıl devrim insanın içinde gerçekleştirebildiğiymiş.. Günlerdir boşluğun içinde dalgın yürüyen bana teşekkürü borç bulurum.. Çünkü bu yüzeysellik devrinin içinde en derinden kök sala sala sevmeye gayret etmeyi seçtiği için.. Defalarca hayal kırıklığına rağmen yine de vazgeçmediği için..
Bugün en çokta kendime teşekkür ederim, omurgam dik bir şekilde dosdoğru pes edebildiğim için..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın