
Sabah uyanan kim, gece benimle yatağa giren kim? Ne yapacağını, ne yapmayacağını bilen kim? Anlayan kim, zanneden kim? Dans eden kim, sahneden korkan kim? Affeden kim, affedilmeyi hak etmeyen kim? Nefes alan kim, nefes veren kim? Bir veda yazısı yazdım, ve hayat bana 3 aydır veda edemediğim kalp eşimin veda için hediyesini layık gördü.. Peki gerçekten veda eden kim, merhaba diyen kim? Değerli olan kim, değer veren kim?
BEN.. Hepsi bir, her şey bir.. Ve hepsi ben, hiçbiri benden azade değil.. Bu yıl beni öyle sert savurdu, dağıttı k ki yazıları da aynı savrulma ve dağılmayla yazdım. Ve muhtemelen yılın bu son yazısı da (bir mucize olur da klavyeden akmak isteyen bir hikaye olmazsa) aynı savrulma haliyle yazılmaya hazırlanıyor.. Ben son kez dağınık anlatayım siz kahvelerinizi yudumlarken kendi dünyanızda toparlayın..
Aslında bu dağınıklığın çokça sebepleri var; bu sene içinde yaşadıklarım, okuduklarım, içerisine girdiğim alemler, araştırmalarım, öğrendiklerim, yüzleştiklerim derken birçok etken hem beni savurdu hem bana öğretti. Kısaca hem bu savrulma halini anlamlandırma çırpınışlarım, hem de yaşamaya devam ettiklerim aslında.. Benim merkezim, köksüz medeniyetimin kadim imparatorluğunun hüzünlü çöküşü.. Yani bir Fatih Sultan Mehmet edasıyla, bir koç burcu öncülüğüyle, bir ben olma sadakati ve sevgisiyle emek emek kurduğum krallığım.. Tabi emek verdiğiniz şeylerin kaybı, yıkımı ne denli azap verir anca yaşayan anlar diyerek yıkımın hikayesini buradan önceki yazılarla bir bırakıyorum.. Buradan sonra anlama, anlamlandırma kısmı..
Yeni yıla giriş şeklimin oldukça sadeydi, doğum günüm de aynı sakinlik ve sadelikteydi. Ay ay yaşanılanlar an an dönüştürmüş aslında beni.. Kendime dönmek zorunda kaldığımdaysa karşımdaki aynada göz göze geldiğim bir ben vardı, bir de gözünün içine bakmaya utandığım ben.. Sevgimden kırılışım ilk değildi, hazırlıksız değildim yani. Ama çocukluğumdan vurulmak işte o hem çok eski bir sır, hem de çok eski bir hikaye.. Çünkü ben neşemi, sevgimi, sadakatimi çocukluğumdan sunsam da dünyaya kırılganlığımı hep sakındım dünyadan. Dokundurtmadım kimseye, ta ki çocukluğunu gözlerinden gördüğümle bir olma düşüne kapılana kadar..
Zor biliyorum, anlıyorum ya ben sizi; insanın yaralarıyla yüzleşmesi, travmalarının üstüne gitmesi, ilişkilerinde sorumluluk alması, hatalarını kabul etmesi, yanlışlarından dönmesi zor.. Aileyle olanları, insanların yaşattıklarının karşısında yaralarını kucaklamayı, ve kendin olabilmeyi öğrenmeyi görmek zor.. Bense o zorluğu her yaşımda başka olaylarla deneyimlen bir yaralı savaşçı olarak kendimce hep hayatımda değer verdiklerime sevgimle sadakatimle şifa olurum inancıyla sarıp sarmaladım, en azından denedim.. Kimi zaman daha da derinden yara alsam bile..
Bu yıl çok inandım biliyor musunuz, sevgiyle bir bitecek olacağına çok inandım.. Ne kadar inandıysam o kadar kırıldım. Yine de her sabah inanmak için bir sebep aradım.. Sonra unutulduğunu gördüm, benim de insan olduğumun unutulduğunu gördüm.. Yaralarımın olabileceği, kaygılarımdan dolayı korkabileceğimi. Ben mi güçlü görünmek için unutturdum insan olduğumu yoksa zaten görmek istemediler mi pek emin değilim.. Nitekim önemli olan sonucu..
Mesela ilişkim konusunda geçmişte olanları derinlemesine inceleyen, ne istediğini soran bir ben vardı. O yüzden de zaten yıllarca kimseyi almamıştım kalbime. Çünkü sadece ilişkimde değil, ilişki bittikten sonra da kırıldığım şeyler olmuştu. Malum eskiler bilir hayatın bana neleri canlı canlı alkışlattığını.. Yine de suçlamadım, ah etmedim, döndüm içime baktım kalbime.. Bundan sonra aşk gerçek bir hikaye olacak dedim, kalbiyle sorumluluk alacak bir aşk olacak, yaşandığına değecek dedim. Çünkü bana göre ben kalbimin o gerçek aşka layık olacak kadar kırıldığını biliyordum.. Öyle de olmuştu, dostluğuna kalbine güvendiğim bir aşk. Yol arkadaşım, dünyaya kafa tutabileceğim, yağmurda dans edebileceğim bir aşk.. Savrulmaktan korkmayacağım, kaygılarımın gürültüsünü susturabilecek bir aşk.. Zan dünyası olduğunu görene kadar, ben zannetmişim aslında.. Çünkü yıkımı bile isteye kaygılarımın üstüne gele gele olmuştu.. Ya sonrası? İşte beni en çok kıran o oldu.. Ben ”herkes aynı değil, bitene de sadakat duyulur, öyle hemen başka hevesler, başka heyecanlar araya girmez, herkes aynı değil, hepsi benden gider gitmez başka hevesleri aramıza soktu ama herkes aynı olmak zorunda değil, o aldatılmak ne bilir oradan zehirleyecek kadar kibirli değil” desem de hayat bana bunu bir kere daha yaşatmayı hak gördü.. Bir kere daha gösterdi ki; sen kırgınsın diye hayatın durup sana yol vermediğini, aynı aşk ve sadakatle beklenmediğini, ya da cesaretle ben buradayım denilmeyeceğini..
Yani kısaca sen ayrılığında bile sadakatle yaşamaya devam ediyorsun diye herkes aynı şeyi seçmek zorunda olmuyormuş.. Kızmak, kırıp dökmek istesem de olanları değiştirmeyecek oluşunun gerçeğiyle baş başa kalıyorum.. Neden diyerek bağırmak, neden güzel olabilecek bir şeye sahipken öfkenle eski bir anıya dönüştürdün aşkı demek istese de insan, ah şu anlama işi tıkıyor o çığlığı..
Kafam yatağımdan daha dağınık ve yazının buraya kadar olan kısmı işte o dağınıklık kısmı.. Şimdi kalbiniz kalbimin sızısının zerresini hissedebildiyse, ben olabildiyseniz buraya kadar, hissedip anlamaya gayret ettiyseniz artık aklımın dağınıklığından plank duruşuna geçelim.. Plank ne alaka demeyin birazdan o kısmında sırrını söyleyeceğim..
Yaklaşık 2021’den bu yana yazdığım defterlerimden akan sitemlerin benzer örneğiydi buraya kadar olan kısım.. Defterlerin hepsini yıllar sonra ilk kez bu sene, yaklaşık birkaç hafta önce okumaya gayret ettim. Gayret ettim diyorum çünkü yazdıklarım geçmişe tanıdıklık etmekti ve tanıklık ettiğim hayat hikayelerim kalbime ağır geldi. Okurken hissettiğim ağırlık bana yaşarken kim bilir ne haldeydim dedirtti.. İşte o günün gecesi aynanın karşısında epey bir oturdum. Konuşamadım, yeni kararlar alma zırvalarına girmedim, sadece oturdum. Gözlerimin içine bakmak ne zordu. Oysa her sabah aynaya bakmıyor muyuz, her duştan sonra ayna karşısında hazırlanmıyor muyuz, nasıl olur da gözlerimizin içine bakmadan bu rutini gerçekleştiriyoruz dedim içimden..
Anladım ki yaşamımız tam olarak böyle akıyor.. Sadece kariyer, iş, eğitim gibi alanlarda ilerlemek için rutinler oluşturmuyoruz aslında, kararlarımızda farkına varmadan verdiğimiz birçok tepkilerde de öyle.. Yukarıda benim otomatikleşmiş bir tepkimi okudunuz mesela.. Okurken belki kalbimi kıran adama kızdınız bu kıza bu yapılır mı diye, belki benim için sevgiye sadakate değer vermeyen biri için üzülme dediniz, ya da artık bambaşka yorumlar yaptınız.. İşte tam olarak anahtar bu; zihniniz o cümleler karşısında karşımızdaki insanlara ne giydirdiyse öyle okudunuz yazıyı.. Hepimiz gibi, ben gibi.. Her ilişkimde öyle kırıldım ki, ve her ilişkimden sonra hepsini istisnasız başkalarının kollarında gördüm, o yüzden de beynim hemen son ilişkimde de aynı kılıfı biçiverdi. O da yaptı deyiverdi, zihin der, zihnimiz çığırtkan bir sesle bunu hep der.. Gerçi sosyal medyada paylaşılmasa bile aynısını yaptığını hayat yine gösterdi o ayrı, ama yapmamayı da seçebilirdi, arkasında durabilirdi. Neyse konumuz bunun biraz dışında..
O mesela; o adam ilişkilerinde aldatılmış biri, bense onu hiç aldatmadım, hatta ayrıldıktan sonra bilirsiniz ki kırgınlık insanı zayıf kılar, o kırgınlığa rağmen kimseye kucak açmadım. Kendim savruldum da sevgime en ufacık karanlık değdirmedim. Şimdi bir de buradan bakalım, onun zihni de belki aynı kılıfı giydirdi bana, kendini haklı ve doğru görmek için beni yapmadıklarımla bir tutmayı seçti.. Uzun uzun psikolojik analizleri kahve sohbetlerimizde yaparız.. Buradaki asıl mesele şu; olduğumuz yaşımıza kadar yaptığımız seçimlerimiz, yaşadıklarımız, ailemizden gördüklerimiz, insan ilişkilerimizde maruz kaldıklarımız ve maruz bıraktıklarımız kök sala sala kılıflar oluşturur. Bizse o kılıfı hiç düşünmeden giydiriveriyoruz karşımızdakine.. Ben o da yaptı kılıfıyla devam ettim, O ise kendi inançları doğrultusunda anlayacağınız. İşte kendi kendimizi düşürdüğümüz tuzaklardan biri de bu.. Ve inanın bana bunu fark etmek bile hayli zorken o farkındalığı köklerinden değiştirmek çok daha zor.. Mesela ben, beni sürekli sabote eden bir iç sese sahibim.. neyse ki en önemli silahım şu artık, hatırlamak..
Zihnim öyle labirentlerle ve tuzaklarla dolu ki, yani bunun mimarı olmaktan ne kadar gurur duysam da çünkü oldukça zeki bir yapı oluşturmuş zihnim, bugün geldiğimiz noktanın enkaz olduğunu görünce yapı denetim paydos demek zorunda kaldı.. Ben de herkes kadar başıma gelen tüm talihsizliklerden dünyayı ve dünyanın hayatıma dahil ettiği insanları suçlamak istiyorum doğruya doğru da işte asıl gerçek olan ne kadar kırılırsam kırılayım suçlu dışarıda diyemeyecek kadar onları anlıyor olmam ve bundan kaçmamayı seçmem..
Mesela Affetmek?
Dünyanın bana bir çocukluk, kocaman bir buketten neşe borcu var diye çığıran iç sesime rağmen (ki yaşadıklarıma bakınca bunu kendime hak görmem de gayet doğal) büyümek ve sorumluluğu, olduğun kişinin sorumluluğunu almak demek. Ve ben bunu bile derin yaralar alarak öğrendim. Bilmiyorum belki de yıllardır öğrenme dilim, yaralanmaktan geçiyordur ve kişisel devrimim ilk ayağı öğrenme lisanımı değiştirmektir. Herkesi kalbinin şefkatiyle seven ben, kendime gelince eli cetvelli bir öğretmenim galiba.. Bunu öğrenmiş zihnim hayatta kalmak için.. Yazdığım onca hikaye, giydirilen onca kılıf, çıkarılan onca kıyafet.. Hep gerçek olanı aramak.. Bir parmak şıklatması kadar kolay olsa keşke her şey. Affetmek, veda etmek, devam etmek, yeniye kucak açmak.. Benim için o kadar kolay olmuyor. Yine de öğreniyorum; hangi kıyafet bana uymuyor, hangisi benim gerçeğim, ben ne istiyorum, işte bu ve bunlardan daha fazlasını öğreniyorum.. Kırmadan, ihanet etmeden, kimseye zehirli yaralar açmadan.. Sevgiyle sadakatle, şeffaflıkla ve en önemlisi her gün biraz daha gerçek ben olmaya niyet ederek..
Bu yüzden her sabah uyandığım benle, gece yatağa giren ben arasında her gün bir ağaç mesafesi daha aşıyorum, aşmaya gayret ediyorum kendime doğru.. Her gün daha kolay olmuyor elbette, her an belirsizlikler aydınlanmıyor belki de, yine de denedim diyorum. Denemeye cesaret edebildim diyorum. Çünkü anladım ki zor zamanlar hep olur, sense nasıl çıkarsan içinden o fırtınanın omurgan öyle şekillenir.. Yani ben şuyum buyumlar değil, bilerek ya da bilmeyerek yaptığın seçimler seni sen yapıyor.. İlişkide aldattın mı üzgünüm seni aldatandan bir farkından yok, bittiğinde kucaktan kucağa koşup kendini tatmin mi ettin yine seni aldatandan farkında yok. Arkadaşlığında yalanlarla mı içtin kahveni maalesef ki sana doğruyu layık görmeyenlerden farkın yok.. İnsan kendine hep güzeli layık görür, herkes bir mükemmellik abidesi, bir dürüstlük sadakat timsalidir kendi hikayesinde. Ama gerçekler önüne geldiğinde, hayat seni çıkmaz sokağa sürdüğünde bunları seçen değilsen kendine istediğin kadar anlat o masalı sen o değilsin..
Savaşa girmeyen asker, komutan olamaz. Uçurumda kendini feda etmeseydi arkadaşlıkları ve söz verdikleri yolculuk için, Gandalf ak büyücü olur muydu? Felsefe kitabı okuyarak filozof olamazsın, ajanda tutarak lider olamazsın, yaralanmadan şifacı olmazsın, acıtsa bile değmediğini görmüş olsan bile sevgiyi seçmeden kaynak olamazsın. Ve en önemlisi aynadaki gözlerin içine bakmadan kendine sadakat duyamazsın..
Ben almayı reddeden olduğumu gördüm. Güçlü, o bir yolunu bulur, ayağa kalkar gibi gibi kılıflar giydirilmiş bana da . Giydirenlere kızmıyorum, ben o kılıfı tenime yapıştırmışım. Öyle ki bu yıl ayrılık, ölüm, gözyaşı içerse de bana içten gelen bir hediyeyi bile kabullenmekte zorlandım. İstemedim hatta, sonra sabah uyandım ve baktım aynaya, kim olarak uyandım bu sabah dedi içim. Aşkla sarılıp yeni yıla neşeyle girmek yerine yakıp yıkmana değdi mi ne bu şimdi diyen bir iç ses, yaşananlar yaşandı hediyeyi kabul eden ol çünkü buna değersin diyen daha da kısık bir iç ses arasında.. Çünkü biliyorum ki o, onlar zaten sarılarak eğlenerek girecek yeni yıla. Peki ya ben? Ben kim olarak gireceğim yeni yıla, yeni yaşıma.. İşte anahtarın açacağı kapı da bu..
Mekanik davranışlarıma çelme atarak, düşünsel çelmeleri duygusal tepkilerime atarak gireceğim.. Çünkü bu yıl o parkta, o köprüde çocukluğumun kalbini açtım aşka. Derinden yaralanmamın sebebiydi bu seçimim. Yine de bunu ben seçtim; güvenmeyi, inanmayı, geleceğe dair düşlemeyi, Hıdırellez’de dilekler yazmayı, çok sevmeyi, acıtmayı seçene rağmen sadakatle durabilmeyi, denizin içinde suya düşlerimi fısıldamayı, aşkı.. Ben seçtim ve pişman değilim.. Eylül ayından bu yana gelen her hikaye bugüne kadar olan yolculuğun parçalarıydı evet.. İnanan ve inandığı yerden kırılan kadının hikayesi.. Bense bugün hediyeyi kabul eden, yaralarını şefkatle öpen ve fırtınaya rağmen o kaybolmalara savrulmalara rağmen omurgası dik durmuş olmanın şükranına sahibim..
Anladım ki ben buyum yahu, buyum.. Çok seviyorum, çok koşuyorum, heves ve heyecanla kucak açıyorum herkese.. Ne yapalım yaralandıysak, ne yapalım geçmişin korkularını önüme getirdilerse, ne yapalım yani eski yaralarımı kaşıyanlara ev sahibi olduysak.. Onca okuma, öğrenme, araştırma, deneme, anlama çabası tek bir şey içinmiş.. Gerçek ne, sorusuna cevap bulmak.. Aşkta, arkadaşlıkta, aile ilişkilerimde, kendime karşı hep gerçeği aramışım. Tabi gerçek kendi bedeliyle gelirmiş, bunu anlamam hayli acılı oldu.. Ama bunun da sorumluluğunu alıyorum, ben gerçeği arayanım. Aşkla, sadakatle, şeffaflıkla.. Ve hayat bana bunu verebilmek için bunlara sahip olmayanı elekten geçirmek zorundaymış.. En başta beni, ben de gerçek olmayan ne varsa budamalıymış.. Çünkü inandıklarımla bir yaşayabilmem için inanmadığım, zannettiğim şeyleri ayıklamak gerekirmiş..
Sanırım 2025’in çocukluğuma temas etmek için adım adım ruhuma aşkla sızmasının sebebi de buymuş.. Benim köksüz medeniyetimin kadim krallığı, çocukluğumun anavatanıymış.. Köklerinden zehir akan şeyleri temizlemek zaman, emek, çaba istiyor biliyorum. Yıllarca seni korumak için ekmişim o zehirli sarmaşıkları.. Sana kimse dokunamasın diye, seni kimse yaralayamasın diye.. Koruyamadım, yine yaralandın.. Bunun için özür dilerim.. Ama seni buldum bu sayede, seni duydum.. Bir parkta oyun arkadaşıyla oynamak isteyen küçük bir kız çocuğunu yetişkinlerin karanlığından saklamak istemişim sadece. Meğer asıl karanlığa seni ben koymuşum.. O hayatın ve hayatıma dahil ettiklerimin darbeleriyle oluşan çatlaklar meğer senin ışık arayışınmış.. Bunca yıl kaçmışım senden, bakamamışım gözlerine..
Şimdi burada, bunca yaşanan ve yazılan hikayeye sebep olan her şeye senin sayende içten bir teşekkür ediyorum.. Ben senden kaçsam da sen bana inanmaktan vazgeçmemişsin.. Bir gün elini tutacağıma olan inancını yitirmemişsin.. Biz bir yerlerde temas ettik birbirimize, o çatlakların bir yerlerinden ışık girmeye başladı içeriye.. Bu sene belki de en büyük hediye buydu bana, aşkın içinden sızan ışıkla temas ettiğim küçük kız çocuğu.. Zannettiklerimle içimi yaralayanlardan arınıp, gerçek sevgiyle şifalanmakmış yolculuğumuz..
Ve biliyorum artık. Belki hemen değil, belki yarın değil. Ama bir sabah uyandığımda artık bir gece önceki o karanlık, tamamen ışıkla ve neşeyle yer değiştirecek.. Çünkü kalbin, bir gün evine dönecek.. Çünkü her kalp bir gün evine döner..
..SEVGİLERİMLE..

Yorum bırakın