Yazar: yildizlaraltinda

  • ..THE DEVIL WEARS PRADA..

    Tüm bavullar hazır, kapı girişindeki aynayla son göz göze gelişi, köpeği heyecandan kuyruğunu sallayarak ‘gidiyoruz’ komutunu bekliyor, bu evden son çıkışları, bilmiyor, bilse de bir şey fark eder miydi köpeği için emin değilim..

    Aynadaki simayı biliyor, ifadesindeki kararlılıksa içinde burukluk oluşturuyor. Daha önce kalkıştığı her şeyin yarım kalışını tamamlamak için verdiği her mücadele yarım kalmışlıkların sayısını arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Şimdiyse yaptığı şey sadece kapıyı dışarıdan kapatmak kadar ilkel bir veda..

    Spor ayakkabısıyla fethetmeye geldiği yeri topuklu ayakkabısıyla mağlubiyet içinde bırakmak verilmiş kararların en tamamlayıcısıydı.. Kapıyı ağır çekim kapatırken zihin kıvrımlarında çalan şarkı hem bir sonu, hem bir başlangıcı temsil edecekler listesine eklenmişti bile.. Kapı aynayla arasındaki teması yavaş yavaş perdeledi..

    Bavulları iki kat indirdi, merdivenlerden her iniş çıkışında bavulların onda yarattığı yükün ağırlığı son basamakta tatlı bir sızı bırakmıştı.. Son bavulu da kapının önüne indirdiğinde kekremsi bir gülümsemeyle arabasına yöneldi.. Köpek çoktan ön koltuğa kurulmuş keyifle beklemedeydi. Bavulların ağırlığını arabasına kadar yük etmektense orada bırakmayı seçerek direksiyona yöneldi.. Yeni ağılıkların, yeni ve tatlı sızıların olması için bir boşluk yaratması gerektiğini biliyordu..

    Kaybolmaya müsait olanlar için boşluklar tuzaklarla dolar, o ise tuzaklara kapılmayacak kadar öğrenmişti bulmak isteyenin önce kaybolması gerektiğini.. Harekete geçtiğinde rastgele eşlik edecek bir müzik listesi için ilk seçimini kendisinin yaptığı bir şarkıyı açtı. İlk seçim önemliydi, ardından gelecek müziklerin hikayesine ve zincirleme bir hikaye oluşturacak ilk adımdı.. Sonrasında kontrolü müzik listesinin eline bırakacağınız yine de yönlendirmeyi ilk sizin yapacağınız o ilk şarkı sizin için hangisi olurdu?

    Basit görünen her eylemin ilk adımı kar topu büyüklüğünde bir kazanın tetikleyicisi olabilir.. Yolda gördüğü yedi tabeladan birini seçip yola öyle devam etti.. Ne yola müdahale etmeye niyeti vardı ne de müzik listesine. Bu yüzden rastgeleliği oluşturacak örüntünün sadece ilk adımlarını attı. Gerisi yolun ona getireceği manzaraya eşlik etmek olacaktı.. Kontrol edebildiği her şeyi, kontrolün yarattığı tahribatı dikiz aynasına hapsetmişti.. Evinden tam 1994 ağaç uzağa vardığı noktada, bir ağaç gölgesinde durdu, denizin esintisine doğru baktı, gün neredeyse batmak üzereydi, bagajından şarabını çıkardı, tirbuşonu unuttuğunu fark ettiğinden derin bir nefes aldı, önemli değildi, ayakkabılarını çıkardı, ayakkabısının topuğuyla şarabın mantarını açtı, topuklular biraz böyledir bazı şeyleri kolaylıkla açabilmenizi ve aşabilmenizi sağlar.. Şişeyi gün batımına ve hayatının rastgeleliliğine kaldırdı..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..DÜNYADAN LALELİ’YE DOĞRU..

    Ataların karma borçları, ödendi.. Beyin kimyasını etkileyen kısımlara bilimsel müdahale, yapıldı.. Aydınlık yönler, parlatıldı.. Karanlık taraflarla, yüzleşildi.. Derinlere dalındı, yüzeye çıkıldı.. Ev denilen yer, kapatıldı.. İnsanlarla iletişim, minimuma indirildi.. İçten dışa doğru yeniden yola çıkıldı..

    Kendinizi tanıyor musunuz, her yönünüzle? Neyi sevdiğinizi, sevmediğinizi, ne kadar ileri gidebileceğinizi, nelerden kaçacağınızı, nelerle savaşabileceğinizi, nelerden korktuğunuzu, aşkın sizdeki tezahürünün ne olduğunu, kavramların aklınızdaki karşılığının ne olduğunu, ruhunuzun derinlerinde yatan arzularınızı, potansiyelinizin ne olduğunu, yatkın olduğunuz konularla yabancı olduğunuz konuların nelerden ibaret olduğunu, hangi mevsime alerjiniz olduğunu ve neden olduğunu, dizi/filmlerdeki hangi karakterlerle özdeşleştirdiğinizi kendinizle, neleri kaybettiğinizi, nelerin artığı olduğunuzu..

    Bir ömre kaç karakter, kaç hikaye sıkıştırılır mesela?

    Hepsi benim, hepsi bendim.. Aşık olan da aşktan kaçan da, dostluklara sıkı sıkıya sarılan da dostlarına yol veren de, ailesinden kaçan da ailesine sığınan da, korkaklardan medet uman da cesurca ortaya çıkan da, aynadakini yeşerten de aynayı parçalayan da, hayata diş bileyen de, hayattan saklanan da, karakalemle gökkuşağı çizen de rengarenk tabloyu karalara boyayan da.. Hem gece oldum hem gündüz.. Hem şarap içtim hem kahve.. Hem problem yarattım hem de çözüm sundum.. Hem dans ettim sabaha kadar hem pencereden akıp giden günleri izledim oturarak.. Hem bedel ödedim hem de..

    Aylardır üzerinde çalıştığım tek proje kendimdim. Yaşayan her şey ve herkesin zorlaştırmaya çalıştığı bir süreç olsa da başardım.. Son 29 yılı çözmeyi, başardım. Otuz yaşımın son demlerine sunabileceğim güzel bir hikaye yazmayı, başardım.. Aslında otuz yılı 3’e bölmek işimi kolaylaştırdı; böl, parçala, fethet.. Yarattığım personayı 27 yaş depresyonum bölmeye başladı; ben kimim, ne için buradayım, gerçek bir iyi miyim iyi olmayı kalkan edinmiş bir zalim miyim, bilmiyorumun karşılığı tam olarak ne, hasta mıydım gerçekten, koç burcu olmanın etkisi var mı, depresyonumun nedeni ne, kimim ben? Sorgulamalar arttıkça derinlere daldım, derinlere daldıkça boğulmaya başladım, boğulmaya başladıkça oksijen almanın kıymetini anlamaya başladım, daha da derinlere dalmaya devam ettim, devam ettikçe nefesimi tutmayı öğrendim, nefesimi tutmayı öğrendikçe oksijenin bendeki önemi kaybolmaya başladı, derinlere indiğimde yüzeye çıkabileceğim her yolun yavaş yavaş uzakta kaldığını anladım, anladıkça telaşım arttı, telaşım arttıkça kalp atış hızlandı, kalp atışım hızlandıkça oksijenin değerini anımsadım, anımsadıkça ışığa yönelmeye çalıştım.. Bu döngü 29 yaşın aydınlanmasına kadar sürdü. Aydınlanma dememe bakma alimlik yaratan bir aydınlanma değil, hiç varlığında uyanmanın verdiği bir yalnızlığa sürükledi.. Ve tam da bu süreçte parçalanma başladı; İnandığım her şey, hayata olan bakışım, insanlarla kurduğuma inandığım bağlar, kendini ifade ederken kullandığım kavramlar, bölünmüş kişiliğim parçalara ayrılmaya başladı. Gündüz başka, gece başka; bir yanım dünyanın oyun bahçesinde her şeyi güzelleştirebilmek için yaratmaya devam ederken, diğer yanım dünyanın sahip olduğu kötülükte boğulup gitmesini izlemek istedi, bir yandan sevgiye inanırken bir yandan sevginin tarumar ettiği şeylere öfkeyle bakmaya başladı, bir tarafta masumiyetin çığlığından sağır olan kulaklarım bir yandan şeytanın pazarlığa çağırdığı fısıltısı, bir yanda yapılan hataların telafisi için çabalarken bir yandan bedel ödetmek isteyen burjuva.. Hangisiydim? Işığın altında neşeyle dans eden mi, karanlıkta kapüşon kapatıp sokağın adaletini isteyen mi? İkisi de.. Sokağın müziğinde, yalın ayak, devrim yaratan dansın eşlikçisi..

    Bölündü, parçalandı ve sonunda fethedilmeyi bekleyen köksüz medeniyetimin tam ortasında tacımı takmaya karar aldığım o yerdeyim.. Hangimiz değiliz ki!

    İki tane aslan; biri aydınlık biri karanlık, biri iyi biri kötü, biri neşeli biri keskin bakışlarla dünyaya bakan. Kavgaya tutuştu önce. Hangisini beslerseniz sonunda o kazanacaktır, bilmecenin cevabı.. Bense ikisini beslemenin yolunu buldum.. Aydınlıkta biri, karanlıkta biri. Gece biri, gündüz diğeri.. Aklımın hükümdarı biri, ruhumun hükümdarı diğeri.. İki zıtlık aynı anda aynı yerde bulunmaz derler, demekle kalmaz kanıtlarlar da.. Şimdi, ben de diyorum ki bu inanmamı bekledikleri şeydi, inandım, 27’mdeyken.. Bipolar bir aslanın sadece birine ihtiyacı yok, sadece birisi olmaya da.. Sevgi beslerken öfkeyle de yaşayabileceğini, doğruyu seçerken yanlışları da yapabileceğini, hem aklını hem ruhunu özgür bırakıp aynı zamanda esir edebileceğini gördüm.. Böldüm, parçaladım, şimdi sırada..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..SORU ŞU; BANA NE FAYDASI VAR?..

    Lacan ne diyor; aşk, sizde olmayan bir şeyi, bunu sizden istemeyen birine vermeye çalışmaktır.. Mecnun, Leyla’yı bir de benim gözümden görün diye devam diyor.. Shakespeare; zamanın kırbacına, zorbanın kahrına, sevginin kepaze edilişine yaşamın içindeki aşk arzusu ve ölümün varlığıyla devam ettirir tragedyasını.. Peki bize faydası ne?

    Hücrelerimize işleyen aktarımlar, öğrendiklerimiz, iç güdüsel yaklaşımlarımız, tecrübe saydığımız olaylar, alışkanlıklarımız, tabularımız, ideolojimiz, hayata dair geliştirdiğimiz felsefemiz ve daha birçok şey derken bizi bütün haline getiren parçalarımız..

    Buraya kadar karmaşık cümleler silsilesiyle derdimizi anlattık.. Buradan sonrası daha da karmaşık. İnsanın kendine yaklaşması, kendinden yola çıkması oldukça zor.. Ne istediğini bulmak, bulduğunla neler yapacağını anlamak, yıllarca inşa ettiklerini parçalamak zorunda kaldığını görmek bir yaştan sonra epey zorlayıcı..

    Peki hayallerimizin, hedeflerimizin, planlarımızın bize faydası ne? Daha disiplinli olmak, daha başarılı olmak, daha zengin ve güçlü olmak, daha mutlu olmak.. Bir insan ömrü için ne ister, istedikleri için ne kadarını gerçekleştirmeye cesaret eder? Bizi tanımlayan etiketlerin bizden çıkarılması halinde ortada kalan çıplak benliğimize baktığımızda gördüklerimiz tam olarak neyi anlatır bize?

    Sırtımda yük ettiğim çantaya kitaplarımı, yazılarımı yazdığım defterlerimi ve o çok sevdiğim kalemlerimi koydum.. Evimi kalabalık gösteren eşyalarımı, kahvelerimi yudumladığım fincanlarımı ve kütüphanemdeki kitaplarımı koydum kolilere.. Sırtım boş, evim boş.. Kaldı geriye büyük bir boşluk.. Ağırlığın kalkmasıyla oluşan huzura odaklanmadan önce yükün alışkanlık haline getirdiği ağrıların yokluğunu özlediğimi hissettim. Buruk bir özlem.. Bir süre pencereden bakıp gördüğümü sandığım dağlara öylece dalıp gitsem de vücudumdaki uyuşukluğun azalmasıyla gökyüzünü daha da net görmeye başladım.. Anlamlandıramadım elbette, anlamlandırmak çiğ kalacaktı o anı tasvirlerde.. Ağrıların boşluğunda sızan huzuru yavaş yavaş hissettikçe rüzgarın ağaçlara teması daha bir anlam kazandı gözümde.. Gözümde anlamlanan zihnimde sorular yarattı bu sürede.. Zihnin kıvrımlarıma bir taş atarak suyu bulandırdığımı anladığımda kalbim sakince taşın dibe çökmesini bekle dedi.. Bekledim.. Sükunet hafifleyen bedenimin armağanıydı..

    Şimdi daha berrak, daha sakin bir anın içerisindeyim.. Kalabalığı kendi elimle oluşturduğum evimin içinde yaşadığım telaştan arta kalanlarmışım.. Şimdi elimde sıradan bir karton bardağın içinde tadına vardığım kahvem, sadece anahtarımı ve sigaramı taşıdığım küçük çantam, eşyalardan arınmış evime sızan güneş ışığının verdiği aydınlık ve ruhuma sızan huzurun verdiği yeniden başlayabilme hissiyle bir bütünüm. Arta kalanlardan kurduğum yeni bir bütünlük haliyle.. Kendimle oynadığım satrancın son hamlesiyle kendimi mat ettim.. Şimdi yeni oyunları tasarlama zamanı..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..AÇIKLAMAYI MÜZİK LİSTEM YAPACAK..

    Kainat kendi bahar temizliğini yaparken bizlerin evde oturup pencereden akıp giden hayatı izlemesi biraz ironik.. Hakikatin delirttiği kişilerdenseniz dünyama hoş geldiniz.. Yazmak, anlatmak, dans etmek düşüncelerini duyularını ifade etme biçimlerinden en güçlüleri.. Ama gördüm, duyguların izah edildiği an öldüğünü gördüm.. Kendini ifade etme çabası anlaşılma arzusundan kaynaklansa da anlatma çabası değersizleştirme yollarından irine dönüşmüş durumda..

    Müzik listemi değiştirmek için büyük bir devrim gerçekleştirdim hayatımda.. Bu dansımın değişmesinin tek yoluydu.. Onca kelime tükettiğim, yaşlarımın büyümesine şahit olan, hem hastalandığım hem şifa aradığım evimden gitme zamanı.. Bu benim hayatımın devrimi.. Yaşanılan her anı anlamlandıran biri için öyle en azından.. Halbuki gitmekte kalmakta sıradan görülen eylemlerin ilk beşine girer..

    Bunca zaman yazmak, yürümek, dans etmek, şarkı söylemek hayatın beni görmesi için elimden, dilimden, ruhumdan geleni yaptığım şeylerdi.. Şimdiyse oturup bir salıncağa kulağımda bir Şanışer şarkısıyla gökyüzüne doğru saçlarımı savurarak salınmak benim sessiz vedam aslında.. Shakespeare haklıydı, dünya bi sahneydi.. Bense müzikal sandığım hayatımın pandomim oyuncusuydum, sessizlik iyi görünse de şovunuz yetersiz kalabiliyor.. Kulağıma sızan her şarkı hayat hikayemden biz iz taşıyordu, her seferinde beni benden daha iyi ifade ediyor diyordum.. Ama başta da söylediğim gibi izahı olan duygular çoğu zaman katledilir..

    Yeni bir müzik listesine, gürültü çıkaracak bir dans pistine, kaçınılmaz olanı ertelememeye, gerekirse evrenin gözüne batan bir fazlalık olmaya ihtiyacımız var.. Bazen..

    Defterin 20 yaşında başlayıp 30 yaşında biten bu kısmının sonuna geldik.. Otuzların başında, maçın ikinci yarısında kendi evimde deplasmanda hissetmeyi bırakıyorum.. Aylaklık beni bugüne kadar mücadele illetinden ve kaygılı dünya düzeninden yeterince korudu.. Şimdi orkestranın başına geçip maestro olma zamanı..

    Alın yazısının altına imzasını atma cesareti gösterebilenlere..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..HAYATA TAKLA ATTIRMAK..

    Alarmı ertelemeyi bırakmanın ilk adımı uykuya doğru zamanlamada dalmak.. Uykuya doğru zamanlamada dalmanın ilk adımı uyumadan önce bir rutin oluşturmak.. Uyumadan önce bir rutin oluşturmanın ilk adımı düşüncelerinizi kontrol edebilmek.. Düşüncelerinizi kontrol edebilmenin ilk adımı zihin yapınızı anlamak.. Zihin yapınızı anlamanızın ilk adımıysa..

    Her şeyin karşı taraftan beklendiği bir dünyada alarmı ertelemeyi kendiliğinizden öğrenmeniz mümkün değil.. Zihin yapınızı anlamak için bu yazıya bel bağladıysanız şimdiden geçmiş olsun, savrulmaya devam edeceksiniz.. Bir konuda ortak paydada olabiliriz; her şeyi yapabilmenin gücünü atacağınız ilk adımdan alacaksınız.. Bunu disiplinize ettikten sonrası ise size kalmış, hikayenize kalmış bir senaryo..

    Sırtınıza bir çuvalla yol almak bir süre sonra yormaya başlayacak, başlarda beş kilo olan ağırlık zaman ve mesafe uzadıkça fiziksel baskısını arttıracak ve beş kilodan fazla gelmeye başlayacaktır.. O yüzden çuvalınıza koyduğunuz yükleri iyi seçin.. Deniz kıyısında yapısı güzel diye seçtiğiniz taşları çuvalınıza koyduysanız yaptığınız tek şey boşluğun yükünü taşıyan Atlas’ın sonsuz döngüsüne eşlik etmek olacaktır. Bugün geçmişin varlığını çuvala koyan gezginin yükünü bugünde bırakma hikayesini yazacağız.. Travmalarını, aile yapısını, yaşadığı coğrafyayı, doğduğu toprakların kaderini, çevresinin türlü yaşattıklarını, yaralarını, deneyimlerini, hayallerini, gerçekleştiremediği potansiyelini, vedalaşamadığı aşklarını, pişmanlıklarını, keşkelerini ve düne ait her parçayı nizamlı bir şekilde çuvala koyup arayışa çıkan bir gezgin varmış.. Az gitmiş uz git, nice dereler tepele gitmiş yükünün baskısı artsa da bırakamamış sırtından.. Kimi zaman yeni insanlar tanımış, onlardan da bir parça almış yanına devam etmiş yoluna.. Zaman aleyhine işledikçe telaşı artmış.. Telaşının kaygısına sırtındaki yükün baskısı eklenmiş.. Öyle bir hal almış ki ne nefesini hissetmiş ciğerlerinde, ne yediği yemeğe yetişebilmiş geç kalma korkusundan dolayı.. Yolu yeşilliğin tam ortasından geçerken bir keşişe denk gelmiş.. Öylece oturuvermiş yanına, bir süre sessizlik olsa da dayanamadan bozmuş sessizliği.. Ne yapıyorsun ağaç gölgesinde sessizce oturarak demiş, ruhum geride kaldı onu bekliyorum demiş keşiş.. Bizim gezgin anlam verememiş, keşişte başka cümle etmemiş.. Keşişler biraz böyledirler, başka cümle etmeden aydınlanacağınızı sanırlar.. Gezgin cümle üzerine kafa yoradursun, keşiş yavaşça toparlanmış gülümsemeyle vedalaşmış yola koyulmuş.. Gezgin keramet ağaçta sanarak otursa bile biraz daha, ne aydınlanma yaşanmış nede anlam kazanmış kendi içinde.. Düşünceleriyle çıkmış yola, az uz giderken bir hafiflik hissetmiş, önce ağacın gölgesi huzur verdi sanmış ardında oturmak iyi geldi belki de demiş sonrasında yola koyulmak iyi geldi demiş.. Düşünceler arasında vals yaparken farkına biraz daha sonra kendisinin varacağı, ama bilincinin ve bedeninin ondan önce fark ettiği şeyse çuvalı sırtına almayışının verdiği rahatlamaymış.. Bilinç bizden önce bilir otomatik pilotla yönettiğimiz hayata nadiren yön verir kimi zaman..

    Bazen uykuya bizi iten şeyler basit yorgunluklar olabilir, bazense yüklendiklerimizin ağırlığını atmamız için sığındığımız bir liman olur.. Bir alarm sesininse bizi o limandan ayırmasına izin vermek istemeyiz.. Hayatın virajını gözünü kapatarak alamazsın.. Bazense tam tersi gerçeği görmek için gözlerini kapatman gerekir.. Her iki durumda da yapmayı bırakman gereken ilk adım alarmı ertelememek olacaktır..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..AZRAİL’LE EVRENİN GİZLİ ANLAŞMASI..

    Doğar, büyür, hatalar yapar, kimi zaman telafi, eder, süreç içerisinde kimi zaman akışta kalır kimi zaman telaşa kapılır ve en nihayetinde ölürüz..

    İnsan ruhunun parçalarını kelimelere döktüğünde ne de kolay geliyor göze, kulağa yaşam.. Yaşamak öyle mi halbuki.. Aklın acısı ayrı, kalbin acısı ayrı, ruhun acısı ayrı..

    Hani film izlerken bir karaktere karşı ilginiz ve empatiniz artar, film boyu onun hisleriyle neredeyse bütünleşirsiniz, onun aklıyla eğlenirsiniz, ruhuyla doyuma erişirsiniz ya. Film biter, perde kapanır, o bağın pelerini çıkar üstünüzden ve sıradan hayatınıza dönersiniz.. İşte biraz böyle hayatta.. Ölümün gerçekliğini aklen bilip, aldığımız her nefeste ölümsüzlüğü bulan simyacı misali yaşama gayretindeyiz.. Bazen hanemizden birilerini kaybedince ya da toplumun trajik ölümlerine seyirci kaldığımızda filmin içine giriyor karakterin haliyle bütünleşiyoruz, gün bitiyor, zaman kendi lehine çeviriyor her şeyi ve yine akışta devam ediyoruz..

    Varoluşun ve zamanın kalpazanca bir anlaşma yaptığı ortada.. Sırrını kendileriyle birlikte büyük bir titizlikle sakladıkları da.. Peki biz, bu kazanılmayacak savaşın ortasında, göğsümüzdeki mağlubiyet ordusuyla her gün planlar yapıyor olmamıza rağmen mizah anlayışı hayli yaşlı olan bu sistemle nasıl baş edebiliriz?

    Evrenin her taşının altına bakmaya yemin etmiştim. Her bir taşının altından çıkan canavarların beni her seferinde hazırlıksız yakalamasına rağmen.. Bir kere daha Azrail ve evren kazandı, dün.. Diğer zaferlerindeki gibi olmadı, bu sefer.. Şaşırtmadı, incitmedi, ben bu dünyayı olduğu gibi kabul edemem dedirtmedi.. Anladım.. Derdinin benimle olmayışını anladım.. Kendi zamanını yaşayan ve bunu ulu orta sakınmadan yapan, dürüstlüğü can alan, gizemini kendine bile fısıldamadan sürdüren bir şeyin karşısında kim kazanabilir ki..

    Derdim artık savaşmak değil, kaçmaksa dünün tarihine gömülü kalacak, anlamak ve anlaşılmak üzere.. Bir ömrü yaşadım demek için ne yapmalı; çok gezmek mi, çok okuyup bilmek mi, her dilde başardım diyebilmek mi, kavramların anlamını yeniden keşfetmek mi gerekir? Bir ömrü yaşadım demek için ne yapmalı bilmiyorum, ama öğreniyorum. Bir ömrü yaşayamadım demek içinse ne yapmalı biliyorum, öğrendim.. Ağaç gibi kök salmak uçmak için kanatlara sahipken, hep kıyıda kalmak yüzebilecek kadar özgürken, susup belirsizliğin gölgesinde saklanmak seviyorum deme cesaretini gösterebilmek varken, Prangaları kanıksamak sokakta dans etmek varken, pencereden güneşle ayın kavuşulmaz aşkını izlemek hayata karışıp yağmurda ıslanmak varken..

    Bunca harabenin ortasında bir sanat eseri gibi dimdik durmayı öğreten sevgili anneme, zamanın kırbaçlarına rağmen savaşabilmeyi öğreten teyzeme ve yaşamın son nefesine kadar sevebilmenin mümkün olduğunu öğreten sevgili anneanneme teşekkürler..

    Şairinde dediği gibi; yağmur dindi Ömür hanım, gökyüzü masmavi gülümsedi yine, doğa aynı oyununu oynuyor bizimle, umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından.. Ne aldanış!

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..İLK NOTA; LA TELİ..

    Birkaç kulaç sonra karaya vurma heyecanıyla kulaçlarını hızlı atmaya başladı.. Her solukta ağzına kaçan bir iki damla tuzlu suyu tükürmek yerine yutuyordu buna aldırış edemeyecek kadar karaya odaklanıyordu.. Ayak uçlarında sinsi kramp girişlerine bile aldırış edemeyecek kadar kadar odaklanmış durumdaydı.. Parmak ucunun suyun tabağını hissetmesiyle odaklanmasına bir darbe indi ve bir anda kulaç atmayı bıraktı. Ayaklarını yavaşça yere doğru bıraktı.. Duraksadı.. Suya temas etmekten imtina ettiği burnundan derin ve yavaş bir nefes aldı.. Nefesini bırakırken aklından tek bir şey geçiyordu, peki şimdi ne olacak? Karaya çıkmak yolun sonu, varmak istediği yerde yeni başlangıcınsa ilk adımıydı.. Yapmadı ya da yapamadı.. Fark eder mi, kesinlikle fark eder.. Yapamamak merhamet duygusunun temellendirdiği içsel bir yerden gelir, yapmamaksa kibirden..

    Her eylemin etki-tepki kapsamında yarattığı bir sonuç var. Sabah uyandığınızda ilk adımınız yüzünüzü yıkmak mı, yatağınızı toplamak mı, duşa girmek mi yoksa alarmı ertelemek mi? Fark eder mi, kesinlikle fark eder.. Yatağı toplamak, yüzünü yıkamak, dişini fırçalamak duşa girmek hayata karşı duruş geliştirdiğiniz ve disiplini olduğunuz yönlerinizi geliştirir. Oysa ilk iş alarm ertelemekse geçmiş olsun kendinden ve hayattan kaçan bir burjuva kadar korkaksınız demektir.. Yüzleşmesi zor, muhtemelen ilk tepkiniz kaşlarınızı çatarak cümleyi bitirmek olacak.. Seçimlerimiz bunlarla da kalmayacak gün içerisinde; ilk öğününüz bedeninize yaptığınız bir iyilik mi yoksa organlarınıza yapacağınız bir darbe mi, hayatın içerisindeki kimliğinizden ötürü işe mi gitmek zorundasınız yoksa zaman size ait mi bunlarda seçimlerimizin kontrolümüz dışındaki etkenleri elbette.. Her salise bir sonraki saniyeleri oluşturmak için canını verirken bizler dakikalar içinde bir sonraki saatlerimizi kolayca harcayabilen seçimler yapıyoruz..

    Otomatikleşmiş seçimlerimiz kimimizin hayat asistanı olurken kimimizin celladı haline bürünebiliyor.. Kendi ayağına çelme takmayan alışkanlıklarımız varsa; okumak gibi, yazmak gibi, sağlığımıza etken spor ve beslenme gibi bunları kendiliğinden yapabiliyor olmanın hafifliğiyle zihin kıvrımlarımızın oksijene ulaşmasını kolaylaştırabiliyoruz.. Elbette herkes bu kadar anormal değil, kimimizde diğer aptallar gibi sıradan alışkanlıklarımızı otomatikleştiriyoruz.. Alarmı ertele, yorgun argın uyan, kendini sıradanlığa teslim et ve bırak akreple yelkovan senin yerine zamanı eritip biran önce uykunu getirecek kadar hızlıca birbirini kovalasın..

    Soluk soluğa, terlemiş bir şekilde gözlerini açtı.. Rüya mıydı, kabus mu? Vücudundaki su damlaları uyurken gördüğü denizin gerçek hayatına tezahür etmesi olabilir miydi, yoksa sadece terlemiş miydi? Rüyanın bir mesajı var mıydı, yoksa yüzmekten korkan birinin zihninde bastırdığı yüzme arzusu mu onu o denize sokmuştu sadece? Karaya ayak basmış olsaydı ne olacaktı, yüzmeye devam ederek okyanusu fethedebilir miydi sonuçta rüyadaydı neden olmasındı.. Gözlerini ovaladı, Bedeni kadar aklı da terlemiş durumdaydı.. Bedeni içsel zehrini terle atmaya çalışırken aklı zehri nasıl kusabilirdi.. Saatine baktı, erken olduğu kanaatine vardır, alarmı erteledi ve zihnin dehlizine doğru yeniden yolculuğa çıktı.. Oraya vardığında okyanusun çöle döneceğinden habersizdi.. Zamanın tik taklarında kendini rüyanın varlığına teslim etmişti..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..ÇOKTAN SEÇMELİ AŞK..

    ”Senden bekleneni, sana emredileni yada seni kurtaracak olanı değil, kalbinin derinliklerinde yatanı seç.” Aşk; bazen insana ıstırabını saklama gücü verir, bir öpücük kişisel kıyametinizin en büyük alameti olabilir. Ve bazı sonlar felaketle sonuçlanmış ama yarım kalmış bir proje gibi hissettirebilir.. Yani bu aşkın kalpazanca bir yönü var..

    Aşk, birine seni mahvetme yetkisi vermek ve bunu kullanmayacağına güvenmektir der Antuan Quentin.. Kader, bütün ihtimallerin toplamıdır ve kıyamet tüm ihtimallerin aynı anda gerçekleşmesidir, aşkın kainatta bahar temizliği yaptırmıştın bana diye ekler Ruhi Mücerret.. Birbirini umulmadık şekilde bulup, beklenmedik şekilde kaybedenler için aşk izahı paketleyip duygularını mizaha dönüştürmek, hayatta kalmak için seçtikleri bir yoldur..

    Aşkta dublör kullansak sorumluluğunu almaktan ve vicdani kasılmalardan kurtulmak, son virajda karşımıza çıkacak hayal kırıklığından kaçabilmek mümkün olur muydu? Birisine mesuliyet yüklü bir teslimiyetle kendini bırakabilmek, intiharın süslenmiş hali sayılmaz mı?

    Köksüz medeniyetimize kadim krallar/kraliçeler ataması yapacak kadar kendimizden geçmeyi seçmek mi aşk?

    Kendi hikayemizin başrolü değil de figüranı ya da dublörü olmamıza yol açacak kadar kimyamızla oynayan aşkı hayatımızda tutmak için niye çırpınırız peki? Bunca süslü sorgulamanı basit bir cevabı olması sizde hayal kırıklığı yarak olsa da bence sorun yok. Neticede hepimiz hayatımızda en az bir kez büyük bir hayal kırıklığına yol açmış ya da maruz kalmışızdır.. Cevap basit; yaşamı hissedebilmek için.. Shakespeare olmak ya da olmakla başlarken cümleye ve devam ettirirken cümlesini; yoksa kim dayanır zamanın kırbacına, zorbanın kahrına, gururun çiğnenmesine, sevgisinin kepaze edilmesine, kanunların bu kadar yavaş yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine derken aşkın hayatı katlanabilir kılışına şiirsel bir kılıf mı sunmuştu bize? Haklı olabilir miydi?

    Aslında yüzyıllardır şairler, yazarlar, müzisyenler, ressamlar aşkın ve kainatın eserlerini önümüze koyarak bize bir harita çıkarırlar. Yaşamımız boyunca tanıştığımız insanlar ve edindiğimiz bilgiler bize bir maneviyat haritası oluşturur; bu haritaya bakıp hududunu cetvelle çizmeye çalışırsa insan hayatımıza katkısı olan şeylerle hayatımızdan çalınan şeyleri tespit edebilir ve bir yolculuğa çıkabiliriz.. Biraz karmaşık bir yol olarak görünse de Alice’deki tavşanın dediği gibi asıl mesele nereye varmak istediğin, onu bilmiyorsan gittiğin yolda önemsizleşiyor. Çünkü harita yolun kendisi değildir..

    Aşk insana padişah gururu yaşatırken, zaman akrep ve yelkovandan daha hızlı akıyor.. Ve kalbin darmadağın olduğunda kontrol edilemeyen afetin krizini yenilgiyi baştan kabul etmiş komutan gibi mağlubiyet ordunla beraber değil tek başına tadıyorsun.. akrebin tümüyle hızlı akmasını ve aklının karmaşasının son bulmasını istesen de nafile..

    Aşksız geçen günlerimi ömürden saymıyorum demiş şair.. Onca duygu karmaşasının sonunda insan yeniden duymak istiyor, korkma ben varım diyen birisini..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KULAKTAN ZİHNE; GİRİŞ..

    Uykusuz kaldığım gecelerden sadece bir tanesi.. Kulaklıktan sızan sesle, zamanında vedalaşmak için gidip Ruhi Mücerret’ in ironik sohbeti eşliğinde patlattığımı düşündüğüm köprüye doğru yöneldim.. Kulağıma sızan ses eskisinden yorgun ama dingindi, köprüyse hala yanı yerinde duruyordu.. Meğer vedalaşmak benim için o andan kurtulmak adına yaratılan bir illüzyonmuş.. Söz konusu Ruhi bey olunca bu pekte şaşırtmadı elbette.. Maestro benim sahnemin müziğinin alt yapısını yapanken sahnenin bana ait olduğuna inanmamda aklımın yarattığı bir illüzyonmuş..

    Aslında kendimi çırılçıplak ortaya koyduğumda illüzyonla kendimi kandırıp, temelde canımı sıkan şeylerden kaçmak yolunu böyle inşa ettiğimi görmek zor değil.. Ama uykusuz gecelerin var olmasının temel nedeni de bu.. İnşa ettiğim kaçış labirentinden çıkmak istediğim bir gün gelir belki ihtimaline karşı bir anahtar.. İşte dün o anahtarı elime almak için uykusuz bir gece daha geçirdim kendimle.. Hikayelerin; giriş, gelişme, olayların karmaşıklaşması ve sonuç kısımlardan oluştuğunu biliyorum.. Ben yaşadıklarımı yazarken olayları genelde giriş ve gelişme kısmında bırakırken, yazdıklarımı yaşama konusunda sadece olayların zıvanadan çıktığı zamanları yaşadım.. Ne yazarken ne de yaşarken iş sonuca gelmedi.. Bu bir süre sonra tahmin edebileceğiniz üzere alışkanlığa, yani yaşam döngümün kendisi haline geldi..

    Eğer aklınızda geçirdiğiniz vakit gerçek hayatta geçirdiğiniz vakitten fazlaysa, dünyama hoş geldiniz.. Aklımın krallığını tek tek inşa etmek üzere yaşadım çoğu şeyi.. Kontrol.. İşte krallığımızın temel prensibi; kontrol.. Tabi her düzen zamanını kollar kaosa tekrardan yenik düşebilmek için. Aslına bakarsanız teslim olmak ve bütünlüğünü korumak için.. Var oluşun kendisinin de kaostan geldiği felsefesini bilenlerdenseniz bu durum siz yabancı gelmeyecektir.. Kontrol altında tutmaya çalıştığım her şey raydan çıktığı an teslim olsaydım nasıl olurdu diye düşünürüm zaman zaman.. Bir başka kader mümkün mü?

    Her neyse şimdi gelelim bugüne, aklımızın çemberinden ruhumuzun kendisine.. Ruh aşerer, beden sinyal verir, aklınızı bunu algılayacak kapasitedeyse seçimlerinizi özünüze göre yaparsınız. Ruh, beden ve akıl üçlüsünün aynı düzlemde ilerlemesi potansiyelinizin dünyaya yansımasının bir anahtarıdır.. Yazmak, yaşamaktan ne kolay öyle.. Matematiği bilmek keşke dna sarmalımızı çözmemizi de kolaylaştırsaydı..

    Yazmak bile kontrolden çıktı. Ama asıl amaçta bu zaten.. Birbirinden farklı görünen her paragraf bütünün bir diğer parçası.. Geçmişte yaşayan ben için yeni bir kader mümkün müydü, belki, kim bilir.. Bugünkü ben için mümkün mü, elbette.. İşte şimdi uykusuz kalmanın verdiği hazla yürünen köprü yolunda, kulaklığımdan sızan zehrin zihin kıvrımlarıma darbe yapmasına izin vererek, kaosun kontrolü ele alması için anahtarı bizzat kendim teslim ediyorum..

    Benden başka herkesin evindeymiş gibi hissettiği bu tımarhaneden kurtulmanın ilk adımı, kontrolü bırakmak.. İnsanları sokakta hapsetmek için döşedikleri kaldırımda zihnimin özgürleşmesi için müzik listemden yeni bir şarkı açıyorum.. Ve sevgili maestro, müziğiniz bestelenmiş bir büyü gibi aklımı sarmış olsa da kendi sahneme dönüyorum.. Kaosa mütevazı bir katkı sağlayacak senfoninin şerefine..

    ..SEVGİLERİMLE…

  • ..SORGULAMAK, AŞK, İHTİRAS! KİMSİN?..

    Kendini adadığın hayatın yüzdeliğine baktığında kaçta kaçı sana ait? Kaçında kendi kararların var, kaçında zorunda kaldığın seçimler yaptın? Kendini adadığın amaçların, yaptığın hataların, günlük rutinlerin, vazgeçtiklerin, seçtiklerin derken hangisinde kendi iradenin etkilerini görüyorsun baktığında?

    Bir boşluğun içinde sonsuz olasılıklar okyanusuna doğru savrulup gidiyorsun zaman zaman. Kimsin, nesin, neredensin, nereye gidiyorsun, nereden geliyorsun her gün kendi içinde yaptığın ya da yapmaktan vazgeçtiğin kararlarla belirlediğin, ilerleyen zamanlarda sonucuna varabildiğin seçimlerin toplamı..

    Kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, neyle sınanıyor, neyleri seçmekte ısrar ediyorum, nelerden vazgeçtim, nelere taptım, özümün karmaşasında nelere daldım gittim?

    En doğrusunu ben bilirim demedim de, kendi doğrularımı bilir onlarla yaşarım dedim. Aşkın kendisine aşık, hayatın savurmalarına aşina, insanların katran bağlamış ruhlarıyla burun buruna gelmiş, doğanın esintisine hayran bir özün kapana kısılmış, özgürlüğünü hayata teslim etmiş bir esire dönüşmesine yol açacak ne kadar seçim varsa hepsini tek tek yaptım..

    Tam olarak 9 gündür hayatın sebebiyet verdiği karmaşasıyla çıktığım yolda kendimle gerçek anlamda baş başa kalmış olmanın verdiği sorgulamanın eşiğinde ayaklarımı sallandırıyorum.. Kahveyle yalnız başına güne başlamanın yerini çayın bir araya getirme gücü ele alarak hem bir bütün olmayı hem de herkesten kaçabilmeyi aldı.. Sessiz ve sükunetle açılan gözü çocuk sesleriyle ve hakırtılarla açmak aldı.. Kendi ruhunun yaralarını iyileştirmenin yerini, her birimizin yaralarının olduğu yerlerin benzer olduğu fark ettirdi.. Şarkılar anlam kazanırken, hayatın varlığı ciddiyetine bir ara verdi aslında.. Meğer dan edebilmek için aşina olduğumuz müziğe ihtiyacımı yokmuş.. Hatta bazı aşinalıklar dansa kaldırmak yerine danstan gözünü korkutacak kadar güçlüymüş.. Duygularımızı tek tek yazsak, altına sebeplerini ve sonuçlarını yazsak varılacak nokta pekte bütünsellik oluşturmayabilir.. Lakin duygularımızı tek tek yazıp ilişkilendirsek ruhumuza temas edenlerle resmin bütünselliğine ulaşmak daha kolay olabilir..

    Günleriniz ne alemde, nelerle mücadele halindesiniz bilmiyorum.. Amacınızı, potansiyelinizi, yaralarınızı da bilmiyorum.. Ama bir şeyi çok iyi anladım, bazen birbirimizin ruhunu görmek için tüm bunları bilmemize gerek olmadığı..

    Yara, yaralıyı gördüğünde sızlar eğer hissedersen.. Ruh özünü ortaya koymaya kalkar eğer tınısını duymak istersen.. Aşk, ihtiras, arkadaşlık, aile hayatımızın yapı taşlarını oturan her bir parçasının kıymeti ve ciddiyeti ayrı önem taşıyor, doğru.. Yine de bu ciddiyete kapılıp kendini kaybetmektense, dramı komediye çevirecek güce sahip olacak yönlerimizi parlatmalı ve o ışığın hayatımıza sızmasına izin vermeliyiz..

    Kavramlara takılı kalıp keskinliğimizi bilemekte bir tercih, kavramlara yeni anlamlar yükleyerek yaşamı yeniden keşfetmekte bir tercih.. Şimdi asıl soru şu; kimsin ve tercihini yaparken danıştığın makam kime ait?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BANA NE FAYDASI VAR?..

    ”Boks ringinde kazanıp, dans pistinde kaybedenlere..”

    Hayatın dönüm noktalarında virajı alamayanlar, düz yolun varlığına adapte olmakta hayli zorlanırlar.. Haklı oldukları noktalar var; kaybetmekten yorulmak, başarısızlıktan sıkılmak, yarım kalmışlıklardan bunalmak.. Bu bir savaş haline döner yavaş yavaş. Kazananın olmayacağı, ganimetlerden hep yoldan geçenlerin faydalanacağı, anlamının varlığını kaybedeceği bir savaş.. Ta ki kaderin virajına okkalı bir hız limitiyle giriş yapana kadar..

    İhtimaller evreninde hep seçemediklerimizin ve yapmadıklarımızın varlığı aklımızı meşgul ederken, seçtiklerimizin sonucu ve yaptıklarımızın yarattığı etkiye maruz kalırız. Özünde seçmeye tenezzül etmediklerimizle yalapşap seçtiklerimiz arasında gidip geliyoruz..

    Kendi seçtiklerimizden sorumlu olduğumuz kadar, seçmediklerimizin yaratacağı etkiden de sorumlu olmanın bilinçsizliğinde eylemler sergilemekten çekinmezken, istiyoruz ki sadece dünya değil tüm kainat etrafımızda hazır ol komutunda olsun.. Her bilinç kendi tanrısını yaratıyor, kimi zaman ona itaat ederken kimiz zamansa kölesi olup çıkıveriyor.. Peki bu tanrıyı yaratırken tam olarak bizimle neyi kastetmesini istiyor zihnimiz? İşte yolculuğun potansiyele erişim izni vermesine açılan kapının şifresi bu soruda gizli.. Benimle neyi kastetti, bana ne faydası var?

    Düşünceler duygulara, duygular davranışlara, davranışlar alışkanlıklara, alışkanlıklarsa kadere hükmeder derler. Düşüncelerimizin yüzde yüze bize ait değilken ve kurgusal anlamda zengin bir imparatorluğa sahipken kaderimizin tam olarak efendisi kim peki? Döngünün formülü belli düşüncelerine sahip çıkmaya çabalamak sadece zaaflarından kendini gıdıklamak olacaktır.. Oysa onların varlığını bir nehri izlercesine izlemek ve suyun yüzmenize hazır olduğu anlarda ayağınıza suya sokmak formülün varlığını bozmayacak bir darbe girişimi, yaratacaktır.. İki kere ikinin kaç yaptığı sonucuyla ilgilenmek yerine ikinin nereden geldiğini ve neden sürekli toplamayla anıldığını, bunu sizden kimin istediğini bulduğunuzda kaderin virajına okkalı bir giriş yaptınız demektir.. İşte o noktadan sonra ister virajı dönün, ister virajın kontrolünü kaybedin arabanın duruş noktası sizin başlangıç noktanız olacak.. Ve işte o nokta sonuçların canı cehenneme, sürecin içerine dahil oldum dediğiniz nokta olacak..

    Bu yazının size ne faydası var bilmiyorum, ama beynimi ortalığa kusacak cesaretimin varlığını ve aklımın formülize ettiği şeylerin peşinden sürüklendiğini bana gösterecek bir yol haritası oluşunun bana oldukça faydası var..

    Ringde kazanacak kadar sağlam yumruklarınız olabilir, lakin sizi dans pistinde kazandıracak şey ritme uyum sağlamayı başaran ayaklarınızdır..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..İÇİMİZDEKİ ŞEYTANDAN LALELİ’YE..

    Dünde yaşanmış olan kabulüm, bugün olan hep daha iyisi, yarın olacak olansa başımla beraber..

    Zaman telaşına kapılmasaydık yine aynı şeylerin peşinde hınçla koşar mıydık? Her şey aynı anda gerçekleşse, bir seçimin sonucunda doğacak tüm varsayımlar aynı anda gerçeklik kazanmış olsa, sistemi kökünden çürütecek o kaos bize istediğim huzuru verir miydi? Ya da insan olmanın dayanılmaz acizliğinde yeni yolların umuduna mı sevk ederdi bizi?

    Utanç, pişmanlık ve çaresizliğin pençeleri geçmeseydi etimize cesaretin önemi olur muydu mesela? Ya da cesur dediklerimiz adım atabilme cüreti gösterenler mi, yoksa seçimlerinin sonuçlarında sorumluluk alabilecek olanlar mı?

    Mutlak bir doğru yok, mutlak bir iyilik ya da kötülükte yok. Siyah ve beyazın birleşim kümesinde grilikler var mesela.. İşte okumak, sorgulamak, yüzleşmek en çokta, bilgeliğin yolu mu bilmiyorum ama lineer ilerlemeyen hayatın ne olduğunu sana gösteren kısmın bu olduğunu biliyorum..

    Geçmişinle tanışma fırsatın ya da böyle bir merakın oldu mu? Kendi kısıtlı ömrünün varlığından bahsetmiyorum sadece, anne babanın ve onların anne babasının aynı zamanda.. Herkesin hikayeleri parmak içi kadar eşsiz olsa bile her hikaye ellerin birbirine kavuşması kadar bağlı aynı zamanda birbirine.. Adaleti yok ederek mi sağlamak istersin cezasını almasını izleyerek mi hatta adaletin yerini bulmasını isteyebilecek kadar yüce gönüllü müsün, dans etmeyi sever misin mesela eşlik eder misin ritme yoksa sadece izleyenlerden misin hatta sever misin müziği, matematikle çözebileceğin sorunlar olsa mesela kendini trigonometriye adar mıydın ya da görmezden gelir matematiğe olan önyargından dolayı sorun yok mu diyenlerden mi olurdun, örneklerin boku çıkmadan burada bırakalım..

    İzlerini taşıdığımız şeyler sadece bizim eylemlerimizin sonucu değilse eğer gerçekten özgürleşmek tam olarak mümkün müdür kendimizden? Her seçimimizin temelinde bilincimiz yatmıyorken, sonucuna tamamen bizim katlanmak zorunda kalmamız bizi bilge mi yapar yoksa hayatın bize attığı kazığın sonunda bu bilgelik işi bir kılıf uydurma bir avuntu mu?

    İçinizdeki şeytanın fısıltısı meleğin çığlığını bastırdığında, aynaya bakıp o şeytanı sahiplenebilecek olmak beni tam olarak kim yapar? Madalyonun iki yüzüne de sahipken.. Dualite dünyasında kendimin dilemmasıyla baş başayım..

    İki tane aslan varmış; biri karanlık biri aydınlık, biri iyi, biri kötü. Hikaye bu ya bir anda kavgaya tutuşmuşlar.. Peki sence hangisi kazanır?

    ..SEVGİLERİMLE..