Yazar: yildizlaraltinda

  • ..EVCİLLEŞTİRİLEMEZ RUHLARA..

    ”İlk görüşte aşk zamandan tasarruf sağlayabilir, fakat bazı sorunlara yol açabilir.”

    ”Nehri itekleme, o kendi akar.”

    ”Bazen milyonlarca kalp aynı anda kırılabilir.”

    ”Akli dengemiz; unutmanın kahrolası imkansızlığı ile hatırlamanın lanet zorluğu arasında korunur.”

    ”Özgürlüğün eşlik etmediği kararlar ve eylemler manasızdır.”

    ”Özgürleşmek için bağlandığımız ideolojilerden kurtulmadıkça özgürleşemeyiz.”

    Kainata dışardan baktım, meğer onun gözü zaten benim üzerimdeymiş.. Bir bakışma valsinin orasındaydık..

    İdeallerimiz, kendimize çizdiğimiz sınırlarımız, okuduğumuz ya da izlediğimiz şeylerden kendimize çizdiğimiz yollar, hayat mottolarımız derken yukarıdaki cümleler gibi kendimize bazı cümlelerle sınırlar belirleriz. Aslında en temel ihtiyacımız kendimizi anlatmak ve anlaşılmaktır.. Amaçlar belirleyebilir, hedefler koyabiliriz elbette. Bir türkü tutturup yola koyulabiliriz. Ya da inziva bahanesiyle kendimizi dünyaya kapatabiliriz..

    Düşünceler silsilesinde kendi dünyamıza ait sandığımız her duyguya sıkı sıkıya tutunabiliriz. Mesleğimizden, arkadaş çevremize, günlük beslenme öğünlerimize kadar her şeyin temelinde karar mekanizmamıza etki edenleri fark etmeden öylece seçimler yapar, kendimizi bir sürece sokar ve sonuçlarına varana kadar koşuştururuz..

    Araştırmalar yöneleceğimiz merkezin özümüz (ruhumuz) olduğunu söyler. Özüne doğru yola çık, karanlığına dal, kendini orada bulacaksın. Ah şu kelimler yaşanılanları ne kadar da basite indirgiyor bazen. Söylemek, yapmaktan dolay. Anlatmak yaşamaktan daha kolay..

    İtaat eden birisi misiniz, karşı duran mısınız? Toplumun, seçimlerinize göre size uygun kelimeleri elbette olacak. Hatta sizler bile bunları benimsemeye başlayacak ve kendi fikrinizmişçesine sahip bile çıkacaksınız o etiketlere.. Peki ya sonra?

    Topluma uyum sağlayanlar ve etiketleri kabul edenler erkenden uyuyabilecek, işlerine gidip gelecek, aile kuracaklar, hayat onlara doğru akacak. Peki ya uyum sağlayamayanlar, sağlamak istemeyenler? Farkındalığın acıyla delirteceği bir eşiğe gelecekler, anlaşılmadıklarını kabullenmek zorunda kalacaklar, uykularını idam edecekler, geceyle gündüzle ilişkilerini bozacaklar, genel kanılarla yaşamak zorunda kaldıkları her saniye boğazlarında dar ağacı ipinin hissiyatıyla günü bitirecekler. Derinlerde hazineler saklı olsa da, arayışta olanlar hazineye ulaşana kadar birçok şeyi feda edecekler ve birçok savaş verecekler. Ve sonunda hazineye kavuşmak sonucuyla değil onu keşfetmek arzusuyla süreci yaşıyor olmaktan yana olduklarını anlayacaklar.. Ya da teslim olacaklar.. Her acı delirtecek dozda ağır gelse bile herkes sonuna gitmeyi seçemeyecek kadar acı eşiğinin zayıflığına yenik düşecek…

    Hiçlik, doruk noktasının zirvesi.. Zirveye ulaşanlar evcilleşmek zorunda bıraktıkları her hücreyi kesip atacak, artık kesip atmak acıtan bir eylem olmayacak.. Peki ya hala arayışta olup kaybolanlar? Ruhuna ulaşamayanlar? Dürtülerini kontrol edemeyenler?

    Farkına var, haritayı çiz, yola koyul.. Gerisi kaderinle anlaşma imzaladığın noktaya gelene kadar tahminlerinin ve planlarının dışında gelişecek olan sürecin kendisi olacak.. İşte sanırım anahtar noktası burası.. Senin planların kadar, senin dışında da planı olanları gör, duy ve kabul et..

    Teslimiyetin ruhumun özgürlüğüne ket vuracağı korkusu bende kontrol azgınlığı yaratmıştı. Kontrol arzusu güdülerimin beni ele geçirmesine, sinsice ruhuma sinmesine yol açmış, bilemezdim. Öğrendim.. Çoğu tedbir hayatıma acı ve zincir getirmiş, öğrendim.. Şimdiyse benim dışımdakinin planına teslim oluyorken geyikten daha sakin, aslandan daha cesurum öğreniyorum..

    Özüm ehlileştirilemez, evcilleşmek tabiatına aykırıysa hastalanırsın çünkü.. Hastalandım.. Neye ihtiyacım varı kendimde aramaya başladım, şimdi bana ne faydası var diyerek devam ediyorum. İşte bugün sonuca vardım sandığım yer aslında sürecin bir parçasıymış.. Bir düşe sahip olmak, ona kavuşma arzusu hayatta tutuyormuş. Ona bir gün sahip olur muyum, bilmiyorum. Önemli olanın sahip olmak değil, sahip olma arzusunu yaşamak olduğunu biliyorum.. Ruhu evcilleştirilmez olanlara..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..YAZ KIZIM; İNSANCIKLAR BÖLÜM 1..

    Seçimlerimiz, süreçlerimiz ve sonuçları.. Sükunet isteyen gürültüyle, sakinlik isteyen kavga dövüşle, aşk isteyen yalnızlıkla, dostluk arayan ihanetlerle, sadece işini yapacak olan iş yerindeki ayak oyunlarıyla, aile isteyen sorumluluklarla, yaşamak isteyen ölümle, ölümü arzulayan inançla, yalnızlık isteyen kuru gürültüyle sınanıyor.. 

    Ya istemeyi bırakmak gerekiyor, ya da isterken madalyonun iki yüzünü de göze almak gerekiyor. Şimdilik iki seçenek yeterli, zaten diğer seçenekleri hayat faktör olarak sunacaktır.. 

    İnandığınız yerden kırılabilir, vazgeçtiğiniz yerden ayağa kalkabilir, pes dedirten olaylarda umut ışığı görebilirsiniz. Hayatın dalaveresiyle, insanın ikiyüzlülüğü değişmez ana iki kural haline gelmiş durumda.. Peki siz olsaydınız ne yapardınız, bölümümüzü ilgilendiren kısım tam olarak burası..

    Her saniye yolculuğun bir parçası, peki sizin hücrelerinize işleyen parçalarda neler gizli?

    Kendimi yalardır bir kadavra misali ince ince parçalara ayırarak incelim. Her hücreme, her düşünceme, her bir hikayeme didik didik ederek baktım.. Yozlaşmış tabular, sinsice kanıma girmiş atasal genler, büyüdüğüm evin dokusu, oyunlar oynayarak büyüdüğüm sokağın kokusu, tatile gittiğimiz köyün bütünsel yapısı, yarıldığım şehrin anısı, yeni geldiğim bugünlerde eski anıları barından şehrin yazdıracağı anılar.. Hop toplama bilgisayardan daha çok parçalara sahip bir ben, işte karşınızda..

    Her sabah güne kahveyle başlama arzum bunlardan hangisi yüzünden oldu bilmiyorum, açıkçası şikayetçi olmadığım için de çokta sorgulamıyorum. Lakin bazı insansal döngülerin aynı noktaya varması, aynı duygularla yaşanması, işte bu büyük bir sorundu. Ben de tam o kara kutunun inine bu sayede indim, ya da doktorlar sayesinde indim, neyse önemli, olan inebilmek sebepleri daha sonra önemseriz.. 

    Daha ilk selamlaşmadan saygı, sevgi ve güven üçlüsünü hemen masaya koyarım. Karşımdaki alır, almaz. Bunları yıpratır, yıpratmaz. Önceleri bu benim problemimdi. Çünkü hep hislerim haklı çıkardı, bense inatla inanmayı seçer şans tanırdım ve hayal kırıklığı yaşamak kaçınılmaz olurdu. Bir süre duvarlarla yaşamaya, temkinli davranmaya çalışsam da o da benim hamuruma uymadı.. Ve dengeyi bulmak zorunda kaldığımız bir konu daha böylelikle ortaya çıkmış oldu.. Hem kendim olmak, hem de tanıdık hayal kırıklıklarını yaşamamak için yenir ve incelikli bir formül gerekiyordu. E konu ben olunca her şey özel ve süslü olmalı, ki oyun oynamaktan keyif alalım..

    Birkaç farklı yöntem denedim başlarda, bunları söyleyerek işe yaramamış şeylerle gözlerinizi meşgul etmek yerine o altın oran formülüne geçelim direkt.. Selamlaşmaya bile gerek kalmadan her canlıya 3 temel duyguyu açık yüreklilikle sun, mimiklerinden ses tonlarına ve özellikle davranışlarına kadar onların kendini kısa sürede ifade etmesine izin ver, bu süre zarfından kalbinin rotasını izle, sana temkinli gelenler yoğunlukta olacak mühim değil önyargı onların kendini savunma biçimi bunu unutma, kısa bir süre içerisinde yaklaşımlarıyla sana asıl isteklerini gösterecekler objektif olmaya özen göster, ve sonuç elbette senin saygına layık olmayanı davette görmekten rahatsızlık duymayacak kadar kendine güven fakat senin masana bir daha oturmalarına izin vermeyecek kadar kendine saygı duy.. Teşekkürler..

    Güç zehirlenmesi yaşayanlar, kibirli cümlelerle üstten konuşmaya çalışanlar, ya aslında benim niyetim o değil diyerek gerçek niyetlerini gizlemeye çalışanlar, yalancılar, ikiyüzlüler, yalakalar, yalakalığa müsemma gösterenler, gerçeklerle değil kendi çıkarlarıyla iş yapanlar, ayak oyunları çevirecek kadar aptal olanlar, tiksinti duygusuna sebep olanlar, duyarsızlar, kendi çıkarları dışında hiçbir şeyi önemsemeyenler, ast-üst ilişkilerini kapalı odalara taşıyacak olanlar, doğrunun yanında olamayacak kadar korkanlar.. İşte tam da bunca kelimelerin zerine yapıştığı insanlar kendilerini isteseler bile saklayamazlar. Onların ruhlarındaki çürüme kokusu etrafı sarar. Ve sevgili Gandalf’ın da dediği gibi ”kaybolduğunu düşünüyorsan, burnuna güven..”

    Sayısı azınlıkta olan; farkındalıklar yaşamış, sevmeye emek vermiş, saygılı, gözlerinde burukluk olan eski neşesini kaybetmiş, iyi çabalayanla işte tam olarak onlarında bir ortak noktası var; hayatta yaralanmış, yine de bu yaralara rağmen meleklerin yanında savaşmaya devam etmiş olmaları..

    Şimdi aynaya baktığınızda gördüğünüz kişi; şeytanın fısıltısına mı kulak veriyor, meleğin sessiz çığlığına mı? Kendine dürüst olma cesareti gösterebilenlere..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..SON HAVA DURUMU BÜKÜCÜ; MİKAİL..

    Tanrım Sokrat böyle şarkı yazmayı nereden öğrendi? Kelimeleri zihin kıvrımlarımda vals ediyor sürekli.. Onun punchline ataklarından Laleli’ye doğru bir tramvaydayız, hava sıcaklığı özümüzü eritecek kadar yüksek.. 

    Psikolojiye etken birçok neden olduğunu biliyoruz; aile, atalar, yetiştiğimiz coğrafya, büyüdüğümüz ev, bunlar sonucu oluşan çevre, hatta yediğimiz içtiğimiz her ürün ve elbette hava durumu.. Evet, doğru okudunuz yediklerimiz ve hava sıcaklığı bile kararlarımız üzerinde etkili. Bununla ilgili yapılan bir araştırma var, hakimler üzerinde, detaylara giremeyecek kadar konuya hakimim, merak eden araştırmasını yapsın ve devam edelim.. 

    Evime döndüğüm süre zarfında değiştirmeden ve ertelemeden devam ettirdiğim 2 alışkanlığım var; Tarçın’la yürüyüş, kahveyle güne başlamak.. Köpeğimin sadakati ve sevgisi ne kadar iyi gelirse, kafeinin vücuduma etkisi de bir o kadar bariz aslında.. Lakin kafeine olan sevgim beni soktuğu stresle baş edebilmemi sağlayacak kadar güçlü.. Ve sıcaklar, işte o baş etmek istemeyeceğim kadar sıkıntılı.. Birincisi ben sonbahar insanıyım, ikincisi güneşin kavurduğu şey bedenim olduğu sürece yazı asla sevemem.. Aslında klimayla yaşıyor olsam da sevemem. Hatta sevgili Mikail hiçbir şart bana yaz mevsimini sevdiremeyecek. OO evet, tatili ve denizi ne kadar sevsem de sonucu değiştirmeyecek.. Çünkü gün içerisinde yeterince etkilenen karar mekanizmama bir de sıcakların dahil olması, kararlarımı etkilen faktörlerin artmasına neden oluyor ve bu beni pek memnun etmiyor.. 

    Zaten bir şeyler sabrımın kotasını doldurmuşken, kızgın ve kırgınken, yeter be derken, karar vermek epey zor. Kararlarımın sonucunu düşünerek geçirdiğim zaman içerisinde maruz kaldığım hava sıcaklığı bana çokta sağlıklı kararlar aldırmıyor.. Yani sağlıklı karar almak istemeyecek kadar öfkeli olduğumu biliyor olsam da havanın sıcaklığına bok atma fırsatını kaçırmak istemiyorum aslında.. Laf kalabalığını kenara koyalım ve dönelim işin özüne..

    Kızgınlığımın sebebi elbette yaşanılan süreç içerisinde verdiğim kararlar ve bugünkü sonuçları. Kararlarımın ve eylemlerimin sorumluluğunu alıp çıkış yolları aradıkça olayları benim için zorlaştıran er şeye öfke kusmama ramak kaldı.. Sessizce hayatıma devam etmeye çalışırken, insanları ve aptallıklarını teğet geçmeye özen gösterirken inatla beni kendi sınırlarını tahrip etmeme davet edişlerine sessiz kalamayacak kadar öfkeliyim. Yine de aklı selim davranıp sakinliğimi korumaya çabalıyorum. Ya düşünsenize kendi yolunuzdasınız, tek derdiniz kendinizsiniz ve kimseyle uğraşmayacak kadar kendinizin farkındasınız, buraya kadar tamam. Lakin o kadar aptallar ki üzerlerine bir koç öfkesi salmam için ellerinden geleni yapıyorlar. Sen farkındalıklarınla konu ben değilim aslında desen bile onlar seni konu senmişçesine dahil etmeye çabalıyorlar. Asıl soru şu; şimdiye kadar siz olsaydınız ne yapardınız?

    Bir konuda anlaşalım, cevabınız ne olursa olsun ben kendi bildiğimi uygulayacak kadar fevri davranışlar sergilemeyi seviyorum. Sadece etki faktörlerini görüyorum, konunun özünü görüyorum, hatta olası sonuçların çoğunu hesapladım bile. Peki aklının içerisinde bu kadar fazla zaman geçiren biri olarak, aklımı bununla bu denli meşgul etmem doğru muydu? İşte benim asıl sorunum bu.. 

    Ne zaman sıfırdan başlayacak olsam, hep aynı sona dönüyorum. Bu da bizi şuraya götürüyor; aynı şeylerin içerinde yaşadıkça farklı sonuçlar beklemek sadece aptalların işidir. Yani, çoğu açıdan aptal olduğunu bildiklerimden beni farklı kılan özümü ortaya koymak yerine, kıyıda yaşayarak aynı yoldan yürümek beni de aptal olmaktan kurtarmıyor demektir. Ve işte asıl sorun bu.. Konuların farklılığı önemsiz, aptallık yapacak kadar aylaksan onlardan pek bir farkın kalmıyor, tek bir fark var onlar gerçekten aptal oldukları için bunu yaparken sen aklının gücüne yenik düşerek bunu yapıyorsun. Ve bence asıl öfkenin merkezi de tam olarak bu.. Eşsiz ve farklı olmak önemsiz, çünkü bana göre aslında hepimiz parmak izlerimiz kadar farklıyız. Aynı olanların temel sebebi şu; sorgulamazlar, öğrenmezler ve anlamaya ihtiyaç duymalar sadece var olmak çabası içine girerler ve bunun için ellerinden geleni yaparlar. Oysa eşsiz olduğunu bilenin bunu kanıtlama çabası yoktur, zaten öyle olduğunu bilir ve seçimlerini buna göre yapar, sonuçlarını görür bir değerlendirme yapar ve devam eder. Hepsi bu kadar..

    En büyük sıkıntılar ve belalar, kabul edemediğimiz hatalarımızdan kaynaklanıyor.. Son dönemde şundan eminim; çoğu iş aptalların söylediği yalanlara bağlıdır.. O zaman bugün karar verirken neyi seçmeliyim tam olarak; iyiliğe ulaşmayı mı, kötülükten kaçmayı mı?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BİLMEM, BELKİ DE OLABİLİR..

    Ertele her şey, belki yarına daha iyisi olabilir. Aman biraz geç uyu havalar sıcak azıcık serinleyince uykun düzene girebilir. Boş ver biriktirmeyi, ölüm her an kapıyı çalabilir.. Plan yapsan kaç yazar, hayat önüne yeni şeyler çıkarabilir.. Bekle bakalım, belki de güzellikler bekleyince gelebilir..

    İhtimallerin gerçeklerden daha güzel olduğu bir hayat yaşıyorsan geçmiş olsun. Hayal dünyan gerçekliğe galip gelecek kısa sürede ve oradan ayrılmak istemeyeceksin. Kim ister zaten gerçekliğin kahpeliğinde yaşamayı.. Aklın baskın geldiği zamanlarda kendini soğuk suya maruz bırak o seni ayıltacaktır. Gerçi bu anlık ve geçici bir çözüm.. Aman be olsun, bazen de geçici olan güzelleştirir hayatı.. 

    Vakit geçirdiğiniz insanlara şöyle bir göz gezdirin; iş yerinde, sosyal hayatınızda, oturduğunuz mahallede, ailede. Hepsine tek tek bir bakın. Neyinizin yansımasını görüyorsunuz? Ya da o yansıma yüzleşebileceğiniz kadar hafif bir çatlak mı?

    Benimkiler biraz tuhaf, hele de on yıldır bir mahallede yaşarken sokağınızın her santimini kapalı gözlerle gezebilecek kadar  tanırken. Oraya yerleşen, oradan göç eden kim varsa her birinin parmak iziyle dolu defterleri oluyor insanın. Ya da ben parmak izleriyle dolu defterlerin koleksiyoncusuyum..

    Yansımalar, personalar.. Her biri bir hikayenin eseriydi aslında. Kimisi yanlışlarımın sonucuydu, kimisi bizzat yanlışın kendisiydi, kimisi öğrenmem içindi, kimisi bildiklerimi unutturmak içindi, kimisiyle valsa kalktım, kimisiyle sahne korkusu edindim.. Hepsinin toplamı tek bir şeye hizmet ediyordu; büyümek.. Kabullenmekte en çok zorlandığım konuyu, yüzleşmekten kaçtığım tek konuyu önüme defalarca getirmek içindi.. Yine kaçtım.. Ta ki kaçılamayacak kadar işleri batırana dek.. Büyümek çokta matah bir konu olmasa da; kaçarak gerçeklerden, aptallığa yatarak yaşamaktan kurtulamıyorsun..

    Her an başlamak için mümkün müdür, olabilir mi her an başlamaya uygun bir an? Bilmem, belki de olabilir..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..GÜNE BİR SOKRAT ŞARKISI..

    Yozgat haritanın tam olarak neresindeydi? Bugün birine söz vermiş miydim? Verilen sözlerin çürümesine izin vereli ne kadar oluyor? Nereden başlamalı? Nasıl yapmalı? Büyük konuşmak niye sorun oluyor? Sahi ya eski neşemize ne oldu? Yine alerji dönemlerine girdik, ağır geçer mi acaba bu seferde? Kitabı nasıl bitireceğim? Gitmeyi özlerken beni tutan ne? Sahi aklıma girmeyi nasıl başardı? Söylediklerimiz bizi sınamayı ne zaman bırakır, düşünerek konuşmak ne kadar yorucu, insanı aklında meşgul ediyor. Eksikliğimizin kaynağı nereye kadar ilerliyor? Kahveye ihtiyacım var. Çok terledim soğuk duş almalıyım. Evin temizlenip, çamaşırların yıkanması gerek ayrıca kışlıkları kaldırmalıyım artık. Yazı yazma pratiğini bırakmamam gerek, peki bugün neyi anlatmalıyım? Anlatmanın kıymeti kaldı mı ya? Sahi eskiden birbirimize zaman harcadığımız insanların hayatı bambaşka yönlere giderken ben zamanın tam olarak neresindeyim? Beni bu şehirde tutan horozumu, geçmişim mi? Bugün erken uyumayı başarabilmeliyim peki başarabilir miyim? Sözümün eriydim, ne oldu peki sonra? Yine aynı yere döndüm. Kendime bu eziyeti yaparak neyin kefaretini ödetiyorum? Halletmem gereken onca şey var, uygulayacaksam plan yapmalıyım. Her gün planladığımın dışında şeylerle yolum kesişirken hayatımı nasıl planlayabilirim? Büyük mucizeler gerçekleşiyor da ben mi fark edemiyorum? Neyse kahve almalıyım..

    Uyanalı birkaç saniye olmadan aklımın hücumuna uğramaktan sıkıldım en çokta.. Halledemediğim şeylerden dolayı mı böyle oldu yoksa, aklımı yanlış mı eğittiğim için bunu yaşıyorum? Bilmiyorum, benden başkasının bilemeyeceğini biliyorum ama.. Kendi başıma çözmekten, çözmeye yeltenmekten en çokta. Sıkıldım..

    Aklım bu denli karışıkken, evimi toparlamamın bir önemi var mı peki? Kimileri hayatını toparlamaya yatağını toplayarak başla diyor. Askeri mantık. Uyanır uyanmaz gerçekleştirdiğin birkaç eylem gününü tasarlıyor, gününün bitiş şekliyse alışkanlıklarını oluşturuyor, alışkanlıklarsa kimliğine dönüşüyor.. Yani yatağını topla, duşunu al, dişini fırçala güne başla belki bir gün kazanırsın. Gözünü aç telefonla takıl, kendini sanal dünyaya maruz bırak, kaybetmeni garantile.. Anladım, doğruluğuna inandığım bir geçeklik. Her zamanki gibi denek olarak kendimi kullandım. Alışkanlık için 21 gün dene kuralı, uyguladım.. Hatta tam olarak bugün 40’ı çıktı diyebiliriz; uyan, yüzünü yıka, dişini fırça, yatağını topla, Tarçın’la yürüyüş yap, eve gel hazırlan ve işe gir. Tam 40 gün. Peki, ne kazandım? Gelişimin bu kadar geç olması benim yüzümden mi yoksa bu normal mi?

    Kendime yüklenmiyorum, hayatla empati kurmaya çalışıyorum.. Yine de bugün hissettiklerimin farklı olacağına inanıyordum. Belki bunları yapmasam bugün daha kötü olabilirdi tabi bu da bir ihtimal, yine de ben daha iyi olmasını beklerdim.. İlmek ilmek derine inmek iyi bir fikir miydi, tartışılır. Pişman değilim, kesinlikle.. Yine hayal kırıklığı yaşayacak bir beklenti içinde olmayı istemezdim.. 

    Kahvemi tazelemek ve Tarçın’la yürümek için kelimeleri burada sonlandırıyorum. Lakin bir şeyi merak ediyorum; kendin için bugün en çok düşündüğün ve aklınla meşgul olduğun konu ne?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..TAVUK PİLAV VE DİĞERLERİ..

    Kemanla Sherlock çalmakta geç kalmasaydı bugün yine aynı sahneye şahit olur muydu? Ya da bir aylak gibi yaşamasaydı, bugün olduğu yerden başka bir yer de mi olurdu? 

    Soru çok. Cevap yok. Artık bir cevaba ihtiyaçta yok. Zaman kendi hikayesini yaratmayı başardı, onun için. Anlam verdiği ne varsa, aklında geçirdiği dünyada kaybolmanın bedelini gerçek dünyada kaybettikleriyle ödedi aslında..

    Şimdiyse aklının illüzyonu yıkılırken elinde iki seçeneği kaldığı gerçeğiyle baş başa; anılara sahip aklın dünyasında saplanıp kalmak ya da yeterince yüzleşme yaşadığı geçek dünyanın cehennemindeki Kızıldeniz’i ikiye bölerek yoluna devam etmek..

    Heybesindeki son azık tavuk pilav. Açlığına rağmen onu anı olarak saklamaya devam ederse hikaye tamamlanamayacak onun için. Seçimler, seçimler.. Kader anılara hükmetti, bunu yok saymanın faydası ne? 

    İşte tam da şuan Kızıldeniz’in kıyısında, bir eli heybesinde, gözleri sımsıkı kapalı bir halde seçim zamanı..

    Bugüne kadar seçimlerine yön veren onca faktörü kelimelere döke döke eğriltti.. Kimi faktörü devre dışı bırakmayı başarmış olsa da kimi faktörler hala aktif etken maddesi.. Aklı hızla döndürürken anıları, zihin kıvrımlarına darbe gibi inen o ses dalgası kulağından içeriye girmek için yaklaşmaya başladı bile, fark edemiyor…

    Ve bir havlama sesi, Kıtmir’in ta kendisi.. Sımsıkı yumduğu gözlerini şok içinde açıp baktığında amaçsızca yaklaşan o tatlı köpek.. İçten içe biliyor ne o koşuşturan köpek tam amacına ulaşabilmiş ne de kendisi.. Seçim zamanı..

    Önündeki su, kulağındaki havlama sesi, heybesindeki azık..

    Akrep yelkovanı kovalamayı bir anlığına bırakır ya bazen, işte bu da o anlardan birisi.. Kontrol, seçim.. Olasılıklar içinde var olma çabası mı yoksa kaybolma zamanı mı?

    Her şey hem aynı anda hem de birbirinden bağımsız.. Seçim zamanı..

    El kaslarını yumuşattı, gözlerini sudan yana değil Kıtmir’den yana çevirdi, heybesindeki tavuk pilavı çıkardı, yüzünden burukça bir gülümsemeyle kurdu bağdaşını.. Kızıldeniz sakinliğini korurken hem kendisi hem de köpeği son bir keyif çattı. Akreple yelkovan özgürce kovalamacasına geri döndü.. Tek bir seçimle iki varlığında amacına ulaşmasını sağladığını anladığında geç kalmış olmanın acısını değil de o anın var oluşmasına sebep olmanın tadını çıkardı.. 

    O yol ayrımına gelene kadar neler yaşandı, kimler geldi geçti, neler yarım kaldı, nelere geç kalındı. Düşündü ve durdu.. Heybesine bunları koydu, heybesini bir ağacın altına koydu. Yaptığı seçimin devamını getirmek zorunda olduğunu bilerek Kızıldeniz’e doğru ilerledi.. Şimdi o cehennemin ortasından geçerek, yeniden hikaye yazılması gerektiğini biliyordu.. Bu sefer kaderle ortak bir plan yapacaktı.. Ama bunun için artık ne acele edecek ne de aklının dünyasında kaybolacak..

    Bir gün gelirseniz o seçimin kıyısına, kulak verin Kıtmir’in sesine. Kim bilir belki de sizin seçiminizin bir kelebek etkisi vardır hayatın planlarında..

    .SEVGİLERİMLE..

  • ..UYUYAMAYANLARDAN MISINIZ?..

    Uyku.. Otuz yıllık hayatımın, düzensizliğiyle düzen kurduğu tek gerçekliği.. Saati belirsiz. Sağlığa katkısı, belirsiz.. Tümüyle varlığının yoluğuna oranı, belirsiz.. Düşüncelerin artışı, kısaca anksiyeteye giden bir tramvaydayız ve hiçbir şey uyumak kadar önemli değil şu sıralar.. 

    Elimi h bu kadar detaylı incelememiş miydim, hatırlamıyorum.. Biraz zayıflamış, kurumuşta yazık, parmaklarımdaki kesik izleri nerelerden kalmaydı acaba, damarlarımın ben buradayım diyen yeşilliği normal sayılır mı peki, iyi ki cerrah değilim titremesi biraz can sıkıcı olabilirdi.. 

    Sokrat’ın şarkılarını ”boğulmamak için” mi dinliyordum hep, yoksa boğulurken yalnız hissetmemek için mi? Pakette kalan son sigara beni tedirgin etmeli mi, tekele kim gidecek şimdi diye..  Bunca uykusuzluk problemini kahve içerken çözmeye çalışmak, işte benim aylak dünyamın çözümcü yaklaşımına en ironik örnek..

    Uykuya rahat dalabilenleri normal mi görüyorsunuz, yorgun mu görüyorsunuz, ayyaş mı görüyorsunuz, hatta anında uyuyabilen birilerini görebiliyor musunuz..

    Soru işareti, bunca soruya yakılan bir noktalama işareti gibi görünüyor değil mi! Değil.. Benim normalimde bu sorulara cevap aramadığım için soru işaretine de ihtiyaç duymuyorum.. 

    Uyuyamamanın bendeki tesirini anlatabilmek için tam olarak 180 kelime harcadım.. Peki siz sizdeki tesirini bu denli önemseyecek kadar kelime sarf edenlerden olur muydunuz?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KENDİNİ ALT EDEBİLMEK..

    Alışkanlık kazanmak süreklilik gerektirdiği kadar yerine koyacağınız eski bir alışkanlığı yıkmayı da gerektirir. Yıktım. Peki günlerdir düzenini bozmadığım tek şeyi bugün yapmamış olmak daha doğrusu sırasını bozmuş olmak bu alışkanlığı edinemediğim anlamına mı gelir, sanmıyorum.. Rutinleşen bir durumun sadece yerinde kaydırma yapmış olmak bazen kendine ödül vermiş gibi oluyor. Bakış açısı diyelim.. 

    Kendinizin ya efendisi oluyorsunuz ya da kölesi. Aslında her iki durumda da kendinize hizmet ettiğiniz için pek bir sorun yok. Tabi farkına varan ve değişimi getiren şey efendi olarak bilinçli seçimler yapabilmekte saklı. Ha derseniz ki kardeşim ben böyle iyiyim, rutinler kalıcıdır ve koruyucudur o zaman kaldığınız yerden güne devam edebilirsiniz.. 

    Kendimi yenebilmek için önce yarattığım cehennemden sağ çıkmam gerekiyordu. Bu yazıları okuyabildiğinize göre de bunu başardım sayıyorum.. Gün içinde yaptıklarımı değiştirmek yeterli sandım, değiştirdim, yetmedi. İşim dolayısıyla zorlandığım bir hayat yaşıyorum sandım, değiştirdim, yetmedi. Şehir yıllarca beni tutsak etti dedim, değiştirdim, yetmedi.. İnsanlar dedim, anlayacağınız üzere yetmedi.. Dedim, çok şey dedim demesine de, bunu bana ben yapıyorum demedim, yeterliydi.. 

    Ve dedim, sana senden başkası, dedim.. Devamı aklımın özel arşivinde kalacak, şimdilik.. Gördüklerim, yaşadıklarım, duyduklarım. Kafam almadı, kaldıramadı.. Direnmek ruhumuzda var be. Devrimci olan ruhumu korkak bir burjuvayla yer değiştirmeye zorladım.. Kaçabilmek için. Saklanan insanın en büyük arzusu bulunmakmış aslında. Ve kimse saklandığım yere ulaşamadı, muhtemelen denemediler bile. Bense o dolabın karanlığına yavaş yavaş alışmıştım, beklerken.. Gelmeyecek olana ikna etmek bile zordu kendimi. Çünkü ses tellerinden ben kahraman beklemiyorum tınıları yükselirken, zihin kıvrımlarınsa aksine seni biri gelecek diye oralarda oyalayıp bekletiyormuş.. Canım doktorlarım neyse ki doğru tanı hayatımı kurtardı.. Kendimle olan savaşımda karşımda dünya var sanıyordum, alacaklıydım da dünyadan. Gerçi bu konu hala münazara ediliyor, muhtemelen davacı olarak kazanacağım, zamanı var.. Her neyse.. Sis aralanınca, bakıyor insan karşısına bir ordu beklerken savaşmaya değer, hatta yenilmeye değer, bir tek kendisi var karşısında.. Çokta şaşırtmıyor ya insanı olsun, biz yine de şaşırmış gibi yapıp zaman kazananlardan olalım..

    Bir savaş akılla kazanılırsa zafere layık sayılır, meydanda kan dökülen hiçbir savaşın galibi yoktur.. Aklımın, kalbime mağlubiyeti benim zaferimdi.. Şimdi asıl mesele şu ne onla ne ötekiyle olmaz, olamaz.. İkisinin ortak paydasından çıkarılacak sonuçlar var.. İşte aklımın imparatorluğunun, kalbimin sınırlarına erişmesini sağlayan anlaşma tam olarak bu.. İmparatorluğun yıkılması karşılığında, sınırların ortadan kaldırılması.. Adil bir dövüş, kansız bir zafer..

    Akıl itibarını, kalpse aşkını geri kazanabilmek için aynı cephede.. İşte bu kendimi alt ederek kazandığım en büyük savaş.. Kendi cehenneminden, Laleli’ye doğru gidebilme cesareti gösterenlere..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..AKLIN FİKİRLE BULANMASI..

    Yönünüzü bile dönmediğiniz, aklınızdan bile geçmeyen, hatta size hitap etmediğinden emin olduğunuz şeylerin bir anda hayatınızın merkezi olduğuna şahit oldunuz mu hiç? Bunun sebebini düşündünüz mü ya da? Fikir.. Öyle bir tohum ekilir ki zihnin içine daha siz ne olduğunu anlamadan neye uğradığınızla şaşar kalırsınız.. Hatta bu konular üzerinde konuşulurken verilen sık örnek ”sana pembe fili düşünme desem aklına ilk pembe bir film gelir” benzetmesidir. Buradaki önemli iki temel husus şu; akıl ve evren ortak işlevlere sahiptir ve olumluyla olumsuza bakmaksızın neyseniz size onu sunar.. Sizse insan olma deneyimiyle yola çıkarak bu durumları iyi ya da kötü diye değerlendirirsiniz..

    Mesela duygusal yoğunlukta dikkatinizi bile çekmemiş birinin size kendini açması sonucu bir anda sorgulamalara itebilir sizi.. Hiç bu açıdan bakmadım demeler, vardı da ben mi görmedim demeler, kendi hislerinizin olup olmamasıyla ilgili yapılan münakaşalar derken bir bakmışsınız ki zamanla zihninize ekilen küçücük tohum nede kocaman filizlenivermiş.. Hisleriniz varsa karşılığı fiziksel dünyada varsa konuyu kadere getirip ilişkiyi tecrübe edersiniz, fakat biz işin bu yüzeyselliğiyle ve kestirme yoluyla ilgilenmeyeceğiz. Karşı tarafın fikri size enjekte edip ortada olmadığı kısmın yarattığı karanlığı deşeceğiz, çünkü deşerek ortaya çıkarmayı sevenlerdeniz.. Derine inmeden yüzeysel yaşamak isteyenlerle burada vedalaşıyoruz..

    V karakterinin birçok sözü dillere pelesenk olsa da bizimle ortak paydada olduğu bir felsefesi var; fikirlere kurşun işlemez, bu kostümün altında etten fazlası var, bir fikir var.. 

    Medeniyetler kurulmuş, krallıklar yıkılmış.. Fikirlerin ışığında ya da karanlığında, işin sonucunu sizin bakış açınıza bırakıyorum.. Peki ya kendi dünyamız, içsel krallığımız?

    Okuyoruz, izliyoruz, dinliyoruz, kavramaya çalışıyoruz, anlatıyoruz, anlam çıkarmaya çabalıyoruz. Derken, her küçük eylem büyük bir resmi  oluşturup sergi açacak kadar birikim yapmamıza neden oluyor.. Peki bu sergi tam olarak bizim eserimiz mi yoksa bize sunulanlardan oluşturduğumuz çalıntı eserler mi? Yani şiir yazana mı aittir yoksa ihtiyacı olana mı?

    Aklıma gelen her fikir benim çabamla ortaya çıkmış olacak kadar orijinal değil elbette, kimisi gördüklerimin yarattığı bir illüzyon, kimisi öğrendiklerimin yarattığı bir aha etkisi sonucu zihnime yerleşmiş birer tohum.. Hiç ortalıklarda olmayanın, aklıma ektiği bir tohumla ortaya çıkan bu yazı gibi.. 

    Zihin kıvrımlarınıza dikkat edin, her kıvrımın var olmasına sebep olan siz olmayabilirsiniz ve bu sizi kendiniz olma yolundan çıkarmaya itecek kadar güçlü bir zehre dönüşebilir.. Pazartesileri diyete başlamak ve diyetten kaytarmak için kendimize sendrom temalı yarattığımız ve bunu kolayca kanıksadığımız bir gün. Gelin pazarı yeniden inşa edelin, aklın diyeti olsun bugün.. Şimdi pazarlarınızı yeniden başlamak için ideal kılma fikri sizce de uygun bir tohum mu?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..MAYIS’IN GEÇMİŞİ VE BUGÜNÜ..

    Mayıs 2021; parktaki salıncakta geç kalınmış olmayı sorgulayıp, aklımın sarayını yıkmam gerektiğine kanaat getirmişim.. O zaman için yapabildim mi, hayır. Araf içinde kendime cehennem yaratmışım aslında. Yeniden başlamak mümkün müydü, sanmam. O zamanlar için en azından..

    Mayıs 2022; sıkılmak, kendi potansiyelinden aslında tamamen kendinde olandan uzakta kalmak sonucu ruhun sana alarm vermesiymiş, yazmışım.. Aklımın kralını özlemişim. Ve yine hatta bu sefer tümüyle her şeyi yıkmaya kanaat getirmişim.. 

    Mayıs 2023; kaybetmeyi hedef almışım.. Sağlığımı, hayatımı, kariyerimi, ruhumu, özümü aslında.. Ve inanır mısınız, bir koç kadını kendini bir şeye adarsa o şeyde sonuna gitmek için fazlasını yapar. Fazlasını yapmışım.. Aylaklık, sevgili dostum, aylaklık etmeyi ne çok benimsemişim..

    Mayıs 2024; ”aha etkisi” dolu bir mayıs.. Kendimi hiç bu kadar akışa bırakmamıştım. Elbette bazen nefesim tıkanıyor, ciğerlerim, oksijeni kusamıyor, yine de bu beni yolumdan alıkoyamıyor.. Üç günde mayısa kadar geldik de, üç aydır mayısı bitiremedik sevgili dostum..

    Son 3 yılın mayıs raporlaması aslında şöyle; böl, parçala, saçmala, yeniden başla.. Yeniden başlamak.. Yıllarca sadece aklımı meşgul etmiş, eyleme dökülmekte biraz geç kalınmış belki de korkulduğu için eyleme dökülememiş, ama hayattan talep görmüş bir eylem.. Önce kalbimin krallığı, ardından aklımın krallığı ve son olarak ruhumun krallığı yıkılmış. -Mış diyorum, çünkü bile isteye bunu yapacak gücüm yoktu.. Sanki teslim aldığım mağlubiyet ordusuyla, yeniden bir er meydanı kurmam gerekiyor.. Hep bir şeyler isteriz fakat yol ya da yöntemler hatta sonuçlar bile tam istediğimiz gibi olacak sanıp, kendimizi kandırırız. Aslında, hayat ilmek ilmek istediğimizi bir şekilde veriyor da, o şekil bizim estetik algımıza uygun olmadığı için göremiyor ya da görmezden geliyoruz..

    İşte en son bunu yıktım, estetik algımı.. Kaybolduk, bocaladık, mağdur da olduk, zorba da.. Yani hakkını vere vere her role girdik, çıktık. Kimi rol üstümüze yapıştı, kimisi hiç oturmadı üstümüze..

    Kendi krallığımı yıktım, yıllarca emek emek inşa ettiğim, her yönüyle ince ince işlediğim ne varsa.. Geçmişin yükü, geleceğin kaygısıyla doluydu. Kendine özgüydü, sandım.. Her bir parçasını tek tek yıktım.. En karanlık anlar , gözün görmediği günlerde bile yıkmaktan vazgeçmedim.. İşte şimdi özgürüm.. 

    Geçmişi ve geleceği akreple yelkovana teslim ettim, bugünse bana ait.. Geç kalmak yok, erkenden varmak yok.. Hiçliğin zamanı teslim aldığı, her şeyin altın oranla hesaplanarak yeniden yapılmaya başladığı bugünden..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..SIRADAN BİR GÜNÜN Z RAPORU..

    Amaçsız hayatıma saat kaçta başladığımın pek bir önemi kalmadı.. Uyan, köpeğinle yürü, eve dön, hazırlan işe git, bir şekilde geceyi bitir, sabaha doğru eve gel, köpeğine sokul ve uyumaya çabala.. Uyuyabilmek bir anda, ne büyük bir lüks. Aklında zaman geçirenler için..

    Aslında bir amacım vardı, hatta dönem dönem nükseden depresyon gibi ara ara nükseden ve ben buradayım fısıltısıyla olman gereken yere seni çağıran o potansiyel çağrısı.. 

    Her şeyden biraz denemek, en azından dedim diyebilmek önemli, Ne oturduğun yerden, ne değiştirmediğin semtten, ne de değiştirmediğin düzeninden pek bir hayır gelmiyor. Değişim iyi gelir mi tartışılır, başka hissettireceğiyse kesin..

    Seninle de pek bir ilgisi yok bazı şeylerin aslında. Mesela istediğin kadar iyi biri ol, beladan kavgadan uzak dur, inan bana kapına kadar gelebiliyor bazı kötülükler.. Mucizeler bu konuda biraz pasif tabi.. Onlarla yolunun kesişmesi için yolda olman gerekli.. 

    Bazen dünyayı kurtarmak için çabalarken, bazen de diyorum ki aman git Ayvalık’ta küçük bir yerleşkeye orada yaşa.. Ahh Ayvalık.. Peşimde hiçbir sorunun beni takip etmediği, yoluna çıktığımda adıma bestelenen şarkıyı dinlediğim, suyuna takla atarak girdiğim, şeytan sofrasında huzurlu hissettiğim yer. Yolumuz yine kesişecek elbette. Bakma bana sen her şeye öyle derin anlamlar yüklüyorum ki bir şey büyülüyse, ödüm kopuyor büyüsü kaçacak diye. İşte böyle böyle de insan sinip kalıyor hayatın köşesinde, unutuyor yaşamak neydi, nasıl bir şeydi diye.. Mesela Gölyazı öyle kusursuz bir anıya sahip ki aklımda öyle kalması için bir daha Bursa’ya bile gitmedim.. 

    Belki insanlar yüzünden, belki hayat yüzünden, belki de kendi kendime yaptığımdandır belki de hepsinden biraz biraz inan bilmiyorum. Korkular, kaygılar, ağzının tadının kaçması, kalmaması en ufacık bir his birikintisi belki hepsi yüzünden belki hepsinden parça parça, bilmiyorum. Bari diyorsun kendi kendine bari geçmişte güzel olan anılara yenilerini ve kusurlu olanları eklemeyeyim. Zaten kusurlu olanlarla dolu bir sürü yer var, oralarda toza toprağa bulanayım da en azından elektriğimi alsın diyorum.. 

    İşte sıradan günlerin de en belirgin özelliği budur zaten, bayağı ve sıradan olması.. Sizi hayatta tutar doğru, ama yaşıyorum der misiniz, sanmam..

    Belki bir gün ya da elbette bir gün diyelim; toprağın bittiği suyun başladığı yerden, suyun dağa kavuştuğu yeri izlerken yeniden başlamak yaşamak yeniden mümkün olur..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BÖLÜM 2; ZAMANI BÜKMENİN YOLU..

    Aceleyle hareket ettiğiniz işler sakarlığa yol açabilir, hızlıca yürüdüğünüz yollar nefes kontrolünüzü kaybettirebilir ayrıca manzarayı kaçırabilirsiniz, hızlıca koltuktan kalkmak göz kararmasına neden olabilir, hızlı konuşmak iletişim kazalarını doğurabilir..

    Şamanlar doğa yürüyüşlerinde zaman zaman ağaç altına geçer dinlenirmiş ve soranlara ”ruhum geride kaldı onu bekliyorum” dermiş.. Stoacılar zamanın ruhuyla insan ruhunun temasını kavramak için evrenle ve doğayla bütün olmayı seçenlerden. Bunun gibi daha birçok öğreti aslında sadeliğin, basitliğin ve akışın içinde kalmanın önemini aktaracak dersler vermiş zamanında..

    Kendi zamanınızın efendisi olmak isteyenler, zamanını neyle doldurduğuna dikkatlice bakmalı. Çalışmak zorunluluğu cepte, işe harcadığını zamanı hesaptan çıkarın. Sosyalleşmek duygularımızın ihtiyacı elbette, sosyalliğe ayırdığımız zamanı da düşelim hesaptan. Uyku olmazsa olmazımız düş onu da hesaptan. Geriye kalan zaman dilimine kişisel bakım, eğitim, dizi/film, dinlenme gibi parçaları da ekle. Şimdi bak bakalım elde kalanla sana seni öğretecek zaman karşılaştırması yeterli gelecek mi?

    Ahkam kesip, formüller vermek istediğim nadir konulardan olsa da bu konuda hala bir çırak sayılırım.. Alışkanlıklarımı ve zamanımı yatırım olarak kullandığım alanlar yıllar içinde evirildi hatta çoğu evrimselleşti diyebilirim elbette..

    Zamanın tik takları, aklımın taktiklerine galip geliyor hala.. İşte darbe yapacağımız nokta burası. İnançlarımızı, alışkanlıklarımızı, rutinleşen her leyimizi aslında tek tek kağıda döküp bir muhasebeci edasıyla ince ince ayarlama yapmaya başlamak gerekli.. Sizin yaptığınız plana karşılık hayatın da bir planı olduğunu hesaba katmayı ihmal etmeyin. Hatta pay ederken büyük payı hayata bırakın onun kutsallığı ve bilgeliği en büyük yol göstericimiz olacak çünkü.. Kaosu yaratıp, eski düzeni yıkıp yeni düzen kurmak konusunda iyi bir imparator olduğunu biliyoruz..  

    Kabullenişler, muhasebe hesapları ve not çıkarmalar bittiyse şimdi arkanıza yaslanıp en çok neyi arzuladığınız kısma geçelim.. Çevreniz, işiniz, hayat akışınız buna uygun mu yoksa bunun çok dışında mı? Hayal kurmak yetmez, fazlasıyla istemekte yetmez, çok çalışmakta pek yeterli sayılmaz.. Hayalinize zaman harcamak, hem kişisel ve çevresel yatırımlar yapmak, motivasyon arayışına dalmadan disiplinli olarak çalışmak gerek. Zaten zurnanın çatlarcasına öttüğü yer burası..

    Bedeninizin verdiği tepkiler, davranışlarınız üzerindeki etkiniz ve ruhunuzla iletişim halinde olmanız gibi derin ve detaylı konulara bir gün geleceğiz.. Bugünkü işimiz akrep ve yelkovanın hayatımızı yönetmesini engelleyip, onunla savaşmadan ortak bir payda bulabilmek..

    Her an bunu sağlamak mümkün değil, olmamalıdır da bence. Her gün sadece bir adımla yılın sonunda vardığımız yerin neresi olacağını görmeyi umalım şimdilik yeter.. Bazen okyanusu keşfetmek için derinlere dalmadan, yüzeyde ilerlemek gerekir, ki akıntıya kapılmadan soluksuz kalmadan devam edebilelim..

    Gün içinde ne yapıyorsanız, gün sonunda o kişiyle yatağa giriyorsunuz. Kafanızı yastığa koyar koymaz uyuyamıyorsanız, aklınız yavaşlamak yerine hızla tartışmalara giriyorsa eğer yatağınızdaki kişiye iyice bakın. Ait olduğu yerde olmamanın verdiği dayanılmaz sancıyı uykunuzdan çalarak yaşıyor demektir.. Yatağınızda bir yabancıyla uyumaktan sıkıldıysanız, güne başladığınız ve gün içerisinde devam ettiğiniz kimliğinizi dönüştürüp değiştirmeye bakın.. Zaman hiçbir noktada yanlış değildir. Hep olması gerektiği an akrep ve yelkovan olaya müdahale eder. Peki sen, sen olman gereken yere kaç akrep kaç yelkovan uzaklıktasın?

    ..SEVGİLERİMLE..