Yazar: yildizlaraltinda

  • ..İMPARATORİÇE’NİN SINAVI..

    Yanlış dediğim, ay bunu da yaptım dediğim, hayır ya bunu yapamam dediğim ne varsa aklımın köşesinde zırvalamalar ve kuruntularla bir bir beynimi kemiriyor.. Hücresel titreşimimi dengesizleştiriyor.. Pişman değilim demek kolay, peki gerçekten hiç mi pişmanlığımız yok?

    Mecbur kaldığımız şeyleri yapmak bizi kötü biri yapar mı? Cevap elbette kendi ahlak ve akıl çerçevem içerisinde yer alıyor, ben yine de sizin de fikrinizi merak ediyorum. Hani bir ahlak sorusu var; kişinin çocuğu çok hastadır, gece eczanenin camını kırıp ilaç çalar, mecburdur, çünkü o ilacı alamazsa çocuğu ölebilir, peki bu o adamı kötü ve hırsız mı yapar? Ya da diyelim ki bir bilge hiç yalan söylememiş, hatta dürüstlük için birçok bedel ödemiş ama öyle bir an gelmiş ki dürüstlüğü başkasının hayatına mal olacakmış, yalan söylemek zorunda kalmış bu onun bilgeliğine leke sürer mi?

    Yaşa geç be kızım, ne diye sorguluyorsun. Neden en iyi versiyonun için uğraşıyor, sürekli kendine güncelleme yüklüyorsun. Dimi. Çünkü yapmazsam, sorgulamazsam, dalamazsa derinlere, düşünmezsem, dönüşemezsem kalakalırım karanlığın arafında.. İçimi huzursuz edenleri temizlemezsem, umursamazsam yaptıklarımın sonucu nasıl olur da kendimi yeniden doğurabilirim.. Neyse..

    En büyük sınavın sabır olduğuna ikna olmuştum. İnsanlar yaşatır, sen karşılık verirsin ve sonunda ya zamana bırakırsın ya da zamanla bırakırsın. Her ikisi de sabrın sınandığı anlardan oluşur aslında.. Spor yaparsın vücudun kendini toparlasın der, zamana bırakır disiplinle acıya katlanırsın mesela. Hah işte ben pek disiplin ve sabrın deresinde yüzebilen birisi olamadım.. Hem sıkılır, başına buyruk davranır, çabucak yön değiştirirdim..

    Şu sıralar hayat kalbimi sıkıştırıyor, mizahının en sert yüzünü gösteriyor ve bence en komik kısmı burası, yine de sertliği acıtıyor..

    Bunu buraya yazıyorum, çünkü mecburiyetin ruhumu sıkıştırmasından dolayı yoruldum. Bu da bunun manifestosu olsun.. Meditasyon da odaklanmamı engelleyecek, şarkı söylememe ket vuracak, kelimelerimin yönünü benim dışımda tayin edecek her seçim ve sonucu tam şuan buraya bırakıyorum..

    Hiçbir mecburiyet bana kararlarımı ve aklımı sorgulatmayacak, hiçbir seçim sonucunda ruhumu boğamayacak, hiçbir yaklaşım azıyla yetinmeme neden olamayacak.. Aklımın karmaşası, hayatımın düzenini alt üst edemeyecek. Sakın bana, nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmadığını diye gelmeyin, biliyorum çünkü.. Altınında üstününde neden iyi neden kötü olduğunu görmeye başladığımdan beri karanlığım mı daha iyi aydınlığım mı, biliyorum.. Geçelim klişelerden bozma motivasyon konuşmalarını. Gelelim gerçeklere..

    Sadece iyi şeyleri deneyip, bana iyi mi geliyor yoksa kötü mü geliyor bakmakla kalmadım aynı zamanda kötüyü de yaptım. Meğer karanlığın pek bu durumla alakası yokmuş.. 

    Beyni terse götüren, amigdalayı geliştirir Amigdalayı yöneten, yönlendiren seçimlerini yönlendirir. İşte asıl darbeyi bugün amigdalaya vuruyoruz.. Sabırla, zamanın ruhunu zor da olsa öğrenip kabullenerek buraya kadar geldik.. Yavaş yavaş dağın manzarasına doğru yol alıyoruz, bugünse atacağımız adım zoru! Kökleşmiş öğretilerimizi sorgulamakla yetinmeyeceğiz artık, derine dalma diyenlere inat derinlerden o inciyi bulup çıkaracağız.. Unutma belirsizlik hasta eder, kesinlik yaralar. En iyi dersler yaraların olduğu yerden alınır. Ve dönüşüm orada başlar.. Ne iyi ne de kötü olan şeyler uzun sürmez, anda kalmak bu olsa gerek. Uzun sürecek bir devrimin ilk adımında..

    ..SEVGİLERİME..

  • ..YAZ KIZIM; TAHTINI, KAVGALARINI..

    Çenesini tutamayanlar, en ufacık ilgide dünya ayaklarına serilmiş gibi sevinçten deli olanlar, uçuk kaçık hayallere dalanlar, hayatın dişleri etine geçince hayata küsenler, bir anlık keyifli hisse kapılıp tamamen iyileştiğini sananlar, kalbi kırılanlar, kırılgan hislere rağmen yeniden denemekten vazgeçmeyenler toplanın..

    Bir dağ var tam karşımızda, her şama yaşımızla ve yaşadıklarımızla doğru orantılı. Yürümeye başladık; manzara harika, güneş bulutların ardında hafif gülümser şekilde yüzümüze yansıyor, rüzgar ılık ılık esiyor, dağın tepesinde parlayan bir  hayalimiz bizim ona temasımızı bekliyor..

    Yol ayaklarımızın altına serilmiş, ne engel var ne de fırtına. Yürümesi amma da keyifli. İlk temas ailemizle; genetik mirasımızın başrolleri. Duygularımızın kara kutusu, düşüncelerimizin seslendiricisi. Onlar aktardıklarıyla dağa doğru aldığımız yolun seçiminde önemli bir etkiye sahip. Şahsen ben kasvetli, karanlık, yolun görünmediği bir ormandan yola devam ediyorum bu noktada.. İkinci temasımız çevremiz; onlar yürümeye devam ettiğimiz yolun haritası, ama asla yolun kendisi değil. Şahsen ben dikenleri gür çiçekler, oksijeni kafa yapan sağlam ağaçlar, karanlıkta parlayan yıldızlar, zaman zaman da toz kaldıran fırtına görüyorum. Üçüncü temasımız gönül ilişkilerimiz; onlar bize hayal kırıklığını, istemekle sevmenin farkını, aşkın deliliğini, güven kırıntısıyla hayata tutunamayacağımızı, kimi zaman da yeniden sevebileceğimizi öğretecek. Şahsen ben rengarenk bir bahçe görüyorum, kiminin eşi benzeri yok kendine has bir çiçek, kimisinin kökü zehirlerle dolu dokunmayı bırak yakınına yaklaşmak bile ciğerlerinizi yakabilir ki yolda en çok ihtiyacımız olan organımız olacak aman dikkat, yalnızlığına saklanmış olanlar da var ne garip, birde yolun belirginleşmesine sebep olanlar. Son temasımız kendimizle; aman ha buraya kadar yol karmaşık, karamsar, koşuşturmalı ve iyisiyle kötüsüyle  heyecanlıydı. Bundan sonrası olabildiğince yavaş, temkinli ve emek istiyor..

    İlk üç aşamada öğrendikleriniz, öğrenmekten kaçtıklarınız, kaldığınız dersler ve tekrarları, yaralarınız, kabuk bağlayan yanlarınız, temasa geçebildiğiniz duygularınız, bağ kurmakta zorlandığınız düşünceleriniz, anlatabildikleriniz, anlayamadıklarınız derken her şeyin bir bütün haline gelip büyük resmi oluşturacağı yer tam olarak burası.. Şahsen ben yolun bu kısmında; alkolle bile uyuşturulamayacak düşünceler, kahveden bile daha etkili uyku kaçıran anılar, oksijeni tam anlamıyla hissedemeyen bir ciğer, nasır tutmuş ayaklar, talan olmuş bir bahçe, geri dönülmesi imkansız sığınaklar, hayatın ipini sıkı sıkıya tutmaktan parçalanmaya yüz tutmuş bir çift el, şarkılarını söyleyemeyecek yorgunlukta kısık bir ses, dağın yamacındaki parlaklığı görmekte zorlanacak astigmat olmuş iki göz, duygularla dokunmaya kalkışınca sızlayan yaralı bir kalp, sağlığına darbe almış bir akıl, kaç kere düştüğünü anımsamayacak ama izlerden okunacak kadar yırtılmış bir çift diz, yine de her şeye ve herkese rağmen inat edip kafası atınca dimdik duran bir kız çocuğu görüyorum.. 

    Sesim kısılana kadar anlattıklarımla, parmaklarım kanayana kadar yazdıklarımla, kulaklarıma ağır gelse bile dinlemekten vazgeçmediğim hikayelerimle, dağın yamacına ulaşamam ki korkusunu kenara bırakarak, bazen de savaşacak gücü bulamayıp yorgan altına saklanıp vazgeçerek, Yaşadıklarımla, yaşattıklarımla, yaşamaya layık olduklarımla, hak etmediklerime maruz kalışlarımla, yalnızlığımla, gürültülü kalabalığımla, hatalarımla, pişmanlıklarımla, asla yapmam dediklerimle, ben bunu nasıl yaparım ya diye kendime kızdıklarımla, korku ve kaygılarımla, umutlarımla, heyecanlarımla, aşkımla, enerjimle, en önemlisi de aklı başında deliliğimle..

    Tahtımı özledim ve geri döndüm..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..NEYİ İSTEDİĞİNİ BUL’MACA..

    İki tane aslan varmış; biri aydınlık biri karanlık, sürekli kavga ederler ormanı kimin yöneteceğine bir türlü karar veremezlermiş. Peki savaşı hangisi kazanır?

    Kendimize yüklediğimiz sıfatlar, insanların biz baktığında aklında beliren etiketlerimiz vardır. Dürüst-yalancı, iyi-kötü, enerjik-durgun, çok konuşan- sessiz, agresif- neşeli, güvenilir- sadakatsiz gibi tonlarca sıfat yüklüdür üzerimizde.. Kendi oluşturduklarımız maalesef gerçekliğe yakın olsa da küçük bir kısmını oluşturur, büyük kısmını ise bize bakan gözler ve akıl oluşturur. Bunların eşliğinde seçimler yaparız. Peki bunlardan sıyrılmak mümkün mü?

    Yazmayı seviyor olmam beni yazar yapar mı, güçlü olmayı istemem beni zafer sahibi yapar mı? İstemek başarmanın yarısıysa, bir şeyi her gün sadece istemek beni bütünüyle başarılı yapar mı? İnsan potansiyelini nasıl gerçekleştirir, neyi gerçekten istediğini nasıl bulur? Bulduğu şeyi tümüyle istediğinden tam olarak nasıl emin olur?

    İki doktoruma da sordum, kontrol altına alınması gereken duygu ve düşüncelerim olduğuna yönelik dönüşler aldım. İlmine güvendiğim ablama sordum, derinlere çok daldığımı doğru yolda da olsam yüzeyde kalmayı bırakmamam gerektiğiyle ilgili dönüşler aldım. İsteklerini gerçekleştiren dostlarıma sordum, neyi istediğini bulmadan yola çıkmak seni sadece savurur dönüşünü aldım. Başarmış insanlara sordum, küçük adımlarla başla ne yaparsan yap ama her gün küçükte olsa bir şey yap dönüşünü aldım. Hayaline sahip çıkan bir arkadaşıma sordum, istediğini bul ona biat et önceliğin asla para olmasın dönüşünü aldım. Sordum da sorum herkese. Tek bir soru; neyi istediğini nasıl bulur ki insan? Birçok cevapla sonuçsuz kalmış bir soru olarak elimde kalakaldı..

    Sorular oluştururken ve sorarken cevap almak ümidiyle kendimizi olabildiğince açıyoruz. Soruyu yönelttiğimiz insanlara dikkatimizi vermeye çalışıyoruz, evrenden işaretler için kalbimizi açıyoruz, kitaplardan cümleler seçiyoruz, izlediklerimizle ruhumuzdaki çalkantıyı durultmaya çalışıyoruz. Sizler cevapları bulabiliyor musunuz bilmiyorum, ama benim sorularım hep eksik ya da tamamen cevapsız kalıyoruz.. İşte bunun en önemli ve küçük detayda saklı kalan bir nedeni şu, soruyu gerçekten doğru yerde doğru kişiye mi soruyorum?

    Diyelim ki karşımızda hoşlandığımız birisi var; bize karşı yaklaşımı flörtüz ama duygu ve düşünceleri öyle mi, sadece bize karşı mı böyle yoksa herkese mi öyle emin değiliz. Bir cevap arıyoruz. Hemen hemcinsi arkadaşlarımıza durumu anlatırız ve onlardan cevap ararız, burç yorumlarından onun bize adım atıp atmayacağına dair işaretler vermesini bekleriz. Ne için, bize karşı hislerini anlamak için. Halbuki çözümü, sorunun cevabı iki şeyde saklıdır; kişinin kendisinde ve davranışlarında.. Elbette dil her zaman doğruyu söylemez, seviyorum der sevmez. Sevgili olmak istemiyorum der, sahiplenir. Bunlar işi karmaşık hale getirir ve bizim sorularımız cevap alamadan artar çoğu zaman. Bu karmaşa içinde boğulmak gayet normal. Ama gerçekten aradığımız cevap hislerle ilgisiyle istikrarlı davranıp soruya yönelik adımlar atmalı ve karmaşaya kapılmadan ilerlemeyi bilmeliyiz. Kişinin kendisine sorduğunuzda aldığınız cevap sizi tatmin etsin ya da etmesin geri kalan kısım onun sorunu diyebilmeli ve verdiği cevabı doğru kabul ederek devam edebilmeyi öğrenmeliyiz bazen.. Çünkü buradan sonrası konuyu asıl önemli olan noktaya getirecek yine, sorunun asıl muhatabına sormayı bilmek..

    Peki ya ben ne istiyorum?

    Kendi isteklerimizin cevabını başka yerde aradıkça onların yollarına, yıllarına, isteklerine, istemediklerine göre davranışlar sergileriz ve bu da bizi istediklerimizden kilometrelerce uzağa atabilir. Ben ne istiyorum; yazar olmak mı, virtüöz olmak mı, işletmeci olmak mı, dansçı olmak mı, yogi olmak mı, öğretmen olmak mı? Sorunun beni kemirmesine karşılık cevabına hala yaklaşabildiğim söylenemez, tek bir farkla. Yakın zamana kadar sorularım her ne konuyla ilgili olursa olsun cevabını hep insanlarda, kitaplarda, filmlerde ya da evrenin işaretlerinde aradım. Bulduğum bazı cevaplara evet bu desem de o cevap için ufacık bir adım atmadım kimi zaman, kimi zaman da adım atsam bile devamını getiremedim. İnsanların beni tanımlamasına izin verdim; sen biraz farklısın dediler niye ki ben de etten kemikten dedim kabul görebilmek için, iyi bir yazarsın dediler öyle herkesin harcı değil kalem tutmak ben daha çırak bile değilim dedim, güvenilir bir dostsun dediler benimde yanlışlarım var dedim, insan ilişkilerin ve iletişimin sağlam dediler evet ama anksiyetem var dedim, sana bakınca sahil kasabasında kendi işini yapan tatlı küçük bir esnaf görüyorum dediler o para bende ne gezer dedim, dünyayı kurtaracağız seninle dediler ben aklımın savaşında kazanamıyorum bahçem bile yok ki benim dedim. Dedim de dedim, Onlar bana iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlış ne dediyse ben onlara hep iki katını dedim. Yapamazsın dediler, inadına savaştım. Kazanan sensin dediler, zafer bayrağını düşmana teslim edip kaçtım. Başarırsın dediler, inanmaktan vazgeçtim. Her şeyi de bilmeyiver beynimi yoruyorsun dediler, inatla merak ettim.. Her şeyin zıttına gitmekle yetinmedim, kendimi de kaybettim..

    Her şeyden birazcık yapa yapa, hiçbir şeye sahip olamamayı garantiledim. Tam da şimdi; ayda bir yaptığım yogada, düşüncelerimi kustuğum ara sıra yazılarımda, koltuğun kapattığı manzarayı ortaya çıkartarak, ıssız adam gibi kol gezenlerin sevgisizliğinde, tellerini yenilesem de hala dokunmaya cesaret edemediğim kemanımda, bana inanmayı bırakmayan dostlarımın ve ailemin inancında, travmalarımda, hayatıma dahil olanların hikayelerinde. Yazdıklarımın, yazamayıp aklımda kalanların, yüreğimde cılızca yanan ateşin, yani kısaca yaşadıklarımın ve yaşattıklarımın, cevap aradıklarımın ve cevap alamadıklarımın ışığında.. Cevabın asıl kaynağı olan ve soruya asıl cevabı verecek olan sevgili kendim; sahi sen ne istiyorsun?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..GÜLÜMSE, VAZGEÇİYORUM..

    Önümüzde bir güneş tutulması varmış, yarın, koç burcunda. Astrologlar kadersel değişim, köklü dönüşüm konusunda hem fikir. Bu da eskiye bir mektup, sessiz bir veda olsun. İyi bir terapi yöntemi olarak yazmayı devamında da yazılanı yakmayı veya suya atmayı önerenler var. Yaktığımda oldu yazdıklarımı, suya attığımda. İçimde neyi tamamladı bu, bilmiyorum. İnsan bazen de bazı şeyleri yapmış olmak için yapıyor, öyle çokta matah bir şey olduğu için değil..

    Üzerine titrediklerim, açıklamalarla kendimi ifade ettiğimi zannederken sıkılanlar, kendimden vermekten hiç çekinmediklerim, bazen de öfkeme maruz bıraktıklarım, kırgınlığıma ortak olanlarım, ortak yaralarda buluştuklarım, sınandıklarım, ders olduklarım, arkamı dönüp gittiklerim, hiç düşünmeden terk edenlerim, savaştıklarım, seviştiklerim, sövüştüklerim, yargılayanlarım, anlamaya çalıştıklarım, kıymetli gözyaşlarım, sevecen kahkahalarım, ışıltılı karanlıklarım, depresyona sokan aydınlıklarım, kavgalarım, kaygılarım, darladıklarım, kafayı taktıklarım, görmezden gelenlerim.. Gülümseyin, çekiyorum..

    Sevgili 29 yaşım, tam olarak kavuşmamızın üzerinden 24 gün geçti. Baharın ayak seslerini duymaya yeniden başladın. Seninle gurur duyuyorum. Hatalarından ders almaya başlamanın, at gözlüklerinle vedalaşmanın, yeniden sahneye çıkıp dans etmenin tadını alacaksın. Sana inanıyorum. Kendine biraz daha zaman tanı, en büyük sınavını sabırdan vereceğini gördün. Bunu unutma. Tez canlılığın senin eşsiz bir enerjiye sahip olmanda kaynaklı. Kendini hatırla..

    Sevgili 25/28 yaşlarım, ne büyük bir savaştı ama.. Güzel bir yenilgiydi, bunu 29 yaşında anlayacaksın. Heyecanlarına aklından daha çok teslim oldun, seçimlerini hormonların ve duyguların yönetirken cefasını ruhun çekti. Duygularında yükselişe geçerken, nereden bilebilirdin bunların tetikleyici birer unsur olacağını. İyi ki de yanıldın, Senin yanılgıların benim gerçekliğimi ortaya çıkardı. İhtiyaçlarımdan hayatıma dahil ettiğim her şeyi ve herkesi sıkı sıkı tutmak için çok çabaladın. Şimdilerde ihtiyaçlarınla seçimlerin arasında, sevmekle istemek arasında ne denli bir fark var ve bunlar seni neye dönüştürdü ve dönüştürecek bunların sayesinde öğreneceksin.. Seni seviyorum, sevilmeyi hak ediyorsun bunu unutma..

    Sevgili 17/24 yaşlarım, benim canım deli kızım.. Ne muhteşem bir ahenkti o. Senin sayende hatırlıyorum, tepem attığında nasıl da dimdik durduğumu. Sayende hatırlıyorum hayatla dans edebileceğimi. Benim tatlı agresifim. Benim gözü kara, ruhu devrimci, aklı bir karış havada tatlı aylağım. Nasılda hayatı anlamadan, direnişler gösterdin öyle. Saydın, sövdün, anlamadın. Sevdin, sevildin, şımarttın, koştun, durmadın, uykusuzluğun tarihini yazdın yeni baştan, gülümseterek verdin savaşlarını. Hayatın senden hep alacaklı olduğuna inanarak vermemek için ne de güzel inat ettin öyle. Kafası dik, burnundan kıl aldırmayan, her şeyi yenebileceğine inanan, hayata diş geçirmeyi kafaya koyup bir türlü nereden başlayacağını bilemeyen, bugünkü ertelemelerimin yorgun savaşçısı seni.. Sana inanıyorum, yeter ki yeniden atsın kafan..

    Sevgili 9/ 16 yaşlarım, benim canım bilinmezliğimin anakarası.. Ailenin problemli ve akademik olarak başarısız olmak için kendine ket vuran ve bunun için elinden geleni yapan biricik ergenim benim. Sayende diyorum, ben çok keyifli bir çocukluk geçirdim diye. Zamanın deresinde akıntıya kapılıp gideceksin yaş aldıkça. Heveslerinle, hedeflerin arasında çırpına çırpına büyüyeceksin. Dişlerini sıka sıka gülümsemelerinin, astıma inat top koşuşturmalarının, sokağını tozunu yutarak günü geçirmelerinin tadını çıkar.. Senin sayende bugün bir kağıt parçasına tapıp insanlara değer vermenin ne denli gereksiz olduğunu, özünde yatanın daha kıymetli olduğunu öğreneceğim. Gerçi diploma konusunda biraz daha istekli olsaydın pekte fena olmazdı, çünkü bugün kariyer konusunda hayalini gerçekleştirsen de standartların içine bir türlü giremedin. Diplomayı ciddiye almadığın için tatlı bir tokat yiyeceksin gelecek zamanda, yine de pişman olmayacaksın korkma. Meslek kategorisi içinde hep, benim iyi bir insan olacağım derdin, bunu başardın. Hayallerinin hepsine sahip çıkamadım şimdilerde, biraz meşguldüm kendim dışındaki şeylerle, ama en önemli olanı gerçekleştirdim, sana söz diğerleri için yeniden deneyeceğim.. Seni görüyorum, bunu hep bil..

    Sevgili 4/8 yaşlarım, benim kıymetli kara kutum.. Ailenin karanlık tarafının biricik genetik mirasçısı.. Travmaların ve dramanın biricik başrolü. Bugünkü savunma mekanizmamın yegane kaynağı. Benim narin, derin ve yalın, deli dolu,  bilinmediği yerlerden yaralanıp huysuzlaşan, güzel kızım.. Seninle temasa geçebilmek öyle zor ki, kelimeler kaynağı olduğun hayatı anlatmakta güçlük çekiyor.. Sırt dönerek eşlik ettiğin, varlığını bir gölge gibi hep yanımda bulundurduğun nice doğum günleri geçireceğiz seninle.. Her yaşımda bir şey beklercesine yaklaşsan da bana kaçacağım senden.. Bunun özrünü bugüne bıraktığım için üzgünüm.. Hayat ve genlerin daha o yaşlarda sende derinlikler yaratacak, sessizce sinecek her hücrene bu durum. Sen konuşmayı geç öğrendiğinden olsa gerek ileride neredeyse hiç susmayacaksın, yine asıl söylemek istediklerinle yaşamayı istediğin duyguları o naif sırt dönüşün ve kırgın suskunluğunla anlatmaya çabalayacaksın. Hayattan ürktüğün kadar, üzerine gitmeye çalışacaksın. Hep bir çelme hissedeceksin ayağında, suçlusunu arayacaksın yıllarca.. Yıllarca aklı savruk, ruhu yaralı, kalbi dağınık bir aylağın hikayesini yaşayacaksın. İnan bana, bu seninle barışabilmemiz için öğrendiklerimizden geçen yol. Bugün, tam da şuan en çokta seni görüyorum, anlıyorum, seviyorum ve seni takdir ediyorum. Onca fırtınaya ve savaşa rağmen bir sanat eseri gibi nasıl da dimdik duruyorsun öyle.. Olduğun gibi yalın ve derin, huysuz ve sempatik, uykuya aşık ve enerji dolu halinle iyi ki varsın..

    Ve sevgili sen;  zamanın hızına kafa tutarak, kendinden olanın sızlamasına izin vererek, kırgınlıklara rağmen çabalamaktan vazgeçmeyerek, yaşatılanlara inat korkmadan severek, karanlığa inat güvenerek, burada olduğun için teşekkür ederim..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..İŞTE BÖYLE HAVALARDA OLUR OLANLAR..

    Bir aşk hikayesi mi arıyorsunuz, yoksa bir hayat hikayesinin peşinde misiniz?

    Güneşli bir havanın tesiri mi bu boğulma hissi, içimdeki değişimin anlamına ulaşamıyor oluşum mu? Aman yıllarca sorguladım, okudum, değişim dönüşüm için yırttım hücrelerimi, anlamlandırma çabasıyla yandım tutuştum, anı yaşamaya çalışsam da pek odaklanabilen biri olduğum sayılmaz, bekledim mesel özellikle de anlaşılmayı tabi iş sadece beklemekle kalmıyor.. 

    Kendi geçmişime bakma, kendimi sorgulama, belki sağlam bir ben yapma belki de sadece bir ben yapma isteği oluşmaya başladı içimde.. Aman ne ilahi bir istek. Çıldırmalarım, dramalarım, anlam yüklediklerim, etik ve ahlak kurallarım, kendimi çepeçevre saran her bir durumun beni aslında nasıl rahatsız etmeye başladığını fark ettim. Büyük bir buluş..

    Kaos, düzenin devrimsel habercisidir. Bazen tamamen dağıtmak, toparlayabilmek için iyi bir yoldur bazen. Yağmurlu havanın huzuruna güneş gölge düşürebilir bazen. Aslında her şey kendi dualitesiyle mümkün, bizse bu durumun terazisini sürekli bozuyoruz. Bozulan yapıya sahip çıkma arzumuz gerçeği olabildiğince gölgeliyor. Kendi çıkmazımıza saplanıp orada sıkışmaya başlıyoruz. Yol mu bizi oraya götürüyor, biz mi orayı inşa ediyoruz emin değilim. Sonucu değiştirmiyorsa da emin olmanın pek bir önemi olmuyor..

    İnsanlarda beni huzursuz eden şeyleri, öfkelendiren yönleri görmeye başladım. Asla asla dememek gerek, kendimize dikte ettiğimiz yaşam yasalarımız nasıl da çürük nasılsa koşuşmuş olduğunu asla dediğin yerde bulabilirsin. Yapmam dediğin ne varsa, ona direnç gösteriyor ve kendimizi ikna ediyoruz ahlaklı ve dürüst olduğumuza. Büyük saçmalık! Yalana tahammülüm yok erken kendi yalanlarımın ortaya çıkmasından korku duymalarım, bir konu hakkında sabit fikri savunanın sesi yükseldiğinde öfkelenirken aslında haksız çıkmaktan korku duymalarım, kolay elde edilenlerle bir tutulmalara karşı sinirlenmelerimin içi boş insan olma korkumdan olması, sevgisizliğe kırılmamın nedeninin görülmüyor muyum korkusundan kaynaklaması derken liste biraz uzuyor.. İnsanın kendini iyi, güzel, ahlaklı, dürüst sayıp bunları korumak için gösterdiği tavrın altında bunların tam aksinin yatıyor olmasının ihtimali ne korkunç. İhtimalden sıyrılıp gerçeklik kazanması, gerçeklik kazanmakla kalmayıp bununla yüzleşebilmek için çok daha korkunç. Yüzleştikçe ilmek ilmek inşa ettiğiniz yapının bozukluğunu anlamaksa, neyse o korkunun ve bedende yarattığı tedirginliği konuşmaya gerek yok..

    İyi olduğum konulara, ahlak anlayışımın sağlamlığına, dürüstlüğümün verdiği gurura tonlarca örnek verebilir hatta bununla yetinmeyip egomun vereceği yetkiye dayanarak hatalarımın kurbanı olarak herkese ahkam kesme cüreti gösterebilirdim. Kaynak olarak beni sevenleri, hatta zamanında sevmiş ama şimdi aramıza boşluk girmiş insanları ve onlar için yaptıklarımı sunabilirdim. Olumlama ve tavsiyelerle yazıyı bitirip güneşli havanın tadını, çimlere ayaklarımı basarak çıkarır, gururla kahvemi içebilirdim. Sahi bunu gerçekten yapabilirdim. İşte asıl mesele bu! Bir şeyi yapamıyor olmak bizi dürüst, doğru, iyi, merhametli biri yapmaz. Yapma imkanımız varken yapmamak bizi iyi ya da kötü olan kulvara sokar. Anlayabiliyor musunuz o ince çizgiyi. Şuan kimliğimi kullanıp birilerine caka satmıyor olmam beni statüye tapmayan biri yapar mı hayır, kimliğim saygınlık kazandığında bunu yapmıyor olmam beni ben yapar..

    Ah yağmurlu havaların gözünü seveyim, onun kasveti ne de güzel bastırıyor insanın ruhunun kasvetini. Halbuki güneşli havalar öyle mi, insanın gölgesini nasıl da ortaya çıkarıyor hınzır..

    Sahi böyle güneşli havalarda neyin peşindesiniz; bir aşk hikayesinin mi, yoksa bir hayat hikayesinin mi?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • .. ŞARKILARDAN BİR DEMEÇ..

    Kimi zaman sözlerine, kimi zaman sadece müziğine dikkat ederiz. Kimi zamana sadece bir ses olsun isteriz. Duygularımızı ifade eder, düşüncelerimize ortak olur, bazen en karanlık yönlerimizi bile bize çaktırmadan anlatır şarkılar.. Hiç tanışmadığımız, hatta yitip gittiği için tanışma ihtimalimiz olmayan insanların hikayemize eşlik etme şekli aslında.. Kimi zaman bizi bize bizden daha iyi anlatıyorlar hatta..

    Aslına bakarsanız hayatımıza girmiş insanlarda bunu bilmeden de olsa yapıyor. Hayata bakış açımızı etkiliyorlar, sevme şeklimizde el atıyorlar, kimyamızı değiştiriyorlar, coğrafyayı yeniden tanıtıyorlar, matematiğinizi geliştiriyorlar, evrenle aranıza empati tohumları ekebiliyorlar ya da ekilen tohumları zamansız biçmenize neden oluyorlar..

    En karanlık yanımıza dokunanların izi neredeyse hiç silinmiyor, parmak izlerinin eşsizliği tam o noktada el değmez müzesi gibi saklı kalıyor. Gölge yanlarımız gün içinde bizimle en çok temas yanımızken biz kendisiyle pekte iletişim kurmadan seçimler yapıyoruz.. Tenine dokunduğumuz insanlar, iletişim kurma şeklimiz, uyku saatlerimiz, güne başlama halimiz, sesini duyunca huzur bulduklarımız, ağzını açtıkları an ruhumuzu sıkanlar, ilişki seçimlerimiz, yemek yeme alışkanlığımız, duygularımızla temas etme biçimimiz gölge yanımızın birer yansıması oluyor. Bizlerse rutinin verdiği zaman kazanma kavramında her şeyi kendi planlarımızla ilerlettiğimize inanıyor ve tatmin olmaya çalışıyoruz..

    Müziği duyma şeklimiz dans edişlerimizi öyle etkiliyor ki bizler kendimizi eşsiz birer parti insanı sanıyorken, dışarıdan öyle görünüyor oluşumuzun ihtimali pek aklımıza gelmiyor. Asıl soru şu, gerçekten kendi müziğini duyabiliyor musun?

    Toplu bir ortamda her çeşit  müziğin arka arkaya açıldığı anı düşünün; ritmini, akışını ya da sözlerini sevdiğiniz müzik çaldığı an gözünüzde yanan spot ışıklarına eşlik eden muhteşem adımlar atarken pekte size hitap etmeyen müziğin çalınması dansınızı mahvedebiliyor.. Ailemiz, arkadaşlarımız, aşklarımız da tam olarak burada müziğimize eşlik ederse onlarla muhteşem bir uyum yakalarken müziğinizi duymayanlarla sendeleyebilir, bazen de onlarla aynı dans pistini paylaşmayı bırakabilirsiniz.. Hepimiz kendi orkestramızın maestrosu olmayı arzularız bir noktada. Oysa kimimiz eşsiz bir sese sahibizdir, kimimiz yaylı çalgılarda mükemmel bir kontrol sağlarız, kimimizinse parmakları iyidir ve vurmalı çalgılarda muhteşem işler çıkarırız. Bu hayatımızın kontrolünü başkasına bırakmak gibi görünebilir, oysa asıl konu sahip olduklarımızla olamadıklarımız arasında kendimizi seçip seçmememiz..

    Müzik ritmiyle, sazıyla, sözüyle bizi ortak noktada buluşturabilir. Sevdiğimiz her şey ve herkesi orkestraya dahil etmeyi isteyebiliriz.. Gelin bunu dönüştürelim; sesimiz, bir şef edasıyla batonu kullanma şeklimiz ve bedenimiz nereye aitse tam olarak orada, tam da kendimizle ve bize eşlik etmek isteyenlerle, elbette eşlik etmeyi bırakanlarında iziyle bir sahne kuralım..

    Yağmurlu havaların, güneşin gözünüzü yakışının, bağımlıklarınızın, alışkanlıklarınızın, oldurtamadıklarınızın dansınız mahvetmemesi dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KONUŞMAMIZ GEREKEN ŞEYLER VAR..

    Kendimize yollar belirliyor, kararlar alıyoruz. Öğrendiklerimizle, dersten kaldıklarımızla ve daha bir ton sebepten dolayı kararlar verir, seçimler yaparız.. Bir kahveyi nasıl içeceğimizi bile belirleyen birçok faktör var. İyi de bunları sürekli düşünmeye ne gerek var. Mesela bir ortamda sürekli bilimsel konuşmanın ne gereği varsa, işte sürekli düşünerek kararlar vermenin de o gereği var..

    Kadınların ve erkeklerin yapısal, duygusal ve düşünsel olarak farklılığını biliyoruz. Aynı olsak ne önemi olurdu ki zaten.. Bugün bu farklılıklar arasında en çokta konuşma ihtiyacımız ve konuştuğumuz, konuşmak istediğimiz konular hakkında konuşmak istiyorum. Ben baya baya konuşmak istiyorum anlayacağın..

    Farklılıklarımız bizi ne akıllı ne de aptal yapar. Aptal insan yoktur demiyorum. Elbette bir aptallık seviyesi var ve ne mutlu o sınırı aşamayanlara. Biz bugün o dönülmez sınırı aşanlarla konuşmaya devam edeceğiz..

    Biz kadınlar derinlere inmeyi seviyoruz. Her şeyin estetik olmasını bekliyoruz; aklın, davranışların, hediyelerin, yazılan cümlelerin, havanın, görünüşün, tavrın hatta yaptığımız işin bile.. Duygusallığımızın yoğunluğu aklımızı gölgeleyebiliyor. Kadın olduğumdan olsa gerek bunu anlamak o kadar da karmaşık gelmiyor. Kendimizi, açıklama ihtiyacımızsa karşımızdakilere sıkıcı ve eğlenceyi bölen bir tavır olarak gelebiliyor. Aramızda kalsın zaman zaman hak vermiyor değilim. Bir konu hakkında bütün fikrimi aktardığımdan emin olana kadar konuşmayı bırakamıyorum. Tanrı karşımdakine sabır versin.. 

    Erkekler biraz daha yüzeyde kalmayı seviyor. Derinler fazla boğucu ve vakit kaybı gibi gelebiliyor çoğu zaman.. Estetik algılarımız burada biraz ayrışıyor; işve, cilve, davranış naifliği, gülümsetebilmek, eğlencenin bozulmasına mahal vermeden hoş kıvrımlarla sohbeti döndürebilmek mesela. Erkeklerin kıvrımsal bakış açıcıyla, kadınların kavramsal bakış açısı burada işleri bir tık daha yorucu hale getirebiliyor..

    Konunun özü, konunun konusu kadar detaylı ve sıkıcı değil aslında. İster duygusal yaklaşalım, ister mantıksal en temelde anlaşılmak istiyoruz.. Yaralarımız görülsün istediğimiz kadar eğlenmek istediğimiz de anlaşılsın istiyoruz, kendimizi yanlış anlaşılmalardan kurtarmak istediğimiz kadar şakamatikte olmak istiyoruz konuşurken gibi..

    Anlatmak istediklerimizin yoğunluğu anlaşılma isteğimizin önüne geçebiliyor. Anlaşılmak isteğimiz, karşımızdakinin anlam kapasitesini gölgeleyebiliyor.. İsteklerimiz, yüklediğimiz anlamlar, beklentilerimiz, bizden beklenenler derken ne konuştuklarımız önem kazanıyor ne de sustuklarımız..

    Anlaşılmadığınız yerde kelimelerinizi tüketmeyin demeyi isterdim lakin hala kendim uygulayabilmiş sayılmam. Aç kalacağınız sofrada doyma ümidiyle beklemeyin demeyi de isterdim lakin yine kendim pek uygulayabilmiş sayılmam..

    Deneyebileceğiniz, beraber deneyebileceğimiz, bir önerim var; eğlenmek isteyenle eğlenip, öğrenmek isteyenle öğrenelim mesela. Hatta eğlenmek istediklerimizle, öğrenmek istediklerimizi bize başkaları gösterene kadar kendimiz de bunun seçimini yapabilelim. Duygusal aktarım ihtiyacımız ve düşüncelerimiz bu konuda bizi zorlayacak elbette. Kendimizi istemediğimiz durumlara sokabilir ve anlaşılmak isterken daha çok saçmalayabiliriz.. Bu da işin nazar boncuğu olsun. Hiçbir şey eğlencenize gölge düşürmesin..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • .. AZİZE ‘NİN AYLAKLIĞI..

    Her şey öyle kusursuz bir tıkanıklık içerisinde ki, hiçbir şey ilerlemiyor. Mükemmel bir durağanlık içerisinde boğuluyorum. Dengeli olmayı beceremeyen koyu bir koç kadınıyım.. Sabretmeyi öğreniyorum dedikçe sabrın sınavının derecesi artmaya başladı. Bir nefes alsaydık, bir tadını çıkarsaydık, dersi öğrendik diyerek meyvesini bir yeseydik. Hayata dair ne kadar aceleciysem o kadar durdurulmaya çalışıyorum..

    Moral düşürmek yok, enerjimizi partilemeye harcamak varken olmayanlara harcayamayız.. 

    Aslında hiç yazasım yok, yürüyüş yapasım da yok, insanların içine karışasım hiç yok, hava bu isteksizliğimin aksine güneşli ve keyifli. İşte sorun bu! Her şey zıttımda ilerliyor. Yaptığım iş tam olarak insan kalabalığının göbeğinde olmama neden oluyor, yürüyüş yapacağım hava polenlerle alerjimi azdırıyor, hoşlandığım kişi benimle alakası olmayan bir hayat yaşıyor, arkadaşlarım kafa dağıtma algımın bir tık dışında kalıyor, ailemse mesafelerce uzakta, canım dostlarımla aramda kilometreler var, istediğim her şey benim çok uzağımda. İstemediklerimle çevrelenmiş durumdayım. Bir şeyleri görmem mi gerek, yoksa sadece seçimlerimin sonuçlarını yaşıyorum diyerek seçimlerimi mi değiştireceğim, bilmiyorum. 

    İki şeyden eminiz; ışığımızı söndüremeyeceklerinden, zıtlıklara rağmen partilemeye devam edeceğimizden.. 

    Kendime 7 ağaç kadar uzaklıktayım.. Aylaklığım sorumluluklardan kaçmamı sağlamıyor, hayal kırıklığım zorlamamı engellemiyor, takıntılarım her sabah uyandığımda inanmamı engellemiyor. Kendime eziyet mi ediyorum yoksa kendimi yeniden mi doğuruyorum, kim bilir, ben bilirim..

    Shrek gibi gece başka gündüz başka olanları reddediyorum. Aklımda hakimiyet kuran düşünceler zırvasını reddediyorum. Kalbimde aynı yerleri kanatan duygusal yoğunluğu reddediyorum. Maddesel zorlukların hayallerime ket vurmasını reddediyorum..

    Deliliğimin nirvanasına ulaşıp doruklarda dans etmeyi seçiyorum. Zihin kıvrımlarımdaki ışık sızıntısına ulaşmayı seçiyorum. Kalbimin heyecandan patlayacak kadar tutku dolu olmasını seçiyorum. Maddi dünyanın götürüsünü yolumun temizlenmesi olarak kabul ediyorum..

    Kaçmak yok, savaşmak yok, donakalmak yok.. Telaş yok, kuruntu yok, moral bozmak yok. Duygu durum bozukluğu yok, tamam bu konuda biraz esnek olalım ara sıra olabilir.. Yalan yok, hazcılık yok, doyumsuzluk yok, açgözlülük yok, abartma yok.. Sakinlik, düzen, akışta kalmak ve olanı olduğu gibi kabul etmek var.. 

    Tıpkı azize gibi, yüzeyde kalmak ve çırpınmadan vazgeçmek zamanı. Çocuksu heyecanı yeniden yakalayıp ve yetişkinlik tecrübeleriyle harmanlayıp yeniden bir şeyleri inşa edeceğiz..

    Aklınızda takılı kalan kişileri düşünün bugün, neden orada ve neden sizi meşgul ediyor? Buna değerse kahveye davet edin, değmiyorsa kahvenizi kendiniz içmeye devam edin.. Aklınızı yoran bir konuyu düşünün bugün, neden orada ve sizi neden yoruyor? Eğer buna değerse, çözmek için harekete geçin, çözülmeyecekse daha da düğüm yapın ve olduğu yerde bırakmaya gayret edin. Kalbinizden geçen bir hayalinizi düşünün bugün, neden orada ve neden yarım kaldı? Eğer 1 yıl sonra o hayale sahip olmak istiyorsanız bugün bunun için küçük bir adım atın, eğer gerçekleştirmemek ukde olarak kalmayacaksa kalbinizi başka şeyler için atmaya bir şekilde ikna edin..

    Hava can sıkacak kadar keyifli bugün, eğer kendine bir güzellik yapmak istiyorsan havanın güneşli ya da yağmurlu olmasını umursama, sevmek bazen sahip olmak değil sadece olma halidir biraz da..

    Yanlış bir dönemde yaşıyor olmanın stresini bir kenara bırak bugün, doğru anın kanına karışmasına izin ver..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BÜYÜCÜNÜN AVCI ÜSTÜNLÜĞÜ..

    Fantezilerimizin kurbanı mıyız? Zaaflarımız neye göre gelişiyor? Alışkanlıklarımız seçimlerimizin yüzde doksan beşini oluşturuyorsa kalan yüzde beşlik kısmımla kendimizi nasıl geliştirebiliriz? Verdiklerimizden fazlasını almayı beliyorsak tam olarak nasıl tatmin oluruz?

    Merakım sadece başıma bela olmakla kalmıyor, ilişkilerimi de baltalıyor. Bu beni durduruyor mu, asla.. Merakımın yönü köreldi mi, kesinlikle evet..

    Büyücü kartı; bilgeliği, mucizeliği, soyutla somutun bağını temsil eder. Avcı üstünlüğü; en temelde evcilleştirme arzusunu barındırıyor. Peki bu ikisi bizim dualitemize nasıl dahil olacak, elbette merakımızın körüklendiği yerden sorular sorarak.. 

    Gün içerisinde sürekli seçimler yapıyoruz, bunlarsa kendi içindeki varsayımların doğmasına sebep oluyor.. Alışkanlıklarımız ve zaaflarımızsa seçimlerimizin otomatikleşmesini sağlıyor, zamandan tasarruf ediyoruz.. Çoğu zaman kar- zarar dengesini düşünmeden bunu yapıyoruz. Zamanla fayda sağlayamadığımız şeylerin yönünü değiştiriyoruz ve yerine yeni zaaflar yeni alışkanlıklar oluşturuyoruz.. Sahip olma arzumuz ve evcilleştirme içgüdümüz, travmalarımızla harmanlanınca ortaya yaralanma ve iyileşme ikililiğinde muhteşem bir ahenk ortaya çıkıyor.. 

    Kendimi bir boşluğa bıraktım. Travmalar, genetik miraslar, öğrenilenler, ders alınamayan deneyimler, avcı üstünlüğü, bilgelik ve cehalet, duygular, düşünceler derken seçimlerimi ve zaaflarımı yönlendiren ne varsa hepsini arkada bıraktığım bir köprünün tepesinden bıraktım kendimi. Biliyorum ki beni öldüren şey düşmek değil, yere çakılmış olmak. Yere çakılmadan bir çözüm bulacağıma eminim..

    Dün bir arkadaşım, hep aynı tarz adamları seçiyorum ya da aynı sorunları yaşıyorum ve nedenini bulamıyorum, kendimi didik didik ettim yönümü yolumu değiştirdim ama buna hala bir çözüm bulamadım peki ama neden, diye sormuştum.. Aynı iş modeli, eğlence ve dağıtmaya dayalı bir ortam, aynı tip insanlar içindesin onlardan farklısın evet, ama o ortamda olduğun sürece kimse senin farklı olduğunu göremez dedi ve elbette ekledi, ruhunun anaçlığıyla herkesi iyileştirebileceğini düşünüyorsun ve yarası olanı, büyümesi gerekeni seçiyorsun çünkü senin elinden tutulmasına ihtiyacın yok birilerinin elinden tutmaya ihtiyacın var dedi.. Haklılık payı can sıkıcı.. 

    Güzel ve çirkin masalında, canavar hikaye sonunda yakışıklı bir krala dönüşür. Sevginin ve inanmanın mükemmel etkisini görürüz. Karanlık tarafında yatanıysa aklımız bilir ama biz es geçeriz; ortada dışarıya öfkesini sunan, hayatta kalmayı başarabilen birinin içindeki güzeli çıkarmanın ve evcilleştirebilmenin verdiği haz.. Peki bunu kendimiz için de yapabilir miyiz?

    Ruhumuzu ehlileştirip, davranışlarımızla hayata karşı üstünlük sağlayabilir miyiz?

    Ruhumuzun yırtıklarından, aklımızın eksikliklerinden, kalbimizin yaralarından sıyrılarak üstünlüğü kendimizde sağlayıp aklımızı kontrol etmeyi öğrenerek, ruhumuzu evcilleştirerek, kalbimizi onarıp yeniden renkleri hissedebileceğini inandırarak zaaflarımızdan arınabiliriz.. Alışkanlıklarımızın duygu ve düşüncelerimize hükmetmesini istemiyorsak tabi.. 

    Boşluğun derinliği arttıkça düşmek bile anlamını yitiyor. Her şeye derinden anlam yüklemeyi bırakıp, fantezilerim ve zaaflarımın beni savurmasından arınmaya başlıyorum.. Umarım yere çakılmadan, av olmadan bir üstünlük kurabilirim, aklımın dehlizlerine..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..MECNUN/JOKER’İN YOLCULUĞU..

    ..BÖLÜM 1..

    “Hayatım bir film olsaydı, izlerken ya uyuyakalır ya da yarısında çıkardım..” 

                                                                                                                              RUHİ MÜCERRET..

    Bulunduğunuz yaşı merkeze koyun. Bu yaşadığınız hayatın ilk çeyreği olacak. Tabi 70’inize merdiven dayamadıysanız.. Bildiğiniz tüm kavramları listeleyin ve çemberin soluna yazın. Kendinize dair keşfettiğiniz şeyleri listeleyin ve çemberin soluna yazın. Oldurttuğunuz ne varsa; iş, aşk, aile, kendi markan, ev, ara bunları listeleyin ve çemberin soluna yazın. Başınızı ağrıtacak yoğunlukta olan düşünceleri listeleyin ve çemberin soluna yazın. Yaşarken sizi yoran duyguları listeleyin ve çemberin soluna yazın.. Sanıyorum solumuzu olabildiğince doldurduk.. 

    Çemberin solu, tam olarak bugüne kadar yaşadığımız her şeyi yazabilme cesareti gösterdiğimiz kadarıyla karşımızda. Kendinize ne kadar dürüstseniz yüzleşmeniz o kadar sert ve gerçekçi olacaktır. Dürüst değilseniz, üzgünüm o sizin sorununuz..

    Gelelim çemberin sağına.. Anlamlarının değiştiği kavramları listeleyin ve çemberin sağına yazın. Oldurtmayı hayal ettiklerinizi listeleyin ve çemberin sağına yazın. Aklınıza gelse de başınıza gelmeyen düşünceleri listeleyin ve çemberin sağına yazın. Yaşamayı umduğunuz ama ertelediğiniz duyguları listeleyin ve çemberin sağına yazın. Kalbinizde çiçek açtıran hisleri listeleyin ve çemberin sağına yazın.. 

    Çemberin sağı, tam olarak bugünden sonra yaşayacaklarımızın listesi ve sanıyorum henüz dolmadı. Eğer kendinizi sevme cesareti gösterebilirseniz yaşayacaklarınız o kadar gerçek ve naif olacaktır.. Eğer sevemezseniz, üzgünüm ki bu da sizin sorununuz..

    Stoa felsefesinin izini bulana kadar hazzın doruklarına erişmek için elimden geleni yaptım. Öyle ki bu durum beni dopamine bağımlı getirmişti. Ne kadar haz, o kadar bir fazlası.. Ne kadar fazlası, o kadar fazla haz.. Aptal bir bumerang gibi döndü durdu bu durum.. Alışkanlıklarınıza iyice bakın, mercek altına alarak, en ince detayına bakın. Alkol, seks, kahve, sigara, müzik.. Basit ve vakit harcanmayan bir o kadar da bağımlısı olduğunuz ne varsa.. Sadece vakit ayırdıklarımızdan ibaret sandığımız alışkanlıklarımızın, bizi kandırmak için en büyük yanılgısını da yine burada görürüz. Duyguların bağımlısı olabileceğimizi düşünmeden, düşüncelerin bağımlısı olabileceğimizi hissetmeden, bir bardak kahvenin ya da bir fıçı biranın bizi neye nasıl bağımlı kıldığından bihaber yaşamaya devam ederiz.. 

    Çemberin soluna tıkıştırdığımız her küçük liste, bizi bizden koparan alışkanlıkların bir bütünü. Çemberin sağına eklemeye başlayacağımız her küçük madde, bizi bize bağlayan yeni alışkanlıklarınsa ilk adımı..

    Aylaklık yaparak sorumluklardan kaçılamayacağını, aptallıklar yaparak sorunlarla baş edemeyeceğimizi, kırılganlıklarımızın ardına saklanarak yeni heyecanlar yaşayamayacağımızı öğrendik.. Şimdiyse ilk soru, gerçekten öğrendiklerimle yeniden bir ben inşa etmek istiyor muyum? Cevap evetse devam edelim, değilse biliyorsunuz ki bu benim sorunum değil..

    Duyguların, gerçeklik algını yanıltacak kadar yoğun olabilir. Onlara dikkatlice kulak ver, yoksa duygularının oynamaktan sıkılacağı bir oyuncağa dönüşeceksin.. Düşüncelerin, gerçeklik algını yanıltacak kadar yoğun olabilir. Onları dikkatlice dinle, yoksa davranışlarını kontrol edemeyecek kadar köleleşebilirsin..

    Körelmek ve köleleşmek.. Çemberin solunda var olan; alışkanlıklarımız, yoğunluğuna bir ömür verdiğimiz duygu ve düşüncelerimiz, zamanımızı hunharca harcadığımız insanlar insanlarımız, sonuçlarına katlanamayacağımız seçimlerimiz rehberimiz olacak. Körelmemize neden olan yorgunluklarımız, köleleşmemize neden olan bağımlılıklarımız mümkün olduğunca çemberin solunda kalmalı.. Sıfır hatayla, mükemmel bir hesaplamayla yeni bir biz, yeni bir sağ taraf oluşturmamız elbette mümkün değil, mümkünse bile yolumuz bu değil.. Sadece kendini tekrar eden hatalar yerine yeni hataları, işimizi görmeyen alışkanlıklar yerine yenilerini koyacağız hepsi bu..

    Bilirsiniz denek olarak kendimi parçalamaktan çekinmem. Şimdi gelelim benim çemberimdeki solun yoğun olduğu birkaç şeye.. Hemen her şey olsun isteği, öfke, niyet okumaya çalışmak, harekete geçememek, ani motivasyon düşüklüğü, işaretleri kafama göre okuma yanılgısı, boş umutlar, köklü olumsuz inançlar.. Neyse ki bunlar sadece birkaçı.. Şimdi bunları sağ tarafta nasıl yeniden yapılandıracağımıza bakalım.. Aman artık fevri olmayayım ya, diyerek oldurtamadığımızı biliyoruz. Ani tepkilerin tetikleyici unsurlarına bakmaya başladıktan sonra diğer adımlar kendiliğinden gelişiyor aslında. Elbette bu durum da hemen olmuyor; tetiklenme sebebini bul, hangi duyguya yönelttiğini anla, duygunun çocukluğuna in, böl, parçala, yönet sonra.. Yazması ne de kolay ama, siz bir de beni anlatırken görün. Sanki duygu ve düşüncelerin ana kaynağını ben yaratmışım gibi.. Egomun okşanmasına bir süre ara verip konuya dönelim.. 

    Böl, parçala, yönet projesin neredeyse her durumda kullanabilir esnek bir hale getirmek aylarımı aldı, bu yüzden 2 cümleyle buraya yazıp 2 günde halledilebilir bir hale getirmeye niyetim yok. O yüzden olaya Joker’in yolculuğuyla başlıyoruz.. Tam da çemberin ortasından.. Heybeye bu yaşımıza kadar yaşanılanları doldurup, aylak aklımızı da koyup önümüze ilk adımı atıyoruz..

    Sevmek, sevilmek ihtiyacımızın derinlerine inerek. Kalbimizin kırılmış her parçasını tek tek severek, eskisi gibi olmayacağını bilsek bile eskisinden daha da iyi olur mu acaba umuduyla.. 

    Kendinize sordunuz mu hiç; eskiyi yok saymadan, gerçekliği eline yüzüne bulaştırmışken bu kadar, yeniden başlamak hayata ve sevebilmek yeniden mümkün müdür?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KUMARDAN HAYALLER VE SONUÇLARI..

    Neşeli ritme sahip bir müzik var fonda. Hava güneşli ve naif. İçim olabildiğince huzursuz..

    Geçiş dönemi olduğunda bilincinde olacak kadar yonttum kendimi. Bu farkındalık, içimin boğuluyor oluşunu engelleyemiyor.. Ağlama krizlerimi ve çaresizlik hissiyle atak geçirmeme engel olamıyor.. Gitmeli miyim, kalmalı mıyım diye aylarca düşündüm, kaldığım yerden. Yeni ev, yeni iş derken yeni sayfa dedim. Bak bakış açın değişiyor, farkındalığın acıya değil bahara dönüşecek artık dedim, ama nafile.. Yeni evime geleli 2 ay olmadan evin devrinin olması, yeni işe başladıktan sonra yaşadığım bocalama, kalben yeni insanlara kendimi açmaya başlamışken yaşadığım hayal kırıklığı bana ”sanki hayat kibarca siktir git” diyormuş gibi hissettiriyor..

    İki sene önce baktırdığım bir falda ”aşkında işinde burada hep yarım kalacak, sen deniz kenarı bir yere gideceksin orada tamamlanacaksın” demişte, tabi inanırsan. Aylardır koç burcu için ”yeni şehir, taşınma, sabır ve yenilikler” temalı konuşmalar yapılıyor, tabi inanırsan. Burada aylardır kekremsi bir tat var ruhumu eşeleyen, tabi inanırsan.. Her şeyin toplamında sonuç gitmelisin diyor gibi, tabi gitmeye cesaret edebilirsen.. Aman be kızım, evrenin işi gücü yokta sana bir şeyleri anlatmak için mi çabalayacak diyorum bazen de.. Ama ya yoksa, ya anlatıyorsa?

    Her şeyin, tam olarak her şeyin; yaşanmışlığın, insanların, duyguların, düşüncelerin, travmaların, yaşanamamış olanların, hayal kırıklıklarının yani toplamda gönül yorgunluğunun koca enkazından yavaş yavaş çıkmaya başladım. Bahar sadece sokağa değil, ruhuma da inmeye başlamıştı. Yine tökezledim. Öyle korkmuşum ki başa dönmekten, ruhumun karanlığına tekrar dalıp gitmekten, verdiğim mücadelenin anlamsız kalmasından bu korkudan kaçarken kaygıyla takılıp düşmüşüm de canımın yanmasından çok korktuğum başıma mı gelecek diye ağlıyorum birkaç gündür..

    Aklım muntazam bir planlanın tam merkezinde kontrolü ele aldı. Kalbimin yorgunluğu, ruhumun acıya ve şiddete olan alışkanlığı bu planı tökezletmek için baharı beklemiş gibi davranıyor.. Birlikte eşsiz bir orkestra olabilecekken hepsi solo takılmakta inat ediyor.. Ah sevgili maestro, işin çok daha zor.. Önceden sıkılıp şikayetçi de olsalar yine de ayak uydurmaya çalışırlardı. Lakin hepsi kendi alanının virtüözü olduğundan beri inatlarıyla baş edilmiyor..

    Ben hayatımın ilk bölümlerini acemi bir hazla, beceriksizce tamamladım. İkinci bölümünde alamadığım derslerin tekrarında, koca bir saçmalığın için de anlam aradım durdum. Şimdi üçüncü bölümündeyiz, ya halledeceğiz ya da mahvedeceğiz. Hikayelerim de başlangıç heyecanlı ve meraklı olsa da finallerinin zayıflığı beni ürkütmüyor değil. Yine yazamadan yaşayamam.. Yaşanmışlık yoksa da yazamam..

    İyi bir satranç oyuncusu,  son hamleden bir önceki hamle hata yapar ve rakibinin yüzünde kibirle kazandım ifadesini görmeyi bekler. O ifadeyi gördüm, şimdi bunun bir yanılsama olup olmadığını görmek için oyuna iyice odaklanmam gerek. Kumarda asa mı kazanır, oyuncu mu bilmem. Ne de olsa baştan başlama şansına sahip olabilirsin ve bu yaşadığın heyecanı daima belli bir sınırda tutar. Ama masaya koyduğun kendi gerçekliğinse ve tek bir oyun oynayacak kadar büyük bir hamle yaptıysan işte o zaman gidişat değişir. Şimdi, deneyimlerimin ışığında, aklımın cehaletine sahip çıkarak, ortaya koyduğum ruhumu şeytandan geri kazanma vakti.. Odaklanmayı bırakırsam, kaybederim. Tökezlersem, kaybederim. Vazgeçersem, kaybederim. Rest çekersem, işte bunun cevabını baharda alacağız!

    Biraz kahve, bir tutam gözyaşı ve birkaç saatlik dünyadan uzaklaştıracak uyku. Sonrasında şeytanla restleşme yaşanılacak bir kumar masasında hayallerin ortaya koyulduğu, gerçeklerle masadan kalkılacak bir oyun için hazırım..

    Canımın içi, bunlar sadece filmlerde olmuyor..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BİR DİNAMİTTE SEN YAK..

    Koşuşturuyoruz.. Yara bere içinde, ne istediğimizi tam olarak bilmeden, yetişilmesi gerekene ulaşınca tatmin olmayacak oluşumuzu umursamadan, elde etme arzusuyla, kendimizi kanıtlama çabasıyla..

    İlgi görmeyi, sevilmeyi, güvende olmayı kim istemez ki zaten.. Muhtemelen ben.. Sevecek olandan kaçar yaramı kaşıyacak olana saplanırım, güvenli limanlardan uzaklaşır yüzme bilmiyor oluşumu umursamadan bulduğum ilk su birikintisine atlarım, her şeyden biraz biraz yapar hiçbir şeyi tamamlamadan hemencecik vazgeçerim.. Kendimle gurur duyuyorum, işte bu mükemmel bir istikrar gerektirir..

    Delirmek için mesai harcamış olanın zamanla bir işi kalmamıştır. Zamansızlık size sonsuzluğu sunuyor. Ve bu sonsuzluk içerisinde acele etmeniz gereken bir şeyin kalmadığını anlamaya başlıyorsunuz.. Borçlar ödenir, kırılan kalp yeniden sevebilir, biten arkadaşlık daha sağlam ilişkiler kurmanızı sağlayabilir, hastalıklar iyileşebilir, sadece ölüm sessizliğini bozmaz ve ardında bıraktığı merak duygusunu aşmanıza izin vermez.. 

    Yara, içeriye ışın girmesi gereken yerden açılır. Hayaller, yapılandırılması gereken yerden kırılır. Hayat, yönünün değişmesi gereken yerde engeller çıkarır.. Geçmiş, rehber olmak için vardır. Gelecek, nefes aldıkça umut vardır diyerek devam edebilmek için.. 

    Yoğurttan ağzı yananın pastayı üfleyerek yediği zamanlardan, aman bir sürü çeşit var bir dilim alır yenisini yerim, diyenlerin dönemindeyiz.. Mevzu dilin yanmasından ders almayı geçti, olan özenle hazırlanmış pastalara oluyor, yoğurt halinden pek bir memnun dersi veren de kendisi eksilmeyen de kendisi.. Oysa pasta öyle mi; tecrübenin getirisi ilgisizliğe maruz kalıyor, raftaki diğer seçeneklerle savaşmak zorunda kalıyor, her tadımda biraz daha eksiliyor.. 

    Her yiğidin yoğurt yiyişi başkadır deyimindeki yiğit misiniz, ders veren yoğurt mu, hiç alakanız olmayan bu savaşta araya kaynayan pasta mı?

    Ben hem hepsiyim, hem hiçbiri mesela.. İz bırakan yoğurtta oldum, ders alırken bir yiğit edasına da büründüm, hiç bilmediğim bir rafın en özel yerinde kendimi bulmuşken harcanan pasta da.. 

    Hani bazen bir gece de olur ya bir şeyler; kaybederiz bir gecede her şeyimizi, hayal kırıkları batar ciğerimize bir gece ansızın, nefes nefes ağlayarak uyanır bir sigara yakarız gecenin demine, gözümüzün ışığı sönüverir bazen bir gecede, kahkahamızı sessiz moda alıveririz de fark etmeyiz bile ya.. İşte o gecelerin koleksiyoncusu olmaya başladıktan sonra bunlarla ne yapacağım diye çok düşündüm. Zihnim hiç bu kadar yorulmuş muydu, bilmiyorum.. Müthiş bir doğum sancısının ilk yalancı darbeleriydi bu sorgu.. Gündüzleri uyuyup gürültüden kaçarken, geceleri benim zarafetle sokaklarda dans ediyordum.. Elimde ne yapacağımı bilmediğim raf dolusu tecrübe, önümde aldığım derslerden özet çıkarmam için beni bekleyen kağıt kalem, aklımda yapılmayı bekleyen ertelenmiş bir hayatın listesi.. 

    Aylar süren bu bocalamadan küçük küçük adımlarla sıyrılmaya başlamışım. İşin içindeyken göremiyor insan neyim, neredeyim, ne yapıyorum, neyi yapamıyorum, nereye gidiyorum falan.. Ayaklarımın ritmini bozan bir müziğin eşliğinde senkronu tutturamadığım bir alkışlama sonrası kendime gelmeye başladım. Sersemleten savrulmanın tam ortasından yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığımı..

    Son birkaç günüm; duygu artıklarına tanık olmakla, kendini yaşamanın korkusunu duyanları görmekle, kalbine kilit vuranların duygusuzluğunu fark etmekle, cesurca sevebilenin korkutucu olduğunun sanılmasını anlamamla, yaraların etrafındakilerin neden orada oluşunu düşünmekle geçiyor.. Eskiden olsa suçu birilerine atar, kendimi dünyadan soyutlar, bir süre sonra eksik hissetsem bile devam ediyormuş edebiliyormuş gibi yapardım.. Oysa şimdi istesem bile bu yolu seçemem. Anlayabilmek, çabalayabilmek, korkmadan adım atabilmek, beni sizden yapmıyor evet.. Bense artık ne yiğit, ne yoğurt, ne de pasta olmak istemiyorum zaten.. 

    Temeline dinamit koyup patlattığım geçmişin, sancılı ve temkinli yaşamaya iten her şeyin enkazını kaldırdığımdan beri inşa ettiğim bu dünyanın rengi öyle canlı bir kırmızı ki sadece bakmak yetmez görmek için, renk körü de olmamak gerek. Dahası renk körü olsa bile anlayabilmek için çabalamak gerek..

    Kırmızıya eşlik edecek nice canlı renklerin şerefine..

    ..SEVGİLERİMLE..