Yazar: yildizlaraltinda

  • ..NEYİ İSTİYORUM, NEDEN?..

    Sütümü içip muzumu yerken, ki daimi kahvaltım olur kahveyle birlikte, aklımda tek bir soru var; gitmek devrimse, kalmak devrime bir başkaldırı olabilir mi?

    Her ikisinde de başarısızlığıma tonlarca örnek verebilirim aslında. Birinin hayatından gitmek, bir şehirden gitmek, bir iş yerinden gitmek.. Bir evde kalabilmek, bir hikayede kalabilmek..

    Yol, yer, yön ne olursa olsun öylece durmak kalmak mıdır? Aynı sokakları defalarca tavaf etmek, başka başka insanlarda aynı yaraya rastlamak, okumak hiç bilmediğin bir kitabı yeniye doğru gidebilmek midir?

    Neyi istediğimi biliyorum, neyi istemediğimden eminim. Peki bu beni kararlı ve istikrarlı bir insan yapar mı?

    Cevaplanmamış hiçbir soru kalmasın istiyorum. Gözümün içine bakılsın, bakıldığı yerden bağırsağımızdaki aklımız görünsün istiyorum. Yalana rest çekilsin, dürüstlüğün varlığı güzelliği bir kahpeye çevirsin istiyorum. Dağları delip artistlik yapılan değil, yeni dağlar keşfettiren bir aşk istiyorum. Aklımın ücra köşeleriyle dans edilebilsin istiyorum..

    İletişim kazaları yaşansın istemiyorum. Taktikle elde edilen hiçbir şeyi istemiyorum. Aptallığın özgüvenli sayılmasını istemiyorum. İçi boş sohbetlerin keyifli vakit geçirmek sayılmasını istemiyorum. Gizli saklı işler istemiyorum. Tek gecelik anılar istemiyorum..

    Eğer birilerine yalan söyleyecekseniz onun gerçekten aptal olduğundan emin olun. Bu sizi bilge yaparken, karşı tarafa da güven verir. Eğer aksiyse bu sizi güvenilmez ve aptal yaparken karşı tarafa kendinden emin bir yalnızlık verir..

    Kendimden olanı istiyorum; yağmurdan nefret etmeyen, caddelerde dans edebilen, bilgeliğinin aptallığına ışık tuttuğu yerden gelen, neşesi göze yansıyan, yorgunluğu gördüğü yerde yaslanılacak bir omuz olan, açık seçik konuşabilen, korkularında devrimci, kaygılarında burjuva, çiçekleri toprakta ayırmayan, ufak detayların farkına varılınca dünyayı sarıp sarmalayan, büyük savaşların merkezinde olmaktan kaçmayan, atını yeni yerlere sürmekten korkmayan, aklındaki müziğin susmadığı, ruhundaki arayışın bitmediği..

    Kendimden olmayanı istesem de isteyemiyorum; Çabalamaktan korkan, sadece güneşli günlerde sokağa çıkan yağmurlu günlerde ortada olmayan, sevgisinde pinti, saygısında sadece kendine kadar olan, tatlı yalanlarla acı gerçekliği kandırmaya çalışan, bir eli tutmanın kırgınlıkla birlikte olduğunu görüp buna cesaret edemeyen, yaşadıklarının hesabını başkasına ödeten, hayatın hıncı karşısındakinden çıkaran, birini gülümsetmenin sorumluluğunu alamayan, güzelliğin gücüne kanıp dürüstlüğü kahpe sayan, sesini çıkarabilme cesaretinden uzak, kalbi küf bağlamış olanı..

    İstemek yetmez ya hani. Doyurmaz en nihayetinde mideni. İşte tam o çizgideyim. Bataklıktan yıldızlara bakan köksüz bir lotus olmak yetmiyor artık.. Kök salınacak medeniyetlerde, bir ayda unutulmayacak hikayeler yaşayıp, yaşanması imkansız olanları yazmayı istiyorum artık..

    İşte sütümü içerken sorguladığım bu gerçekliğe, kahvemi yudumlarken gitmekle eşlik ediyorum.. Etmeliyim.. Benden olanı bulmak, ıstırap yaratan acıları kahkahalara sebep olacak mizaca dönüştürmek için.. 

    Yeniden dokunabilmek için kemana, yeniden tadını alabilmek için kahvenin, yeni hikayeleri yazabilmek için, yeniden aşık olabilmek için, yaşayabilmek için gerçekliği, yeniden toprağa ekebilmek için çiçekleri,  depresyonun hakkını verebilmek için.. Aklın kaybına, ruhun keşfine, kalbin zaferine layık bir gidiş olmalı..

    ”Unutma; erkekler anlayana, kadınlar karar verene kadar ömür biter..”

    ..sevgilerimle..

  • ..VEDALAŞABİLMEK KORKULARLA VE DEVRİM..

    Kendisiyle yüzleşebilme cesareti gösterebilenlere, saygılarımla..

    Hepimizin hikayelerinin tek ortak paydası, kendimize has olan mizacımızla verdiğimiz tepkilerimiz.. Genetik aktarım, ailesel öğretilerimiz, çevresel öğrenimlerimiz, gözlemleyebildiklerimiz, algısal seçimlerimiz, duygusal tercihlerimiz sonucu ortaya çıkan davranışlarımız ve sonuçları. İşte hikayelerimizin yazarları..

    Zamanın problemleri üzerine konuşmaya başladığımızda; geleceğin belirsizliği, insanların saygısız ve sevgisiz yaklaşımları,  coğrafyanın mecbur bıraktığı kaygıları arasında nefes alıp sesimizi duyurmaya çalışıyoruz..

    Kavramlara olan bağlılığımız bizi prangalayan ilk şey, alışkanlıklara dönüşenlerse en önemli ikinci şey. İyi ve kötü arasında seçimler yapıyoruz, sonuçlarından kaçıyoruz, günah keçisi bulup öfkemizi ona yönlendiriyoruz. Burası işin kolay yanı.. Kaçmak eylemi yaşamın bir parçası, sanki bir avcı tarafından izleniyoruz ve hayatta kalmak için 2 seçeneğimiz var; savaş ya da kaç.. Fiziksel olarak birilerinin bizi takibe alması korkutucu gelse bile çoğumuz bu heyecanı yaşamıyor, yaşayacak seçimlerden kaçınıyoruz. Daha tehlikeli olansa kaçsak bile saklanamayacağımız asıl düşmanın zihin kıvrımlarımızda dolaşıyor oluşu..

    Hepimiz bir noktada ölüm var, tek bir yaşama sahibiz gibi düşünceleri aklımıza getiririz, kimimiz bunları deneyimleyerek öğreniriz. Peki, bir konuda aydınlanmama yardımcı olun, nasıl olur da bu gerçeği biliyorken çoğumuz yaşamdan kaçmayı tercih ederiz, neden?

    Aklın kusursuz bir kayıt cihazı olduğu konusunda hem fikiriz diye düşünerek devam ediyorum. Duygularımızsa düşüncelerimizin ayrı kalamayacağı tek partneri. Eylemlerimizse bu ikili aşk meyvesi.. Onların ilişkisinde ki sorunlar kaygılarımıza, aralarındaki problemleri çözüşüyse heyecanımıza dönüşürken biz nasıl olur da tamamen özgür olabiliriz? Aklın 5 duyuyla kayıt altına aldığı şeyler yaşamın içerisinde fiziksel tepkilerle bize mesajlar gönderirken, duygularımız gerçekliğe perdeleme yapabiliyorken tam olarak neyi istediğimizi, potansiyelimizi nasıl keşfedebiliriz?

    Hepimiz sevilmeyi, önemsenmeyi, anlaşılmayı isterken bize bunları sunan ortam ve kişilerden tam olarak uzaklaşmayı, cepte görüneni önemsiz görmeyi nasıl becerebiliyoruz mesela?

    Bir veda haberi, içinizde ne denli bir burukluk oluşturursa o denli bir buruklukla devam ediyorum aslında yazmaya.. 254 kelimeyi ardın sıra yazarken, gelen bir telefon geri kalan kelimelerin yönünü değiştirebiliyor neticede.. Duygular, düşünceler.. Eylemler ve olaylar..

    Biliyor musun, 9 yılı bitirdim bu şehirde, her sokağında tek tek hikayeler ve ayak izleriyle birçok hikaye biriktirdim. Her hikayenin başlangıcı ve bitişine şahit oldum. Kendi hikayemdeyse, bu şehre adım atıp başlattığım ne varsa yorgun, yaralı, değişimlerle dolu bir şekilde inatla devam ettirdim, ettiriyorum..

    İlk 4 yılın sonunda teker teker gidenlerin hayatlarını yollarına koymalarına sevinirken, içimden hep ”buradan gidip  huzurlu olmayan kimse yok” diye geçirmeye başlamıştım. Sonraki iki sene bende mi gitsem demeler başladı. Son 3 senemdeyse dış dünyanın içimde yarattığı yıkımla mücadele etmem gerekti.. İnançlarım, kavramlarım, hayata bakışım, hayallerim, amaçsızlığım, düşüncelerim yavaş yavaş değişime uğradı köklü bir şekilde.. Son üç aydır; herkesi sevebilirimleri bırakıp layık olanı sevmeli demeye başladım, insanların hayatımdan uzaklaşmasını izlerken bunun bir arınma olduğunu anlamaya başladım, şehrin keyifli olmasını sağlan gerçekliğine inandığım insanların şehirden gidişinde onun hikayesinde yeni bir sayfa demeyi öğrendim.. Kendiminse, baharın gelişine neşeyle bakmaya başlayan gözlerimin yanına bir şeyler eksik diyen gönlümün sesini duyduğunu fark ettim.. 

    Bu kadar anlam yüklemesem hayata yazabilir miydim hayatın kendisini bilmiyorum, ama bu denli zor gelmezdi vedalar ve merhabalar işte bunu biliyorum.. Beni bu şehirde tutan horozu değil, geçmişim, biliyorum.. İşte alışkanlıklarımız ve geçmişimizin kontrolü elinde tutuşuna gerçekçi bir örnek.. Yeniden sevmek birini; terk edilme, hayal kırıklığına uğrama, aldatılma, hayatının düzenine çok sokma durumlarına karşı korkusuzca gerçekleştirilen bir devrimdir.. Gidebilmek sadece ceketini alıp; bilinmezliğe, kaygılara, ya yapamazsamlara karşı atılmış korkusuzca bir adımdır.. Vedalaşabilmek kendinle, geçmişinle; affetmenin, merhabaların, başlamaların gülümseten tadını alabilmektir yeniden..

    Dışarıda baharın gümbür gümbür ayak sesleri, içeride yeniyi arzulayan ama eskiye tutunan çocuğun masum ürkekliği, kahvenin ayıltmaya çalışan sert tadı, kulakta müziğin düşündüren tınısı, kelimelerin zihinde yaşanan arbedeye açıklama getirmeye çabalayışı, doğum günü çiçeklerinin ”acaba yerimi değiştirsen daha mı güzel açarım” sorgusu, masada duran ipek eldivenlerin devrim arzusu.. Hepsinin bir bütün olarak kavuştuğu ruhumda tek bir soru..

    Gitmek, gidebilmek; cumhuriyetten sonra en büyük devrim mi olurdu hayatımda?

    ..SORGULARIM VE SEVGİLERİMLE..

  • ..YİRMİ DOKUZ VE VALS..

    Kendi versiyonumun en iyi haline bürüneceğim, dediğimiz kırılma noktaları vardır hayatımızda.. Sağlık sorunlarından, ilişki hayatına değin bir yolculuğun keskin virajlarından biri de budur aslında.. Kendimize sözler veririz, tutar ya da tutamayız. Hayata diş bileriz, diş geçirir ya da geçiremeyiz. Tecrübeler ediniriz, öğreniriz ya da sınıfta kalırız.. Bir bütünün parçasıyız,, aynı zamanda da bütünün ta kendisi.. Zaman zaman hücrelerimiz ayrışır, kaybolur, paramparça olur ve kaybolur. Zaman zamansa toparlanır, birleşir ve bir sanat eserine dönüşür..

    Harita yolun kendisi değildir, yürüdükçe keşfedilecek nice yollara gebedir sadece.. En ürkütücü yolculuğun varış noktasından, başlangıç çizgisinden yazıyorum. Kendi içinde karşıtı olan çoğu şeyin tam orta çizgisini keşfetmeye başladım, bu keşif cevapların önemsizliği kadar doğru soruyu sorabilmenin de ne denli önemli olduğunu öğretti.. 

    Kendimize hiç uğramadan kilometrelerce yol yürüyoruz. Benliğimizle tanışmadan onlarca alışkanlıklar ediniyoruz. İçimizde olanı öğrenemeden birçok derse tabi tutuluyoruz..

    Son üç yılımı, ilk seneyi bilinçli olarak saymazsak bu iki yıl da olabilir, kendim üzerinde deneyler ve deneyimler yaparak geçirdim.. Yirmi küsur senelik bir dehlize dalmak öyle dilde söylendiği kadar kolay değil elbette.. Ama bu yolculuk bir kere başladı mı bir daha da bitmiyor.. Farkındalık çiçeğinden koklamaya başladığında zihninde yeni kıvrımlar oluşmaya başlıyor bu da beyni uyarıp savunmaya geçiriyor. Beynin en ilkel yapısı ortaya çıkıyor elbette, bilinmeyenden kork ve bilinen limanda güvende kal.. Halbuki ruhun o limanın artık sığınılacak bir yer olmadığını biliyor, gözlerin enkazı altında kalmış yapıları görüyor, yine de olsun  diyor aklın buralar hep tanıdık, buralarda bize bir şey  olmaz.. Ruhunsa bu konudan pek emin değil, hasta olduğun yerde iyileşemezsin, diyor.. Gönülde ne yapsın işte, naifliğinden sessiz sedasız olanı bitiyor seyrediyor.. Sense bu savaşın orta yerinde, yüreğinde mağlubiyet ordularının ayak sesleriyle oradan ora koşuşturuyorsun. Amaç yok, neden yok, kazanmışsın kaybetmişsin önemi yok, gün aydınlık gece karanlık önemi yok diye bir türkü tutturmuşsun dile, e birde her soruya cevaben bilmiyorum deme alışkanlığı, zamanın akışında savrulup duruyorsun..

    Her yaşın ayrı bir cahilliği varmış, 29’dan geri baktıkça ne de keyif veriyor bunları fark etmek, görmek, değiştirmek, dönüştürmek. Ama o göte şaplakla başlayan ve 28 sene süren serüven içerisinde yaşarken hiçte bu denli mizahşör davranamadığın anları da unutmamak lazım.. Dünyadan alacaklı, yaşatılanlara kızgın, yaşatılmayıp sakınılanlara kırgın, adaletsizliğe öfkeli, prangalara karşı direnişte, esaretten korkan, aidiyetten kaçan, sevgisinden yaralı hallerin yok mu.. İlahi çocuk; sevişlerinle sövüşlerinle özü dilinden, korkularınla kaygılarınla yaraları derinden, sevinçlerinle gözyaşlarınla duyguların teninden ne de güzel aktı geçti senelerce..

    Hatalarınla doğrularınla, kaçışlarınla cesurluğunla, aklı selim hallerinle, deliliklerinle, yalın ayak dans edişlerinle, yağmurda salıncağa koşuşlarınla, elinde çiçek mi var bıçak mı var bakmadan insanlara sarılışlarınla, alerjini hiçe sayıp kediye köpeğe sarılışınla, bazen ellerini dillerini çamura bulayıp haykırışlarınla, bazense anne karnı masumiyetinde aşık oluşlarınla, plansız düşüncelerinle, yarını unutan umutlarınla, geçmişe inat hayallerinle, güneşi ayı ayırt edemeyen uykusuzluğunla, savaşıp kazandıkların kadar barış içinde kaybettiklerinle, kaosun göbeğinde sakin kalışlarınla, huzurun ortasında yenik düştüğün öfkenle, aklının perdesizliğine eşlik eden kemiksiz dilinle, keskin inatçılığınla, saman alevi gibi olan kabullenişlerinle, zarif düşmanlığın, savunmacı dostluğunla, zaman zaman bataklıktaki lotus çiçeği gibi köksüz medeniyetler kuruşlarınla, bazense kurak topraklara kök salışlarınla, hayatın elinden sımsıkı tutmayı bırakmadığın onca senenin şerefine.. Zamansızlığın içinde vals yapmayı öğrenene kadar geçirdiğin 28 senenin sonunda, seni dansa kaldırabilme cesareti gösteren sevgili hayata..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..TÜM KIZLARIMA, SEVGİLERİMLE..

    Kişisel değer yargılarımızın, genetik aktarımla ve toplumun baskısıyla edindiğimizi düşünmeye başladığımdan beri çoğumuzun kimlikte sahtecilik yaptığına inanıyorum.. Arkadaşlık ve aşk ilişkilerimiz, meslek seçimlerimiz, bağımlılıklarımız, duygusal tepkilerimiz, düşünce yapımız, davranış biçimlerimiz her ne kadar kendi seçimlerimiz ve yaşadıklarımızın sonucu gibi görünse de en temelinde miras olarak aldıklarımız ve farkında olmadan öğrendiklerimiz yatıyor..

    Bugün, bunca karmaşık konunun içinden en çokta partner seçimlerimiz ve aşka bakışımızı konuşalım istiyorum.. 

    Hayatımıza aldığımız insanlarla ebeveynlerimiz arasında bir bağ olduğunu duymuş ya da okumuşsunuzdur. Ya tam zıtlarını ya da birebir aynı yapıda olanları buluruz. Tabi kendi yaralarımız ve karşılanmayan ihtiyaçlarımızda ekstrasıyla geliyor yanında.. Şimdilerde iletişime geçmek ve ilişki kurmak maalesef bir hayli zor. Hepimizin yaraları, korkuları, sorumluluk almaktan kaçtığı yanları var. Birçoğumuz ise ilişki kurmayı yük olarak görüyoruz. Tüketim çılgınlığı eşyalardan çok insan ilişkisine indirim yapmış olsa gerek, hepimizde her şeye sahip olma arzusu arttığına göre.. 

    Birilerinden hoşlanır, karşılıklı bir iletişim kurulur, mümkün olduğunca zaman yaratılır, sohbet edilir, anılar biriktirilir, sonucu ya nikaha ya ayrılığa giderdi bir zaman öncesine kadar. Yavaş yavaş yanlış bir aydınlanma sonucu, herkesle her şeyi yaşayabilir, paylaşabilir ve işi bittiğinde de ki bu mümkün olduğunca en kısa zamanda kararı verilen bir konu haline geldi, yolları ayırır yenilerine anında yer açılır bir hal oldu. Böyle olunca sahte olan gerçeğin yerine kolayca geçebildi, hem de neredeyse hiç çaba harcamadan..

    Bağımlılıklar kendini tanımlamanın en klas yanı oldu. Birilerini yok saymak özgüvenli görünmek sayıldı. Anlamaya çalışmak yerine kestirip atmak kendine değer vermek oldu. Sadece bağlanma biçimlerimiz değil, kavramlarımız da bir hayli değişti.. Bu da duygularımızı yansıtmanın zararlı olduğunu, bastırıp üzerine basıp geçmenin doğru olduğunu düşünmemize neden oldu..

    Birbirimizle gerçek bağlar kurabiliyor muyuz, hiç sanmıyorum! Baksan bile görmediğin bir şeyle, Duysan bile dinlemediğinle, bilsen bile anlayamadığınla empati kurmak ne kadar mümkün olabilir ki.. 

    EMPATİ! 

    ”Dünyalar arasındaki boşluk empatinin aşamayacağı kadar büyük bir engel midir” demiş yazar. Yargılarımız savunma mekanizmamızın en kuvvetli silahlarından biri, ve biz bunu kullanmaktan gocunmaz hatta övünür bir hale geldik. Peki ama niye? Brene Brown cesaret çağrısı adlı konuşmasında kırılganlığın bir hayli detayına iniyor ve cesaretle atılan adımların en temelinde kırgınlıklarımızın yattığını anlatıyor. Aslında dönüşüm hikayelerimizin de en keskin virajında bulunan ilk durak kırılganlıklarımız değil mi? Ailemizin yarattığı kırgınlıklar eş ve iş seçimlerimizi etkiliyor, arkadaşlığın yarattığı kırgınlıklar daha seçici ve daha özverili olmamıza neden olabiliyor ve elbette gönül kırgınlıklarımız, güven duygusunu sarssa bile belki de kendimize hiç sormadığımız soruları sordurtuyor. Elbette her şey bu kadar kolay ilerlemiyor. Hayata karşı öfkeli, temkinli, duyarsız, kibirli davranışlar sergileyebiliyoruz. Kimilerimiz duvarlar örüyor küçük bir pencereden bakmaya başlıyor hayata, kimimizse aksine sahip olduğu duvarları yıkıyor ve koca bir orman keşfediyor.. Korkuyor en içimiz, ben böyleyim ya diyor içimiz, en değerli benim diyor dışımız. Sonra, elbette bakmayı bilirsek, duygularla sarıp sarmalanmaktan bir mil uzaklıktayız. Aklı uyuşturan ne varsa izin veriyoruz hayatımızda hükmetmesine. Kalbe yatkın ne varsa uzaklaşıyoruz sonra. Korkuyor en içimiz; sevmekten, güvenmekten, bir eli tutabilmekten,  içten gülümseyebilmekten, sözler vermekten, ait olmaktan.. Anın getiri neyse o olsun yeter diyor dışımız; eğlenelim, içelim, yiyelim, sevişelim.. 

    Kasma beni, boğma, ben böyleyim işine gelirse, yok sayarım, uğraşamamların altında yatan ürkek çocuğun aslında sevilmeye, güvenmeye, ait olmaya ihtiyacım var fısıltısını sahibi dışında kim duyabilir ki..  

    Kırgınlıklardan ve cesaretten geçmeyen hikayeler biraz eksiktir aslında. Gerçekliği yok denilecek kadar azdır.. İz bırakan yaralarımız olacak, karanlığın küfü boğacak bazen, izi görünmese de sızısını duyacağın anıların olacak, düşeceksin, korkacaksın, belki de dönüşeceksin ben buyumculara, kendi kalbin sağlam kalsın diye ezip geçeceksin belki başka bir kalbi, elinde bir sevgisi kalanın elinden çalacaksın sevgisini onu geride bırakıp sen şen kahkahalarına devam edeceksin.. 

    Sessizce verilen savaşların, buzdan kalbi olanları inatla sevişlerin, bazen hüngür şakır ağlamaların, bazen neşeli kahkahaların, örülen duvarların, yıkılan sarayların, cesurca atılan adımdan dolayı düşüşlerin, korkuyla çıkılan yolda keşiflerin, dönüşümlerin, değişimlerin, yanılgıların, haklı çıkan hislerin, bazen ihanet edişlerin bazense ihanete uğrayışların, yorgan yastık yatışların, caddelerde  umarsızca dans edişlerin, çatık kaşların, sempatik gamzelerin, heyecanlı sevişlerin, öfkeli kaçışların, çelişen düşüncelerin, adlandıramadığın duyguların olacak.. Hepsi sensin, senin parçan, bir yanın.. Sevişlerinle, sövüşlerinle, öpüşlerinle hepsi sensin.. Başka dünyaların insanı ya da farklı insanların dünyası olabilirsin. Zaman zaman bu denklem değişebilir de.. 

    Yıldız Tilbe- Sana Değer’i aç ve sor kendine; iki aslan varmış biri aşk biri korku, savaşı hangisi kazanmış?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KAHVENİN HATRI 40 YIL MIDIR?..

    Aylardır duygu geçişleri arasında yalpalayarak geziniyorum. Ne aradıysam bulmaya başladım tam dışımda..

    İnsan en çok hangi duyguya tutunur? İnsan neden bir duyguya sürekli tutunup kalır? Derken sordum kendime doğru soruyu, insan hangi ihtiyacını karşılayamadığı için duyguların zapturaptı altında kalır!

    Yaklaşık iki aydır sadece kendi içimde değil, dış dünyada da her şey kontrol dışında olmaya başladı. Kitlesel acıya dönüşen deprem, hesaba katılmayan kayıplar, mümkün değil denilen mucizeler..

    Acı, öfke, çaresizlik, neşe, heyecan, korku derken duygu tablosunda bulunan her bir duyguyu zaman zaman aynı anda, zaman zaman farklı dakikalar arasında geçiş yaparak hissettik.. Hissettim diyerek bireysel bir acı dili oluşturamayacak kadar büyük bir duygu paylaşımı içine girdik..

    Birçok olayın sonucunda iki yolunuz olur; ya tecrübe edindim der ders alırsınız ya da kazanç elde edersiniz. Tabi bu görebilenler için geçerli yollardır.. Göremeyenlerin tekerrürü devam eder hayatta..

    Kelimeleri derdimi anlatacak kadar kullanmaya başladığımdan beri haznenin genişliği, aktarımın darlığı arasında sıkışıp kalmış gibiyim. Duygularım, davranışlarım, anladıklarım, anlayamadıklarım, anlamak istediklerim, kavram arayışım kökten değişmeye başladığından beri eski benle yeni ben arasında sıkışıp kalmış gibiyim..

    Kimim, neyim derdim. Bilmiyorum deyip devam ederdim.. Her konuda ortak paydaya varabiliriz, bir tek karakterim ve kim olduğumla ilgili pazarlık yapmam diyorum. Ne istiyorum diyerek devam ediyorum. Sorgularım, yanılgılarım, gerçekliğim, hayallerim hepsi tek tek değişiyor. Olması gerekene vardığımdan beri..

    Bu dönüşüm kök hücreme inmeye başladığından beri kalemi sadece elime alıp, öylece bekleyip, ardından bırakıyordum. Ne yazarsam yazayım hep eksik kalacaktı. Hiçbir cümle ruhumla aklım arasındaki fırtınayı tam olarak resmedemeyecekti. Yarım anlatışların yanlış anlaşılmalara neden olmasındansa, tam olarak susmanın hiç anlaşılamamaya neden olmasını tercih ettim. Çünkü bazen de böyledir; senin anlam yüklediğin şeyler başkası için anlamsız, değer verdiğin şeyler değersiz, önemseyip heyecanlandığın şeylerse önemsizdir..

    Mesela kahve içmek, bira patates eşliğinde sohbet etmek. Mum ışında müzik dinlerken dans etmek. Sana sonbaharın esintisi gibi hafif ve keyif verirken başkası için önemsiz ve herkes için yapılabilecek basit eylemlerden biridir. Mesela karşılıklı kurulan cümleler; senin için duygularını ifade etmek, kendini anlaşılır kılmak ve ortak payda oluşturmakken başkası için anın getirisi ve öylesine savuşturulmak için ortaya dökülen, iletişim kazalarına yol açmasının önemi olmayan birkaç kelimeden ibarettir..

    Duyguları ve düşünceleri bile otomatikleşmiş bir şekilde yaşarken derinlerde yatan ihtiyaçlarımızı kendimize özgü bir dille keşfetmemizi beklemiyorum. Yalan! Tam olarak bunu bekliyorum aslında.. Kendini ifade etmenin anlaşılma isteğinin bir yolu olduğunu, duygulardan bahsetmenin korkutucu bir yanı olmadığını, her eylemin sonucunda yatan sorumluluğu alabilmeyi.. “Dürüstlüğün gücü güzelliği kendine benzetinceye kadar, güzelliğin gücü dürüstlüğü bir kahpeye çevirebilir”  konseptini aşabilmeyi bekliyorum.. Kahve ya da bira, fark etmeksizin sohbete eşlik eden her neyse içinde gerçeklik barındırsın diye bekliyorum. Bir kahvenin 40 yıllık hatırı olur mu bilmiyorum, daha çeyrek asırdır varım bu dünyada ama olsun diye bekliyorum..

    Kitlesel acıların dilini anlamaya çalıştığımız kadar bireysel acılarımızı da anlamaya çalışacağımız, sadece üç gün hatırlayıp dördüncü günün şafağında hiçbir şey olmamış gibi davranmayıp unutmadan devam edebileceğimiz, 40 yıl 40 saniye diye zamanı kendi içinde bölmeden anı keşfedebileceğimiz, her hikayenin parmak izi kadar eşsiz olduğunu bilip kendi hikayemizle sürekli kıyas yapmadığımız, duygu ve düşüncelerimizi özgürce paylaşabildiğimiz, sorumluluk almaktan kaçmadığımız, sevmekten korkmadığımız, kelimelerin büyülü olduğunu ve nasıl bir etkiye sahip olduğunu unutmadan yaşayabileceğimiz bir dünyaya..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..DUYGULARINIZI KİM SESLENDİRİYOR?

    Hepimizin susmayan bir iç sesi var. Kimimizin çok cılız, kimimizin çığırtkan, kimimizin öfkeli, çok azımızın huzurlu diyebileceğimiz bir ses arkadaşı var..

    Benimki bir hayli öfkeliydi. Dünyaya, insanlara, atalarının mirasına, sisteme, adaletsizliğe.. Yaşamımın ilk çeyreği eylemsel ve yükse sesle bunu dışa vurmakla geçti. Yanlışa ani çıkışlar, hataya telafisi olmayan yollar sunan, aidiyetsizliğe bir başkaldırı, sevgisizliğe bin doz öfkeyle giden bir ilk çeyrek.. İkinci çeyreğin ilk başı bir anda sessizliğe gömülmekle başladı. İzleyen, dinleyen, sesini sadece zihninde duyan bir ikinci çeyrek başlangıcı.. Sanki ardımda bırakmaya çalıştığım o küçük çocuk her an savaştaydı da stratejisini bir türlü bulamıyordu. O bulamadıkça hayat ona daha da karmaşık insanlar, daha da karmaşık seçenekler sunuyordu.. İşte Bayan Zehirli Sarmaşık duygularının sesini de, dublörünü de böyle böyle tanıyacaktı..

    Hani ne yaparsanız yapın bazen bir şeyler eksikmiş, bir şey unutulmuş gibi gelir ya, hah işte tam olarak iç sesim bunu anlatmanın hep bir yolunu aramış.. ”Duy beni” demiş, ”duy artık, yaptıkların yapacaklarına engel olacak bir kaosun temelini oluşturuyor.” Seçtiğim insanlar demek istesem de, hayatın bana sunduğu insanlar demek yüzleşmenin sunduğu en sert gerçek oldu. İşte o sunulan insanlar tanıdık bir yaranın gün yüzüne çıkması için birer yol olacaktı, bense sadece nedenlerle meşgul olarak sonuca pek varamadım..

     Tanıdık yara, yaralarımız.. Duygular; iyileşmek isteyen yaraların sesidir, demişti bir doktor. Gerçek değillerdir, size o an olanı anlatmak için çırpınan ve günden güne sesi, tonu ve anlattıkları değişecek olan bir kurgu.. Yaşamınızı gözlemleyin; öfke duyduğunuz, neşeyle kahkaha attığınız, ağlamaktan helak olduğunuz anlara göz atın. Bundan 5 sene öncekiyle sizi düşünün, şimdi de buradaki size bakın. Duyguların adı aynı, peki ya ses çıkardıkları konular aynı mı?

    Kızdığımız konular peki, bizi kırmasına izin verdiğimiz insanlar? 

    Duygulara, duyguların seslerine ne kadar odaklanırsak gerçeklikten o kadar uzaklaşmaya başlıyoruz aslında. Sırf kırgın olduğumuz için bizimle ilgisi olmayan konuları üstümüze alınabiliyor, kızgın olduğumuz için bilmediğimiz konulara dahil olabiliyoruz. Bu da ruhumuzun yorgunluğunu katlıyor. Hayat üzerimize geldikçe seçeneklerimiz daralıyor gibi hissediyoruz devamında..

    Aklın sesi, kalbindekinden baskın geldikçe ne insanları, ne olayları ne de kontrolümüzde olan duygu ve davranışlarımız bizim seçimlerimiz olur.. Gelene kapıyı açmak, gidecek olanı uğurlamak bizim kontrolümüzde. Bizse zile basanı kontrol ettiğimizi sanmakla vakit harcıyoruz.. 

    İşte bu nokta iç sesin kontrolün kimde olduğunu görmemizi sağlayacak anahtara sahip. Yaraları sarmalı mı, yoksa dağlamalı mı? Sunulanlarla seçilenler arasında fark etmeden buna en başta karar veriyoruz.. Ataların mirasları, ailenin yaşayamadıkları, çevrenin uydurduğu hikayelerin arasında bir yerde kendi gerçekliğimizi bulmak için yalpalayıp duruyoruz..

    Aklına gür bir tonlamayla sor, sahiden konuşan ses senin mi yoksa dublörünün mü?

    ..Kendi sesini bulabilmiş olana, bulma yolunda cesaret gösterebilenlere..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..ERKEKLER HER ŞEYİ, KADINLAR BİR ŞEYİ..

    İnsan ilişkilerine dair yazılıp çizilen şeylerin sayısı dünya tarihinden eski.. Adem, Havva, Lilith üçlüsünün karmasını sanıyorum ki yaşamayanımız pek az. Zaten acıdan ve kırılganlıktan korkanların da yaşadıkları pek söylenemez ya neyse, konumuz yaşama cesareti gösterebilenlerle ilgili..

    İlişkileri sadece aşktan ibaret anlatmak, olaya bir hayli kör noktadan bakmak olur. Aile yapılarımız, çevremiz, hatta eğitimcilerimiz bile kurduğumuz ilişkilerin dinamiklerini oluşturuyor.. 

    Genetik aktarımla gelen yaralarımız, ailemizin baskı temalı yapısı, dost dediklerimizin sığ bakışları, yaşadığımız ilişkilerin yarattığı güven yırtıkları, hayatın sınamaya dayalı akışı derken başımızı göğe çevirip nefes alıyor, okyanusa geri dalıyoruz..

    Her zamanki gibi denek olmaya gönüllü bir şekilde incelemelere benim travmalarımla devam ediyoruz..

    Sırf arkadaşıma yaranmak için bana ait olmayan bir fikri savunmam, sırf hayatımda kalsın diye aşkın yalanını yaşayamam, sırf ailemde sesler yükselir korkusu olacak diye yaptıklarımı sakınmam, sayıca üstün olanların dışında kalmamalıyım korkusu yüzünden kendimi ortaya koymaktan çekinmem.. Peki güzel kardeşim, en kral sensin sensin de o zaman ne oldu da kırılganlıkların boyu aştı da düştün  uçurumdan?

    Arkadaşlıklarımda kartlarımı açık oynadıkça onlara sadece koz verdiğimi gördüm, dürüst oldukça bunun ne kadar değersizleştiğini gördüm, planlı değil anı yaşamak temalı yaşayınca hata payının ne denli arttığı gördüm. Gördüklerim bildiklerimin önüne geçmeye başladığında dengem bir hayli şaştı..

    Tuhaf olan şu; insanlar dürüst olun istiyor olunca kırılıyor, aşk istiyor sevince kaçıyor, güven istiyor güven verince uzaklaşıyor. Anlayacağınız öyle bir dönemdeyiz ki yalan söyleyenlerin alkışlandığı, el üstünde tutanların ayak altına alındığı, arkadan konuşanların dinlendiği, aldatanlara aşkla bakıldığı bir dönemdeyiz..

    Elbette robot değil insanız; elbette hatalar yaparız, elbette yalanlar söyleyebiliriz, adil olamayabiliriz, birine olan öfkemizi başkasına aktarırken mağduru oynayabiliriz. İyi ve kötü, doğru ve yanlış konularında objektif olabilmek bir hayli zor. Kendi geleneklerimiz, öğrendiklerimiz, öğrenemediklerimizle bakarız olaylara..

    Hayatımın her döneminde aşkla ve arkadaşlıkla olabildiğince sınandım. Mağdur hissetmek çözüm getirmediği için kendimin en karanlık yanlarına doğru hayli zorlayıcı bir yolculuk yaptım. Son 3 aysa o yolculukların analizini doğru mu yaptım diye sorgulamam için olsa gerek tekrar belirli konularla sınandım.. İnsanları gülümsetebilmek için aldığım hediyelerin karşılığında nankörlük, aşkın heyecanını yaşayabilmek için güzel bakarken umarsızlık, güvenmek isterken çürümüş bağların varlığı ve daha bir sürü şey..

    Yapısal farklılıklarımız aklımızı ve doğal olarak yönlerimizi değiştiriyor. Aşkta ve arkadaşlıklarda bambaşka şeyler bekliyor, beklemekle kalmayıp ona göre tercihler yapıyoruz. Bu durumsa hayal kırıklıklarımızın temelini atıyor. Kendimizi açıkça ifade edemeyişimiz, istediklerimizin karşılanmayışı, zaman zaman sadece beklemekle yetinmelerimiz hayatın akışına ayak uyduramamamıza neden oluyor..

    Erkeklerin huzur arayışı, anlık zevklerle tatmin oluşu, çabalamak yerine kolay olanı seçmesi. Kadının yuva arayışı, zor olana olan ilgisi, beklenti içindeki çabası. Her iki cinsin birbirine iyi gelmeyişindeki dengesizliklerin tam temel noktaları..

    Erkekler anlayana kadar, kadınlarsa karar verene kadar ömür bitiyor..

    Uzun cümlelerle kendini anlatmaya çabalayan kadınların, kısa cümlelerle savaş başlatan erkeklerin dünyasında dengeyi bulmak için bir hayli çabalıyoruz. Her şey için çokça çabalıyoruz, bu da bıkkınlık yaratıyor. Doğada çabalayan ve yuvayı inşa etmek için kur yapan eriller, bu kurdan etkilenmeyi seçen ya da etkilenmeyen dişillerin aksine bir insanlar tersine kürek çekiyoruz..

    Çoğu şeyi yanlış anlayarak hayatımızı geçiriyoruz, birbirimizle olan ilişki ve iletişimde de aynı hataları defalarca yapıyoruz.. 

    Etiketlerimizden sıyrılabildiğimiz, dünyayla aramızda empatiyle bağ kurabildiğimiz, güzel olanı yaşamak ve yaşatmak için korkmadan çabalayabildiğimiz, yalan sığ cümlelerle yakıp yıkanı değil cesurca sesini çıkarabileni alkışladığımız, Adem ve Havva’dan değil de Lilith’den de bahsettiğimiz, kırılganlığın merkezine çiçekler ekebildiğimiz nice güzel günlere..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..YENİ BİR BAŞLANGIÇ MÜMKÜN..

    Zorlu bir iki haftanın içinden sıyrıklarla, yaralarla çıkagelmiş şekilde sesleniyorum.. Yeniden başlamak; bazen sıfırdan, bazen bıraktığın yerden, bazense kırıldığın yerden başlamak mümkünmüş..

    Bunu yeni mi öğreniyorum, hayır. Yeniden mi öğreniyorum, evet..

    Hayatı kısa yollarla yaşamaya alışığız. Aynı yemekleri yer, aynı yeleri tercih eder, belirli arkadaşlarla görüşürüz.. Sıkılganlık ve tetiklenmeler olmadığı sürece de alışkanlıklarımız gözümüze pek batmaz..

    Senelerce bir sürü ev, birçok ortam, farklı insanlar derken aslında değişimin tam kalbinde oturdum.. Sonra bir şeyler oldu. Bir gecede. Bir anda.. Hayatımızın dönüm noktası olacağını ileride anlayacağımız olaylar silsilesinin göbeğine taşındım..

    Farkındayız, dediğimiz ne varsa tam o noktadan sınanıyoruz çoğu zaman. Davranışlarımız hayat akışımızın kukla iplerini sıkı sıkıya ellerinde tutuyor.. Öğrendiğin ders her neyse onu hayata geçiren davranışlarda bulunmadığın zaman, dersi daha sert bir şekilde başa alarak öğrenmeye başlıyoruz.. Ben harekete geçme konusunda olabildiğince dersten kaçmıştım..

    İyi gelmeyenlerin masasında yemek yedim, keyif almadığım işlerde zaman harcadım, kırmayayım dediklerimin keskinliğine maruz kaldım. İşte son iki ay en çok bunların nefessiz bırakışını yaşadım..  Alışkanlığın değişimi hiç bu kadar zor olmuş muydu, bilmiyorum.. 

    Hani yeminler içeriz; spora başlamak, diyete başlamak, yeni bir işe başlamak, yeni bir yere taşınmak gibi. Çoğumuz daha pazartesi olmadan ya unuturuz ya da pes ederiz.. Yeni bir eve taşınmanın telaşını günlerce yaşarken bile kalkıp tek bir valizi hazırlamamam işte tam da bundan..

    Apar topar tüm eşyaları yeni eve yığdığımızda pencereden bakıp bir sigara yaktığımda tek bir düşüncenin ışığı yanıyordu aklımda, başlayabilecek miyim yeniden?

    Düşüncelerin beni yorduğu, duyguların yarı yolda bıraktığı bir karmaşa içinden sıyrılmak bir hayli iyi geldi. Sanki eski evdeki kullanılmayanları atmak büyük şeyler için küçük bir adımdı.. Bana iyi gelmeyen arkadaşlıkları, yaralayıp duygularımı zedeleyen aşkları, kullanmayı bıraktığı eşyaları, ruhumu sıkan düşünceleri de basmıştım sanki o poşetlere.. Hayatımda dipten temele bir temizlik yapmıştım da, bu yeni eve ilk adımımda anımsadığım bir gerçek oldu.. 

    Hayata dair büyük hayaller kurmuş, hedefler koymuş olabiliriz.. Çok savaşmış, hep yara almış olabiliriz. Sürekli güvenmiş, bu yüzden yıpranmış olabiliriz.. Neyin fazlaca üstüne düştüysek, tam olarak o noktadan fazlaca aksi durum yaşamış olabiliriz.. Bu kargaşa içinde boğulmak normalken hayat sadece bizim üzerimize oynuyor gibi düşünebiliriz. Bulunduğunuz yerde bir çözüm aramak, hasta olduğunuz yerde iyileşmeyi beklemek olacaktır.  Çıkın ve oksijenle yeniden tanışın.. Bir küçük adım, büyük değişimin ilk başlangıcıdır..

    Yeniden güvenerek arkadaşlıklar kurmak, yeniden heyecanlanarak aşık olmak, aileyle yeniden bağ kurmak ve en kıymetlisi yeniden kendimizi kazanmak mümkün.. Yanlışlar yaparız, bize yanlışlar yapılır. Kırar dökeriz, kimi zaman kırılıp dökülmemek için. Korkar kaçarız, savaşmaktan yorulduğumuz için, ruhumuzdaki devrimciyi korkak bir burjuva gibi eğitiriz kimi zaman topluma ayak uydurmak için.. Her şeyin toplamından kendimizi çıkarır, kendimizin üstüne her şeyi inşa etmeye başladığımızda hayatın tadına varmak yeniden, mümkün..

    Yeniden şiir yazmak, şakıya şakıya şarkı söylemek, bir manzarayı resmetmek, daha gür bir sesle okumak kitapları.. Şimdi yine, yeniden.. Sevebilmek hayatı.. Mümkün..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BENİMLE EĞLENİR MİSİN?..

    Gece öfkemi tetikleyen her şeye rağmen, gündüz neşe saçmaya devam edeceğim..

    Bu aslında hiç değişmeyen bir döngüydü benim için. Tastamam 24 saat mutlu olmuşluğum görülmüş şey değil. Hayat eli kanlı bir katile dönüşmem için çabalıyor desem de, belki de tek derdi potansiyelimin ağırlığını kaldıracak güce erişim gücü veriyordu..

    Yazılarımın eski agresifliği kalmasa bile hala duvarlara sahip olduğunu, bunu da yaşadıklarımın beni getirdiği nokta olduğunu belirtmek isterim. Bugünkü yazımız aslında bir reçete..

    Ne depresyondan çıkma listesi, ne günü planlama listesi. Ben yazayım, neyse ruhunuza iyi gelecek onu alın, üstünü çizene kadar (dibini görene kadar) yaşayın..

    1)Duş almak istemeyecek, yemek yemeyecek, iletişim kurmak hayli zor gelecek; çek yorganı kafana, kapat kendini soyutla dünyadan..

    2)Küçük adımlar, büyük ayak seslerinin ilk yolculuğudur, konun ilk etapta önemi yok..

    3)Güvenli alanın, konforlu alanın neyse orada kal. Herkesi dinleyip çıkma zorunda değilsin.. 

    4)Gönlünden geçen insanların sana ulaşmaya çabalamasını kesme, karanlığın en tepe noktasında yıldızlara ihtiyacın olacak..

    5)Kelimeler önemli, dinlediğin şarkılara lütfen dikkat et.. 

    6)Maddi ihtiyaçların için çalışmak zorundaysan ve bunu istemeyerek yapıyorsan kendine küçük bir zaman tanı, ani karar verme..

    7)Kendi gelişimini tek bir şey sağlamaz; kitap okumamak, yazmamak, araştırmamak seni olduğun yerde belli bir süre tutar, kendini lütfen zorlama..

    8) Gördüğümüz, duyduğumuz şeyler bizi kıyasa itebilir daha da kötüsü kendimizi yetersiz hissettirecek boyuta sokabilir, o an ihtiyacın olan ne ona bak..

    9) İnsanlar en hassas noktamız, sosyal varlıklarız. Onlara verdiğimiz sıfatları çoğu zaman taşıyamayacaktır. Bu seni şaşırtmasın. Zamanla öğreneceğin ders, herkesten her şeyi beklememek olacak..

    10) İlk ders daima en zorudur; görmek için acele etme. Sabır sınandığın en derin konu olabilir. İnsanlar ve olaylar bunu öğrenmen için sadece bir vesile, odaklandığın konu bu olursa dersi öğrenemediğin gibi sınanmaya da devam edeceksin. Ve muhtemelen bu en yaralı yerinden olacak.. Sonra anlayacaksın; bir çatalı yere düşürmekle, seni yaralayan insanı görmeden yanından geçmesinin arasındaki ilişkiyi..

    Kendi lügatında başarı olanlar, hastalığı atlatanlar konuşmayı sever. Kendi tecrübelerini aktarır. Asla yolun tamamını paylaşmazlar. Yaptım oldu, bunu yapın, bunu yapmayın dite ders verirler.. Dinle elbette, sadece kendi yolunu kendin inşa etmelisin her başarı senin lisanında karşılık bulmak zorunda değil unutma..

    Her şey geçer demiyorum; fırtına bu, ya yolu temizler ya da senin direnerek gitmek istemediğin yere seni savurur. Zamana güven..

    Kalbin ve beynin savaşarak seni yoracaktır, onların krallıklarına saygı göster.. Seni ayakta tutmak istedikleri kadar, hayattan haz da almanı istiyorlar. İki krallığın anlaşma yapması uzun sürebilir, hiç anlaşma sağlanamayabilir de.. Korkma. İkisi de sahip olduğun en eski bilge.. Eğer onlar duyamayacak kadar yorgunsan bedenini izle, sana ulaşmak için bedenini kullanacaklardır..

    Ve şimdi ruh halin neyse, her neredeysen, her ne zaman okuyacaksan bu yazıyı bir şeyi unutma..

     Daima buralarda sana inanan ve hikayeni dinleyecek olan birisi var..

    ..SEVGİLERİMLE.. 

  • ..HAKKIMDIR BU DİK DURUŞ, DİK GÜLÜŞ..

    Depresyon tanım ilk konulduğunda 23-24 yaşlarındaydım 6 aylık bir tedavi süreci geçirdim. Benim için, inkar mekanizmam için zorlu bir 6 aydı.. 
    Benim için önemli değildi ya da o an için, sadece basit bir gripten farksızdı. Sanıyorum o dönemler bu yüzden çok üzerine düşmedim..
    6 ayın sonunda tedaviye doktor kontrolü olmadan bıraktım. Bu durum ikinci bölüm için beni en çok zorlayacak süreci başlattı..

    Yaş 28 olduğunda tetiklenmelerin verdiği yetkiye dayanarak yeniden başlayacaktım tedaviye.. Tabi yaşanılan gün sayısı, yaşadıklarımızın çok daha azını temsil ediyor.. 

    Aslında 2023 diğer yılların aksine umuttan bahsedeceğimiz bi yıl olmalı diye başladı. Hayatın içinde her şeyin olduğu gerçeğini atlamaya çalışarak. Öyle de yaptım. Öyle de yazdım. Ama dün, hiç beklemediğim yerden, hiç beklemediğim şekilde tetiklenip bir atak geçirdim. Uzun zamandır kontrol elimdeyken, bu durumun kontrolü eline alması beni tekrardan klavye başına oturttu..

    Kendimin her parçasını itinayla incelemeye koyulduğum bu zaman zarfına inat her parçamı, itinayla yeniden inşa ettim. En azından hasarlı birçok bölümünü. Atlarının mirasının üzerine 25 yıllık bir yapı inşa etmiş birinin, 3 yılda neleri inşa ettiğini görseniz sadece sessizce alkışlar ve inanmaya başlardınız istediklerinize ulaşabileceğinize..

    İki aylık süreç sonunda tam 29 olacağım. Dönüm yaşlarının en sancılılarından birisi daha.. Her yaşımın dileği değişmeksizin hep aynıydı; sevdiklerimin elinden tutabilmek, gülümsemenin eksik olmadığı ve 150 milyon dolarlık bir çek.. Ama ölümü de gördüm hastalığı da, vedayı da gördüm terk edilişleri de.. Bu yaşım için tek bir dileğim var, kendimi kendime armağan edebilmek. Durmaksızın bunun için çalışıyorum desem sevgili okur, yalan söylemiş olurum. Duruyorum çünkü.. Okumuyorum kitap falan, kemanımla ten uyumumuz kaldı mı hatırlamıyorum.. Bazı günleri sadece yaşamak için yaşıyorum hatta.. Duygularımı anlamak için dinliyorum, tepkilerimi görebilmek için izliyorum..

    Hayatın beni kışkırtmalarına karşın yoğun tepkiler veren ben, şimdilerde iliklerime işlemesine izin verdiğim sakinliği öğreniyorum.. Hayatın tam da bana göre bir mizacı var, sanırım yetki bende olsa ben de kendisiyle aynı yükseklikte eğlenirdim.. Bunu görmeye başladığımdan beri tavırlarım naifliğini kaybetse de, kahkaham keskinleşti.. Elbette daha öğrenecek çok şey olduğunu hatırlamam içinse dün atak geçirmeme izin verdi..

    Dün yazarken etiketlerden sıyrılalım demiştim. Etiketli konuştuğumu, elimden tutan sayesinde hatırlattı.. Dünya hassas kalpler için cehennemdir, diyen yazara teşekkürler.. Ne zaman cehennemimi keşfettim işte o an bu andır, neyden yaratıldığımı ve neyin yanında olduğumu daha iyi anlıyorum..

    Bu hastalık bana iyileşmek zorunda olmadığımı gösterdi, kendisiyle daha da eğlenebileceğimizi öğretti. İnsanların gözlerinin ta içine bakmayı öğretti. Aynadaki yansımaya daima kadeh kaldırmam gerektiğini hatırlattı. Solup giden neşemi, başkalarına emanet etmememi tembihledi.. 

    Dün bir gram sevilebilme ve görülebilme umuduyla, atak geçirir geçirmez eve gelmek yerine sokakta kalışımın tam nedeni de buydu sanırım.. Kendimin en karanlık, en çirkin yüzüne bakabilme cesareti gösterdim. Bunu yazarken bile tüylerim tepki veriyor. Ama sevgili kendim, inkar evrensinin en dibini sıyırdık, yüzleşebilmek bizim ilk devrimimiz oldu..

    Belirsizliğin içinde yalpalayıp duruyorum, şimdilik. Öyle derin bir maden keşfettim ki kendimde ona sahip olana de kazmaya devam edeceğim..

    Ölümden dönmüş, iyileşebilmek için günde 7 tane ilaç içmiş, sevdiği dostunu toprağa vermiş, ailesinin kaybetmenin eşiğine gelmiş birini inkar etmekten ne kurtardı! Hayatın dönüm noktası sayılabilecek tecrübeleri edinmiş, edinmeye devam etmiş birini bu keşfe ne itti! 

    Nezaketi ve merhameti her şeye rağmen korumuş, güvenmekten ve sevmekten vazgeçmemiş birini dönüştürmek için insanların sıraya girdiği bir dünyada kendi olabilmeyi başarmış birine tıp hasta derken, kişi bunu kabullenip yapayalnız mücadele verirken, insanlarsa onu yalnız bırakmaya devam ederken ne oldu da direnmeyi bıraktı!

    AŞK VE DELİLİK..

    Hepimiz bataklıkta yaşıyoruz ama bazılarımız yıldızlara bakıyor demiş yazar. Ve ekliyorum ben de, sadece deliler ve aşıklar o yıldızları görebilir.. Bunca körlüğün arasında, yıldızlara bakabilme cesareti gösterebilen herkese..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..DOĞRU MASAYA YALIŞ HESAP..

    Süper gücünüz olacak olsa, bu ne olurdu?

    Ben buna hep görünmez olmak derdim.. Dilediğimi, daha doğrusu fazlasıyla merak etiğim Vatikan’da bulunan kütüphaneyi görebilmek için.. 

    Bazen sesimiz tamamen duyulmayabiliyor, bazense yarım kalıyor cümleler.. Bunu kalben ne kadar samimi dilediysem görülmeyi umduğum yerlerde, görülmeyi beklediğim anlarda hep görünmez oldum.. Tabi farkına varmak önemliydi. Benimse bu durum zamanımı alacak, almakla kalmayıp beni az biraz hasta edecekti. Bu sonuç kaçınılmaz oldu.. 

    Elbette her gün yeni bir deneyime açık uyanıyoruz. Bu; farkındalık olabilir, acı tecrübeler olabilir, yeni bir duygu ya da eski bir alışkanlık olabilir.. Seçimlerimizi buna göre yapıyor, gün içinde tatmin olup olmamaya bu sayede karar veriyoruz. İletişim kuruyoruz aciz yalnızlığımız kalabalıklaşsın diye.. 

    Elimize süper güç verseler neler yaparızın altında zihin yapımıza dair fazla ipucu yattığı söyleniyor.. Bunlara bakarak kendimize keşifler yapabiliriz. Ama bugün konumuz bir başka..

    Ailesel kalıtım, sosyal çevrenin öğrettikleri derken hayatımızı kalıplar üzerine inşa ediyoruz.. Bu sayede; evleneceğimiz eşi, çocuğumuzu yetiştirme biçimimizi, arkadaşlık ilişkilerimizi, hayalimizdeki işi, hayatta geçinmek için mesai harcadığımız işi belirliyoruz.. Son belli, önemli olan yolculuğun kendisi.. İyi kötü, kaliteli ucuz, sadık aldatıcı, sağlıklı toksik demeden (aslında dediğimizi düşünerek) ilerliyoruz. Kişilerin şeytan ya da melek olması önemli değil, Mecnun’un nasıl gördüğü önemli. Burada da iş öğrendiğimiz etiketlere ya da halk ağzıyla yargılara kalıyor.. Sen istediğin kadar melek ol, başkasının yanlış olması ve onun seçilmiş olması bile senin algından dolayı.. Şimdi bu gerçekliği anladıysak bugünkü dersimize gelelim..

    Bugün bir şey istiyorum sizden, bu yüzden mümkün olduğunca erken uyandım.. Eski aşkın kalp kırıklığını, bir dostun ihanetini, toplumun değer yargılarını şöylece basalım çuvallara.. Kin, nefret, hayal kırıklığı, öfke, kızgınlık, kırgınlıktan anlık sıyrılalım. Bu tam anlamıyla mümkün olsa her şey rayına oturur biliyorum. İstediğim aslında objektif bakmaya çabalamak.. 

    Önce kendimize, ardından yakınımız olanlara, bize yakın olmak isteyenlere, yakın olmayı istediklerimize ve hayatımızdan çıkmış olanlara.. Objektif olarak ve empati yaparak bir bakalım. Günlük alışkanlık haline gelene etiketler olmadığında da gözümüze aynı mı görünüyorlar? Öyleyse basın yaygarayı devam etsin karmaşa, değilse soft bir şarkı açın ve bırakın hayat bugün sizi dansa kaldırsın..

    Belki de dünyayla aramızdaki mesafe bir empati kadardır..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..TÜM DOSTLUKLARA, TEŞEKKÜRLER..

    Sosyal varlık olduğumuz için yalnız kalmamız pek iç açıcı bir durum olmuyor. Hem mental, hem fiziksel olarak. Elbette kendimize ayırmamız gereken ve gerçekten sağlıklı olan zamandan bahsetmiyorum..

    Hatırlayabildiğiniz en küçük yaşlara inin oralardan başlayalım.. Elbette bugünkü beyin ameliyatına ben gireceğim, sizin için.. 

    Fotoğraf karesi gibi hatırladığım çocukluk yıllarım, 20x hareketliliğinde olan ergenlik çağım, ve slow motion şeklinde akan 20’li yaşlarım.. Şuan 29 yaşında olmanın verdiği yetkiye dayanarak birçok konuda sorgulayıcıyı ve mantıklı konuşma haddini de kendimde gördüğüme göre başlayabiliriz..

    Kavramların sözlükteki anlamıyla, dağarcığımızdaki anlamı çoğu zaman fark gösteriyor. Özellikle de insanlara yüklediğimiz anlamlarda. Birbirimizle çok çabuk içli dışlı olabiliyor; dost, kardeş, aşk, arkadaş, aile, sevgili gibi sıfatları anında etiketine damgalayıveriyoruz. Kelimelerin büyülü olduğunu unutarak, bizi hayal kırıklığına uğratacakları anlara kadar hepsiyle kıymetli anlar, kanayan yaralar paylaşıyoruz. Tabi film biter, kahraman kızı alır, pelerin çıkar ve siz eve yalnız dönerek hayatı tek başınıza sorgularsınız.. Hepimiz birilerine bizi kırıp dökme yetkisi verir, sonrada da kırmasınlar diye gözlerinin içine bakarız.. Ben bunu merhaba dediğim insana bile bahşedecek kadar canlı sevgisiyle dolup taştığım için elbette yaralayan tecrübelerimi anlatmayı kendimde hak görüyorum..

    Gönlümü herkese eşit mi açarım tartışılır, ama en başta herkese aynı güven, sevgi ve nezaketle gittiğim su götürmez bir gerçek.. Zamanla insanlar bunu kendiliğinden azaltıp çoğaltsa da sonuç hep 1 olarak kalıyor. Sonrası yeni insanlar, yeni hikayeler, aynı hayal kırıklıkları vs..

    Aynı hikayeyi yaşıyorsan alman gereken dersi almamışsın zırvalarını kenara bırakın şimdilik. Konumuz başka yönde..

    Sayısını anımsayamadığım kadar isim öğrendim. Aynı unutkanlığı bende bıraktıkları hatıralardan bazıları için söylemeyi istesem de dilim varmıyor. Malumunuz her duygu bir deneyim.. Acıyı algılama şeklimiz, beynimizin bizi hayatta tutmak için oluşturduğu kısa yollardan kaynaklanıyor aslında.. Mesela sobalı evde büyümemiş olsanız dahi içgüdüsel olarak sıcak bir şeye dokunmanın can yakıcı olacağını atalarınız sayesinde öğrenmiş oluyorsunuz.. Peki asıl soru şu, aynı korunma içgüdüsü insanlarla olan iletişimimiz için de geçerli mi?

    Hatırladığınız en küçük yaştan itibaren; aile ve sosyal çevrenize bir bakın.. Birine yalan söyleyen size de söyler, aldatan sizi de aldatır, dolandırıcının işi el çabukluğudur ve nasibinizi alabilirsiniz. Yine de duygu bağı geliştirdiklerinize karşı affedici oluşunuz ya da bahanelerle onları hayatınızda tutuşunuzda kendinizi yüce gönüllü görürsünüz.. Yalan söyledi ama sebepleri vardır ya demek, ben aptalım ve inanmak istiyorum demekten kolaydır.. Beni hayal kırıklığına uğrattı ama onun huyu bu onu öyle kabul ettim demek, iyileşmeyen yaralarım var ve kanamaları gereke çünkü böyle öğrendim demekten kolaydır..

    Elbette hatalar dolayısıyla insan eleyelim hayatımızdan demiyorum.. Sadece yanlış yapanla yanlışa maruz kalan arasındaki suçlu/kurban rollerimizin iletişimimizi ne kadar karmaşık hale getirdiğine, değerli insanla değersiz anılması gereken insan arasında ayrım yapamayışımıza değinmek istiyorum..

    Beni birçok sebepten yaralayan çok kişiyi affettim, olduğu gibi kabul ettim hatta bazıları hala hayatımda.. Yalan asla tahammül edemediğim şeyken şimdi olaya başka yerden bakmaya, hepimizin gündelik yalanlara ihtiyacı olduğunu görmeye başladım mesela.. Asıl nokta zehirli olup olmaması.. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir, ne kadar direnirseniz direnin dönüşüm kaçınılmaz bir sondur.. Dünkü aptallıklarımız bugünkü bilgeliğimizi inşa edebilir.. Ama her şey hayatımızda almaya değecek kadar değerli değildir, herkeste..

    Aşkta kahraman rolünü üstlendikçe mağdur olmak, dostlukta anaç olmaya çabalarken çocuk hüznünü yaşamak, ailende çocuk kalmak varken ebeveyn rolüne bürünmek bir zaman sonra önce ruhumuzu sonrasında da aklımızı inceden zehirlemeye başlıyor.. Güdü ve arzularımız yanlışı ve yasak elmayı arzularken, aklımız doğru olanı seçmemiz için bir hayli savaş veriyor. Bizse ikisinin cephesine bile varamadan aralarda bir yerlerde karşımıza çıkana ya dost ya düşman yaftasını koyup sonrasında da bizi haklı çıkarmaları için öylece izliyoruz..

    Değer yargılarımızdan bahsederken hepimiz bol keseden sallamayı pek severiz; dürüst olsun, merhametli olsun, sakin kalsın ya da cesur olsun, net olsun ne istediğini bilsin gibi.. Davranışlarımız ve seçimlerimiz ise genel de tam tersine yönelir.. Çünkü ne bu kavramları tam olarak biliriz ne de kendi gerçek isteklerimizi.. Ne zaman bu yanılsamanın gerçekliğini görürüz işte o zaman kırılma noktası başlar. Buzlu cam yavaş yavaş çatırdar. Sobaya yaklaşmamak önemli değildir artık, neden aklaşmamak gerektiğin önemli hale gelir, gelmelidir. Çünkü nedenini bilirsen sadece sobaya değil, elini yakacak diğer sıcak şeylere karşıda beynin kısa yol geliştirmeye başlar..

    Bugün hayatımda olan; canım ailem, biricik dostlarım.. Hayatımda olmayan; akrabalar, eski aşklar ve arkadaşlıklarım.. Hatıralarımda herkes öyle önemli rolleri üstlendi ki kavram anlayışım, anlam arayışım neredeyse değişti.. Önce tüm güzel huylarım yitip gitti sandım yavaş yavaş, buna sebep veren her şeye ve herkese kızgındım.. Sonra baktım ve gördüm bana bunları hatırlatacak kadar kıymetli insanlar varmış etrafımda.. Tırtıl kozasından düştü, yere çakılmadan kanatlarını fark etti..

    Gelip kalana da, bir arkadaşa bakıp çıkana da teşekkürler.. Bende olanı bana anımsattıkları için..

    ”Hepimiz bataklıkta yaşıyoruz, ama bazılarımız yıldızlara bakıyor..”  

                                                                                                  OSCAR WİLDE..

    ..SEVGİLERİMLE..