Yazar: yildizlaraltinda

  • ..SORUN SENDE DEĞİL BENDE..

    Net, çözümcü, kendinden kısmen de emin olan insanların seçimlerine bakın. Belirsizlik yaratan, hayalet gibi davranan, kendinden ne istediğinden emin olmayan insanların seçimlerine bakın..

    Tabi bu iki kutuptan birinde bulunduğunuzu maalesef hatırlatmak isterim.. Acı eşiğimizi zorlayan, dengemizle oynayan, gri alanda bizi hüzünle bırakanlardansanız tebrikler.. Hayır ya, ben diğer tarafta edebiyle acısını çekenlerdenim diyorsanız üzgünüm aranızdan bazıları kendine yalan söylüyor.. 

    Masal dinlemek hangimizin hoşuna gitmezdi ki çocukken. Tabi bu alışkanlığı büyüyünce bırakmak bir hayli zor oluyor. Hele de iyi bir hikaye anlatıcısına denk geldiyseniz geçmiş olsun, manipüle olmaya hazırın olun..

    Şanslıyız ki sosyal medya her iki cinsinde kalıplaşmış yalanlarını önümüze çıkarabiliyor. Tabi inanmak isteyene.. Çoğu zaman istediklerimizi söylesek bile seçtiklerimize baktığımızda alakası olmadığını görürüz.. Tabi çoğu zaman iş işten geçmiş olur.. Yine de aynı kişileri inatla hayatımıza çeker ve döngüyü tamamlayınca gökkuşağının renkleri solar, gri alana geri döneriz..

    ”Benim sorunlarım var, sorun sende değil bende, ailemin sıkıntıları var, darlıyorsun” gibi sizi suçlu hissettirecek yetmezmiş gibi kendinizi hasta hissetmenize neden olacak insancıklarla dolu etrafımız. Zaman zaman aklı başında olanların bile yaptığı şeylerden birisi bu aslında. Çünkü bazen siyah beyaz tat vermez ve gri alana ihtiyaç duyarız.. Unuturuz hayatın gökkuşağından oluştuğunu.. Kendi içimizde de o renklerin güzelliklerine bir yer açmaya vakit bulamayız bazen..

    Konuşmanın kıymetsiz kaldığı, iletişimin anlamsız olduğu bir dönemde insanın aklına denk birini bulması ya da bulduğunu sanması mucizevi bir olaymış gibi görünmeye  başlıyor. Bu da bizi zaman zaman yanıltır.. Gözümüzde insanları büyütür, bu büyütme yüzünden beklentilerimizi arttırır, karşılanmayan beklentiler yüzünden kendimizde kusurlar ararız..

    İhtiyaçlarımızın basit olduğunu görmek bu yolculuğun en zor kısmı. İhtiyaçlarımızı karşılamamız gerekenin biz oluşumuzu anlamamız daha zor.. Sosyal varlıklarız ve birbirimize de bir hayli ihtiyacımız var.. Bizim en büyük falsomuz ise ihtiyaçlarımızla, onların karşılanacağı yerin arasında yanlışlıklar yapıyor olmamız.. Elbette bu bizi yanlış birisi yapmaz, sadece karşılanamamış beklentiler ve karşılığında bize bahşedilen hayal kırıklıklarıyla baş başa kalmamıza neden olur..

    Yol daima devam eder, aşılan dağ daima yerini yenisine bırakır, manzara daima kendisini size en hoş haliyle sunar, insanlar daima hayatınıza girmek için sıraya geçer, insanlar daima hayatınızdan çıkmak için de sıraya girer, sizler yeni seçimler yapmak için koşullanırsınız, beklentiler daima karşılanmak içi sıraya girer, karşılanamayanlar boynu bükük bir köşede hüzünle size bakar..

    Küçük küçük anlatmak kolay, küçük olunca çözüm kolay.. Büyük resme bakmaya başlayıp bütün küçük parçaları birleştirmeye kalkınca işler biraz zorlaşıyor.. Güzel olan kısmı bu.. Zor lan ne varsa tadı daima damağı hoş tutar. Yasak elma, Amasya elmasından daha tatlıdır bu yüzden..

    Amaç heyecan kovalamaksa Cennetten elmayı çalmak için kendinizi yormanızda sorun yok.. Amaç elma yemek ve manzara seyretmekse Amasya’ya giden son otobüs kalkmak üzere..

    Sorun sende değil, muhtemelen hiç olmadı. Sendeyse de sorun değil, muhtemelen dönüştürmen gereken noktalar var.. İster elmayı yersin, ister ayvayı.. Seçim senin..

    Gri alanların belirsizliğinden, gökkuşağı dolu manzaralara yol almanız dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..AŞK MI, KAHVE Mİ..

    Ocak 3..

    O zaman şöyle başlayalım, aşk her şeyi affeder mi? Ve kahve intiharı engeller mi?

    Konuları parça parça ele alır, ona göre yorumlar ve seçimler yaparız.. Mesela annemizin başımızı okşamasıyla temas bağımlılığımız arasında bir bağ kurmayız, elimizden kayıp düşen çatalı almaya uzanırken canımızı yakan insanın yanımızdan geçip gitmesi ve onu görmememizle ilgili bir bağ kurmayız, aynı insanları neden seçtiğimiz konusunda düşünsek bile en karanlık yanımıza aşık olmamızı es geçeriz..

    Çay tiryakisi annesi olanların, kafeini tercih etmesi arasında bir bağ kurmayız. Hatta o yöne bakmayız bile.. 

    İŞTE ANAHTAR TAM OLARA BU NOKTADA VARIM DİYOR..

    Bakmak ve görmek. Ne kadar da benzer bir kelime oysa aralarındaki ince çizgi seçimlerimizi, dolayısıyla da kaderimizi yönlendiriyor.. Babasına sigara içtiği için kızan küçük kızın büyüdüğünde nikotine bağımlılığı, belki de ilerde kendisini düşünmektendir, ama bunu düşünmeyiz. Küçüğün nazlı oluşuna, büyüğünse hazcı oluşuna bakarız.. Görmeyiz arasındaki bağı.. Bakmak ve görmek..

    Kaç dil bilirseniz bilin, kendinizi anlattığınız lisan hep bir fark yaratır. Mesela ben; her konuda bilgimin ışığında fikrimi gayet açık net, az öz anlatırken iş kendime geldiğinde uzun ve karmaşık bir dile sahip oluyorum. Bunu fark etmem dostlarımın ışığı sayesinde oldu aslında.. Beni görmelerini istediğim yerlerde onları göremeyişim nedeni belki de lokasyonu yanlış vermiş olmamdır.. 

    Kavram karmaşası yaşadığımız şu dönemde bildiğimiz dil ne kadar çok olursa olsun kendini ifade etmek bir hayli zor. Belki sadeleşmeli, belki de daha da saçmalamalıyız bilmiyorum. Ama anlaşılma istediğimiz ve karşılığında anlaşılamayışımız bizi ya yetersiz ya hayal kırıklığı içinde yapayalnız bırakır hale geldi. Bu da kendimizi ifade ederken daha tahammülsüz ve daha öfkeli bir şekle büründürdü..

    Bugünkü kavramlarımız aşk ve kahve.. Her ikisinin de ruhumuzun dark side kısmıyla bir ilgilisi olduğuna inanarak uyandım bugün.. Aşk; ruhumuzun en karanlık kısmında yatan benliğimizin dışa yansımasıyla birlikte birine karşı yükselen hormonlarımızın kendisi bence.. Kahveyse koyu sohbetlerin vazgeçilmez tatlandırıcısı.. 

    Kendimizde olma ihtimalini göz ardı ettiğimiz çoğu şeyi ilişkilerimizde tecrübe ediyoruz.. Mesela ben; sakin, heyecansız, stressiz biri sayılmam ilişkilerimdeyse sakin, temkinli ve güvenli insanlarla karşılaştım. Bu beni ruhsuz yapmaya kadar götüren bir yolculuk olsa da kendilerine izninizle teşekkür etmek isterim. Sayelerinde maceracı yanımı, beni büyütecek stresi, öfkeyle yakıp yıkmak yerine sakinlikle çözüm üretebilmeyi hatırladım.. Mesela kahve; benim için yazarken bana eşlik eden  ve susuzluğumu dindiren bir araç. Sohbet etmeye niyetlendiğimde ise bir amaç..

    Kavramlarımızı şekillendiren temel burada biraz önem kazanıyor. Çevresel etmenler var ise geçmiş olsun. Ne kahvenin tadını alırsınız, ne de aşkın acısız yönünü tadabilirsiniz.. Durum yarı yarıyaysa kendinize teşekkür edin  böyle bir dönemde kendini dinlemek maalesef ki bir hayli zor.. Zihin kıvrımlarıyla dans edenlerse kahveyi de aşkı da kendi seçenlerdir, onları anlatmaya bile gerek yok..

    Güdülerimizin sesi, duygularımızı bastırmakta bir hayli başarılı olabiliyor. Muhtemelen en çok onları beslediğimiz için. Hazcılık, hiçliğin üzerine basıp üzüm ezer gibi ezebiliyor. Bu da birinin açlığının diğerinin tokluğundan dolayı gözden kaçmasından dolayı sanırım.. Aşkı da, kahveyi de güdüleriyle seçen; hazcılığı tadacak ve dopamin dolayısıyla hep daha fazlasını istemeye devam edecek. Bu da bir süre sonra tatminsizlik yaratacak.. Kendini keşfederek seçimin doğal unsurlarla olmasına izin verenler içinse durum biraz farklı; olanı kabul ederler, gelmemiş olanı ise bekleyerek kendilerini yormazlar.. 

    İster güdülerinizle, ister duygularınızla, ister kavram karmaşası yaşayın, ister de anlayarak ilerleyin. Yolculuk sizin.. Dümen kimde olursa olsun.. Acısını, neşesini, hiçliğini, hazzını yaşayacak olan da sizsiniz, dönüşüm değişim geçirecek ya da inatla değişime direnecek olan da..

    Şimdi aynaya bakın; güdüleriniz mi, duygularınız mı?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..GERİ KALAN HAYATIN İLK GÜNÜ..

    Ocak 2..

    Diyet yapar gibi, ”pazartesi başlarım” diyerek vazgeçeceğimiz nice kararlar alıyoruz.. İş hayatımız için, ilişki hayatımız için, kendimiz için.. 

    Yaşlar, yaşanılanlar, yaşanamamış olanlar, yaşanacakmış gibi olup uhde bırakanlar.. Her biri maalesef yolculuğumuzun bir parçası. Son dönemde rolü oynayan biz olsak, kuklalarımızın ipinin kimde olduğu hakkında epeyce düşündüm..

    Hayallerini gerçekleştiren, keşifler yapan insanları parmakla gösterir ve deriz ki; onlara iyi bakın, beyinleri onları değil onlar beyinlerini yönetiyor.. Benimse asıl merak ettiğim konu tam olarak bu.. Konu ne olursa olsun, başarı dilimiz ne olursa olsun bir yerlerde adım atmaya başlayınca hükmeden efendi bizmişiz gibi empoze ediliyor. Peki ya beynimizin tam olarak istediği buysa? O zaman kontrol yine biz de mi olmuş oluyor?

    Şüphe tek gerçektir diyen de var, şüphe abdest bozduran diyen de.. Her ikisi de tecrübe edilmiş yerden doğmuş. Ana hattıyla bir fikir edinilmiş.. Peki sizce şüphe nedir?

    Kalıtımsal aktarılanlar, nefes almaya başladığımız ilk andan itibaren beş duyu organımızla algıladıklarımız, beynin kendini koruma mekanizması sayesinde bizden gizlediği gerçekler arasında seçimler yapıyoruz. Çay ya da kahve, uykusuz kalmakla uykuya doymak arasında, gerçekleri konuşmak yerine abuklamayı seçmek gibi. Tonlarca seçim yapıyoruz gün boyu. Çoğunu refleks olarak gerçekleştiriyoruz. Bu da bizim hayatı yaşarken zorlanmamak için oluşturduğumuz kısa yolumuz.. 

    Konfor alanından çıkın vaazları verenlere illa ki denk gelmişsinizdir. İşte tam da bu kısa yollarımıza göz diken insanlardan oluşan bir güruh. Her sabah güne kahveyle başladığında, yaşadığın kabızlık sorununu buna bağlayarak acilen bırakman gerektiğini söylerler mesela. Gün içinde yediklerin, yemediklerin, yaşadığın stres önemli değilmiş gibi kahvene göz dikerler.. Sigaranızla balgamınız arasında bağ kurup aynı tavsiyeyi verirler. Zaten genelde aynı tavsiyeyi verirler, bu da onların kısa yolu..

    Mideniz mi bulandı örneklerden, güzel haber şu ki değişim sizi rahatsız eden yerlerden yapılmalı.. Kontrolü ele almak istiyorsanız elbette.. 

    Kontrol, kontrol, kontrol.. 

    Dipnot: kendinizi yüzde yüz kontrol sahibi sanacak kadar aptallaşmayın. Beden ve aklınızla anlaşma yapın. Ona iyi bakın, o da size gereken sağlığı sunsun.. Ya da kötü bakın gereken rahatsızlıklarla sizinle savaşsın. Elbette bu konuda efendi sizsiniz..

    İster kaşif olun, ister mucit, karşılıklı teslimiyet yaşanmadığı sürece daima köle olarak kalacağınızı unutmayın. İnsanlarınsa size efendilik yapmasına izin verip konfor alanınızı nasıl değiştireceğinizi düşünmeyi bırakın. Sizi rahatsız edecek olan yere bir fikir tohumu ekin..  

    Unutmayın, devrim tam olarak isyanın başladığı topraklarda gerçekleşmeye layıktır..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..ESKİ YILIN SON GÜNÜ..

    Meşguliyetlerimizin temelinde yatan önceliklerimizi gözden geçirip, ister kendimize ister başka bir yöne döneceğimiz bir yeni yılın başlangıcındayız..

    Bihter gibi hayal kırıklığı yaşadığımız da oldu, Ezel gibi hikayemizi dönüştürdüğümüz de..

    Uzun uzun anlatılacak anılarla dolu bir yılın son gününden sesleniyorum..

    Başlangıcında 365 günlük yeni bir kitap olacak 2023 yılında en çokta kendi hikayemizin başrolünde bulunabilmek, bahanelerle değil hayaller ve umutlarla bir olabilmek dileğiyle..

    ”İşim gücüm bu benim,
      Gökyüzünü boyarım her sabah.
      Hepiniz uykudayken.
      Uyanır bakarsınız ki mavi.

      Deniz yırtılır kimi zaman,
      Bilmezsiniz kim diker;
      Ben Dikerim.

      Dalga geçerim kimi zaman da,
      O da benim görevim;
      Bir baş düşünürüm başımda,
      Bir mide düşünürüm midemde,
      Bir ayak düşünürümde ayağımda,
      Ne halt edeceğimi bilemem.”  (Orhan Veli)

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BAŞARISIZLIĞIN ALTIN ANAHTARI..

    Hedefler koy, hayaller kur ve her gün bunlar için bir adım at..

    Herkesten bu ve benzeri cümleler duyar, tavsiye verenlerin ümüğüne sarılmamayı dileyerek sohbetler ederiz.. İnsanlar ya başardıkları yolun izlerini aktarır ya da kursağında kalan artıkları aktarır.. Günlük sohbet rutinleri içerisinde olan başlıklar aslında bunlar..

    Peki bazılarımız ne yapar bu konularda? Verilen her tavsiye, çizilen her yol bize uyar mı?

    İnsanların beklentileri üzerine daha önce konuşmuştuk. Kendimizden beklediklerimiz üzerine de.. Alışkanlıklarımız, beklentilerimiz ve düşünceyle duygu dünyamızın bir bütünü olan hayatın içinde sadece oksijen mi tüketiyoruz yoksa üretimine de katkı sağlıyor muyuz?

    Mesela benim rutinime bakalım. Gerçi her hafta hatta bazen iki gün içinde değişen ve disipline edilememiş bir rutin ama ana hatları aynı.. Gözümü açarım, kahvemi söyler bir sandviç yapıştırırım yanına, zaman zaman yazarım zaman zamansa yazmam, youtube açar videolar izlerim, öylece çakılı kalırım koltuğuma, evimle vakit geçirmeyi bırakalı bir hayli oldu, sokağa çıkmaksa her daim cazip gelmiyor, ara sıra arkadaşlarımla vakit geçiririm, köpeğimle günlük konuşma dozumu tamamlarım ve uyurum.. Gözümü açma saatlerimse değişkenlik gösterir kimi zaman akşamüzeri 5 gibi, şimdilerdeyse sabah 6 ve 8 arasında değişiyor.. Birkaç ay öncesine kadar yatağımı bile toplamak zor geldiği için şimdilerde bunu yapabiliyor olmak bile takdir toplama hissi uyandırıyor.. Son bir haftadır erken uyandığım içinse bunları yapabiliyor olmak yeterli gelmiyor.. 

    Aslında denklem basit, iş yaşamaya geldiğinde komplike bir hal alıyor..

    Başarmış insanların, düzeltiyorum, istediğimiz alanlarda başarılı olmuş insanları dinlediğimizde bize hep öğüt verdiklerini görürüz.. Erken kalkın, disiplinli olun, çok çalışın, sessizce ilerleyin, zamanınızı doğru harcayın ve benzeri.. Çoğu konuşma yapmamız ve yapmamamız gerekenlerle doludur. Atlandığını düşündüğüm konuysa yapamıyor olduklarımız.. Mesela; maddi olarak elinizde günlük gıdanızı karşılayacak miktarda para var, yataktan çıkamayacak kadar yorgun ya da üzgünsünüz, hayatın altın tepsisi sizin mutfağınızda değil, her şey aleyhinizde işliyor. Tam olarak bu durumdayken başarmış insanlar ne der: Aydınlığa en yakın olduğun noktadasın vazgeçme, hareket et bir şeyler yap çünkü kazanacaksın.. Peki ben ne diyorum: Siktir et yatmaya devam et bir gün kabuğun seni sıktığında, ben ne yapıyorum dediğinde, boğulma hissini gırtlağında hissettiğinde bir şeyleri zaten yapacaksın, önce duygu ve düşüncelerine tamamen yenil. Yenil ki kazanmak anlam kazansın.. Dermanı nerede ararsan ara varman gereken tek liman kendin olacaksın. Bunu idrak edene kadar attığın her adım sadece günü kurtarmak için atılmış olacak.. Y a da sadece boğulanlardan olmalısın, o senin cephen oraya varamam maalesef..

    Her an 9-5 çalışanlardan olabilirsin, depresyona rağmen hayata karışanlardan da olabilirsin,, her şeyi kenara atmış pes etmiş biri de olabilirsin. Eğer hayat sana altın tepside sunmuyorsa imkanlarını bilmelisin ki sadece kopartıp aldıkların kadarını hak edersin bu düzende.. Bunun için ya savaşmalı ya kaçmalısın, bir ihtimal donma tepkisinde de olabilirsin. Seçimin neyden yana olursa olsun unutma bir çatlak bulacak ışık ve sızacak hayatına.. Başarısızlığın yolunu ezbere bilenler için başarı sadece bir parmak şıklatma hareketinden ibarettir.. Tabi ezbere bildiğin yolda inatla daireler çizmekten vazgeçtiğinde.. 

    Aynaya yeterince baktın ve kendince yeterince kusur aradın, gözlerinin en içine bakmaya başladığında ışığın cılız bir şekilde oralarda olduğunu göreceksin.. Hazır hissetmeyi bekleme, üşenmek ve ertelemek seni sorumluluk alma lanetinden koruyor olabilir belki de tek ihtiyacın budur şimdilik.. İşte altın biletin mihenk taşı bu, ihtiyaçların.. 

    Duygularının, düşüncelerinin ve bedeninin temel ihtiyacı her neyse orada bulacaksın biletin rotasını.. İnsanları duy, dinle ve anla. Hele de isteklerine ve hayallerine adını yazdırmış insanları iyice idrak et.. Ama yola çıkacağında çizeceğin rotaya kendin karar ver. Ne erken kalkma seni başarıya götürecek, ne de isteksizliğin konusundaki disiplinin.. Seni sana armağan etmeden attığın her adım bataklığın dibine yakınlaşmanı sağlayacak biraz daha hepsi bu.. 

    Yaşa ümitsizliği sonuna kadar.. Boyunu aştığında bu umutsuz olma hali, ciğerindeki son oksijeni bırak gitsin çamur gibi görünen o dehlizin dibine.. Belki de oksijeni yeterince tüketmişsindir ve yeniden çiçek açabilmek için o son oksijenin karışması gerekir çamura.. Üretmek oksijeni, yeniden üretebilmek, tüketimin sonuna geldiğinde başlar belki de..

    Yaşa umudu sonuna kadar.. İçine dolduğunda bu ümit etme hali, çek ciğerine ilk oksijeni ve bırak o dehliz seni yeniden çıkarsın yerin yüzeyine.. Belki de oksijen yeniden tüketebilmen için yenilemiştir kendini.. Tüketmek oksijeni, yeniden tüketebilmek, üretimin için ciğerine çektiğin ilk havayla başlar belki de..

    Bazen yapabildiğin tek spor çayın şekerini karıştırmak olurken, bazense dünyayı kurtarmak için koşmak olacaktır.. Hayatın kahpeliğini bir kenara bırak, bırakabil ki senin dansını mahvetme yerine izlemekle meşgul olsun..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..NİLGÜN MARMARA’NIN SESSİZLİĞİNDEN..

    Bugün karşıma Nilgün Marmara’nın veda mektubu ve bu mektubun ruhun çatlaklarından içeriye nasıl sızışına denk geldim bir okuma esnasında..

    ”::Bu durumdan kimse kimseyi ya da kendini sorumlu, suçlu saymasın çünkü suç yok yalnızca ırmağın akışına bir müdahale söz konusu! Her anın niye’sini sorgulayan bir varlığın saygısızlığını yok etmek için kararlaştırılmış bir eylem bu! Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte! Bu tükenişle hiçbir yeni yaşama başlanamaz, bu nedenle tüm sevdiklerime elveda diyorum..” Ve son..

    Yalnızlık ve ona doğru yol aldırtan anlaşılamama hissi.. Her birimizin içinde yatan anlaşılamama haline dönelim bugün.. Kimimiz işinde, kimimiz aşkında, kimilerimiz arkadaşlığında, kimimiz her gün özenle sofrasını hazırladığımız ailemizin yanında hep bu tanıdık hissi duyuyoruz.. Belki en coşkulu anlarımızda, belki de gerçekten tek başımıza kalışlarımızda.. Anlatıyoruz kendimizi aslında şarkılarla, şiirlerle, bazense filmlerle.. Kimimiz derdine ortak olunsun diye rakı sofrasını bekliyor, kimimiz şarabıyla film izlemek istiyoruz.. Ne zorlu geliyor aslında iki kelimeyle anlatabilmek kendini.. ”Derdim var” diyebilmek kendine..

    Herkesin benden bir şeyler beklediği o malum anların tam ortasından, kendimden beklentilerimin sıfıra indiği hiçlik noktasından yazıyorum aslından.. Ailem kendi ayaklarımın üzerinde rahatça durmamı, dostlarım potansiyelimi gerçekleştirmemi, doktorum intihar etmememi ve tedaviye yanıt vermemi, bankalar borçlarımı kapatmamı, köpeğim onunla oyun oynamamı, midem sürekli doymayı, düşman olanlar düşmemi (ki şuan en çok onlar sevinebilirler), kulunçlarım habire masajla rahatlamayı, kemanın artık kendisine dokunmamı ya da onu azat etmemi, tanrı iyi bir insan olarak kalmamı, sigaram dudaklarıma kavuşmayı bekliyor..

    Ruhum, sesi en cılız çıkan o.. O ise sadece beyaz hissetmeyi ve öylece huzurlu kalabilmeyi istiyor.. Hepimiz bir mücadelenin peşinde sürüklenip gidiyoruz. Hepimiz dediysem tam olarak hepimiz işte.. Devlet çalışanları ülkeyi yönetmeyi, rahipler tanrının buyruğuna uymayı, keşişler ruhun ve hiçliğin nirvanasına ulaşmayı, tiyatrocular oynamayı, şarkıcılar söylemeyi, esnaflar malları ellerinden çıkarmayı, işsizler geçim derdinden kurtulmayı, çocuklar keşfetmeyi, hayvanlar doğası gereği neyse özgürce onu yaşayabilmeyi, şoförler yolu bitirmeyi, dahiler dehalarını ortaya koymayı, yazarlar hikaye anlatmayı.. Liste böyle uzayıp gidiyor işte.. Özümüz ney, önemsizleşiyor.. Arzu ve isteklerimiz beklentilerimizin kölesi haline getiriyor. Elde edemediklerimiz değersizlik hissi yaratıyor.. Göz koyup alamadıklarına başkasına ulaştığında kırılıyor, ulaşabildiklerinde ise nankörleşiyorsun..

    Anlaşılmak.. Anlamak insan olmanın ne zor olduğunu.. Savaşanın da sevişenin de.. Ya durup sadece izleyenler.. İşte asıl onların hikayesi çatlaklarla dolu oluyor.. Savaşan da sevişen de hep bir sonuç alıyor, sonrasında devam ediyor yeni seçimler yeni sonuçlar için. Ama izleyenler öyle mi, onlar için hep bir belirsizlik hep bir yorgunluk hali.. Eğer durup izleyenlerden değilseniz anlamanız maalesef pek mümkün değil.. İnsan sadece kendinde olan kadar görebilir çünkü etrafını.. Bahçen varsa ormanı görürsün, gülümseyebiliyorsan kederi görürsün, yazabiliyorsan yarayı görürsün..

    Her gün, her sabah, her saat, her saniye yaşamın kendisi için bir şeyler yapıyoruz.. Yemek yiyoruz, çalışmak kisvesi altında kölelik yapıyoruz, kimimiz vakit geçsin kimimiz dertleşmek kimimizse eğlenmek için arkadaşlarımızla planlar yapıyoruz.. İşte ben artık bunu bıraktım, anlarlar mı sanmam.. Plansız bir kaos planlı bir yıkımdan daha eğlenceliymiş.. Bunu hatırlamak çok zamanımı aldı, ama eski bir aşkın hiç çalışmadığım yerden karşıma çıkıp yıkıcı darbeyi vurması bunu unutmamak üzere hatırlatmış oldu.. Plansız eğlencelerde dans etmek, planlanmamış yürüyüşlerde sohbet etmek hazcılık ilkesini baştan yazdırıyor artık.. Tabi anlaşılma konusuna gelirsek o konuda 28 yıl çaba harcadım.. Mesela 1 hafta 12 saatlik bir geç doğum yaşamış annem, belki de hiç gelesim yokmuş anlamak istememiş.. Konuşmayı geç öğrenmişim, belki de insanların zaten anlamayacağını o zamanlardan hissetmişim ama inatla konuşturmuşlar.. Hele ki yazmak onu geç öğrenme serüvenimi hatırlayacak kadar geç öğrendim, belki de kelimelerin devranı döndürdüğü ama divaneyi yakıp yıktığı bu dünyada hikayeler anlatmak o hikayelerin yaralarını anlamak bana ağır gelecekti.. Bunların nedeni bile insanların beklentisini karşılamak, ne acınası..

    Şu zamana kadar birkaç dostum ve ailem dışında pek sorulmamış, ama şuan kendimin yanıt vereceği tek bir soru var.. BEN NE İSTİYORUM?

    Kapımı çalıp kahvesiyle gelinmesi, şarap ve film yapabileceğimi, sabah notlarla ve müzikle uyandırılmayı, güldürülebilmeyi (keza bunu sürekli kendim yapmaktan yoruluyorum bazen), disiplinli olabilmeyi, gece geç olmuş denilmeden uyku ihtiyacının kurbanı olmaksızın yürüyüş yapabilmeyi, müziği baştan yazarcasına dans etmeyi, şeffaf konuşabilmeyi sevgiyi de öfkeyi de, şarkı söyleyebilmeyi oktavları ve tonları siklemeden, sansürsüz yazabilmeyi, anlatmadan anlaşılmayı, anlatırken dinlenmeyi, yazıyorsam okunmasını, özlediğimde kavuşabilmeyi, duyguların üzerindeki kasvetin kalkmasını, heyecanlanabilmeyi, gidebilmeyi, sevebilmeyi yeniden, etiketlerden sıyrılmasını insanların..

    Kaldırımın mahkumiyetinden sıyrılıp sokağın özgürlüğünde dans edebilmeyi düşleyen, yine de gözünü hayatın gerçeklerine açtığında kaldırımda hayatının gidiş gelişlerine adım atan herkese..

    ..SEVGİLERİMLE..

    ”Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.
    Hep böyle mi bu?
    Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer…’ NİLGÜN MARMARA..

  • ..KONTROL DİKOTOMİSİ..

    ”Tüm budalalar kendinden hoşnut olmamanın yükünü taşıdığı için acı çeker..” Seneca..

    1)Doğanın planına güven..

    2)Ancak kendi eylemlerini belirleyerek özgür olabilirsin..

    3)Kendiniz için değil, bütünün iyiliği için..

    Küp müsün, silindir mi? Hani bir argüman var; silindiri dağın tepesinden itersin ve ve aşağı doğru yuvarlanır. Bu düşmeye tepki vermek yerine silindirin özünün olaya tepkisidir aslında.. Doğası gereği yapması gerekeni yapar ve potansiyelini gerçekleştirmiş olur.. Küp içinse aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Keza bu durum onun için fazlaca acılı olabilir..

    Elbette her seferinde yaptığımız gibi yine konuya kendimizi ele alarak devam edeceğiz.. Hayat planladıklarımızla başımıza gelenler arasında bir yerde sürekliliğini sağlıyor. Peki biz bu çizginin hangi tarafındayız?

    İnsanlardan son dönemde hakkımda söylenenler konusunda pek çok şey duydum. Fakat oraya girersek herkese fazlaca hakaret etmem gerekecek. O yüzden insanlara layık oldukları cümlelere dalmandan önce viraj alalım ve konuya dönelim.. Benim birçok ruh halimi, başarılarımı, hatalarımı görmüş insanlardan duyduğum en kıymetli cümle ”potansiyelini boşa heba ediyorsun” oluyor.. Başımı yorgunluk ve bıkkınlık penceresinden, varoluşsal sorgulara doğru yönelttiğimde en çok bunu sorguluyorum. Ne ki bu potansiyel, nereden bulup kazıyarak çıkarmam gerek. Ya da nasıl keşfetmem gerek..

    Pek çok din, öğreti, kişisel gelişim ya da inanıp okuduğunuz felsefe alanı hareketlilikle ve süreklilikle ilgi vaazlar veriyor. Gel birde bunu depresyon sayesinde yorganından kafasını kaldıramayan insanlara anlat.. 

    Yaklaşık 4 senemi depresyonla randevuda geçirmiş biri olarak seve seve ben anlatırım.. İnsanlar hayaller, hedefler, potansiyel gerçekleştirme, başarma konusunda sürekli anlatma halinde. Kimi iş insanları nereden geldiklerini anlatıyor, psikolog ya da kişisel gelişimciler metotlar veriyor, eş dost akraba kendi tecrübelerini aktarıyor derken herkes her şeyi başarmışta bir tek biz birkaç kişi dünyanın nasıl döndüğünü anlayamayan aptallar gibi kalmışız bir köşede.. Ara sıra havalandırılan yorgan bile sırf bu yüzden daha sert kapanıyor yüzümüze.. Neyse ki bu işin hakkını veren depresyon hastalarından bazıları deneyimlerini paylaşıyor da bizlerde kendimizi yalnız hissetmemek için nedenler buluyoruz..

    Bir araştırmacı travmalarla ilgili ”aslında bu durum başımıza gelen olaylar değil, o olaylar sonucu karşılanmayan ihtiyaçlarımızdan dolayı yaralanmamız” demişti.. İşte ben buna nokta atışı diyorum.. Beklentilerimiz ve karşılanmamış olması sonucu içimizin burkulduğu o an, anlar.. Bunlardan ne kadar fazlaysa dünyaya karşı o kadar hassas olursunuz, oluyorsunuz. İşte tam olarak bugün bunu konuşup düşünelim..

    Akreple kurbağa hikayesinde kurbağa boğulmadan önce beni soktun der ve akrepten tarihe geçen o söz gelir, çünkü ben akrebim sonuç olarak benim huyum bu.. Nice shot bro!

    İşte gerçek potansiyel; akrep ve silindirin ortaya koymuş olduğu istikrarlı tavırda aslında.. Bazen potansiyelini bulmak ve madenin en dibinde aramak için ne kadar kazarsan kaz yeterli olmayabilir, sadece yaptıklarına ve yapmaktan vazgeçtiklerine, hayal ettiklerine ve hayalini kurmaktan ürktüğün şeylere bakman yeterli olacaktır bazen..

    Kendimize, çevremize tonlarca sözler veririz çoğu zaman. Yapacağımız şeyler hakkında. Hepsini yapmak akla zahmetli gelir ve belki birkaçını yaparız, belki de hiç yapmayız. Yorgunluk, sıkkınlık, yaşanılanların ağırlığı, geçmişin habire kendini anımsatması, geleceğin bir türlü endişesinin bir türlü bitmemiş olması derken yataktan çıkmak fazlaca masraflı gelebilir.. Dilediğiniz kadar yatağın altında saklanıp hayatın akıp gitmesine seyirci kalabilirsiniz, bu konuda kimsenin baskısını kabul etmeyin. Kendiniz dışında.. Ama bir gün öylesine pencereden bakmaya yeltendiğinizde mevsimin değişmiş olmasının sizi ürkütebileceğini ve geç kalmış olabileceğinizi unutmayın.. 

    Hayat başımıza gelenler olabilir, kontrol edebileceğinse onlara göstereceğin tepkiler.. Nedenler ve nasıllarla boğuşmaya devam ettiğin sürece sonucu görmen pek mümkün olmayacak inan bana.. Hangi silindir sürekli bir tepeden aşağı itilmeyi seçer, hangi akrep sonunda yalnız kalacağını bildiği halde sürekli birilerini sokarak zehirler.. 

    Meşrebinde olanı bulman ve ona teslim olabilmen için türlü işkencelere maruz kalabilir, türlü sınavlardan geçebilirsin. Belki de çok büyük amaçlara hizmet etmeyeceksindir, ne güzel. Yine de bil herkesin adım atması gereken iyilikler ve şeytanın fısıltısından kurtarması gereken melekler var. İster başrol olarak ister yan rol olarak..

    Başına gelen onca şeye rağmen, aynaya bak ve gözlerinin içindeki ama yorgun ama kızgın çınara ”bunca zaman bataklıktan yıldızları izledik, şimdi sıra onlara doğru yol alma zamanı” de..

    Kimin neyi nasıl başardığını dinle, anla ama sakın kendini onların yolundan gitmeye ikna etme. O zaman kaybolursun, bulamazsın kendini yolunu.. Dinle, anla, öğren ve yola daima kendine yaslanarak çık..

    Bırak hayat, yolculuğunda sana eşlik eden bir maceracı olsun sadece.. 

    ”Bilge talihin yanar dönerli hediyelerine yüz vermeyendir, çünkü onun en büyük eğlencesidir gözyaşıyla kahkahayı birbirine karıştırmak..” SENECA..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..APTAL PUMA SENDROMUNDA BİR KIŞ..

    Kelimelerimde gaddar davranışlarımda merhametli.. Kendi dünyasında avare başkalarının dünyasında aklı başında.. Doğayı sev, yeşili koru ve beni sal temasıyla yaşayan aylak bir delinin travmatize olmuş düşüncelerine hoş geldiniz..

    Pumalar avının peşindeyken yakacağı kaloriyle avından alacağı enerji arasında doğru orantı olmadığı sürece kovalamazmış.. Yani bir tavşanla bir geyiğe aynı eforu sarf etmezmiş.. İnsanlar içinse bu lineer doğruyu yakalayamayanlar aptal puma sendromu olarak adlandırılıyormuş.. İşte benim hayatımın geçmişine koyulabilecek güzel bir isim..

    Liseden üniversite bitene kadar, ki bu da yaklaşık 13 sene demek, arkadaşlık ve aşk ilişkilerinde karşının hayatıma yükleyeceği enerjiyi hiç hesaba katmadan efor harcadığımı söylemem beni aptal yapar mı bilmiyorum. Ama bunu gerçekten yapmış olmam beni romantik bir aptal yapar.. Şükür ki aralarından bazıları hala hayatımda ve ona sahip olmak beni güçlü kılıyor.. 

    Yüzyıllar boyu; aşkı, acıyı, ihaneti, ayrılığı, dost kazığını, güvenilmez insan profillerini, sadakatin ve sevginin ne olduğunu, yalanı, kederi, neşeyi, bunları yaşarken ne olduğunu yaşadıktan sonra ne olacağını, kitaplarla filmlerle ve müziklerle anlatan birçok sanatçı var.. Hatta hiç kitap okumayan, film izlemeyen biriyseniz bile çevrenizde bunlar tecrübe etmiş insanlar var.. Onlara bakarken gördüğünü, bu durumları tecrübe ederken anlayabiliyorsun aslında.. Yoksa ne kolay olurdu hayat..

    Rastgele attığınız bir zarı tahmin eme olasılığınız yüzde kaç.. Ya da balkondan öylece fırlattığınız izmaritin birinin gözüne gelip onu kör etme ihtimali yüzde kaç.. Hatta gelin hayatın ironik mizahından bir örnek verelim; bir gece önce rüyanızda eski sevgilinizin evlilik teklifini görüp bir gün sonra öylesine gittiğiniz konserde sahnede sevgilisine evlilik teklif etmesi demin saydıklarımın yanında daha mı imkansız kalır..

    Olasılıklar dengesi Sherlock.. 

    İnsanların suratlarına bakın, onlarla sohbet edin, hayatınızda onlara bir rol belirleyin, sayılı ve sınırlı etiket koyun. İyi-kötü, güvenilir-yalancı, sadık-çıkarcı, entelektüel-cahil, enerjik-sosyofobik ve daha bir sürü şey.. Sonra bırakın kendi hallerine ve sizi haklı ya da haksız çıkarışlarını izleyin. Eğer bu süreçte onların kendilerini kanıtlanmaları için kendi hallerine bırakır ve hayatınızdaki başka şeylere de zaman ayırırsanız, tebrikler depresyona girme olasılığınız 9’da 1.. Benim gibi hem bakıp görüp, hem de üzerine olduklarının dışındaymış gibi hepsini hayatınızın merkezine alır kalbinizi açarsanız yine tebrikler, uslanmaz bir aptalsınız ve geçmiş olsun sadece efor harcamayacak onların sahip olmadığı hatta belki hiç sahip olamayacağı enerji ve neşeyi de yavaş yavaş kaybedeceksiniz..

    Bazılarımız çok bir şey istemez aslında; güvenilir dostluklar, travmatik bile olsa arkanızda duran bir aile, heyecanlı bir aşk.. Peki insanlar bize ne verir; dünya sadece ona acılar yaşatmışçasına sorunlu bir bencillik, kendini yetiştirememiş olmanın verdiği yetkiyle iz bırakacak bir hayal kırklığı silsilesi, sahip olamayacağı şeylerin sorumlusu sizmişçesine savuşturduğu öfke dolu cümleler.. Peki biz ne yaparız, yani doğrusu böylelerinden uzaklaşmak elbette, lakin merhametine yenik düşenler olarak biz ne yaparız.. Elbette sevgiyle ve açıklamamalar işleri yoluna koyabileceğimiz ihtimaline inatla sarılırız..

    Meleklerin yanında savaşabilir, hatta onlardan biri bile olabilirsiniz ama unutmayın cehennemin kuralını şeytan yazar..

    Yazan insanların hayatla bir derdi var demiş birisi.. Umarım ölmeden önce kıymeti bilinmiş birisidir.. Ve evet kelime kelime duygu ve düşüncelerini kusan, kusabilme cesareti gösteren herkesin bu cehennemle bir derdi var.. Peki çözüm tam olarak nerede? Sorunun tam kalbinde!

    Bakış açını değiştir bir dostum, daha ne kadar ve artık hangi yönde dedim, aynaya bak dedi, gözümü hiç ayırmadım aynadakinden dedim, o zaman tam olarak gözünün içine bak dedi dostum, sustum.. Her abukluğa karşı bir sabukluğum vardı. Ama kendi gözümün içinde yatan öfkeyle kalıp okyanusları yakacak gücü içimde hissetmeye cesaretim yok diyemedim..

    Konuşarak kime yolunda ışık olduysam hep onların parlayışını izledim hatta durumu abartıp ayakta bile alkışladım.. Çoğunun kıskançlığının aksine insanların yapabileceklerini görmüş olmak, onları teşvik etmiş ve bu sayede kendilerini gerçekleştirmiş oldukları ana şahit olmuş olmak beni gururlandırmıştı çünkü.. Gözümün içindeyse seyirci kalmanın, başkasına ışık olurken karanlıkta kalmanın, hatta insanların bırak bir mum yakarak teşvik etmesini aydınlattığım yıldızlar tek tek söndürmüş olmasının öfkesini görmek.. İşte dedim, doğuyor güneşim.. 

    Gecenin acısı, gözümün öfkesi ve hayatın gerçekliği arasında bir liste yaptım.. Konuşmak kolaydı, yapmaksa beni zaman zaman zorlardı.. Şimdiyse susmak zor olacak, yapmaksa en kolayı..

    Bazen toparlamak için tamamen dağıtmak gerekir.. Ve sevgili dostlarım düşüşümün sonucu her şeyin en dibinden sesleniyorum, beni öldürmeyen düşüş birçok şeyin yere çakılmasına neden olacak..

    Çünkü tahtımı özledim ve geri döndüm..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • .SARAYDAKİ PALYAÇONUN SOYTARILIĞI..

    Herkesin kral ya da soytarı olduğu, girdiği ortama göre kendini şekillendirdiği belirli ortamlar vardır. Ne kadar güçlü olursanız olun bazı ortamlarda efendileri kızdırmamak için geride kalırsınız Bazense ne kadar efendi olursanız olun soytarı gibi davranmak zorunda kalırsınız. Tabi kimi kimlik sahipleri için bu pek mümkün olamayabilir. Onların önemli işleri vardır ve sadece tek bir kimlikle yaşamaya mahkumdurlar.. 

    Kendinize şöyle bir bakın neredeyken kral sizsiniz neredeyken soytarı olmak zorundasınız?

    Kendinden yola çıkmak, eleştirebilmek kendini, kusurlu bulmak kendini, kendine batırabilmek iğneyi hep en zor olandır. Size cesaret vermesi için ben başlayayım..

    Birçok açıdan kendime yetebilmek için çok çalıştım; okudum, gezdim, araştırdım, düşündüm, empati kurdum, gecemi gündüzle karmaşık bir ilişkiye soktum. Sonra yoruldum ve kendimi inşa ettiğim dehlize kapattım. Hayatta kalabilme iç güdüsüyle kendimi hayattan soyutlayacak alışkanlıklar edindim bu süreçte.. Yüzeysel iletişimler kur, kahve ve sandviçle güne başla, dizi/filme gömül.. Bu süreç iyileşmek için durmam gereken yerin bir parçasıydı.. Mecburdum pes etmeye.. Bir şeylere geç kalmak sorun muydu, evet. Sonra ”ee yani” diyerek bu sorunu ortadan kaldırmaya başladım..

    Tabi eskisi gibi yoğun olmasa da insanları izlemeye, dinlemeye ve maalesef anlamaya çalışmaya devam ettim. Kendi dünyamda herkese aynı hak ve özgürlüğü verdim. Bir noktada çoğu insanın layık bile olmadığı eşitliği verdim aslında. Başlarda gözlemlediğimin sonlarda kendini ortaya koyması kaçınılmazdı elbette. Yine de bir kere daha denemek istedim; sevgiyle herkesi iyileştirebiliriz projesini.. 

    Siz ne kadar sevgi, anlayış, nezaket gösterirseniz sizi o kadar yanlış anlarlar ve öğrendikleri etiketleri yapıştırmak için fırsat kollarlar. Aslında üniversiteye geldiğimden beri hep aynı döngüde kalmamın sebebi saf sevginin herkese masumiyetini geri kazandıracak inancıydı.. Neye inandığınıza bu noktada dikkat etseniz iyi olur. Aslında bu durumda almanız gereken ilk ders bu..

    Çünkü siz direndikçe iyinin kazanacağı konusunda, insanlar sizi yanıltma için orada bekliyor olacak. Dün bir kere daha hep birlikte bunu görmüş olduk aslında. Ya da kiminiz bugün. Belki de çoğunuz çok daha önceden gördü. Kim bilir beki daha göremeyeniniz bile vardır bunu.. 

    1)Sevgiyle herkesi iyileştiremezsiniz..

    2)Hasta olduğunuz yerde iyileşemezsiniz..

    3)Herkesi siktir edin, eninde sonunda elinizde yalnızca siz kalacaksınız, ona iyi bakın..

    Söylediğim gibi insanlara tam güven, kusursuz sevgi, şüphesiz anlayışla gittim. Onlarsa kendini hayattaki yerlerinde göstermeye devam etti.. Ben kin tutamayacak kadar üşengeç sayılırım. İnsanlarsa inatla birbirlerine düşman oluyorlar. Sadece kusurlu ve kötü yanlarını görmemek için direniyorum, insanlarsa hep açığınızı kolluyor. Kendimle olan derdimin hesabını kimseye sormadım, onlarsa başkalarının yaşattığının hesabını size ödetme derdindeler.. Mümkün oldukça yanlış anlamak ve önyargılı olmak konusunda mesafeli oluyorum, onlarsa doğruyu anlatsanız bile inatla yanlış anlayabiliyorlar.. 

    İnsanların kan kokusu almış köpek kadar saldırgan olmalarına tonlarca sebep sunabilirim. Gerek yok. Gerekli olan tek gerçek denesem bile onlar gibi olamadığım, olamayacağım.. Bunu hep bir kusur olarak görmeme neden olan insanlar oldu, olaylar yaşandı.. Şimdi tırnaklarımla kazıyarak geldiğim bugünden tam olarak onlara ve oraya bakıyorum da teşekkür ediyorum.. 

    ”Soytarıyı saraya koyduğunuzda kendisi kral olmaz, bulunduğu yeri sirke çevirir..” Aslında tam olarak bu oldu. İnsanları alışık olmadıkları sevgi ve güvenle hayatıma aldım, onlarsa iyileşip güzelliği görmek yerine hayatımı alt üst etmek için debelenip durdular. Çoğu zaman izin veren olduğum için kendime kızsam bile bugün bu satırları minnettarlıkla yazıyorum.. Onlar soytarılığını ortaya koymakta ısrarcı olmasalardı ben kendimi sirkin ortasında kral çıplak olarak yaşamaya devam ederdim..

    Hayatımın enkazından çıktığımda bile feleğin çemberinde virajı alamadığım anlar oldu. Olmaya devam edecek.. Meleklerin yanında olmayı seçtim, ne yaşarsam yaşayayım, hatta bazen kan kokusuna bile aldansam da şeytanın fısıltısı yerine meleklerin çığlığını duymaya devam edeceğim.. 

    Meleklerin tarafında olabilirim, ama bu beni onlardan biri yapmaz. Unutulmaması dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..RÜYALAR, KABUSLAR VE GERÇEKLER..

    Gözümü anahtarını sevdiğim insanlara verdiğim, perdeleri aralandığında denizin içinde hissettiren, iki katlı, bahçesinde çiçeklerini kendimin ektiği, annemin kedilerinin sağa sola koşuşturduğu, köpeklerimin top peşinde koştuğu, hemen bahçenin yanında voleybol oynayabileceğimiz bir sahanın olduğu, ve sevdiklerimin birkaç saat sonra yavaş yavaş geleceği bir evde açıyorum.. 

    Bir yanda eski sevgilimle sevgilisi, diğer yanda ben ve beni engellediğinden emin olduğum kişi. İki masa yan yana kahvaltı yapıyoruz. Ara sıra laf atışları oluyor ama ben pek oralı değilim, masa da kaymak var çünkü. Bir masada kaymak varsa kahvaltı yapmaya değer bir masa oluyor çünkü..

    Duvarları olmayan bir ev; bir yanda kitaplarımın dizili olduğu raflar, diğer yanda film izleyebildiğim bir projeksiyon, hemen köşelerinde de yatağım var, küçük bir masada notlarımı tuttuğum defterim ve birkaç kalemim var..

    Gözümü açtığımda gün daha tam aydınlanmış sayılmazdı, hemen bir müzik açtım, yatağımı topladım, duşa girmeden önce bir şeyler atıştırdım, birkaç arkadaşımdan kahve teklifi geldi, onayladım ama önce kendimi toparlamam gerekiyordu..

    Buraya kadar her şey hayal ürünü.. Ya da rüya.. Belki de kabus.. Bildiğim tek gerçek beni yataktan kaldırabilecek bir neden yok, birçok sebep var. bense yattığım yerden kurtulmasını bekliyorum. hararetli ve hareketli halimden geriye şüphe dolu sakin ve sadece bekleyen birisi kaldı.. Kendimi kandırmıyorum. Bu aralar istesem de bunu yapamayacak kadar gerçeklere bulanmış haldeyim.. Yazmak bile gelmiyor içimden. Masamda onca obje hikayesinin anlatılmasını sabırsızlıkla bekliyor, hayatımdaki insanların hayatı kitaplara akıtılmak için bekliyor. Aslına bakarsan hayat beni içeride bir yerlerde bekliyor, bu seferde benim hayata karışmaya pek isteğim kalmadı..

    Beni ayakta tutan merak ve heyecan bedenimden uzaklaşmış halde, ruhumun kas hafızasında gizlenmiş olsa dahi onu anımsamayı istiyor muyum bilmiyorum.. Neler yapabilirim diyorum kendime, neyi istersem diyor geçmişim. Geçmiş! Geleceğin teminatını oluşturan bir cv örneği aslında. Bugünse aralarında pinpon topu gibi sekip duruyor..  

    Aklımın kıvrımlarında sıkışıp kalmışlığım öyle çok ki bunu yaşadığım da anlıyor ve kurtulmanın zaman zaman da olsa yolunu buluyorum. Şimdilerdeyse işler beklediğimden karışık. Gerçeklerle kendi isteksizliğimin arasında sıkışıp kalmış durumdayım ve bu beni nereye iterse itsin gitmemek için sadece direniyorum..

    Bir gün en başta kelimelere dökülmüş o evde dışarıya bakıp yeni hikayeler yazacağımdan eminim. Ya da eminmiş gibi düşünmek istiyorum. Her iki durumda da bildiğim tek gerçek var; manzaram ne olursa olsun, o manzaraya hangi yollardan ulaşırsam ulaşayım anlaşılmak için anlatmaktan vazgeçmeyecek oluşum..

    Korkularınızı, heyecanlandığınız her şeyi bir kefeye koyun. Hayallerinizi hedeflerinizi başka bir kefeye koyun. Kabuslarınızı ve rüyalarınızı bir başka kefeye koyun. Bu üç kefeyi masanızdaki teraziye yerleştirin ve izleyin hangisi daha ağır basacak.. Ve sorun kendinize; nasıl, ne zaman ve ne sebepten dolayı..

    Bazen bir şeyin nasıl olduğu konusunda öyle dalıp gidiyoruz ki ne zaman olduğunu ve ne zamana kadar olup gideceğini kaçırıyoruz.. Sahip olduğunuz zamanın ne efendisi ne kölesi değil, yoldaşı olacağınız ve bu sayede macera yaşayacağınız nice anlara..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KÖLE OLMANIN 50 BASİT YOLU..

    Düalitenin mahzeninden hiçliğin ortasına çırılçıplak koşturan bir maestronun macerasına hoş geldin.. 

    Yolculuk ve maceranın arasındaki en temel fark; birinde yapayalnız yürürsün ve hep ararsın, macera ise paylaşılarak yaşanılan deneyimlerin birbirine aktarılmasıyla oluşur..

    Zaman zaman yalnız zaman zaman kalabalık oluşumuzun belli sebepleri var.. Bu isminize, cisminize, hikayenize, kazandıklarınıza, kaybettiklerinize karşı değişecek bir olgu..

    Bundan dört yıl kadar önce karmakarışık bir ruh halinde tasmasını aşındırmış bir benlikle yol alıyordum. Herkesin akıl vermek için sıraya geçtiği insanlardanım. Şimdilerde nedenini daha iyi alıyorum; onların alamadığı riski alabiliyordum, cesaret ve aptallık arasında seçim yapma gereği duymaz gereken neyse onu yapardım, korkmazdım elimi dağların altına sokmaktan.. İnsanlar hayallerime bok yolundasın dese de vazgeçmezdim.. Di’li geçmişte kalan bu deli kadına yön vermek için her fırsatı kollarlardı.. İnsanlar onlardan biri olmanız için can atar, ne kadar aykırıysanız o kadar ötekileştirilirsiniz.. Gerçi son iki yılda bunu kabul edip onlarda olmaya çabaladım. Başarmışlardı.. Ve onlardan biri olarak kalabilmem için tonla ilaç içmek zorunda kaldım.. Aramızda kalsın son iki aydır her konuda daha da delirmeye başladım ve ilaçlarımı almıyorum.. Her neyse bugün kendimize bu aklı başında maestronun gözünden bakacağız..

    Herkesin alkol ve müziğe kendini teslim ettiği bir gecede, bir andan masaya dikilip, elini uzatarak kendini tanıtan ve bir sigara molası isteyen birinin gözünde ne kıymetliyim diye şaşkınlıkla değerli hissediyor insan.. Sadece bununla kalmıyor, kahveler içiliyor, yanlış anlaşılmanın temelini atacak sohbetler yapılıyor, ve dans için gerekli uyum yakalanıyor. Görünüşte her şey kusursuz.. Peki ya zihinde? Bir gün her hücremle dürüst olabilirim dediğim noktaya erişene kadar benim hakkımda çoktan hüküm verilmişti.. Sakladıklarımı düşündükleri aslında beynime yapılan baskının sonucu sustuklarımdı. Cehenneme giden yolların taşları iyi niyetle döşenmiştir derler.. Aklımın kölesi olmaya başladığım zamanların ilk tik takları çınlamaya başlamış o anda.. Ben kendi dünyamda sıkışıp kalırken, oradan bakılınca özgürce adımlar attığım, kaosun elçisi olduğum, alfa görünümlü betayı oynadığımı düşünmeleri çokta saçma değil aslında.. Nedenleri sadece beni ilgilendiren seçimlerin sonucunda cesur değil bir aptaldım..

    Neyi kaybetmemek için sarıp sarmaladıysam onun kaybıyla terbiye edilmeye başlamıştım.. ”Yolum doğrularla yanmak, bedeli yanlışlarla sıvanıp sönmek” demiş Şanışer.. Ne de güzel anlatmış olmuş olanı.. E ben deniz pekte tek bir hatayla duracak bir sakinliğe sahip biri sayılmam. Aklım hastalandıkça bedenim seçimlerini yanlışlardan yapmaya devam etti.. Pişman mıyım, pek sayılmaz. Vicdanıma hesap verdim mi, oldukça fazla.. 

    O süreçte zihnim susmak bilmedi, o susmadıkça ben kırbaçladım. Ben kırbaçladıkça o azıttı. Şiddete meyilli bir zihni döverek cezalandıramayacağınızı anlamak biraz zaman alıyor. İlginçtir ki kendisi aynı zamanda bu sayede doğrusunu buldu.. 

    Kendimi emin ellere bırakma kararı aldığım zamanlar bedenim tahribat altında, zihnim yorgundu. Maestro o zamanlarım için kendimi salıverdiğim, insanların egosunu beslediğim bir zaman dilimi olarak değerlendirmiş. Yaptığım seçimler onun gözünde sevgiden ve kaybetme korkusundan değil, hazcılıktan kaynaklı olsa gerek.. Her cephede bir iz bırakmış olmanın tatminini yaşamayı isterdim, bırakılan izlerin yanlış anlaşılmalarla bezeli olduğunu görmemiş olsaydım..

    Biliyor musun, insanlar benimle ilgili türlü hikayeler anlatırlar; fevri, öfkeli, sevecen, güvenilir, sadık, dengesiz, gözü kara, disiplinsiz gibi kelimeler seçerek. Benim en sevdiğim sıfat daima zehirli sarmaşık olmuştur, itiraf edeyim. Uzaktan bakıldığından muhteşem bir manzara sunsa da köklerine indiğinde seni yavaş yavaş öldürür.. Yine de eksik anlatıyorlar, ne dedilerse hep daha fazlasını yaptım. İyi ya da kötü, o senin tasma takılı zihnine bağlı.. Çünkü benim özümü görebilmek için zihnindeki prangalardan kurtulmuş olman gerek.. 

    Sevgili maestronun benimle ilgili iyi bir insan olarak kalmam konusunda kıymetli bir bakış açısı vardı. Yaşatılanlara rağmen.. Her şeyi kaybettiğimde bile içimdeki iyi niyetli gerizekalıyı koruyup kolladım. Diyorum ya bu benim cephem.. Oysa bu süreçte diğer cephede işlerine gelmeyene sağır olanlar, gerçeği konuşmaktan kaçanlar, insanları tanıdıklarını sananlar,  ha birde buna koşulsuz inanalar var. Üzgünüm, birilerinin gerçeği anlaması gerek.. 

    Hepimizin seçimleri kelebek etkisi yaratacak kadar değerli.. Mesela bir bardak kahveyi alırken Etiyopya’yı ve orada çalışanları düşünmüyoruz.. Neden düşünelim ki herkes kendi çemberindeki olaylarla meşgul. Kendi karanlığımız ve aydınlığımız değerli. Benim evime güneş doğarken başka ülkenin karanlıkta kalışı beni niye ilgilendirsin ki.. Benim canım yanarken, başkasının hassasiyeti neden gözüme dokunsun ki.. İşte tam olarak burası herkesleşmenin merkezi. Eğer bu iki yıllık deneyim ve onlardan olma yolculuğum bana bir şey öğrettiyse o da bir an için benim ne yaşadığım önemliyse başkasının da ne yaşayamadığı o kadar önemli. Ve ben istesem de sizden olamam. İstedim de, denedim de, tam iki yıl.. Kendim olarak yanlışlara yürürken daha az hastalanıyordum.. 

    ”Gerçek nadiren saftır, ama asla basit değildir” demiş Oscar Wild.. İşte o saflığın ve zorluğun tam merkezinde iyi insan olarak kalmayı seçiyorum.. Sevgili maestronun gözünde güdüleri yüzünden kovalayan, elde eme hırsı yüzünden can acıtan birinin aksine. Sevgili toplumun gözünden yorulmuş ve yenilmiş biri oluşuma inat, ruhuma hiçbir devrimin barışı getirmeyişine inat.. 

    Ve sevgili zihnim.. Herkesin sırayla etiket koyduğu, yol göstermeye çabaladığı, seni senden iyi tanıdığına ikna etmek için uğraştığı, tabiri caizse tam bir örümcek ağı gibi tüm tersanelerini işgal ettiği hayata inat.. Zincirlerle ehlileştirildiğin bu sokaktan, dünyevi zevklerin sofrasından, aklının yüzüne tüküren düşüncelerin ışığında kendine yeniden gelmenin şerefine..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..MASADAKİ OBJELERİN DEVRİMİ..

    Çalışma masasında kendini göstermek için duran türlü objeler var.. Mumlar, kitaplar, kahve altlığı, küllük, ara sıra pencereden dışarıyı izleyen köpeğim, kalemlik, klavyem, bilgisayarım, hoparlörüm, saçımı toplamaktan vazgeçtiğimde alelade masa kenarına koyduğum tokalarım, şarj cihazım, çakmağım, not defterlerim..

     İnternetle bağ kurabildiği için masanın en gözdesi bilgisayarım.. Çağa ayak uydurabilmesi, iletişimin temeline köprü olması onu masamızın en gözdesi haline getiriyor.. Mumlar geceleyin anımsanan az ve öz ışığını yansıtsın diye yakıldığı, kitapların ruhun gıdaya ihtiyacı olduğunda ele alındığı, küllük ciğerimden arta kalanların etrafa saçılmaması için kullanıldığı, saçlarımın toplanmaya ihtiyacı olmadan tokaların yüzüne bakılmadığı birçok objelerle dolu bir masada çerçöp düşüncelerle vakit geçiriyorum..

    Odalar değişiyor, masanın boyutları değişiyor, masada bulunan objeler kimi zaman yer değiştiriyor, kitapların adı değişiyor, mumların kokusu değişiyor, onları kullanmak için efor harcayan kas yapılarımda zaman zaman artma zaman zaman azalma oluyor yine de oturduğumuz yer hep aynı kalıyor..

    İşin özünde hayatımızın içindekilerle masamın üzerindekilerin görevi, durumu ve değişimi neredeyse aynı.. Aslan yattığı yerden belli olur tabirini hayatımızla özdeştirdiğimizde yattığımız konumdan tutunda, sahip olduğumuz komşulara kadar her şey ruh halimize, düşüncelerimize ve bittabi duygularımıza sirayet ediyor.. Güne ne zaman başlayacağız, çay mı kahve mi yoksa alkol mü içeceğiz, kimlerle vakit geçireceğiz, vaktimizi neye harcayacağız derken seçimlerimizin tam merkezinde bulunuyor bu durum..

    Sadece bir süs gözüyle baktığın masandaki çiçek, salınım yaptığı hoş kokusuyla aklını sakinleştiriyor. Ya da sulamayı unuttuğun için kurumaya yüz tutarak sana başarısızlık ve yetersizlik hissi olarak dönüyor.. Yetti mi, asla! Sadece klasik eser diyerek masana koyduğun ara sıra söz attığın kitaptaki bir cümle bakış açında keskin virajlara neden oluyor, ya da hiç kapanığını açmadığın için hayatı başkasının gözünden görebilme heyecanını tadamıyorsun.. Ya da ciğerinin artığı olarak kullandığın küllüğü temizlemek delileri ortadan kaldırıp kendine az zarar verdiğin hissiyle güne iyi başlamanı sağlayabilir ya da taşma aşamasına geldiğini görüp kendine hiç bakmadığını ve zülüm ettiğini anımsatabilir..

    Gelgelelim hayatımızdaki insanlara.. Aslında masamızdaki objelerden pekte bir farkı yok.. Bize iyi hissettirebilirler ya da kötü hissettirebilir. Bir gün bir dolmuşluk hissiyle kendimizi değersizlik hissine itebilir ya da ferahlık içinde huzurlu hissettirebilirler. Çiçek açtıkları yanlarıyla sevgiyi, kurumaya yüz tuttukları yanlarıyla karamsarlığı gösterebilirler.. Geceyi aydınlatacak kadar ışık saçabilir ya da bitmeye yakın fitilleri nedeniyle daha da karanlığa gömebilirler..

    Peki masamızdakileri değiştirme temizleyebilme gücüne sahipsek, bunu hayatımızda da yapamaz mıyız? Elbette, yapabiliriz. Ama asıl soru bu değil! Madem değişim bizim irademizle ortak iş yapıyor, siz masanızdaki hangi objeyi değiştirme cesareti göstermek isterdiniz?

    ..SEVGİLERİMLE..