”Ve hayat yeşil ışık yakar, sen hazır olduğunda, sen olduğunda..”
Uyandım.. Yatağımda biraz uzandım.. Günlerdir rüyalarım belirgin bir halde, aklım uykudan alamadığı verimi gün içerisinde dalıp giderek alma çabasında.. Artık savaşmak yok, o bir düşünceyle bana geldiğinde derin bir nefes alıyorum ve soruyorum ona ne oldu da bu düşünceyle birbirimizi meşgul etmeye ihtiyaç duyuyoruz diye.. Başlarda bocalayan aklım şimdilerde yavaş yavaş alışmaya başladı bu duruma..
Bugün daha bir uyandım.. Limonlu suyumu içtim, yatağımı topladım, attım kendimi yere plank duruşunda bekledim biraz.. Aklım rüyamı analiz etmeye, hemen yitip gidenlerle ilgili düşünceleri sermeye başlasa da önüme sakinleştirmeyi başardım.. Bugün yeni bir deneyim halindeyim aslında.. Kendimi son 4 yıl içerisinde ama yaşadıklarımdan dolayı, ama kalbimin kırgınlıklarından dolayı içime içime öyle sindirmişim ki hatırlamayı unutmuşum. Unuttuklarımı ise hatırlamaya başladım..
Kimdim ben, neleri yapmayı sever, neleri sevmez, nelere net sınırlar koyardım, hangi hikayelerde kahraman, hangi hikayelerde kötü bir cadıydım mesela? Ne zaman yola çıkardım, nerelere giderdim, nasıl oyunlar oynardım mesela?
Işığımı gören hayranlıkla geldi, neşemi gören merakla geldi. Peki ya o ışığı keşfetmek için geçtiğim karanlığımı gördüklerinde, neşemle inşa ettiğim cennet için içinden çıplak ayakla geçtiğim cehennemi gördüklerinde ne oluyor? Onlarda korku, anlayamama hali olurken bendeyse kendimi açmanın ve kalbimi korkusuzca ortaya koymanın hissettirdiği çıplaklık ve savunmasızlık hali.. İşte bu devamında beni oldukça sarsan bir hale geliyordu.. Bir kişi, bu hayatta bir kişi de beni kaybetmekten korkmaz mı sorusunun temellendirdiği kaygı yüklü birçok sorgulamalar.. Oysa ne çok insan varmış hayatımda beni kaybetmekten korkan; köpeklerim, ailem, dostlarım, bir kere sohbet etme halinde bile enerjimin verdiği ışığın parlaklığını görenler bile..
İşte dünya seni kucaklasa da insan birinin kucaklamasını istediğinde dünyanın kucaklamasını değil onun kucaklamasını istiyor ya, bu ne büyük nankörlükmüş halbuki.. Ben diyordum ben, sevginin kaynağı benim.. Benden geriye, sevgimden geriye bir şey bırakmayanlara kucak aça aça eksilerek bittiğim ana kadar. Bitmek demeyelim aslında, kaynak yine benim, tükenmek diyelim.. Tükenme haliyle kendimi savurduğum bir yaşam.. Bu savurganlık bana nelere mal oldu peki; kendimi delik deşik ettim yaralarımı şifalandırmak için, kendi zamanımdan çaldım kendimi kabuğumda tutmak için, yeni yaşıma girdiğimde mucizeler diye adlandıracağım şeyler yaşasam da durağanlık kaygılarımın mabedine darbe indirdi ve mucizeler bir anda lanetlere dönüşmeye başladı.. Kabuslar çoğaldı, kaygılar şoför koltuğuna oturdu, terk edilmeler yolu çizgi ve kader kendini tekrarlayan hikayemi yeniden kustu üzerime..
Kusar.. Hayat, eğer sen aynı olma halini tekrarlayacak seçimlerle bakmaya devam edersen üzerine aynı karanlığı kusar. Benim gibi kendini iyileştirmek için ister yıllarını harca istersen kendini bir koltuğa hapset fark etmez. Sen pencereden izlerken hayat akar, hayata karışmak için ayağa kalktığında kendi olma halin dışında yine kaygılarla eski alıştığın korkularla ve yaşadığın deneyimlerin ördürdüğü duvarlarla hayata karışmaya çalışırsan hayat senin üzerine kusar seni..
Duygularımı çokça içimde yaşayan biriydim yıllarca, baktım depresyon kontrolü ele aldı, burada dedim bir şey var. Açtım kendimi bu sefer de tam aksi yönde hızla ilerledim, duygularda duygular, açtıkça açtım. Bu sefer de anksiyete aldı kontrolü ele aldı, hop bu seferde toslama hali zıt yönden vurdu yüzüme.. Her ikisinde de keder, kayıp, sorgulama, kendini kabuğuna çekmek, onlar mutlu olan bana oldu serzenişleri, zaten hep onlar kırar asla pişman olmaz kırılan dökülen ben olurum değersizliği, baksana onlar her şeye sahip benimse elimde sevgim sadakatim kıymet bilmedi aldatanları affedenler bir beni kaybetmekten korkmadı yetersizliği ve kıyaslaması, elimde ne işim ne kariyerim ne eğitimim var bak sıfırdayım işte diye kendini suçlamalar ve kapanış..
Ben bu döngüyü yıkarım arkadaş. Ben bu kendim olma alışkanlığını, hayat bana hep kırmızı ışık yakıyor demelerimi ezer geçerim.. Kendimi ifşaladım, duygularımı en derinden dipten sere serpe yaşadım. Yaşamakla kalmadım, yazdıkça yazdım.. Yazdıkça diner, biter, dönüşürüm, çıkarım bu döngüden dedim. Elbette hayatın sihirli bir değneği olmadığı gibi, kaleminde sihirli bir yazgısı yok.. Anlayacağınız, yazdıklarımın altında yatan şifalanmaya arzusu çokta hesapladığım gibi ilerlemedi.. Bu biraz şey gibi oldu; her sabah bugün bir mucize olacak diye uyanan ben o günün sonunda illaki bir gözyaşı dökene dönüşmüştüm son aylarda. Biraz tersten gidiyor, bu da inancımı çok sarsıyordu.. Lakin anladım, özümsedim ve fark ettim.. Sadece söylemek ve yazmak değil olay.. Olma halini deneyimlemek..
Bugün en sevdiğim masamdan yazıyorum bu yazıyı, en sevdiğim kahveyi yudumlarken, aşık olduğumla mutlu olduğumuz benim çocukluğumun geçtiği sokakta çekildiğimiz fotoğrafı masama koyup kahvemi ona karşı yudumlarken yazıyorum.. Çünkü bugün minnettarlığı hissediyorum içimde.. Meğer ne çok sevgiye sahipmişim hayatımda.. Aşkta, arkadaşlıkta, ailemde, köpeklerimle kurduğum bağda.. Hayata bir hikaye gözüyle bakarken, hayatın bir hikayesi olma derken, ne çok hikayeyle temas etmişim aslında.. Öylece geçip gitmemişim, görmezden gelmemişim..
Bugüne kadar hayatıma giren herkesin arka bahçesindeki karanlığı görmeye cesaret etmişim. Ve onlar korksa da, kaçsa da benim görme cesaretimle açmışlar arka bahçelerini. Kimisi aşkta aldatılmış terk edilmiş, kimisi aileden sevgiyle yaralanmış, kimisinin bedeninde izleri. Ama herkesin gözlerinin en içinde gerçek hikayeleri.. Ve ben gözlerinin en içine bakmaya cesaret etmişim.. İşte bu bana bir şeyi daha anlattı kendimle ilgili; benimde arka bahçemdeki karanlıktan korkmamalarını beklediğimi. Halbuki ne büyük yanılgıymış bu, ne büyük bir sanma ve sanrı haliymiş.. Ben dansa cesaret ettiğim için hayat müziği açmışta dansa davette elini tutmak istediğim ben buradayım demeye cesaretiyle sahneye çıkmadığı için kızmışım ona.. Ona kızmışım da hıncımı kendimden, kendi ışığımdan, kendi neşemden, kendi sevme ve anlama kabiliyetimi yok saymaktan çıkarmışım.. Kendimi kabuğuma hapsetmişim dansıma eşlik edilmediği için..
Suç yok, haksızlık yok, çünkü benim haklı olmak gibi bir derdim yok. Mutlu olmak gibi bir derdim yok ben huzur istiyorum derdim. Şimdi diyorum ki hem mutlu olmak, hem huzurlu olmak, hem haklı olmak mümkün.. Çünkü anladım ki ben kalbimin kapısını kırıp attığım için, sonuna kadar açtığım için köksüz medeniyetimi, sevgimi koşulsuz bir sadakatle sunduğum için herkes buna aynı cesaretle bakmak ve eşlik etmek zorunda değilmiş.. Benim de korkularım, kaygılarım var; mesela hala yüzmek konusunda becerilerim zayıf ve korkularım baskın.. Korkma ben varım denildiğinde suda takla atma cesaretini gösterdiğim gün geldi aklıma da, ben cesaret ettiğim için takla atabilmek anısını yaşamıştım o gün.. İstemişim ki ben varım dediğimde de aynı cesaretle tutulsun elim ve kendimizden emin dans edelim.. İşte bu isteme ve bekleme halini ekim ayına emanet ediyorum. Ve kasım ayına yeni bir olma haliyle giriyorum..
Ben sahneye adımımı atıyorum arkadaş, benim cesaretime karşılık hayat müziğin sesini açıyor. Ve ben o cesaretle elimi uzatıyorum yeniden ”benimle dans etmeye var mısın?”.. Korkulara, kaygılara, yaralara, geçmişin karanlık hikayelerine rağmen var mısın? Ben kendi hikayeme rağmen dansa davet edenim, peki sen kendi hikayene rağmen bu dansa eşlik etmeye var mısın?..
”Kaynak benim, peki ya kaynağımın ham maddesi ne ?..
Var olmak.. Hep var mısın? Wake up Neo, wake up..
Geçmişi de iyileştirmek mümkün müdür?
Adım adım gerçekleşen bir süreç; kısa yol masalları, her yarayı kökünden temizlemek, her bir inancı anında değiştirmek hikayeleri ne çok boğmuş meğer ruhumu.. Ben demişim, ben kalbimi ilmek ilmek kendi zamanımdan bugünümden çalarak iyileştirdim de her seferinden nasıl bu denli derinlere işleye işleye kırabildiler. Ben emek emek sevgi, sadakat, şeffaflık demişim de nasıl olur en çok buralardan yıktılar.. Nedeni nasılı bitmez bir sorgulama hali.. Hem de en kıymet verdiğim en derinimi açtığım yer, kalbim..
Mahzenime indim. İnmek istemesem de en dibine kadar atıldım aslında.. Sorumluluk almak demek sadece eğitimde başarılı diplomalar, kariyerde alkış alan yükselişler, dimdik ayakta durmalar, her anın içinden güçlü bir şekilde geçebilmelermiş.. Bu benim 27 yaşıma kadar etimle kemiğimle, kendime rağmen ayakta tutmaya çalıştığım bir hikayeydi.. Çalışmayı hiç bırakmadım, üniversite hayatım boyunca hem çalıştım hem de bulduğum her projede gönüllü oldum.. İyi geldiğim her bir cana, canlıya daha da sevgiyle yaklaştım. Ben onlara sevgiyle gittim, beklemeden uzattım elimi, onlardansa bir güzel söz, bir çocuk neşesi görmek yetiyordu bana.. Hatta bir gün bir okul projesinde sadece çocukların değil bir öğretmeninde hayalini gerçekleştirmişiz, proje bittiğinde öğretmenden bunu duymak öyle iyi gelmişti ki kalbime kendi içimde bir küçük mutluluk kaynağı akıyordu o zamanlarda.. İşte diyordum benim küçük dünyamın ham maddesi bu, sevgi..
Kalbimden akan sevgiyi hiç esirgemedim bu hayatta, kimseden.. Hayatımda olsun olmasın her canlıya, ne kadar yaralanırsam yaralanayım kimsenin yaşattığını bir başkasına duvar diye örmemeye gayret ede ede akıttım sevgimi.. Kalbimi akıtırken benden eksilenleriyse görmezlikten gelmişim.. Şimdilerde tüm kızgınlığımsa kendime. Kızmamam gerek, etrafa saçtığım şefkati kendime de sunmam gerek desem de içimdeki kızgınlık öyle güçlü ki en zorlandığım konu bu aslında.. Sevgilim kendini güçsüz mü görüyor ona onda gördüğümü anlatıp hemen güç verme çabalarım, arkadaşım kendini yetersiz mi görüyor ona onca başardığı şeyleri kendisinin başardığını hatırlatma çabalarım, ailemde bir kriz mi baş gösteriyor onlara hemen bir çözüm bulma çabalarım.. Ya ben, peki ya ben, konu ben olunca ne kadar da sert dilim, ne kadar da katı kalbim kendime karşı..
Kendimden eksiltmişim.. Eğitimde başarılar eklemek yerine depresyonumla mücadele etmişim, kariyerimde yükselişler yaşamak yerine yaralarımı iyileştireceğim diye kabuğuma çekilmişim, hayat inşa etmek yerine hayatımın yavaş yavaş yıkılışını izlemişim oturduğum koltuktan.. Şimdi gerçekliğimle baş başayım.. Nereden başlayacağımı bilmiyorum, malum aileden de miras yiyen biri değilim keza miras olarak bırakacakları şeyin parayla alakası da yok el elde baş başta kaldım derler ya tam da o hal işte..
Ben başarılıydım, ben maceraperesttim, ben hep emek emek inşa edendim. İşte bunların hepsi yıkıldı.. Tam da 31 yaşımda ne param, ne işim, ne diplomama katkısı olan bir eğitimim, ne çeşit çeşit dil bilgilerim, ne de ortaya serebileceğim bir şeyim var.. En büyük başarılarım düne ait olanlar, en macera dolu anılarım dünde kalanlar, en heyecanlı aksiyonlarım dünde kalanlar.. Kalbim yorgun, aklım bitkin, duygularım sönmüş, hedeflerimden bin ağaç uzaklıktayım sanki..
Ben şimdi ne yapacağım? Tastamam 45 gün oldu, eylül 16 tarihi bir nefes alışla bir nefes veriş arasında ne denli uzun mesafe olabilirse en uzununu soluduğum gün.. Ha gayret kızım, bak bir ayna daha var karşında, bak bir derin yara daha kabuğunu kaldırdı.. Sen kalbini açtın, tam da oradan vurdu.. Aynı hikayeler, aynı döngüler, aynı ilişki kalıpları.. Ayrılığın yasını tut, çünkü sen en çok kendine sadakat duyansın, bırak o ister diğerleri gibi kucaktan kucağa koşsun, isterse senden gördüğü kendine saygı duyma halini hatırlayarak sevgiyi lekelemeden devam etsin bu onun seçimi.. Sen bu döngüyü yıkansın, kıransın.. Dalama geçmişin dehlizine sakın, geçmiştekiler yaptı sen sorguladın sonrası hayat sana onların mutluluğunu alkışlattı, sen çocuk kalbimi kırıp üstüne nasıl mutluluk inşa ederler diyerek çekildin kabuğuna blah blah blah. Bu hikayeler orada kaldı, sen o hikayeler üzerine tam 4 sene kendini, ruhunu, gerçekliğini inşa etmek için kalbine dönensin..
Desem de insanın kendini iyileştirmesi öyle ağdalı bir süreç ki yaşamayan sadece dinler, izler ama asla anlayamaz.. Yarayla alay eder yaralanmamış olan derler ya o hesap.. Kızmıyorum artık, kızacak kimse kalmadı.. Bu sefer de aynı hikaye döngüsünde başka hayaletler hortladı; çocuk kalbime nasıl kıydı, ona en derin sırrımı anlattım oysa bu sırrın yarasını görmek yerine eski sevgilisinden bahsetti, benim kaygıyla acıyla kalakalacağımı bilirken en bildiği yerden kırdı bu kötülük değil mi blah blah blah.. Sorgulamalar farklı olsa da hikayenin derininde yatan şeyler aynıymış meğer; kendini yetersiz hissetmek, kıyaslamak, hor görmek, sevgiye layık bulmamak..
Beklemek, istemek, terk edilmekten korkmak, korkular ve kaygıların yönlendirmesiyle test etmek, sanki karşımdaki benim kadar kendini bulmuş bilmiş biriymiş gibi beni derinden anlarmış gibi bir teslim olma hali.. En nihayetinde kendini gerçekleştiren kehanet, en nihayetinde derinlerde yatan hortlamak isteyen yaraların hayaletlerin baş göstermesi.. Ben şifa bulduğum dediğim yerden hayatın bana bak bakalım bulmuş musun, bak bakalım doğru olanı mı seçmişsin diye yüzüme ayna tutuşu.. Ah öyle çok isterdim ki son ilişkilerimdeki insanlar gibi kendimi sorgulamak yerine suçu karşımdakine atarak onla bunla yüzeysel tatminler yaşayan, kırılmış dökülmüş umursamadan kendi bencilliğimi seçen olmayı.. Bu bile, bu istek bile kendim olma yolculuğumdan uzaklaşmak için bir kaçış aslında.. Kaçmıyorum evet, lakin yolu bulmak öyle zor ki..
Kendi gerçekliğimi bulmak ve bilmek bir anlık değilmiş meğer, her gün her gün pratik etmeliymiş insan.. Madeninden hortlayan düşünceler girdabında geçmişe savrulmak öyle kolay ki. Bana niye bunu yaptı, beni niye kırdı diye başlayan ardından ben şimdi ne yapacağım, nereden başlayacağım, nasıl öğreneceğim diye kendime yüklenmeler.. Bunların arafında ara sıra başımı sudan çıkarıp nefes alıyorum, tam diyorum ben hep inşa ettim yıkıldı yine de yaptım yeniden yapabilirim, sonrasında hayat önüme bir fotoğraf çıkarıyor hiç tanımadığım bir hesaptan bak diyorum nasıl mutlu, nasıl da umurunda değil, hop aynı girdap..
Bu bir yol, yolculuk hali. Olmak, olabilmek, inşa edebilmek aslında sadece süreçte kalabilmekle ilgili.. Sürekli yolda olmak, nasılı sorgulamamak için neyi istiyorsa onu sunmak hayatına da.. Ben yapabilirim kandırmacalarıyla hayallere dalmak değil, ben şuan ne yapabilirime bakmak.. Dans etmeyi seviyorum, kemanımı seviyorum, yazmayı seviyorum şimdide şuanda bunları yapabilir miyim evet o zaman kalkmak ve yapmak, yazmak.. Evet doktora yapmadım lakin kendimi eğitmekten de hiç geri durmadım demek. Evet ülke ülke gezmedim lakin hayata da imkanlarım dahilinde karışmaktan kaçmadım diyebilmek. Evet birçok dil öğrenmedim ama kendi dilimde de kimseye derin yaralar açmayacak kadar insana, insanların hikayesine önem verdim demek..
Öyle bocalamıştım ki o can havliyle bir yandan nefesimi tutup kendime boğulduğumu fark edemezken hemen nasıl gideceğim, nasıl başaracağım demelerin kaygısıyla daha da boğdu kendimi.. Öyle yetersiz hissettim, öyle bomboş hissettim ki kendimi eğer dedim eğer depresyonla, beni görmeyenlerle emek emek uğraşmak yerine devam etseydim şimdi şu 4 yılda nelere sahip olurdum ah. Yüzmeyi öğrenebilirdim belki, kemanımı kutusuna hapsetmek yerine parmaklarıma Paganini ruhunu üfleyebilirdim belki..
Ya şimdi, geç mi kaldım, yetersiz miyim gerçekten? İşte bu bile alışkın olduğum hikayenin canlı kalma çabası. Öfkemle dans eden ruhumun beni hayattan alıkoymasının temel taşı.. Acıttı, kanattı, ağlattı, kaygılarla beni boğdu günlerce. Yine de başardım, sonunda başarabildim, başımı sudan çıkarabildim nefes almayı başarabildim.. Bir sınavı kazanmak kadar alkış almasa da ben başarabildim bugün o suyun içinde nefes alabilmeyi.. Nefes ne kıymetliymiş meğer, kendimi ne denli boğmuşum meğer..
DNA yazılımlarını keşfettim, bir yapay zeka mühendisi kadar takdir görmedim. Bu yazılımı hack’ledim bir sistem uzmanı kadar alkış almadım.. Çünkü dünya masaya yatırdığın, sahnede sergilediğin, duvara astıkların karşısında alkış tutar ezberi benim tüm öğretilerimi bozmuştu.. Kendimi bildim, sabrı öğrendim ve idrak ettim. Tevazu göstermen gereken yerle ben bu konuda iyiyim demen gereken yerin farkını.. Dünyaya karşı kendimi yetiştirdim derken öyle büyük bir tevazuyla başımı eğmişim ki dünyada karşılığında zaten sen kimsin ki mahcubiyeti duyacağım, yetersiz hissedeceğim aynayı sunuvermiş önüme..
Oysa bir cerrah alanında iyiyse aman canım ben kimim ki demez, aksine evet ben bu konuda iyiyim der işe koyulur. Bense kendimi yetiştirmiş olmanın, emek emek verdiğim kalbimi dünyaya açabilme cesaretimin üzerini öyle örtmüşüm ki kendi değerimi DNA’mdan silmek için yazmışım yeni kodlarımı.. Şimdi ilk adım, ilk nefesle birlikte suya teslim olabilmekte.. Yüzmeyi hemen öğrenemeyebilirim , bana yüzme öğretecek sabrı sevgiyi gösterecek olanla yolum kesişmemişte olabilir. İşte ikinci adım da bu, neden ben öğrenemedim onlar öğrendi kıyaslamalarını bırakmak. Ve üçüncü adım, beklemeyi azat etmek..
Senelerce suyun içinde yaşamış, yersiz yönsüz yaşamış biri nasıl da öğrenemez yüzmeyi demeler bitti. Bitmese de o düşüncelere sürekli saplanıp kalarak yüzeye çıkamayan başımı su üstünde tutma hali için elimden geleni yapacağım.. Suyun içinde oradan oraya yüzenleri görüp kendimi yetersiz hissetme halleri bitti, bitemese de onların yolculuklarıyla kendi yolcuğumu kıyaslama düşüncemi dönüştüreceğim. Ve son olarak ben o suyun içinde onca ağırlığa rağmen yaşamaya çalışırken yanıma gelip sanki bir kulaç atacakmış gibi davranıp daha da fazla ağırlık yükleyerek uzaklaşanları sorgulama hali bitti.. Çünkü bu hayatta duymak istemeyene suyun altında kalan bedenime bağlanmış ve beni aşağı çeken onca ağırlığı anlatmak sadece ağızdan baloncuk çıkarmakmış anladım..
En önemli yolda olma hali, bu yolculuk hali bir süreçmiş. Hemen olması, hemencecik iyileşmesi, hemen bir çözüm bulunması bunlar birer masalmış.. Kendi kendime boğulmamak için, nefes alamadığımı idrak edemeyişimi fark etmemek için tekrar ve tekrar anlattığım bir masal.. Ben masal anlatırken hayatta benden duyduğunu bana yansıtmış, o yansımalarda öyle derinden sevdiklerim varmış ki onların görüntüsü kaybolmasın diye daha da bir tutmuşum nefesimi. Onların yansıması kaybolmasın diye çırpınırken ben en çokta kendimi kaybetmişim..
Masal bitti.. Bu sefer uyandım.. Yüzeye çıkmayı başarabildim. Nefes almaya başladı ciğerlerim.. Şimdiyse o yansımalardaki hayatı seyrederek uyuşturduğum aklımı canlandırma zamanı. Şimdiyse onca ağırlığı geçmişte bana aşk adı altında, genetik adı altında, yaşanmışlık adı altında yüklemiş olanları o ağırlıklarla birlikte geçmişte bırakma zamanı.. Ve acele etmeden, suç aramadan, başkalarının attığı kulaçların dalgalarında kaybolmadan suya teslim olma zamanı.. Hakikatin amacıdır aşk, diyen dilimin hakikate teslim oluş zamanı.. Su hakikattir demek, suya fısıldamak kendi gerçekliğimi, ve kalbimi aşka teslim edebilmek zamanı.. Suyun beni de kucaklamasına izin vermek zamanı..
Dünün kaderi yaşandı, yarını kaderi yaşanacak misallerle dolu. Oysa bugün yaşamın gerçekliğinin tek anavatanı.. Şimdi köksüz medeniyetimin kadim krallığında bugünümü inşa etme zamanı.. Yol nereye demeden, yolda savrulmadan, nasıllara gömülü kalmadan..
Bir ben var benden içeri, benden öte, benden azade diyerek.. Kendimi bildim, bugünümle kendimi inşa ediyorum diyerek.. Sevginin kaynağı olan kalbimi, yaralara ve dünün hikayelerine teslim etmeden güzelliğinin ve sahip olduğunun kıymetini köksüz medeniyetimin evi oluşunu hatırlatarak ona, evimi yeşertmek zamanı şimdi..
Onca yıldır kendimle kavgam hiç bitmedi.. Ara verdiğim olurdu kendimle savaşımda, kendimi anladığım da olurdu, hatta herkese bol keseden sunduğum sevgi ve şefkati kendime sunmayı öğrendiğim zamanlarım da olurdu.. Hele şu son 4 yılım tamamen iç dünyamı, DNA’mı, yaralarımı ve travmalarımı ifşalamaya, ifşaladıktan sonrada elimden geldiğince şifalandırmaya çalışmışım zamanımı, enerjimi neredeyse tamamen buna harcamış biri olarak yaşamışım.. Hayatta bu konuda yanımda olacak olanı, kalbime iyi gelecek olanı değil de birbirinin aynı iki insanı çıkardı yoluma, aynalama yapmak içinmiş meğer. Ben avukatın sevgimi ve ona verdiğim değerimin, sunduğum özgüvenin kıymetini anlar sanıyorken yanıldığımı geçte olsa öğrenmiştim. Son gelen mühendis ise; kendime ne istediğimi sorduğum, hayatı ilk kez bu denli akışa bırakmaya başladığım yerden bulunca, kalbime denk sanışımın bedelini ise çocuk kalbimin en derin yerinden kırılarak ödedim..
Anlattıkça şifa olur dediğim gönül yaram için seri halinde yazı bile yazdım. Yine de ne geçti ne dindi.. Eylül ayında ara ara kendimle savaşımı kesin bir netlikle bitirdiğimi belirten kendime manifestolar yazsam dahi o kılıç, o zırh öyle işlemiş ki tenime her seferinde daha çok yapıştı sanki üzerime.. Kahraman bir devrimci olurum diye yaşadığım hayatımı korkak bir burjuvaya dönüşürken buldum aslında.. Hayata meydan okuyan, her yenilgiden bir zafer çıkaran bir ben vardı. Yıllar içinde nasıl bir yıpranmışlık, nasıl bir yenilgi silsilesi yaşadıysam yavaş yavaş sinmişim içime.. İçe dönmek derler ya, bir dönmüşüm içime bir daha da hayata dönememişim sanki yüzümü..
İrdeledikçe irdeledim içimi, deştikçe deştim her yaramı, ben deştikçe hayat daha da derine kesik attı sanki.. Hayattan alacaklıyım derken borçlu çıkmış gibiydim.. Şimdimde, bugünümde nefes alırken boğuluyorum sanki.. İşte, aşka, hayatta hezimete uğramışım da altından kalkacak ne isteğim var ne takatim..
İşte bunlar hep yaşadıklarımı hem yazarak hem de konuşarak önce kendime sonra hayata karşı sürekli sürekli anlattığım hikayeler haline böyle dönüştü.. Öyle tanıdıktı ki terk edilmek, yalanlara maruz bırakılmak, yalnız hissettirilmek, tek başıma hiç gelmeyeceğini bildiğim birini saatlerce bir bankta, bazense bir koltukta hareketsizce beklemek. Benim tanıdığım bu hikayeye hayatta tanıklık etti benimle.. Her hücreme zamanla, yaşanmışlıkla işledi bu hikaye.. Her seferinde kendini yeniden başlatabilmek içinse bana en bildiğim yerden tekme vurarak, tokat atarak bitiriyordu hikayeyi..
Biri geliyor, ben tüm sevgimle kucaklıyorum, tüm şefkatimi boca ediyorum onun üstüne, sadakat konusunda net sınırlar çiziyorum, bak diyorum her ne olursa olsun bana gerçeği söyle, sonra sorunlar baş gösteriyor ama ailevi ama çevresel hemen kalkanlarımı kaldırıyorum, alıyorum savaş gardımı, dolaşmaya başlıyorum aşık olduğum adamın sınırlarında, çünkü test etmeli diyorum. İçimde hiç bilmediğim bir kaynaktan yükseliyor o fısıltı, bakalım o da seni terk edecek mi yoksa aşkın için kalacak mı, en nihayetinde ben kazanıyorum.. Ne zafer ama; terk edilmekle, yara almakla ve sonunda yalnız kalmakla dolu bir zafer, sanki daha önceki hikayeler bu sonlarla dolu değilmiş gibi.. Çünkü terk edileceğime, aşkımın karşılığını alamayacağıma, karşımdakinin sadakat konusunda benim kadar yüce ve net sınırları olamayacağına inanıyorum tanıdık bir hikayeden.. Nitekim de karşımdaki kişi pes ediyor, ne beni anlayabiliyor, ne de ortada emek vermeye değer bir sevgi görüyor.. Her bir ilişki sonrası ben yıkılıyorum, onlar mutlu devam ediyor, hayatta bana onların mutluluğunun ya fotoğrafını ya da bizzat sokağımda el ele oluşunu gösteriyor, ve kendime yıllarca anlattığım nihai hikaye orada bitiyor. Ben o hikayeden kederi, acıyı, yalnızlığı, terk edilmiş olmayı, verdiğim sevginin karşılığı olmayışını, hiç sevilmediğimi ve benim neşemi enerjimi çalarak bana bir kırıntı halinde bile verilmeyen şeylerin başkalarına nasıl da bol keseden verildiğini izlemeye başlıyorum.. Yıllar içinde küçük değişim dönüşümler yaşasam da en temelde yatan yarayı, en derinlere kazınmış inancımı hiç dokunmadan büyütmüşüm içimde.. Ta ki aşık olana kadar..
Yıllar içinde elbette belirli sorgulamalar, dönüşümler, bakış açısında değişimler yaşasam da içten içe dünyaya karşı savunmasız kalan küçük kız çocuğunun asıl derinlerinde gizli kalmış korkularla yüzleştiren bir aşktı bu.. Neden diyordum neden, neden anlayamadı beni? Nasıl göremedi sevgimin değerini? Ben kendimi yıllar içinde yüzeysel ilişkilerden uzak tutmuş, kalbimi herkesten sakınarak iyileştirmiştim oysa, çok sorgulamıştım kendimi, hatta kendi içimde yaşadığım zaman yüzünden hayat akıp gitmiş ben 30 yaşıma gelmişim pencereden izler olmuşum hayatı. Benim bu savaşımı bilen bir adam nasıl olur da göremezdi kalbimin yorgunluğunu, yaralarını ve zar zor iyileşmiş olmasını..
Kavgalar, yanlış anlamalar, bıkkınlıklar, sonrası meydan okumalar, en güçlü benim diyen ego-kibir savaşları.. Sevmeyi güçlükle öğrenmiş iki çocuk hayata karşı kahkahalarla oyunlar oynamak, yeni oyunlar keşfetmek yerine birbirinin canını çıkarırcasına kavgaya tutuşmuştu resmen.. Ve sonrası malum o başka parka gitmeyi, o parktaki yeni çocuklarla oynamayı, mutlu olmayı seçti. Ben ise kaldım parkta bir başıma, salıncağa oturup gözümde dinmeyen yaşlarla ne oyun oynayabildim, ne parka gelenleri gördü gözüm ne de o parktan kalkıp gidebildim..
Çünkü kendime anlattığım bir başka hikayede buydu; ne zaman mutluyum diyecek olsam heveslerim kursağım da kalır zaten, benim için çabalayan kimse olmadı zaten, hep beni kırdılar gidip benden sakındıklarını başkalarına sundular, istediğim kadar gülerek başlayayım hayat beni hep kanatır zaten.. Ben kadar kendini köşeye sıkıştırıp cehennemin ateşine kendi iradesiyle yürüyen biri daha var mıdır acaba? Ben kadar kendini delik deşik ederek bilmeden hayattan kendini alıkoyan var mıdır acaba? Ben kadar hayatın sahneye davet ettiği, bir yanlış adım ya da bir çelme yüzünden anında sahneden kaçan var mıdır acaba?
Kendime ne mitler sundum, ne efsaneler anlattım, ne savaşlar verdim zaferler kazandım da hiçbiri kendimi yerle bir eden hikayem kadar güçlü olmadı.. Kendimi defalarca kaldırdım yerden de hiçbir zaferim yere düşmem kadar güç vermedi bana.. Nice insanların kalbine sevgi tohumu ekmeyi başardım da kendi kalbimi sevgimden mahrum edişimi yenemedim bir türlü.. Nice güzel aşk yaşadım da hiçbir yaşatılan aşk bende beni terk edenin yarattığı keder kadar iz bırakmayı başaramadı.. Çünkü kederle bitmeli, heyecanla yenisi başlamalı, başlayan hayaller kurdurmalı, sonra o hayalleri kursağımda bırakacak kadar sevgisiz olmalı, olmalı ki beni yapayalnız bırakıp içimdeki kırılgan kız çocuğu tanıdığı hikayelere geri dönmeli, keder ve ıstırap dolu cehenneminde evine saklanmalı, sonrası malum yana yana kül olana kadar yanmalı, ateş bile yakmaktan utanmaya başladığı an da bir küçük adımla hayata merhaba fısıltısıyla yaklaşmalı..
Sonra malum, ben bu cenneti inşa etmek için kendi cehennemimden geçtim temalı hikayeler yazmalı.. Çünkü hep derin anlamlar aranmalı, koca koca manaları olan hikayeler yaşanmalı, hep yanmalı neredeyse hiç sönmemeli, hep savaşmalı, hep koşmalı.. İş yaşamaya gelince korkmalı, sevgi konusunda benden farklı bir dil görünce kaygılanmalı, hemen onu hizaya getirmeli ki beni daha bir gerçek sevsin.. Yahu sevsin, sevsin de sanki biraz buna izin mi vermelisin ha benim güzel kızım..
Travmalarla, yaralarla öyle içli dışlı oldum ki bu işin okulunu okuyanlar ben kadar mesai yapmamıştır. Hep bir anlama çırpınışları içindeydim, her şeyi analiz etme çırpınışı.. Çünkü bilmeliydim, çünkü belirsizlik korkunçtu, zarar veriyordu, yaralıyordu.. Sevsin, sevmesin, yapsın, yapmasın ama bana yeter ki dürüst ve şeffaf olsun. Ben yeter ki gerçeği bileyim.. Çünkü içimdeki çocuk karanlıklara maruz kaldığı şeylerden, mutluyum diye adım attığı yerin kuytu köşelerinden öyle zarar görmüştü ki, attığı adım nereye çıkıyor orada kim var, o niye var bilmek istiyordu.. İşte masal dinleyerek uyumayı seven o küçük kız çocuğu yıllar içinde bu korku dolu hikayelere maruz kalmış.. Ne uykusunu tam uyuyabilmiş, ne yediklerinden tat alabilmiş.. Anlardaki heyecanlar, kısa kısa mutluluklar, birkaç tatlı sözle dünyayı kucaklama heveslerine tutunmuş durmuş..
Oysa hayat iki nefes arasında bir yerde hem herkesi sarıp sarmalayan, hem de kimsenin dünyasına dahil olmayan bir uzantıda yıllar içinde kendi bildiği düzende, kendi kurduğu dengede akmaya devam ediyor.. Ne yağan yağmurun, ne batan güneşin, ne de dönen dünyanın senin hikayene ihtiyacı var.. Oysa ben bu kanatan hikayeleri, kanatarak şifa bulduğum her yaramı dünyaya anlatmış durmuşum. Ben anlattıkça dünya öğürmüş, ben öğürmüşüm de yine de durmadan devam etmişim ben anlatmaya, dünya da dönmeye..
Şimdi daha da net görüyorum öğürdüm, midemi bulandıran hikayenin benim gerçekliğimi nasıl da gölgede bıraktığını.. Oysa çokta güzel sevilmişim, çokta değer görmüşüm, hiç gitmediğim yerlerde bile hikayeler edinecek bağlar inşa etmişim.. Bense kendi sokağımda bir kökü çürümüş bir cılız fidanı yaşlarımla yeniden yeşertme umuduna tutunmuşum. O cılız fidanı toprağa ekerken verdiğim savaşın değer kazanması için daha da savaşmışım, savaşmakla yetinmemiş hep anlatmışım.. Fidanımda fidanım diye.. Oysa kainat rengarenk fidanlar, yemyeşil ormanlar, bana yüzmeyi öğretecek okyanuslarla dolu..
Kalbimin en kıymetli aşkı, biricik dostlarım, sevgili ailem, beni her seferinde aynı heyecan ve kuyruk sallamasıyla karşılayan canım köpeklerim.. Sevginize minnettarım.. Bugüne kadar olmayı seçtiğim, kadınla gerçekliğimde olan kadın arasında bir köprüde sarkaç üzerindeydim. Bir tarafta, olduğum gerçekliğin ortaya çıkardığı aşk ve ışık saçan neşesi, diğer yanda dünyaya karşı diş bileyen kaygılı küçük bir kız çocuğu.. İkisine de hikayenizde yer açtığınız için teşekkür ederim..
Ben annem, babam değilim. Ben geçmişim değilim. Ben kaygılarım değilim. Ben zihnimin kıvrımlarımda beni yaralayan geçmişte yaşatılanların korkusunu uyandıran düşüncelerim değilim.. Bana ayna olan herkese teşekkür ederim. Benim hikayem de sevmeyi ya da kırmayı seçerek, benim hikayemde kalmayı ya da gitmeyi seçerek her iki durumda da bilmeden belki istemeden bana tuttuğunuz aynada yıllar sonra ilk kez kendimi görme cesareti gösterdim.. O yüzden en çokta kendime, benimle birlikte sevmekten hiç vazgeçmeyen içimdeki küçük kız çocuğuna teşekkür ederim..
Dünyada en kötü insan kimdir? Ya da kötü diye nitelendirdiklerimiz mesela? Sadece suç işleyenler mi? Peki ya diğerleri?
Mesela kırıla döküle bir hayat yaşamış, yine de kendini her gün yeniden ayağa kaldırmaya zorlamış, kalbimin her parçasını ilmek ilmek toparlamış, yıllarca emek emek iyileşmeye çalışmış birinin yaralarını kanatmak, bile isteye kırmak kalbini, hele de yaralarını bildiğiniz nerelerden kırıldığını bildiğiniz birini bilerek kırmayı seçmek kötülük değil mi mesela? Bir çocuk hevesiyle hayata karşı dimdik durmaya çalışırken, onca yaraya bereye rağmen yine de inanmayı seçerken, elinde ayazdan kıştan sakınıp koruduğu bir tek sevgisi kalmış birinin tam da sevgisinden vurmak kötülük değil mi mesela?
Asıl kötülük ne biliyor musunuz, bir canlılığa zarar vermek. Hem de bunu göz göre göre yapmayı seçmek.. Dünya tarihinde, kültürler arasında iyi kötü tanımı yasallarla belirlensen de bunun dışında da bir kötülük, iyilik tanımı var.. Var olan canlılığa zarar verenseniz kötüsünüz kim olursanız olun; kandıran, aldatan, çalan, öldürenden farksızsınız. Canlılığa zarar vermeden üstüne bir de yeşertmek için çabalayansanız iyisiniz.. Bu kadar net.. Karmaşaya gerek yok, ama ben kimsenin malını çalmadım ki gibi savunmalara da gerek yok.. Ortası da yok..
Mevsimler zamanı gelince değişiyor, yağmur buluta yük olmaya başladığında bırakıyor kendini yeryüzüne, gece gizemini koruyor her seferinde, gündüz seni beni görmeden ışıldayarak kendini gösteriyor.. Sen aşık mısın, aldatılan mısın, mutlu musun, huzursuz musun, yaralı mısın, neşeli misin bunları hesaba katmadan. Duyguları var etmek ya da yok etmek için değil. Bu alanlara bir etki yaratmak amacıyla da değil.. Sen yağmura bakınca içinden dans etmek mi geliyor yoksa yağmur ruhunu mu daraltıyor bunlara bakmıyor yağıyor öylece.. Kısaca hayat sen üzülüyorsun diye durup sana yol vermiyor. Bundan dolayı da kendini suçlu hissetmiyor.. Oysa biz insanlar öyle mi, sebepler sıralıyoruz, sonuçlar çıkarıyoruz her durumdan..
Hayatımıza gelen insanın hikayesindeki yaralara berelere aldırış etmeden yaralamayı seçebiliyoruz.. Bedeninde gizli kalmış travmalara aldırış etmeden tam da oralarda gezinip travmatik hücreyi bulup uyandırmayı seçebiliyoruz.. Yasalara uymayanları suçlu ilan etmek kolay. Peki ya kalbi yaralara dolu olanı bile isteye kırmakta kötülük değil mi, kaygılarına rağmen hayata adım atmaya çalışana çelme takmak kötülük değil mi, kendi yolunda zaten iyi olmayı her gün seçen birinin üstüne başkalarının talan ettiği bahçeleri yeşertme çabasına, çırpınışına rağmen bunu yapanı kırıp dökmek kötülük değil mi?
Kıran döken diplomalarına sarılıp ben ulaşılmaz ve mükemmelim naraları atarken gerçekten onun kalbinin iyi olduğuna inanır mısınız mesela? Anlıyorken onun sevilmeyi bilmeyişini buna rağmen sizin sevgiyi emek emek büyütmenize bile isteye ihanet eden sultan ya da başarılı bir profesör olsa önemi var mıdır sizin için?
Ünlü fizikçi Richard Feynman ”eğitimi asla zeka ile karıştırmayın, doktora yapabilir ve yine de aptal olabilirsiniz” demiştir. Ki bizzat bu sözün ete kemiğe bürünmüş olanlarını gördüm, hatta körelmiş kalplerinin bir nebze olsun ışık alabilmesi için çırpınmışlığım dahi var.. Bu tarz konuşmalar oldukça riskli aslında çünkü kibirli olanları öfkelendirirken, kendini bilen insanları gülümsetir.. Benimse en sevdiğim şeylerden biridir insanların kendilerini gösterdikleri gibi olmayışlarını çözmek.. Kendimi bilme yolunda benimle olması gereken benimle yürür, olmaması gerekenle yollar ayrılır modundayken bu oyunu oynamak kolaydı.. Lakin nereden bilecektim ki aşık olduğum insanın olduğu kişiyi gördüğümde, ona kim olduğunu yansıtan bir ayna olduğumda içindeki gerçekliğin ilk beni yakacağını? O kendisiyle yüzleşmek yerine, sevilirken iyileşmek yerine yüzleşmek zorunda kaldığı aynayı yani beni kırıp dökmeyi tercih ettim.. Oysa içindeki 8 yaşında terk edilmekten korkan, sevilmeyi öğrenememiş o kaçıngan çocuğu nasıl da yürekten seviyordum, görmek istemedi.. Eğer aynayı kırmak yerine biraz daha derinden bakabilseydin beni kesen bir cam parçası olarak görmek yerine onun kalbine ışık veren bir aşk olarak görebilirdi..
İşte benim canlılığımı öldürmeyi seçenler arasına bir aşk hikayesi daha böylelikle girmiş oldu.. Ben de dersimi aldım ama.. Her konuda yavaş yavaş sınır çekmeyi öğrenmiştim, aşkta da barış’tan sonra öğrendim demiştim kendime. O yüzden de yıllarca takılmaya gelenleri, yüzeysel bağ kuranları hep kırmadan uzak tuttum kendimden.. Hayat dedim, dener. Bakalım kendine verdiğin sözü tutabilecek misin, kalbine layık olan gelene kadar kalbini koruyabilecek misin, seni son bir kez daha dener.. Yıllar sonraysa gelen aşkın mucizevi bir aşk hikayesi oluşuna inanmamın kökü aslında sadece yaralarıma dayanmıyor, o yaraları şifalandırmak için gözyaşıyla geçen kaç sessiz ve yalnız gece var, kaç savaş var, kaç yenilgi var bir bilseniz..
Peki benim kırıntısı kalmış neşemin, sevgisinden sürekli yara almış kalbimin, tahrip edilmiş çocukluğumun hikayelerine rağmen yeşertmeye çalıştığım o aşkın canlılığını yıkmakta kötülük değil miydi? O emek emek inşa etmeye çalıştığım küçük hevesimi kursağıma tıkmakta kötülük değil miydi?
Şimdiyse daha net anlıyorum, hala kanasa da yaralarım daha derinden anlıyorum.. Kırıntılardan oluşan bir neşe değil, bütünüyle var olan bir neşeye layık olduğumu. Çırpınarak ilmek ilmek değil, zaten kalpten çabaladığım ve huzurla gelecek sevgiyi hak ettiğimi. Çocukluğumda kaskatı kalmış bedenimi, kaygıları öğrenmiş aklımı daha da incitenlerle ve beni bile isteye kırıp dökenlerle değil, kalbimin ve ruhumun sevgisini görebilmeyi ve bu gördükleri aynada derinlere bakabilme cesareti gösterenlerle yol yürümeyi hak ediyorum..
Her cephede yavaş yavaş kendini bilmiş, yolunu bulmuş ben tek bir cephe de kendimi teslim etmeye hazırmışım meğer.. Aşka.. Hele de geçmişin kendiliğinden oluşturduğu güvenli bir dostluğun, yine kendiliğinden gelişen o adımlarına, öyle hazırmışım ki kendimi bırakmaya, hayatta bir şeye hiç bu kadar gönülden teslim olmayı istememişim.. Ve öyle güzel bir kalpti ki kendini durduramayacak kadar güveniyordu kalbi bana.. İşte demiştim işte aramadan bulduğum ama sanki çocukluğumdan bu yana hep düşünü kurduğum aşk bu..
Tam bir buçuk aydır yazsam da, ağlasam da içimde kırgınlıklar taşıdığım bu aşk hikayesi, aslında bana sır aynası olmuş, sadece ben değil aynı zamanda benim içinde bir başka hikayenin başlangıcını yaşayabilmem için meğer bana yoldaş olmuş.. Ben ki köksüz medeniyetimin kadim kralı dedim hayatımda ilk kez birisine, ben ki mabedime elini tutup götürdüm ilk kez bir aşka inanarak. Ben ki hayalini bile kurmaya korktuğum şeyleri suya sesli söyleme cesareti göstermeye başladım.. Çok kızgındım, bir yandan farkındalıklarla dolu yetişkin halim bu kızgınlığın aslında çocukluğumun o terk edilmek o güvenle bağlanmamak dolu hikayelerinden dolayı olduğunu bilse de yine kızmaktan vazgeçmek istemedim.. Çünkü ona kızmak bile aşkımı beslemekti bir yandan..
Oysa gerçekte inşa etmek istediğim aşk özgünlük ve özgürlük doluydu. Geçmiş yaraların, hayatımızda olan ya da hayatımıza dahil olmaya çalışan insanların kirletemeyeceği ve zarar veremeyeceği, birbirimizin çocukluğuna yuva yetişkinliğine oyun arkadaşı olduğumuz biz aşk.. Biliyor musunuz başarabileceğimiz tam da buymuş.. Tabi ben kaygılarla o ise kaçmakla ortalığı savaş alanına döndürmeseydik.. Olan oldu, olacak olan olacak..
Ben yaşadığını yazan, yazdıklarından kaçan bir köksüz medeniyet inşa etmişim aslında.. O medeniyetimin tahtını köksüz birine bırakmayı seçmişim.. İçten içe de aslında o tutsa elimi kök salsak istemişim de işte öyle içten istemişim ki fısıltısını ben bile duyamamışım.. İşte hayatımda onca ayna tutan oldu, onca insana ayna oldum. Ayna olduklarım çoğu zaman kırıp parçalasa da beni yüzleşmek istemese de, bana ayna olanların yansıttıkları yansımamdan ben hep kanasam da korksam da bir yüzleşme yaşamaya gayret eden oldum.. Oysa bu sefer karşımda bir boy aynası vardı; geçmişin her zerresini önüme koyan, üstesinden geldiğim ya da yenilgiye uğradığım her bir zaferi her bir mağlubiyeti yansıtan, korkularımın tamamını ortaya çıkaran, kaygılarımın kökünü gösteren bir boy aynası.. Tam 37 gün oldu bugün.. Ve ben ilk kez kalbim hafiflemiş hissediyorum..
Çünkü aşk, hele de benim çocukluğumun en gizli hayali olan aşk fısıltısını duyurmayı başardı.. telefonum arkasında duran fotoğraf, çocukluğumun geçtiği Nazilli’min sokağında çekilmiş, kar helvası yerken çekilmiş o bir fotoğraf yaralamaktan vazgeçti beni. Yeni evimin hayaleti değil, o evimde başlangıç yapabilme umudu vermeyi seçen minik bir tohum oldu bana..
Önce inandım, yaralandım, ifşa ettim yaralarımı. Sonra duruldum, kanadı yaralarım, şifa aradım.. Şimdiyse iltihabı akmış yaralarım kabuk bağlamaya başladı derdim devanın kendisiymiş, yavaş yavaş uyandım.. Artık inşa etmek zamanı..
Yazıya başlamak bile 8 saatimi aldı.. Kendi sesimi tam olarak 31 yaşında olmama rağmen bulamamış olmama şaşırmamam lazım aslında.. Aklımda yazıyı neredeyse yarılıyorken klavye başına oturmak, aklımı kelimelere, kelimeleri cümlelere dökmek hayli zor geliyor.. Son aylarda aslına bakarsanız nefes almak bile zor geliyor.. Travmalar, yüzleşmeler, farkına varmalar, anlatma çabası, anlaşılma çırpınışları derken aklımda her taş yerli yeri otururken hayatımdaysa tam tersine belirsizlikler kontrolü eli aldı yetmedi yerine oturttuğuma inandığım taşları da yerinden etti.. Kahramanlık hikayelerim, yaralarımla yaşadıklarımla yüzleşmelerim hepsi geçmişin gölgesinde kaldı resmen..
Peki onca şeye rağmen yıllarca yoluna devam edebilmiş, yarası olana kendi yarasına göstermediği hassasiyeti göstermiş, başını hep dik tutmuş, hayatın her zerresini neşesiyle yaşamış bir kadındım ben. Dünyaya meydan okumaya cesaret gösteren benden geriye ne kaldı? Kendimi onardım dedikçe daha da derinden kırmaları, gerçekten buldum dediğim yerden inancımı sarsıp aslında yanılsama olduklarını göstermeleri, yaralarımı gösterdiğimde bunu samimiyetle görmek yerine tam da yaralarımdan bile isteye kanatmayı seçmeleri.. Mücadelem dıştan içe döndü yıllar içinde..
En çokta depresyon dönemimi düşünüyorum da; yemek yemeye mecalim yokken diplomamı aldım, evimin altındaki markete bile inmeye halim yokken ehliyetimi aldım, ihanetlere yalanlara rağmen yeniden inanmayı seçtim. Kısaca hayatın yedirttiği yemeğin hesabını kimseye kesmemeye gayret ettim.. Ben hayatın sertliğine rağmen sevgiye inancımı kaybetmemek için savaş verirken bir yandan ne sertlikler yumuşadı, ne hayatımı kolaylaştıranlar çıktı yoluma.. Azala azala bittim. Bittiğim yerden çiçek açtıracağına inandığım bir aşk geldi hayatıma, hah dedim ya hayat bir kerede olsa güler be insanın yüzüne, bana da buradan çiçek açtıracak dememe kalmadı asıl ayazı oradan yedim..
Tamam dedim tamam. Aşk, kariyer, eğitim derken nerede zorluk var oradan güçlenerek çıktın, yine çıkarsın.. Çıkamadığım gibi daha da bitti içimdeki her bir inanç dolu zerre.. Dünün her hikayesi üzerime yıkıldı, yendiğimi sandığım her zafer meğer birer yanılgıymış gibi hissettirdi, gördüğüm hayatlar cevap aradığım sorular bana kendimi öyle değersiz öyle yetersiz hissettirdi ki daha önce hiç bu denli dibe batmamıştım.. Her zerrem hiçliğin varlığına büründü. Göğsümde bir mağlubiyet ordusunun varlığıyla kalakaldım köksüz medeniyetim kadim krallığında bir başıma..
Önce zaman tanıdım içimdeki yas sürecine, kalbim kırılmıştı hem de en güvendiğim yılların derinden kurduğuna inandığım bağla.. Ruhumun yorgunluğu, aklımın kaygılarıyla bir olup çöreklendi üstüme.. Daha önce hiç bu denli kaybetmemiştim inancımı.. Kendimi, hayallerimi, hayata fısıldadığım her bir duayı bir gece sisinde kaybettim.. Sesim hiç bu denli kısılmamıştı, hiç bu kadar çaresiz ve hareketsiz kalmamıştım hayata karşı.. Sımsıkı tutunduğum hayata beni bağlayan her bir ilmek ellerimi öyle derin kesiklerle kanattı ki istemeyerek bile olsa bırakmak zorunda kaldım. İşin ironisiyse sadece kanatıp yaralayanları değil, sıkı sıkıya inandığım sevgiyle büyüttüğüm sadakatle beslediğim çocuk masumiyetiyle emek emek büyüttüğüm şeyleri de bırakmak zorunda kaldım.. Dip ve hiçlik hayatımın her alanına, bedenimin her hücresine sirayet etti.. Emeği geçen herkese teşekkür ederim..
Hepimizin kırılma noktaları, hikayeleri elbette var. Kimimiz ayağa kalkar devam ederiz, kimimiz duyguları yok sayarak devam ederiz.. Benimse hayatımda sağlık, aşk, kariyer derken birçok anlamda kırılma noktalarım hayli fazlayken ayağa kalktığım ve devam ettiğim noktalar yaşadıklarımın karşısında daha az sanırım.. Kimimiz sever aldatılır, dağıtır kendini sonra toparlar bir yol çizer kendine hatta kimisi o çizdiği yolda o kadar katılaşır ki duygularını yok sayar kibrini besler ve gerçekten seven biri geldiğinde onu geçmişindeki zehirli ihanet yarası yüzünden yaralamayı seçer, aslında bilmeden ama aynı zamanda bile isteye. Kimisi hayattan yer tokadı, sorgular kendini lakin bir adım atar hayatta o adıma karşılık verirse oradan başlar toparlamaya.. Bir de benim gibiler var hayat farklı cephelerden aynı anda saldırır üstüne, hata yaptırır çoğu zaman, neyi tutsa elinde kalır, zamanla da bu döngü kendini tekrar eden bir hal alır.. Mesela ben ne zaman bu döngüyü kırdığıma inansam tam aksine kırılan tarafta kaldım.. Bir sınır var koşsam da yetişemediğim, ucuna kadar gelsem de geçemediğim, yaklaştım sandığımda bir illüzyon olduğunu anlamak zorunda kaldığım..
Tamam bu kendine acıma hali, dünyayla kıyas edip yetersiz hissetme hali yetti artık. Kulağımda panik atak geçirirken aşık olduğum insandan ”dünyada ne dertler var ya”, ya da beni yanlış anlamasına rağmen öfkesiyle ”sen kimsin, kendini ne sanıyorsun” cümleleri derinde yatanları ayyuka çıkardı aslında. Kendimi hayatım boyunca kimseyle kıyaslamayan ben, kimsenin mutluluğunda gözü olmayan ben, en zayıf anımda dahi sadakatsizlik yapmayan ve çevresindekilerin başarılarını alkışlamak için ayağa kalkan ben. Onların mutluluğunu görüp bana niye mutlu olmayı çok gördüler dedim, onların başarılarını görüp ben kendimle depresyonumla cebelleşirken benden çalınan zamanın neşenin vebalini kim ödeyecek dedim, benim sevgim şefkatim onların sunduğu yüzeysel Amerikan rüyasının yanında çok mu değersizdi be dedim. Elbette başarı, mutluluk benim ne yaşarsam yaşayayım kıskanmama sebep olmaz, çünkü ben kibrimi değil kalbimi besledim yaşanılan onca hezimete rağmen. Lakin kendimi sorgulamak hem de değersiz hissettirecek yerden, öyle her zamanki gibi farkındalık yaşayacak yerden değil, işte bu kendime yaptığım en büyük acımasızlıktı.. Sebep olan herkese kalbinin ekmeğini en kısa sürede yemesini diliyorum..
Sevgimle ektiğim tohumları kibirleriyle zehirlediler, sadakatle biçtiğim değere öfkeleriyle ihanet ettiler, şeffaflıkla yeşerttiğim filizleri yalanlarıyla ezdiler.. Köksüz medeniyetimi küçük bir çocuk heyecanıyla, hevesiyle emek emek inşa ettim de yetişkin akıllarıyla darmaduman ettiler.. Kızmıyorum, gönlüm kırgın yine de kızmıyorum. Onların aksine anlıyorum çünkü onları; sevgiyi koşullu öğrendikleri ailelerine, hep kıyaslandıkları içten içe kendilerini kıyasladıkları çevrelerine, yüzeysel ilişkiler kurup sevilmeyi öğrenemedikleri insanlara karşı hissettikleri güvensizlikleri, öfkeyi, kibri onlara yansıtmazlar çünkü. Aksine sevmeye hazır, kalbini açma cesareti gösterenlere yansıtırlar. Çünkü onlar fark etmese bile içlerindeki o küskün, o sevilmemiş çocuk fark eder sevgiyi verenin değerli olduğunu. Ama o kadar tanıdık değildir ki sevilme hissi o yüzden o sevgiyi yıkmak, o sevgiyi güveni vereni kırmak hayatlarında tutmaktan daha kolaydır. Çünkü ya yüzleşmek zorundadırlar kendi gerçekleriyle ya da alıştıkları yüzeysel hayata kaçmak zorundadırlar.. Ben hep anladım da anlaşıldığımı da, korksa bile sahip çıkmaya değer olduğuna inanmak istedim..
Elimde harabe dolu bir krallık kaldı şimdi.. Hayatı, hayatın zorluklarını göğüsledim, sevdiklerimle hayatın arasına bile girmeye cesaret ettim de bu savaşta yalnız oluşumu, yalnız bırakılışımı göremedim.. Kendimle hayatın arasında bir köprü kurmuştum mabedim dediğim, aşkımın elinden tutup o köprüye çıkma cesareti göstermiştim de elimi tutanın orada kalma isteği olmadığını göremedim.. Yani bir hayale, büyülü bir aşk masalına inandım da, yaşamaya gelince uyandım, uyandırıldım sert gerçekler tarafından..
Ben; sevdiklerim için cesurca savaşabilen ben, sevdiğim için herkese her şeye hatta kimi zaman kendine bile meydan okuyabilen ben, hayatın karşısında sevince dimdik bir omurgayla durabilen ben şimdi kendimle hayat arasında yıkılmış o köprüye bakakalan bir ben haline nasıl geldim!
Tam olarak sıfır noktasındayım, hiçliğin tam ortasındayım.. Eğitimde, kariyerde, maddiyatta tam olarak bir hiçim.. Asıl inşa şimdi başlamalıyken, onca okuduğum araştırdığım şeylerin ışığında asıl sevgiyi kendime vererek gerçekten kalbimin layığı olan bir hayat inşa edebilecek güce, inanca, saf ve gerçek sevgiye sahip olan ben şimdi kendim için niye adım atamıyorum? Sevdiğini yücelten, onun sorunlarına hep başka pencerelerden bakabilen, çözümler kraliçesi ben.. Kendime bir meydan okuyorum.. O köprüyü yıkan yalancı aşka bir meydan okuyorum. Beni yaralarımdan bile isteye kanatanlara da bir meydan okuyorum. Yani zihin kıvrımlarıma, aklımla yarattığım dünyaya, kaygılarımın tetiklendiği her bir travmaya, bedenimde iz bırakmış her yaraya tek tek meydan okuyorum..
Hayatın hep başka bir yüzü olduğuna inandım, neşemle ışığımla ve kalbimle hep orada oldum, herkes için. Değdi demedim, değmedi demedim, hak etmiyor demedim, kibirle yaklaşmadım, yaralamadım, yarası olanı kanatmadım.. Şimdi bu yaşımda, bunca belirsizliğimin telaşımın arasında, inandığım her şeyi ilmek ilmek yıkanların anısıyla, hayatı yaşanır kılar sevimli rutinlerimi değersizleştirenlerin yaşattıklarıyla yıkılan bir illüzyon halinden gerçek olan bir ben olma haline.. Bir yol haritası olur umuduyla okuduysanız bu yazıyı maalesef en azından bu öyle bir yazı değil..
İnancı yıkılmış, elinde hiçbir şansı kalmamış, maddi ve manevi büyük bir bitişin eşinde olan birinin hikayesinin başladığı noktadasınız.. Çünkü bu yol ayrımın en sert olanı. Ve biliyorum ki bunu yaşayan tek kişi değilim.. Bundan 1 yıl sonraki halimi bilmiyorum. Ama eylül ve ekim aylarında kaydettiğim, henüz izlemeye cesaret bulamadığım bazı videolar var. Kendimi not bıraktığım, beni yerle bir edenleri ve etmeyi seçenleri ve bir daha sırf sevgiye olan inancımdan dolayı da kendimi yitirmemeyi bana hatırlatması için kayda aldığım.. O yüzden dilerim ki o videoların ışığında önümüzdeki yıl eylül ve ekim de tam tersi istikamette mutlu, huzurlu ve kalbindeki sevginin değerinin bilindiği hikayeleri yazan bir kadın olarak yeni videolar çekeyim.. Sevgi, sadakat, güven, şeffaflık, anlayış kelimelerinin yüzeysel bağlar kuranlarla, kolayca elimi bırakıp gitmeyi seçenlerle değil de derinden bağ kurmaya cesaret edenlerle ve kim olduğumu ortaya her koyuşumda buna hayranlık duyanlarla olmayı armağan ediyorum kendime bu meydan okumayla.. Çünkü hayat defalarca gösterdi ki; birincisi sevgi herkesi iyileştirmez, ikincisi benim kalbimin o masum çocuksu sevgisini herkes hak etmez ve en önemli gerçekliğini gördüklerimin illüzyonu seçmeyi istemelerine karşı dik durmak sadece beni yorar.. Beni anlayacak, sevgimin kıymetini bilecek, varlığım uyandırdığı neşeye ve ışığa hayranlıkla bakacak ve bundan gocunmadan gurur duyacak nice insanlar var inanıyorum.. Aile ve dost konusunda şanslıyım ki benim değerimi bilen, omurgamın sağlamlığıyla gurur duyanlar var hayatımda.. Şimdi sırada kendimi seçmek ve aşkıma layık olanın gerçekliğini yaşamak..
İşte en büyük meydan okuman bu kendime.. Her yaralıyı şifalandırmak için zaman kaybetmemek, her sevilmemiş olanı sevmeye çalışarak kendimden çalmamak, sadakati seçemeyene gerçeği anlatarak sesimi yormamak, benim varlığım ve verdiğim güvenle huzur bulamayana kendimi anlatmaya çabalamamak, ve en önemlisi sevgimle emek verdiğim için yitip gitmesin kaybetmeyelim güzel olacak ve olmuş olan anları bağları çırpınışında bulunmamak.. Çünkü ben savaş meydanından kaçmam, ben karşıma çıkan zorluklardan da gocunmam. Asıl yorulduğum, yıllarımın neşemin enerjimin yitip gitmesine sebep buydu. Onlar mutlu olurken ben yaralarımı iyileştirmek zorundaydım. Sonrasında gelense yarası var demeden kanatmayı seçendi.. Şimdi onları seçimleriyle bırakmak zamanı.. Çünkü köre gökkuşağını anlatmaya çalışmak, o gökkuşağını nasıl emek emek gözyaşlarımla inşa ettiğimi anlatmaya sadece çırpınmakmış…
Sevgili kendim; köksüz medeniyetini talan edip yıktılar.. Bu ana kadarsa beklemeyi seçtin.. Şimdi sırada meydan okumanın en zor olduğu rakip var karşında, kendin.. Geçmişin hikayeleri, geleceğin hayalleri arasında kalırsan eğer bir şeyi hatırla; sen ne dününden ibaretsin, ne de geleceğinden sorumlusun.. Sen bugünün, sen gerçek olan kıymetini bilensin.. Hepimiz bataklıkta yaşıyoruz, bazılarımız yıldızlara bakıyor. Sen o yıldızları emek emek gökyüzüne taşıyansın, herkese ışık olsun diye.. Şimdiyse o yıldızlar ışık olsun yoluna..
Benden çalınan ne varsa başkalarına limitsizce verildi her seferinde. Küçücük bir jest, tatlı bir söz, bir 10 saniyelik arama beklerken ben bana sunulmayanı başkasına içtenlikle verdiklerini gördüm defalarca.. Sadakatle beklerken ben, bana söylenen beni kıran şeyleri umursamadan hemencecik başkalarına heyecanla gitmelerini izledim her seferinde. Ne zamanki bu sefer farklı dedim, bu benim yaralarımı bilir, kalbimin sevgisine kıyamaz dedim öyle bir kıydı ki ben ne yaptım demeden, ulan bu kadın zaten kırılmış bir kadın en azından benden yana yara almasın diyen olmadı.. Bana karşı demedikleri yapmadıkları ne varsa başkalarına bol keseden verdiklerini gördüm.. Benim yaralı sevgimi daha da kanatmayı seçmekten çekinmediler.. Sorularla, güvensizliklerle, belirsizliklerle bırakmaktan hiç çekinmediler..
Sonra ne mi oldu yaralar kırgınlıklar şifa bulması gereken travmalar bana kaldı, benden öğrendiklerini aldıkları ne varsa başkalarıyla gönül rahatlığıyla hayatlarına başkalarıyla devam ettiler.. Neden ben, ben size ne yaptık ki, sorularının döngüyü aynı kılan cevaplarından bazılarına örnekti yukarıdaki aynı tip insanların varlığı. Beni sürekli sevgimden, güvenimden, sadakata ve şeffaflığa olan inancımdan kırmalarının neleri.. Sorumluluk alamayan (daha doğrusu ilişki anlamın, hayatlarının geri kalan yerlerinde maşallah her yükü omuzlayan), ilişkiyi yol arkadaşlığı değil de yük olarak gören, ben buradayım cesaretinden yoksun, sürekli çevresinden onay bekleyen, ailesinden takdir görmeye çalışan, dışarıdan gelen ilgiyi aç sırf kibrini ve egosunu beslemek için dışarıdan ilgi görmeye çalışanlar.. Düşünün bu insanlar eğitimli, hatta birisi alanında doktora yapmak üzeri, kısaca diploma konusunda verdikleri emeği sevmek sevilmek konusunda veremeyecek kadar kalpleri kapalı.. Suçlayan, karşıdakilerin yetersizliklerini sıralayan bir başlangıç gibi duruyor olabilir lakin ilerleyen kısımlarda bu düşüncelerinizin sadece önyargılarınız olduğunu anlayacaksınız..
Zaten yazıya girişi bu şekilde yapma sebeplerimden biri de buydu; baktığınızla gördüğünüz aynı olmayabilir, peki siz gerçeklerle yüzleşmek ve gerçekliği yaşamak mı istiyorsunuz yoksa kendinizi boş bahanelerle haklı çıkarmaya çalışarak vicdan mı rahatlatmaya çalışıyorsunuz bence önce bunu düşünün.. Çünkü birinden net şekilde yarılmadan iletişimi kesmek ilişkiyi bitirmek değildir ve bu süreçte başkalarıyla yaşadığınız şeyler sizin omurganızı gösterir ve eğer birilerini soru işaretleriyle bırakıp anında başka ilgilere aç gibi saldırdıysanız tebrikler sizi aldatan insanlardan farkınız yok, ister inkar edin ister yüzleşin bu gerçek değişmeyecek.. Ya da sırf kibriniz egonuz dolasıyla birini bile isteye kırdınız ve kendinizce yine bahanelerle vicdan rahatlatmaya çalıştınız, zaten bu tip yapıdaysanız size gerçekleri söyleyen bir çevreniz yoktur daha ziyade pohpohlayan yüzeysel bağ kurduğunuz ve içten içe onay aradığınız bir çevre vardır, yine tebrikler seçimleriniz kimliğinizdir ve kabullenmesi en zor kimlik yapısı içi boş olan bu kendiyle yüzleşememe ve yine gerçeklerle yaşayacak cesareti gösterememe yapısıdır, ister kibriniz kaşınsın ister lan hakikaten bir durup düşüneyim deyin bu da sizin kendinden kaçan bir korkak olduğunuzu ve diğer kötülerden farkınız olmadığını gösterir.. Şimdi buraya kadar öfkelenmeden okuyabilenler sizler kendini bilme yolunun sağlıklı bireylersiniz tebrikleri, öfklenenlerse zaten hala kendiyle yüzleşememiş ve seçimlerinin sorumluluğunuz alamamış insanlar onlar zaten yazarı suçlayarak kibirleriyle hayatlarına devam etmek üzere yazıya devam edemezler.. Kalan sağlarla devam edelim çürükleri ve omurgası dik olmayanları eledik diye düşünüyorum..
Günlerdir aklımda sürekli bu cümle yankılanıyor, ”niyet her şeydir.” Bir yanım tamam anladım dese bile diğer yanım hiç susmadan bunu tekrarlayıp duruyor. Peki niye? Niyetimden emin olduğum kadar hayatta hiçbir şeyden emin olmadım, istesem de olamadım. Neden içim son 3-4 gündür sürekli bunu tekrarlıyor? Bu düşünceye cevap vermeyi bırakıp sorunun nereden doğduğunu, neden sürekli içimde yankı bulduğunu düşündüm biraz.. Yüzeye çıkanlar kadar, çıkmaya utananlar da oldu.. Hani şu haftalardır yaşadığım kalp kırıklığı ve sonraki süreçte sürekli bastıra bastıra dile getirdiğim sevgi, sadakat, şeffaflık gibi konular var ya. Sürekli ben bunları bol keseden verirken karşımdakiler niye güvenimi kırıyor, niye kırmaktan korkmuyor, niye benden sakındıklarını bol keseden başkalarını verebiliyor, kendilerini başkalarına kanıtlarken bana hissettirdikleri şeyler konusunda hiç mi durup düşünmüyorlar, bu kadın yeterince kırgın küskün bir de ben yara açıyorum demiyorlar gibi gibi bitmeyen bir iç hesaplaşma süreciydi..
İşte asıl düğüm burası, asıl döngü burası. Aynı tip insanları çekmek diye düşünürdüm ilişkilerde; karakter olarak korkak, ailesiyle bağlarının güçlü olduğu yanılgısında kendini kullandırtan, çevresinden onay bekleyen, kendini sürekli kanıtlama çabasında gibi örüntüler vardı hep. Kimisi mühendis, kimi avukat, kimisi hem mühendis hem şirket sahibi yani statü olarak kendini yetiştirmiş lakin sevmeyi öğrenememiş kişilerdi.. Hah işte bu noktada ben devreye giriyordum; sevilmeyi öğrenmeleri, birey olduklarını anlamaları, aile bağlarına değer vermekle o bağları boynuna tasma yapmak arasındaki farkı görmeleri, sürekli aldatan ve yalan söyleyen partnerlik ve arkadaşlık ilişkilerinin dışında da bir sevginin ve sadakatin mümkün olabileceğini görmeleri, kalplerindeki kibirden ve sürekli takdir onay bekleyip kendini çevreyle kıyaslayan kimliklerinden arınmaları ve yüzeysel bağlar yerine derin bağlar öğrenmeleri için.. Benim hayatımaysa onlar; işte bu saydığım niteliklere sahip olduğum kadar, bu niteliklerin dünya genelinde hele de şöyle bir dönemde bulunması en zor şeyler olduğunun farkına varmam, hak etmeyene çırpınarak verirsem kendimden azalacağı ve hatta bu nitelikleri yara ala ala öğrenmiş olmamdan dolayı özellikle net sınırlarla korumam gerektiğini öğrenmem için geldiler.. Yine de bu öğrenme hali yeterli değil çünkü niyet yankısı ortaya çıktığında ben zaten kendi içimde bu konularla yüzleşiyordum..
Ne zaman sevsem sevilmeyi öğrenememiş olanları seçen zihnimin en köklü hikayesi buydu, peki bunun niyetimle ilgisi ne? Çünkü yaralarımı şifalandırmam için yarası olanı bulmalıydım, çünkü sevgimin değerli olduğunu ispatlamam için sevgimle emek vereceğim birisini seçmeliydim. Çünkü sadakatin ve şeffaflığın kıymetli olduğunu kanıtlamak için bu konularda değer bilmeyen ve değer görmeyen kişiler olmalıydı.. Genelde de bu konular geçmişten, aileden yaralı konular olduğu için elbette aile konusunda bireyselleşmemiş olanlar olmalıydı.. Tam olarak kırıldığım yerden ışığın gireceği yer işte bu yara.. Yıllar önce benden çaldığını başkasına altın tepside sunan, hayatında bana onun evlilik teklifini alkışlattığı kişiden sonra bu döngüyü kırmak için hayatıma kimseyi almasam da son ilişkimde de o kişiden farksız birinin elini tutmayı seçmem biraz da buydu. Gerçi insan çevresinin toplamıdır derler, son seçtiğim partnerde gerçekten sevilmeye değer bir potansiyel görmeseydim o eli tutmazdım lakin kendisi arkadaşlarına benzemeyi seçti, saf ve sadakatli sevgi yerine. Bense onda gördüğüm potansiyeli nasıl yüceltebilirim hayaliyle baş başa kaldım, o ise alışık olduğu yüzeysel ve kendini kanıtlama çabası içerisinde olduğu çevreyi seçti, hikaye bu kadar..
En çok kırıldığım noktalardan birkaç bunlardı aslında; vicdanları hiç mi dürtmüyor o yaptıkları ve söylediklerinden sonra bu kız nasıl uyumuştur diye hiç mi sızlamadı diye, kalpleri bu kadar sevilmekten korkuyor falan filan. Onların yerine bile sorguluyorum, onların yerine bile ben yüzleşmeleri için çırpınıyor, neden, çünkü sevgim ve sadakatim değer görsün diye.. İşte niyet burada en net çizgi.. Görülmek, anlaşılmak ve değerli hissetmek niyetiyle elini tuttuğum yerden düşüncesiz sözlerle kırılmak, verdiğim sevginin değersizleşmesi ve yaralanmama rağmen bunu yapanların hiçte rahatsızlık duymadan devam edişini izlemek. Niyet etmekle o niyete bürünmek çizgisini ayırt etme, o ayrımı yapacak seçimler yapmak ve bu niyeti sağlıklı yaşayabilmek için buna değer olanları seçmek gerek.. Burada da niyetin temiz olması kadar o niyete uygun seçimler yapabilmek, yani öz irade devreye giriyor.. Şifacı olmayı seçmekle, o şifayı isteyenle bir olmak arasındaki dengeyi korumak..
İşte günlerdir içimde yankı bulan yapının kökü şifa isterken, o şifalı olma halini bol keseden karşımdakine veren benim, bendim.. Çırpınarak vermeye çalıştığım her şeyi kendimden çaldığımı anlamakla yetinmiyorum artık. Verdiği değeri, sevgiyi, sadakati geri çekiyorum. Çünkü en zayıf halimde bile niyetimi, duruşumu bozmamışken bunu beklemek kadar karşımda da bu duruşu ve netliği görmek hakkım.. Kimsenin maddi birikimi, statüsü ya da soyadıyla ilgilenmezken isteklerimin, ihtiyaçlarımın sevgi, sadakat, şeffaflık ve netlik olması ve bunlara sahip olmak hakkım.. Karşımdakinin sorunlardan kaçmasına, belirsizlik içerisinde bırakmasına, kaygılarımı bile isteye tetiklemesine karşı sürekli anlama çabam, empati çabam yüzünden kendimi yormayı bırakıyorum. İnanır mısınız onları anlıyorum, bunca kırgınlığıma rağmen anlamak onlara nefret besleyememe haline neden oluyor. Sevginin ne olduğunu bilmemeleri, sadakatin kıymetini görmemeleri, şeffaflık ve netliğin önemini anlayamıyor oluşlarını anlıyorum. Aileleri, çevreleri, kendilerini kanıtlama çabaları hepsini. İşte benim canımı yakanlara bile kolayca sırtımı dönemeyişimin üzerime lanet gibi çökme sebebi buydu.. Ben anlıyordum da iş beni anlamaya gelince hepsinde idrak yollar tıkanıklığı başlıyordu.. Ben onların yaralarını, geçmiş hikayelerini bilerek oralardan kırmamaya çabalıyordum da onlar bile isteye kanatmayı, yaralamayı seçiyorlardı..
Niyetimle bir olma halimden çıkıp kendimden çok onları anlamaya çalışmanın verdiği yorgunluktan sıyrılmayı seçiyorum artık.. Çünkü sevgimin değerini bilenler, sadakatimin kıymetini görenler, kendimle barışıklığımı takdir edenler ve bunu karşılıksız yapanlar da var dünyada, dünyamda.. Halbuki her şey net; seven kırmaz kıyamaz, sorunlar olsa da her problemin bir çözümü vardır yeter ki çözmek istensin, isteyen ben buradayım der diyebilir önünde dağ duramaz.. Nereden mi biliyorum kendimden! Koşullar ne olursa olsun, hatta hayat beni ne kadar kırarsa kırsın sadakatsizliği seçmedim. İlişkimde sorun olmasına rağmen dışardan gelen ilgilere kendimi kaptırıp zayıf anlarımda bile omurgamı dik tuttum. Sorunlara rağmen kaygılarla, kavgalarla tek başıma kalmama rağmen kaçmak yerine, yıkmak yerine çözmeyi ve elini tuttuğumun yanında durmayı seçtim. Ve koşar adımlarla sevgimi sunduklarımdan sadece 1 adım geri attım, geri bile adım atmadım beni kırıp, bilerek yaralamalarına rağmen o noktada durdum sadece. Görmek için durdum.. Gördüklerim yaşadıklarımdan daha çok kırdı. Meğer sıkı sıkıya ben tutuyormuşum bu bağın iplerini, benim sadakatin de, sevginin de, güvenin de benmişim kaynağı.. Tükenmiş olmam kadar normal bir şey olamazmış zaten.. Sonrası sorgu sual; hiç mi sevmedi, hiç mi merak etmedi, güzel şeylerin kurulan hayallerin hiç mi değeri yoktu, ben şimdi nasıl güveneyim, blah blah blah..
Şimdi teşekkür ediyorum; yıkanlara, kıranlara, yaralamayı seçenlere.. Çünkü onlar kim olduklarını beni kıra kıra göstermeseydi ben inatla onlara kalbimden, zamanımdan vermeye devam edecek kadar derinden bağlıydım.. Sadakat, sevgi, güven öyle pahalı ki bunları çarçur edecek kadar görmezden gelmiş karşımdakilerin neye değer verdiklerini, neyi hak etmediklerini..
Hayatımda gerçeği istiyorum artık; gerçek aşkı, gerçek dostlukları, gerçek sohbetleri.. Benim kaynak olduğumdan ziyade kendini bulmuş, kendiyle yüzleşme cesareti göstermiş kişilerin varlığını hissetmek kadar huzur veren bir şey yokmuş meğer bana.. Bunu yapamayanlara inatla ayna tutmaya çalışırken kendimi karanlıkta bırakmışım meğer.. İsteyen yapardı, keza başkalarına rahatlıkla yapabildiklerini görmek aslında cevapken ben meğer kendimi sadece beklemeye itmişim.. İsteyen zaman yaratırdı, keza rahatlıkla kahve ve tatil için başkalarıyla nasıl da plan yaptıklarını gördüm, bense nasıl bu kadar düşüncesiz olabilir nasıl güvenimi kırmayı seçebilirim demiş durmuşum.. Ben bunları derken onlar güle oynaya devam etmişte, ben bir küçük adımla hayalini kurduğumuz gelecek için umudumu beslemiş durmuşum. Yani elimi tutarken cimrisi davranılan sevgi, güven, sadakat konusunda elimi bıraktıklarında bile beklemeyi seçmişim..
İşte günlerdir içimde duyduğum niyet her şeydirin sesini açıyorum hayatımda.. Ve niyet ediyorum hayata karşı; elimi tutmaktan korkmayan, sorunlar karşısında birlikte çözüm arayabilen, kaygılarla korkularla tek başına bırakıp gitmek yerine aksine bunlara karşı yan yana durmayı seçen, bahanelerle kaçıp korkaklık yapan değil de koşullara rağmen sadakatine sahip çıkmayı seçen, insanlarla kıyaslamaya girip onaylanmayı takdir görmeyi bekleyecek kadar ilgi açı değil de kendini takdir etmeyi seçebilen, sevginin kıymetini bilen, belirsizliklere ışık tutabilen, güvensizlik yaratacak her insana her koşula ve her duruma karşı net çizgi çekebilen bir aşk yaşamayı hak ettiğimi artık daha net görebiliyorum.. O yüzden niyetimi, kalbimin ekmeğini yemeyi seçiyorum.. Beni bile isteye aç bırakan sofralardan kalkıyorum. Benden sakınan sevgiyi, saygıyı, sadakati, güvenini vermeyenlerin sofrasından kalkıyorum.. Beni yaralayan, bunu bile isteye yapan herkese teşekkür ederim.. Bana beni, niyetimi ve niyetimin kalitesinden dolayı hak ettiğim şeyleri hatırlattıkları için..
Ve teşekkür ediyorum yaralayanlara hem seçimleriyle hem sözleriyle; sen kimsin diye kibirleriyle, sevgisizlikleriyle beni bir başıma kaygılarla, belirsizliklerle ve sorularla tek başıma bıraktıkları için.. Çünkü bu kalp acısı bana sadece kim olduğumu hatırlatmadı, neye layık olduğumu, kendimi neye layık gördüğümü de hatırlattı.. Ve artık aşka daha kök salan bir yerden inanmamı sağladı, çünkü kırgın bir yerden nisan ayında söylediğim ”bence hakikatin amacı aşk” sözünü artık daha köklü bir yerden söylemem gerektiğini öğrendim sayelerinde..
Ben zaten benim; her seçimimle sadakatimi koruyan, sevgisiyle neşe saçan, şeffaflığıyla ilişkiye rutinlerde kazandıran, bir şarkıda tatlı tatlı dans eden, güldürmek için sebepler bulan ben.. Artık biliyorum ki kaynak benim.. Ve köksüz medeniyetimin kadim krallığına giden köprüye korkarak çıktığım aşkı o köprüde bırakıyorum. Benim kadim krallığımın değer yargılarına önem vermeyen, sevgi dilimi sevilmeyi bilmeyen halleriyle zehirlemeye çalışan, defalarca zedelenen güvenimin hikayesini bilmesine rağmen o güveni bile isteyen kıranı o köprüde bırakıyorum.. Çünkü köklü bir hikaye yazmayı da yaşamayı da hak ediyorum.. Sevgiyle, sadakatle, güvenle, şeffaflıkla.. Aşığım, aşık olduğum adama da teşekkür etmek istiyorum son olarak.. Çünkü beni yaralayarak, sorularla ve belirsizlikle bırakarak gitmeyi, kaygılarımı bile isteye tetiklemeyi ve güvenimi kırmayı seçti. Şimdiyse daha derinden anlıyorum, onu zaten anlıyordum da yetmedi. Yetmezdi ki tek taraflı anlamak, yetmezdi bir ilişki için tek taraflı sorumluluk almak, yetmezdi. Çünkü her gün yaşadığı Amerika rüyasına karşılık gerçek bir aşkı seçmek gerekirdi.. Çünkü sevilmek yetmezdi, sevmekte yetmezdi bir ilişkide önüne gelen koşullara ve yüzeysel ilgi gösterenlere rağmen her gün o aşk için sadakati seçmek gerekirdi.. Ailesine, kariyerine, eğitimine zaman ayırmak kadar ilişkisine de zaman ayırmak gerekirdi.. O bunu yük olarak görmeyi seçti, bense bunu kabullenmemeyi.. O yüzden en çokta ona teşekkür ederim, çırpınarak göstermeye çalıştığım, çırpına çırpına emek vermeye çalıştığım şeyin altında bir tek benim kalmam çok doğaldı. O yoktu ki ilişki de ilişkiden sonra da kalbiyle seçim yapsın. O beni hayatına dahil etmeyi seçmedi ki, ilişkiden sonra da devam edemeyerek çözüm yolu aramaya kalksın..
Yine de teşekkür ederim; doğum günüm için, teşekkür ederim ilk aşk öpücüğü için, teşekkür ederim fotoğraflarımı masana telefonuna koyarak beni mutlu ettiğin için, teşekkür ederim sana verdiğim kitapları okumayı seçtiğin için, teşekkür ederim en azından sevmeyi sevilmeyi öğrenmeyi denediğin için, teşekkür ederim aldatılmış olmana karşın bu zehri benim sevgime bulaştırmadığın için, teşekkür ederim kalbimin ritmini değiştirdiğin için, teşekkür ederim ”bak yeşil ışık yanıyor hayat yol veriyor, gördün mü deniz dibinde park buluruz demiştim sana, yaaa ben bu şarkıya bayılırım, bak şimdi diyelim ki Edis bana çok aşık tamam mı, ay valiz götürdük ama bize de günübirlik tatil oldu boşver ya senin posta kodun da 3 ve 8 var gördün mü ben sana demiştim sayılar ve anlamları var diye” diye başlayan hayat benimle konuşuyor dediğim her konuda beni gülümseyerek dinlediğin için, teşekkür ederim, bana sudan korkuyor olmama rağmen takla atma cesareti verdiğin için, teşekkür ederim tatil sabahı yola çıkarken açtığım roman havasında yadırgamak yerine eğlenceme dahil olduğun için, teşekkür ederim hayatımda ilk kez mabedim dediğim köprüye elimi tutarak beni aşkla götürmeye cesaret ettiğin için, teşekkür ederim çocuklarımızın fotoğraflarını yapay zekaya yaptırdığın için, teşekkür ederim asla dememe rağmen bana aile olmanın yuva kurmanın aslında korkutucu olmadığını anlattığın ve hissettirdin için, teşekkür ederim eski ilişkimde yaşadığım aileyle tanışma travmasına rağmen babanın en hassas zamanında benimsenin yanında olma ve seni yalnız bırakmama isteğime karşı travmamla tek başıma bırakmadığın ve yanında olma isteğimi gerçekleştirdiğin için.. Ve teşekkür ederim; yeniden aşık olmanın mümkün olduğunu hatırlattığın için..
Kırgınlıklar, yaralar, yüzleşmeler, kaygılar derken uzun zamandır kapalı kaldığım kendi zihin dünyam ve içine sıkıştığım kabuğum sevgiyle de dönüşebilirdi aslında. Kırılarak, yara alarak değil de sevilerek, güvende hissederek de ayağa kalkabilirdim aslında. Lakin payıma kalp kırgınlığı düştü, o kırgınlıkla baş başa kalarak öğrenmek düştü.. Sağlık olsun diyelim.. Olan oldu, olacak olan olacak.. Hakikatin kökü aşk ve ben hakikatin gerçeğini yaşamaya niyet ediyorum.. Çünkü niyet her şeydir..
Eylül ayında başlayan çatırdamalar ve ay bitmeden yaşanan hayal kırıklığının, kalp kırıklığın üstünden bir ay geçmiş. Tam bir aydır bunların tesiriyle yazmışım. Bana kalp kırıklığıyla yazdırandan vazgeçip aşkla, neşeyle yazdıranı seçmenin, seçebilmek içinse hayal kırıklığının kapladığı alanı boşaltmak zamanı.. Aşkta sadakat gösterdiğim kadar ayrılıkta da göstermenin verdiği haklı gururun yanında verdiğim emeğin, harcadığım zamanın, yitirilen enerjinin, söndürülen ve sömürülen neşemin borcu sebep olanın boynuna kalsın.. Hayal ve kalp kırıklığından yavaş yavaş yeşerecek olan neşeme doğru yol almaya ben hazırlanadurayım gelin sizinle de şu yaralar, travmalar ve bunların bize ayna, şifa ve aynı zamanda dönüştürülmesi gereken bir kör nokta oluşu kısımlarına..
Yaşadıklarımı yazma yeteneğim kadar aklımda yaşadıklarımı hayatımda yaşamak gibi bir yeteneğim de var, bunu beni tanıyan neredeyse kimse pek bilmez. Benim evrenle gizli dilimdir, tabi bu yeni moda manifest et yaşa olayından hem farklı hem de buna benzer. Akla gelen ilk şey madem böyle bir yeteneğin var her şeyi yaratabilirsin olsa da maalesef her yetenek yanında bir lanet getirir, benimkiyse aklımda geçirdiğim zamanın gerçek hayatta geçirdiğimden daha fazla olmasına sebep olan bir duygu durum bozukluğu.. Gerçi seneler içerisinde onunla yaşamayı öğrensem de yönetmek konusunda hala zayıfım. Buralara da geliriz belki ilerleyen paragraflarda.. Önceliğimiz içimiz, bilincimiz ve bizim diye sahiplendiğimiz kimliğimizin temelinde yatanlar.. Her zaman olduğu gibi kürsüye kendimi çıkarıp, karşınızda kendimi ifşalayacağım ki sizi aynalayan bu yazarın karşısında ister egoya yenik düşüp kibirle kavrulun isterseniz de bir cesaret adımı atarak kendinizle yüzleşme sorumluluğunu alın, seçim sizin..
Madem kalp kırıklıklarını yazdık günlerdir şu bağlanma stilleridir, sevme şekilleridir, sevgiyi kabul edebilme kapasitemizdir, ayrılık sonra aslında neyin boşluğunu yaşıyoruz gibi konulara bakalım..
Kaynakların temelinde bilimsel araştırmalar, makale okumaları yatsa da burası bilimsel araştırma sayfası olmadığı için yaşanılanı aktaran ve bu tecrübelerin, okumaların, araştırmaların sonucu yapılan çıkarımların olduğu hikaye bütününü okuyacağınızın uyarısını yapmak isterim.. Kahveler hazırsa ve şükür ki her şeyin anlamını kaybetmesine sebep olan hazır kahve içmenin de anlamını yitirmesine sebep olmamışken başlayabiliriz..
Partner seçimlerimin neredeyse aynı olduğunu söylerdim son ilişkime kadar.. Heyecanla başlar, çıkmaza girer, herkes yoluna gider, ben yas sürecimde kendi dünyama çekilirim, içimde bitirir hayata öyle karışırım, sonra hayat yeni bir merhaba der ve hikaye başlar. Tabi ilk sevgilim 17 yaşımda olduğu için 27 yaşıma kadar olan ilişkilerim için böyle diyebiliyordum. Ta ki o 27 yaş süreci, o süreçte yaşanan bunalım ve pandemi dönemi, o ilişkide aldığım derin yaralar, tetiklenen hayal kırgınlıkları derken ilk kez o zaman dur dedim kendime. Dur, dinle, anla, sor bir içine hayatında ne istiyorsun.. İlk kez o ilişkimden sonra hayatımda yas sürecim bitmesine rağmen birilerini almadım. Bunun en temel sebeplerinden birisi kendime net olarak ne istediğimi o kişiyle yaşanılanlardan sonra sormuş olmamdı.. Tabi ben ne istediğimi kendime net olarak söylesem de hayat karşıma insanlar çıkarmaya devam etti.. Muhtemelen; isteklerinde emin misin, bakalım dersini aldın mı, gerçekten iyileştin mi deme şekliydi bu hayatın. Bunları yeni yeni anlıyorum çünkü her seferinde net çizgilerle isteklerimi belli ederek ve yüzeysel ilişkilerden, gündelik takılmalardan uzak durarak birileri gidiyor başka birileri geliyordu ama ben noktayı koyduğum cümleye dönüp bakma ihtiyacı duymuyordum. Aradan geçen 4 senelik süreçte yavaş yavaş kendimi ilişki konusuna da kapatmıştım aslında.. Çünkü sırf yalnızlığım giderilsin diye birilerini hayatıma almak gibi bir beklentim yoktu, ihtiyacım olduğu için birilerini hayatıma almak gibi bir durumum da olmayınca bu konulara iyiden iyiye sırtımı dönmüştüm.. Beklenmedik yerden açan çiçek misali bu sene doğum günümden hemen sonra kalbimin ritmini değiştirecek bir adamın aslında hep hayatımda olduğunu anlayana kadar.. Aramızdaki mesafeler hayatın ilmek ilmek örmesiyle kapanmış, dostluğumuzun güvenirliği sayesinde aramızda müthiş bir sohbet enerjisi ve elbette cesaretle atılan bir adım sonucu aşka dönüşen bir hikaye.. İşte dedim işte derler ya insan 3 kere sever bir kere aşık olurmuş; ilk sevdiğimde dersimi ağır almıştım, ikinci sevdiğimde tüm yaralarım tetiklenmiş ve hayatta asla dediğim şeylerin kanatmasına seyirci kalmışım, oysa bu üçüncü sevme hali aşkın hakikatle birleştiği yer olacak.. Ve üç sayısının insanı rahatlatan bir yanı olduğuna da inanan ben aşka büsbütün kendimi açıvermiştim.. Kendimi bilme yolculuğum, yıllardır süren yalnızlık, kendi hayatımda net oluşum bu aşkla bir mana kazandı demiştim.. Oysa en derin yerden, çocukluğumdan beri yaralayacağını hesaba katmamıştım..
Bir yerde okumuştum; yetişkinlik döneminde birbirini tetikleyen partnerler aslında çocukluk döneminde öğrendikleri sevgiyle birbirlerini sevmeye çalışırlar ve bunu fark edemezlerse birbirlerini en çok onlar kanatırlar. İşte alın size kaygılı/kaçıngan, iki küçük çocuğun oyun arkadaşlığı, sevme ve sevilme kapasitesinin tek cümlelik özeti.. Ben bu konularda dönüşmeye, dönüştürmeye biraz fazla eğilimli olduğum için karşımdaki partnerde gördüklerimi ona da anlatmaya aslında özünde beraber büyümeye heveslendikçe karşımda daha da tetiklenen birini buldum.. En temel de ikimizin de hem çocukluğunda hem de geçmiş ilişkilerde yaşadıkları birbirimizin bağını, iletişimini zehirlemesin aksine daha da güçlendirsin istedim. Tabi benim istemem yetmedi. Yetmezdi de, karşımda sürekli savunmalar gördükçe içten içe birlikte büyümeye arzulayan ben bilenmeye bilendikçe de kesmeye başlamıştım.. Hop geldik mi yine ayna olanlar arasında tetikleyen/tetiklenen döngüsüne.. Ulan bir dümdüz aşk yaşayamadık be.. Ya bilinçsizdik yaralandık, ihanete uğradık ya da al işte azıcık bilinçlenelim dedik bu sefer de analiz yapmaktan duygularımızın tadını çıkaramadık..
Ailemizden öğrendiklerimiz, zaman içerisinde çevremizle kurduğumuz bağlar, partner seçimlerimiz, seçtiklerimizin bile isteye bizde açtığı yaralar derken herkes kafayı yedi.. Ben dümdüz delirenlerdenim, neyse ki bu konuyu yıllar önce hallettiğim için yeni yolcuğumda farkındalığın tadını çıkarmalar da yaşadım.. Çünkü görüyorum ruhlarını, davranışlarını ayıklayabiliyorum. İnsanım tabi ki de kırılıp dökülüyorum, üzülüyorum, yeniliyorum kimi zaman da ama günün sonunda onların gibi olmamanın verdiği vicdan rahatlığını yaşıyorum.. Çünkü bu hayat ironisi, mizahı bu.. Yara var evet, şifa da var. İhanet var belki evet ama aşkın gerçekliği de var.. Ve günün sonunda hayat kalbinizin ekmeğini sunuyor bu konularda sofranıza..
Çok derinden yaralayanlara karşı, samimiyetle şifa olanlar da var.. Ayrılıktan sonra en çok neyi anladım biliyor musunuz; aslında ondan daha çok ona sunduğum çocuksu neşemi, onun saatlerce annesini ablasını hayatını anlatırken dinleyen ve dinlerken içtenlikle ona şeffaf ve dürüstçe yorumlar yapabilen biri oluşumu mesela, arkadaşlarıyla ilgili anlattığı şeylere objektif oluşumu, her durumun karşısında aksi yönde bir bakış açısını sunabilen beni, ne bileyim mesel ailesi al bavulu götür dediğinde olsun günübirlik tatil oldu bakış açısıyla bakıp yolda yeşil ışıklara park yerlerine dair ortaya oyunlar çıkarışımı, yol boyu şarkılar ve koreografilerle seyahatleri eğlenceli hale getirişlerimi, ”çek sağa” çıkışlarımla ansızın bilinmez yollara girişlerimizdeki keşfetme tutkumu yani aslında aşık bir benin ne denli hayattan keyif alan bir ben olduğumu anladım.. İnsan ayrılınca sanırım en derinde kendini özlüyor da işte anlamı ve manayı karşı tarafa yüklediği için sanıyor ki en çok onu özledim.. Hayır ben kendimi, kendimle kurduğum ilişkimi, o aşkla karşımdakine nasıl da alıştığı öğrendiği 30 yıllık hayatın dışında bir hayat olduğunu gösterebilme potansiyelimi özledim..
Bazen kırıldıkça keskinleşiyoruz, karşımızdakinin sevme şeklini, istediği anlaşılma alanını tanıyamayabiliyoruz mesela. Bu da başka bir tetiklenme hali aslında.. Davranışları dolayısıyla kırıldıkça biz de gardımızı alıyoruz, bu da bazen karşımızdaki insan sevmeyi öğrenmesini de engelliyor. Bir de bunu öğrendim son ilişkimde. Lakin burada önemli bir çizgi var. Birincisi; bizi tanımlayan şey sözlerimizden çok davranışlarımızdır, bu önemli. İkincisi; karşımızda sürekli umursamayan, sözler sarf edip eylemler göstermeyen, başkalarına müsait size 10 saniyelik mesaj yazamayacak kadar meşgul olan biri varsa tebrikler sizi sevmeyen biriyle birliktesiniz, yakinen tecrübe edilen ve kabullenmekte zorlandığım en net konuydu.. Kimse kimseye 10 saniye mesaj atamayacak kadar meşgul olamaz arkadaşlar, hele de bir valiz için kilometreler gidip durup bunu hiç sorgulamayan biriyse bilin ki konu sadece siz olduğunuz için bahaneler üretiyordur nokta. Ha bir de yaptıklarının sorumluluğunu almak, bir küçük telafi etmek yerine sürekli sizi suçluyorsa, ay ben neler yaşamışım ya neyse… Bana büyük bir geçmiş olsun, sizin de aklınızda olsun.. Diyelim ki bu tarz kibirli, herkese müsait size meşgul (ki başkalarının onayına, ilgisine izin veriyorsa zaten zayıf halkadır bırakın eski ilişkilerindeki gibi aldatanlar, yüzeysel bağlar kurduklarıyla yol alsın çünkü zaten sizin sevginizin ve sadakatinizin kıymetini anlayacak potansiyel yoktur), başka konularla sorumluluk altına girebilen ilişki konusundaysa pasif birileri değilse eğer. İşte o nokta da davranışlarına bakın, belki de sevmeyi ve sevilmeyi öğrenmesi gereken biri vardır. Eğer buna değerse, ki inanın değer insanlar da var, burada biraz da bir sessiz kalmak yerine onun sevilmeyi öğrenmesi konusunda sessizliği bozabilenlerden olabiliriz..
Aşk dans gibi, step by step.. Zaman zaman birbirinizin ayağına basabilirsiniz, partnerinizin ayağında mantar varsa o baskı onda acı hissi uyandırabilir ve o uyarılma haliyle ani tepkiler verebilir, yine de elinizi bırakmıyorsa bilin ki o dans devam etmeye değer.. Bazen araya sessizlik girebilir, benim gibi kaygılı yapıdaysanız karşınızdaki insan sizin bu durumunuzu bildiği için tetiklemek yerine size güven vermeyi tercih eder. Lakin diyelim ki şartlar çıkmaza girdi, sessizlik seçildi, işte bu sessizlik içerisinde neler olduğu da önemli.. Beni bilen değil sessizlik girdiğinde ayrıldığımda bilen hemen kendimi başka kollara atmak, dışarıdan gelen ilgiye sırf tatmin olmak için kendini açmak gibi şeyler yapmadığımı bilir mesela. İşte burada karşımdaki bitmediği halde sessizliği bahane ederek ben bitti diye düşünmüştüm diyerek ilgiden ilgiye, ortamdan ortama koştuysa ucuz malın alıcısı çok olur der arkama bakmam mesela.. Hayatına devam etmek başka, lakin sevgiye sadakatsizlik bir seçimdir.. Bunun travmayla ilgisi yok bu prensip meselesi. Yeri gelmişken belirtmeyi tercih ediyorum..
Biliyor musunuz işin özü şu; ister kaygılı ister kaçıngan bağlanma stilinde olun, ister araya sessizlik girmiş ister ayrılık girmiş olsun, ister tartışmalar çıksın ister yer yer anlaşmazlıklar olsun ortada sadakate, sevgiye, güvene leke sürmeyen, omurgası dik, zorluklar karşısında kibirle değil de kalbiyle seçim yapan iki insan varsa her zaman bir yol bulunur.. Bazense sadece katalizör görevi görenler girer hayatımıza, tetikler ha en derini ha en yüzeyi, o süreçte hayat sizi bir sınava sokar kimimizi sadakat sınavına kimimizi tetiklenmeleri dönüştürme sınavına. Sınavı verenler için hayat bir yoklar bakalım akıllandın mı diye, neyse ki geçmişteki zorluklardan omurgası dimdik çıkan birisi bu zorluktan da dimdik hatta daha güçlü çıkar. Ha veremediniz mi sınavı, o zaman da sizi aldatanlara, yüzeysel bağlar kurduklarınıza çekilmeye devam edersiniz.. Yara kaşınıyorsa iyileşmeye yaklaşmış demektir, yolmayın kabuğunu ki daha fazla kanamasın.. Dönüştüren misiniz, dönüştürülen misiniz işte bu soruyu soran hayatın kendisi.. Hep son ilişkime kadar dönüştüren olduğuma inanıyordum, son ilişkimde de aynalama yaptığımı yeni yeni anladım. Son ilişkim de hem dönüşen, hem de dönüştürenmişim meğer.. Tabi ben omurgam dimdik kaldım da karşı taraf ne halde bilemem. Lakin hayatın konuştuğuna inanan biri olarak tahmin edebiliyorum hem sınavını hem de o sınavdan başarısız olup olmadığını..
Yazdıklarıma, dolayısıyla yaşadıklarıma kahvesiyle eşlik eden herkese teşekkür ederim.. Dilerim hayat sadakatle, aşkla, güvenle sizi sarmalayanları çıkarır yolunuza. Çünkü benim gibi tek başına iyileşmek zorunda kalanların yaşadığı zorluğun, tek başınalığın ne olduğunu biliyorum. Bildiğim için de diyorum ki bu dünyada kimse size inanmasa da size inanan bir ben var, sizi sevgiyle anlayan, yaralarınızdan tanıyacak bir ben var..
Güzel bir yolculuk, keyifli bir kahve sohbetinin ardından artık eşyalarımızı yerleştirmek için evimize geri dönebiliriz.. Öncelikle bugün en sevdiğim ve alışılagelmiş kahve mekanımda ve oturmayı hep sevdiğim masada kahvemi yavaş yudumlarla ve kokusunu alarak içmenin keyfini hissettim.. Şimdi gelelim bu örneğin altında yatan gerçeklere..
Sonunu bildiğim filmler, sürekli aynı mekanlara ve mümkünse o mekanlardaki aynı masaya oturmamın kendimi güvendirme hissettirmesine dair inancım bir bilimsel gerçekle değişti.. Hemen değişmese de bakış yönümü etkiledi.. Anksiyetesi olan, kaygılı yapıya sahip kişilerin alışılagelmiş davranış kalıpları arasında en çok görülen şeyler arasında bildikleri dizi/filmi defalarca izlemek, aynı yerlerde bulunmak gibi alışkanlıkları gözlemlenmiş.. Buraya kadar tamam. Lakin ben kendi başına eğlence mekanlarına gidip kendisiyle dans edebilen, kendisine bazı günler kahvaltı ısmarlamayı seven, yani gelen olarak yalnız başına da etkinlikler gerçekleştirebilen biriyim. Dört yıl kadar önce aldığım tanılar yaşadığım sağlık sorunları bir takım konularda beni hareketsiz kılmış, zamanımı kendi içimde aklımdaki dünyamda geçirmeme neden olmuş olsa da bu alışkanlıklarımı anksiyetimin üzerine giderek geri kazandım zaman içerisinde.. Beni en çok yıpratan şey ilişki kurduğum insanların kendi olma alışkanlığını kıramayıp, geçmişteki kötü tecrübeleri dolayısıyla ördükleri duvarlarla ilişki kurmaları üzerine bir de ailevi sevgisizliklerinin ve görülmemişliklerinin aşılamamış olmasıydı.. Kaçıngan yapıda olduğunu anladığım, bunu açıkça konuştuğum kişinin durumu bilinçli bir şekilde ele alıp ilişki konusunda farkındalıklı davranışlar sergilemesini beklemekse tam bir fiyaskoyla sonuçlandı..
Son 1 aydır yaşadığım duygu durum halime getirdiğim güncelleme sayesinde durumu iki taraflı ele alalım istediğim bir yazı bu.. Bunun ilk nedeni her şey zıttıyla mümkün diyen dualite evreni. İkinci nedeni hiçbir şey kendisi için var olmaz diyen felsefi yaklaşım. Ve üçüncü sebebiyse (ki 3 rakamını hep sevmişimdir, insana tuhaf bir huzur veriyor, bu yüzden üç nedende inceleyelim istedim) bütünü güzel kılan zıtlıklardır ve o zıtlıkların oluşturduğu uyumdur..
Kaygılı, yaralı, travmatize olmuş insanları mıknatıs gibi çeken bir yanım hep vardı. Yıllar içinde bu durumun sebeplerini yara ala ala anlayacak olan ben bugünlerde anlamakla kalmayarak idrakını yaşayıp bu durumu köklü haliyle dönüştürme sürecine maruz bıraktım kendimi.. Çünkü hem yara almak, hem yıllar içinde kendime bu kadar dönmek, hem de her şeyi yavaş yavaş iyileştirirken yiten onca zamana karşın son yaşadığım bu kalp kırıklığı gösterdi ki daha derinlerde şifaya ihtiyacı olan bir küçük kız çocuğu saklı bir yatağın altında.. Dönelim bu yapının köküne, öncelikle yıllarca derinlemesine iyileşmiş duyguların, alışkanlıkların, bakış açılarının bir anda şak diye değişmesinin zor olduğunu ve kalıcı olmadığını anlamak gerek.. Lakin zaman içerisinde gerçekten o konuya alan açmanın ve irdelemenin köklü dönüşüm yarattığı gerçeğini de bilmek gerek.. Ha her travma iyileşmek zorunda mı elbette hayır, ben bu konularda olayları abartanlardan olduğum için ayrımını yapmam bile biraz zaman ve bir hayli yara almama neden oldu..
Son dönemlerde birkaç kitap bu konuda neden aynı yerden evrensel bir çekim içinde olduğumu anlamamı bilimsel olarak sağlasa da insan yaşarken bir hayli zorlanıyor.. Bilmekle yapabilmek arasındaki fark bu, nitekim beyin yapabilmekle ilgili bir organken ve ben bunun bilincindeyken yine de bilmeyi yapabilmeye tercih ettiğim bir konudan ibaret olmuştu bu durum.. Tamam istemediklerimden emindim, yönümü istediklerime çevirmem gerektiğini de öğrendim, ardından istediklerimi düşünmeye ve bu konuda net çizgiler çekmeye başladım. E hayatta karşıma kalbime denk birini çıkarınca sandım ki bildiklerim ve yaşadıklarım yaşayacaklarıma ışık olacak tecrübelerden ibaret artık. Nitekim sanma hali olma halimi ezdi geçti..
Her düştüğümde kendimi kaldırmama karşı, yaralarımı her açtığımda bana silah olarak kullanılmasına karşı, yetmezmiş gibi kendi kendini iyileştirmiş biri olmama karşı karşımda tam da olmaması gereken kişiyi seçmiş olmam gösterdi ki hala zihnim bilmekle ilgileniyor. Çünkü yapabilmekle ilgilenmeye başlasaydım bana ”seni ben iyileştiremem” deme cüreti gösterene ”ben hasta değilim, olursam da kendi kendini iyileştirecek kadar kendinden emin biriyim” der onu bunu öfkeyle söylemiştir diyerek aklamazdım. Yapabilseydim eğer sadakata, şeffaflığa, güvene, rutinler oluşturmaya önem veren ben bunları veremeyecek kadar kendinden, sevgisinden emin olmayan, sadakat veremeyecek kadar kendine güvenmeyen biriyle yola devam edebilmek için onun anlamasını beklemezdim. Yapabilseydim eğer bağlanma stillerinden, yaralara kadar her halimle ve her haliyle empati kuran ve her zaman destek olmak için orada duran ben her önüne çıkanın ilgisine kapılacak kadar ilgi düşkünü birinin sadakati seçeceğine inanmaya çalışarak kendimi yormazdım. Yapabilseydim eğer anlarken, destek olurken, kendi hayatımdaki belirsizliklere rağmen ona kalbimi açarken sürekli yalnız bırakan, her seferinde ilk beni gözden çıkaran, ilişkiyi bir yük olarak gören, konu işi ailesi olunca sorgusuz hareket edip konu ben olunca bir güzel cümleyi kurmakta zorlanan biri için çırpınıp durmazdım..
Kaygılı insanların ortak noktası bu işte vermek, çırpınmak. Şanslı olanlar varsa bu durumu anlayan bununla empati yapan, sevgisiyle destek olan kişilerle sevgiyle huzurlu bir hayat inşa edebiliyor.. Benim gibilerse sevdiği için çırpınırken kendisi tükeniyor, sonra karşısındaki çaldığı enerji ve sevgiyle hiçbir şey olmamış gibi devam ederken tükenen tarafta kalanlarsa kendisini sessizce iyileştirmeye, yeniden inanmak için kendini toparlamaya çalışarak geçirir zamanını..
Gerçi benim için bilme hali bu süreci idrak edebilmem de eskiye nazaran daha net anlamamı ve görmemi sağlıyor.. Ama artık sığamıyorum olduğum yere, kalamıyorum oturduğum yerde, yapabilmek haline adım atmak istiyor artık ruhum.. Kırıldığı yerden daha da sağlam inanarak devam etmek zamanı diyor içim.. Biliyor musunuz hayatınızda arkadaş ya da sevgili olarak kaygılı insanlar varsa evren size bir nimet göndermiş demektir. Tabi kıymetini bilirseniz, ilmeyenler için ilişki çıkmaza girer ve en büyük zararı kaçıngandan çok kaygılı olan alır.. Aslında bu son yaşadığım kalp kırgınlığı birkaç şeyi de net görmemi sağladı.. Birincisi; benim gibi insanlar en ufacık detayları net görür, bunun temelinde bir tehlike var mı dürtüsü yatıyor yani zaten bilimsel olarak baktığınızda bu konuda size daha net fikirler verecek, kısaca kibrinize yenik düşmek yerine ve hemen ay ben mükemmelim diyor ya demek yerine bu durumun temelini anlayanlardan olursanız daha açık bir zihin yapısı geliştirirsiniz karşınızdaki insan için.. Ha tabi ama bu kaygı durumunu yönetebilirsem dünyamı mükemmelleştirmek için bir yol inşa edebilirim demek o da ayrı bir konu. En ufacık detayları görmek, sürekli sormak ve bilmeyi isteyerek aslında temel de güvende hissetmek isteriz mesela. Ki ilişkilerinizde şeffafsanız, kaygılı insanlar genel de öyledir, bu size güzel anlar da yaratabilir mesela bir örnek vereyim.
Derler ya gizem yarat her halini paylaşma kısaca taktik yap hah işte bu durum hiç benlik olmadı, mesela ben ilişkimde yaptığımı yazar uyanır uyanmaz hemen arar ya da mesaj atardım, ara sıra sevgilimde kahve içtiğim yere sürprizler yapmaya gelirdi ve bunu çok mutlu ederdi. Burada iki şeyi görüyoruz şeffaflık dürüstlükten önemlidir ve ilişkilerde sürpriz yapabilmenizi dolayısıyla birbirinizle anılar üretebilmenizi sağlar. Tabi bu bencesi, benim için şeffaflığın bir diğer güzel yanı aslında, bu olayı oyuna da dönüştürmek.. Elbette burada önemli bir konuda sadakat, birbirine sadakat sunan iki insan zaten şeffaf olabilmekte zorlanmaz, bu önemli çizgiyi de unutmamak gerek.. Gelelim ikincisine; duygularını ve düşüncelerini yönetmeyi öğrenmek hayli zor olabilir benim gibi insanlar için, zihin dağınıklığı ya da hiç beklenmeyen anda tetiklenmeyle yaşanan atak geçirme hali derken zaman zaman zorluklar olabiliyor. Benim gibi uzun süre kendisi üzerinde uğraşanlar bu atak hallerini kontrol altına almayı öğrense de bazen hayatınızdaki insanın bu konuda zorlanabileceğini göz önüne almalısınız. Mesela ben uzun zaman sonra son ilişkimde tetiklenmeler sonucu atak geçirirken karşımdaki kişinin ”amma duygusalsın, çok duygusal tepki veriyorsun” demeleri çokta yardımcı olmayan hatta aksine o an daha da kendimi daha da kötü hissetmeme neden olmuştu..
Halbuki hatırlıyorum ona bir gün mutfakta otururken demiştim ki ”bak ben kendiyle yaşamaya alışkın biriyim sana duygusal olarak açılırken, yaralarımı gösterirken amacım travmayla yaralarla ve geçmişin kırgınlıklarıyla yüklü bir ilişkinin dışında seninle yeniden ikimize ait bir sevgi dili kurmak ama karşımda bir duvara toslayınca bu sefer bende iki düşünce oluşuyor ya daha sert duvar örmek ya da tamamen kendimi kapatmak, çünkü bir kere açınca kendini artık eskiye dönemez insan” demiştim. Aslında anlatmak istediğim şey çok netti; hepimiz ilişkiler konusunda iyi ya da kötü tecrübeler ediniyoruz, aileden aldıklarımızı ekliyoruz üzerine ve bodoslama yaşıyoruz ben istiyorum ki bunları fark ederek birbirimizi kanatmadan aksine sevgiyle sarmalayarak bir ilişki inşa edelim.. Lakin sonuç şu ki bunu iki tarafta istemeyince bir taraf çırpınır diğeri çırpınanın enerjisi bitene kadar ilişkinin konforunda kalır, çırpınan tükenerek bitince beslenen rahatlıkla gider ve hikaye biter.. Tabi şimdi kaygılıyı övdük kaçınganı gömdük gibi oldu, hemen dengeyi sağlamak için gelelim anladığım üçüncü şeye. Kendimde en sevdiğim huylardan birisi de bu olabilir, yazar benim kalem benim elimde yine de hüküm verip ahkam kesmektense hikayeyi olduğu gibi anlatmayı seçiyorum, canım kendim.. Bu arada şimdi sadakat, güven ve sevgi temelli ilişkilerden bahsettiğimi belirtmekte fayda var çünkü bunları seçmeyen biri kim olursa olsun saygı görmeyi hak etmeyecek kadar değersiz benim dünyamda.. Gelelim üçüncüye; kaçınganların sevgi almayı tam olarak bilememeleri, geçmişlerinde de hayal kırıklığı yaşadığı bir ilişki de varsa bu konuda tamamen duvar örme hallerinin olduğunu, ailesinin mesafeyle sevdiklerini anlamamı da yine son ilişkim öğretti. Çünkü okumakla yaşamak ve birebir görmek hayli fark yaratıyor.. Karşımda arkadaşlık ve partnerlik ilişkilerinde hep yüzeysel ilişkiler kurmuş birisi varken bunu anlayabilmem hayli zordu. Çünkü ben yalan söyleyen, çıkarı için yanında duran ne bileyim içten içe kıyaslamalar yapan birileriyle arkadaşlıktan imtina ederken sırf aileler tanışıyor ya da uzun zamandır arkadaşız gibi savunmalar (bahaneler) bana mantıklı gelmiyordu.
Üzerine yaşadığı ilişkiyi böylelerine seçememek hiç mantıklı gelmiyordu. Ailenin ablasına gösterdiği onay ve imkanları ona sunmamaları derken anlayacağınız onun sevmek ve sevilmek konusunda derin bağlar kuramayış sebebini görsem de, onun anlattıklarını anlasam da kendi bilincimde hep ”e bak ben seviyorum, yanındayım, destek oluyorum” bunlar yetmiyor mu düşüncesi yankılanıyordu.. Aslına bakarsanız kendi içsel dünyamı anlamasını beklerken ben de onun bu alanını anlamakta hayli zorlanmışım.. Sorun olunca kaçması, ilişki konusunda sorumluluk almayışı hele de hayatında aldığı sorumluluklar konusunda istikrarlı biri olunca bana beni sevmediği için bunları yapıyor gibi geliyordu. Benim elimi tutup bir seçim yaptım sorumluluğunu alacağım derken aramıza diğer insanların varlığını o varlıklarının endişesini sokmasını bana değer vermiyor olarak düşünüyordum. Sessizliğinde güvenim sarsılıyordu mesela. Karşımdakine alan tanımak konusunda zorlandığım için iş Gordion Düğümü haline geldi, hayatta sonunda İskender’in kılıcıyla bir darbe indirdi aslında..
İşin özü şu karşılıklı sevgi, sadakat, yineliyorum şeffaflık, güven varsa çözülemeyecek hiçbir şey yok zaman içinde.. Herkesin bir bağlanma stili var, hepimizin derin yaraları, travmatize olduğu bir dolu an var.. Kimsenin travması başkasına bok gibi davranma hakkı tanımıyor.. Benim gibiyseniz size hayattan bir aşk diliyorum, sizi gören duyan bilen ve anlayan.. Değilseniz ve zaten bulduysanız o aşkı dilerim hiç dinmez bir heyecan ve neşe dolar hayatınıza.. Yıllar evvel ne istiyorum, ne istemiyorum dedim. Kendimi bildim, buldum dedim. O zaman başka kırılmış, kırılmakla kalmamış yoğun tetiklenmeler sonucu bedensel ve zihinsel bir çöküş yaşamıştım. Pes etmedim, kendi kendimi iyileştirdim ve inşa ettim. Depresyonumun en yoğun olduğu dönemde almıştım ehliyetimi, yemek yemeye bile halim yokken almıştım diplomamı.. O zamanlar zordu, yine de başardım kalbimi bozmadan kimseye gık demeden, ihanet etmeden kendimi inşa etmeyi.. Şimdi bir kırgınlık haliyle yine düştüm, lakin yine kalkacağım.. Bu sefer sadece ne istediğimi biliyorum demekle yetinmeyeceğim. Dedim ya bilmek başka yapabilmek başka.. Ben yeterince bildim; haddimi, kalbimi, yaralarımı, yaptıklarımı, bana yapılanları..
Sırf inandığım için yaralarımı açtığım kişinin seni iyileştiremem yaftası beni hasta yapmaz ama onun yaralarını bile göremeyecek kadar kör biri olduğunu anlamamı sağladı. Sırf sevgimden gurur murur tanımam ben taktik falan da yapmam dümdüz severim sevdiğim için de sonuna kadar giderim dediğim halde karşımda her fırsatta ilk yaptığı elimi bırakmak olan kişi benim sevgimi hak etmediğini, sevilmeyi taşıyamadığını gösterir işte bunu anladım.. Ben kimliğimi ifşa edecek cesaretteyken sırf öfkesine yenik düşerek beni olduğum halimle vurmaya çalışan kişinin derdi ben değilmişim de kibrine boyun eğen biriymiş olduğunu anladım. Bir valiz için kilometreler gidip kendi hayatını erteleyen birinin ilişkiyi yuva olarak değil de yük olarak görmesinin benimle ilgili değil de onun işine gelmeyen şeylerden kolaylıkla kaçabilen biri olduğunu gördüm.. Kısaca bildiklerim ve bugüne kadar yaşadıklarım hayata yetmemiş olacak ki yeni bir hayal kırıklığıyla bana bilmekle yetinmemem gerektiğini gösterdiğini anladım..
Suç yok, suçlu da yok.. Kendi oyuncaklarıyla parka ebeveynleriyle gelmiş iki çocuk vardı. Ben; oyuncaklarımı onunla paylaşmaya, evcilik oynamaya ve onun dışında kimseyle ilgilenmemeye çalışandım. O; oyun esnasından onu parka getiren ailesinin onu görüp görmediğini kontrol edip, parka yeni gelenlerin ilgisini çekmeye çalışıp, yoldan geçen eski arkadaşlarının o iyi oyun oynuyor mu oynamıyor mu diye kıyaslamalar yaparken beni göremeyendi.. Bazen doğru oyun arkadaşları buluruz, bazense bizi salıncaktan düşürenler sayesinde yeni ve daha büyük bir park keşfederiz.. Bir çocuk hiçbir zaman oyun oynamaya küstürülmemeli.. Kim bilir belki de hayatında kendini evinde hissettiği tek yer o parktır.. Siz siz olun, küstüren olmayın, kalbini kıran olmayın.. Küçük bir kız çocuğunun yarasına sebep olmayın..
Siz, siz olun. Tabi kendinizle yüzleşebilme cesaretiniz varsa..
Lacan diyor ya; hayaller gerçek dışı olmalı, sadece gelecekteki halimizi düşündükçe mutlu oluyoruz.. Matematikteki asimptot kavramı gibi, sonuçmaz, a eğrisi b eğrisine yaklaşabilir ama birleşemez.. İnsan olmanın dayanılmaz çelişkisi.. Büyülü bir aşk, anlaşıldığımız derin bir bağ hayaliyle yanıp tutuşuyoruz sonra ellerimizle sahip olduğumuzu bir enkaza dönüştürüyoruz. Kariyerimizde en ulaşılmaz olmak istiyor bunun için bize iyi gelen şeyleri bile feda ediyoruz gece yatağa girdiğimizde bir tatminsizlik yaşıyoruz.. Yani hem inşa ediyoruz, hem yıkımını izliyoruz.. Peki neden?
Şu kuantum fiziği, enerji, frekans konusunda bunun bir karşılığı var. O da olmaz halinin yaydığı titreşim ve o titreşimin olma haline çektiği faktörler.. Bunu ilimde de diyor aslında; neysen onu çekler, zıttın ile imtihan olursun.. Çünkü ilimde bilimde tek bir noktaya odaklanıyor denge.. Geceyle gündüzün birbiri için oluşmadığı gibi, birbiriyle kavuşmaması mesela. Yine de biri diğerinin tamamlayıcısı.. Gecenin verdiği dinlenme haliyle gündüzü hareketlilikle tamamlıyoruz. Gecenin sisinde kaybolanı gündüz buluyoruz.. Peki gece ve gündüz kadar farklı olduklarımızla bu uyumu yakalamakta neden zayıfız? Hem çok arzulayıp hem de o arzuyu yaşadığımız da ne oluyor işler rayından çıkıyor?
Benim bu hayatta rayından çıkmamış tek konum sağlık şuan, o da böyle devam edersem raydan çıkmaya meyil edecek gibi.. İş konusunda, kariyer konusunda hala bilinmezlik içinde bir duraksama yaşıyorum. Aşkta kırık bir kalple kendimi yeniden birine açmış olmanın, yıllarca kendimi uzakta tuttuğum ilişki konusunda kendimi açmış olmanın bırakmış olmanın enkazını yaşıyorum. Yeni bir düzen diye valizimi alıp geldiğim evde yerleştiremediğim fotoğraflar, açamadığım eşyaların düzensizliği derken her şey sanki beni bekliyor da benim bir fazla nefes almaya mecalim yok gibi.. Arkadaşlarımın bazıları önce aşkını buldu o aşkın gücüyle geleceğini inşa etmişti, kimisi de önce işini buldu aşkını oradan bulmuştu. Hatırlıyorum da anneme demiştim ki bir yıl öncesinde bak bir yerden hayat ellerinden tutunca ayağa kalkıp her yerden güçlendiler. Benim aşkta, kariyerde yıkılmış olmamın bence bir yükselişi olacak. Tabi bunu 2021 sonra yaşadığım ağır depresyon, maddi kayıplar ve üzerine havale geçirip ölümden mucizevi şekilde dönmem sonucu söyleyince annem hayli mutlu olmuştu..
İnanır mısınız bu sene aşk kalbime o öpücüğü kondurunca dedim ki herhalde benim yolumu aydınlatacak ilk adım aşkla gelecek.. Annemin de çok sevdiği biriydi, ben ilişkilerde kendimi kapattığım dönem; annemin ilk çocuğuyum kimsenin seçeneği olamam, annem kalbimi 9 ayda emek emek oluşturdu artık kimse kıramaz demelerle meşguldüm.. Gelen adamın yaralarıyla değil de yaralarının altında görülmeyi bekleyen o küçük erkek çocuğunun masumiyetini gördüğümde dedim ki bir iyi bir oyun arkadaşı olacağız.. Gerçekten de başlarda öyle hissettim.. Ne kadar korkarsam korkayım korkma ben varım diyen, ben hallederim demelerimin karşılığında biliyorum halledebilirsin ama ben senin için halletmek istiyorum diyen.. Tamam dedim tamam, aşk ruhumu beslerken kendi neşemi daha derinden keşfedeceğim, ne kadar kaygım ne kadar korkum olursa olsun bu sefer boğulmadan öğreneceğim nefes almayı..
En büyük zaafım haline geldiği için mi, hayat seveni kalpten kırar bu bir sınavdır denildiği için mi, yoksa en basit haliyle sevmek istemedi ve bitti demek mi gerekli inanın bilmiyorum.. Günlerce sadece bekledim, eskisi gibi tamamen kapanarak ya da ben çok sadakatli sevgi doluydum neden o da öyle olmadı demeden bekledim bu sefer. Çünkü o fısıltı hiç susmadı.. Kaybetmeyeceksiniz, iki yaralı çocuk sadece şuan farklı parklarda kendi haliyle oynuyor ve o yeniden seninle ilk oturduğu parka dönüp seni bulacak.. Ne büyük romantizm ama.. O filmlerde izlediklerim, o hayalini kurduğum tutkulu aşkın gerçekler tarafından yaralaması gün geçtikçe kanattı…
Hem büyülü bir aşk istemek, hem de o aşkın getirdiği zorluklardan korunmak istiyorum artık.. Sürekli kendime dönmek kendimi bulmaktan yoruldum. O yatağın altında karnını göbeğine çekmiş küçük kız çocuğunu sürekli kendi çabamla oradan çıkarmaya ikna etmekten de yoruldum. Kendini sev, kendini bul, derdi kendiyle olan başarıya ulaşır derler ya vallahi sıkıldım bundan da.. Yeterince inmedim mi ya derine, yerince oyulmadı mı ya yaralarım, yeterince bulmadım mı kendi ışığımı.. Bulmuştum, her seferinde bulmuştum.. Yine yeniden neşemi bul, ışığımı keşfet, kendini bil, ne istediğinden emin ol olaylarından da sıkıldım.. Bak mesela evlilikmiş, yuva kurmakmış, ihtiyacım var demekmiş benim net şekilde istemiyorum dediğim, kendim hallederim dediğim bir konuydu.. Mesela bu aşkla birlikte aslında birisi de benim için bir şey yapabilirmiş bu öyle zayıflık değilmişim öğrendim. Ya tamam ben öğreniyorum keskin köşelerimi de benimle birlikte karşımdakinin de öğrendikleri olmuyor mu.. Neden benimle öğrenen gidip başkasına çiçek bahçeleri sunuyor mesela.. Eyvallah herkes herkesin hikayesinde ömür boyu olmaz, olmamalı, son yazıda da konuştuk mesela 4 yıl önceki ilişkim iyi ki devam etmemiş dedirtti hatta son ilişkimdeki kişinin anlattıklarından sonra kişi benim eski sevgilim bile olarak anılmasın istedim öyle bir iyi ki kurtulmuşum demek anlayacağınız.. Ama her seferinde bu mu olmalı, neyi istemediğimi biliyorum, yıllar içinde de net öğrendim. Bir şeyi daha öğrenmiştim, istemediklerine odaklanıp biliyorum dedikçe istediklerini bulamıyorsun.. O yüzden istediklerimi düşünmeye başlamıştım.. Buldukça da o istediklerimin olmadığı hiçbir yerde, hiçbir yüzeysel ilişki de olmadım.. Tamam dedim bu nadas süreci böyle olsun, gelip geçici olanla vakit geçirmek istemiyorum çünkü..
Ben istediğimi biliyorum dedikçe hayat buna hizmet mi etti, elbette.. Öyle bir hizmet ki bu gece gündüz şükür ettim günlerce.. Ne istiyorum biliyorum.. Artık daha keskin bir yerden biliyorum hem de.. İş konusunda kendime ayıracağım zamandan çalmayacak, beni olduğumdan daha iyi bir yere getirecek. Eğitim konusunda bildiklerimden farklı bir alanda bana yeni merak alanları açacak. Aşktaysa zaten istediklerim konusunda nettim, şimdi listeye şunlarda eklendi; dimdik yarımda durabilen, elimi gururla şevkle tutan, insanlarmış koşullarmış gülerek kapımızın dışında tuttuğumuz, sorunları çözebildiğimiz, kaygılarımı bilmesine rağmen inatla tetikleyen değil kendi kaçınganlığına rağmen orada durmayı ve sakinleştirmeyi seçen, birlikte büyüdüğüm eğlendiğim bir oyun arkadaşı, hani şu dünyaya kafa tutabileceğim birisi demiştim ya hah işte onun da bunu gösterecek cesarette olduğunu gördüğüm, beni ben olarak seven ve buna hayranlıkla bakan bir aşk..
Ne istiyoruz, nasıl istiyoruz, hayatın yolumuzu kesiştirdikleriyle yaşadıklarımızın sonunda kim olmayı seçiyoruz? Bazen her gün, bazen zaman zaman, ama eni sonu biri olmayı seçtiğimiz koşulların içindeyiz.. Kimimizin derdi kendiyle, kimimizin derdi kendini kanıtlamaya çalıştığı eski çevresiyle, kimisin derdi ailesinde görmediği takdir ve sevgiyle.. Ben yeteri kadar bana döndüm, ben her seferinde o yatağın altındaki küçük kız çocuğuna el uzattım.. O küçük kız dünyaya her inanışında daha da kırıldı. Bu o0nu güçlendirse de artık o gücü istemiyor, o gücün arkasındaki hikayenin görülmesini, duyulmasını ve anlaşılmasını istiyor.. Kursağında hevesler kalmasın, heyecanı hayallerde kalmasın istiyor.. O kız çocuğu yaralı neşesiyle, kırgın ışığıyla kendini her buluşunda onun o kırgın gülüşündeki yalnızlığının sesi artık duyulsun istiyor..
Sizin ne istediğinizi bilmiyorum lakin ben artık; ruhumun neşesi, kalbimin sevgisi, seçimlerimin sadakati, yaralarımdan sızın ışık değer görsün istiyorum.. Elbette kariyer, eğitim, hayat inşa etmekte var işin içinde lakin bunlar yapılması mümkün şeyler ben daha derindeki sevginin, şeffaflığın, sadakatin değerini bilenle köksüz medeniyetimin kadim krallığına layık bir aşk hikayesi istiyorum..
Hayatın matematiği a eğrisiyle b eğrisini birbirine kavuşturmaz belki lakin aşkın matematiği yaraları ve kırgınlıkları teğet geçip iki kalbi birbirine karıştırabilir belki, kim bilir..
Ah benim şu tatlı kalp kırıklığım, hala nasıl da güzel sızlıyor.. Lakin bugünün konusu dünün kırgınlıkları değil, yarına nasıl uyanmak istediğimizle alakalı biraz..
Kabul ediyorum 2025 hiçte beklediğim gibi olmadı; sakin başladı, aşkla tanıştırdı, kırgınlıkla sonbaharı yaşattı ve zorlu bir 3 haftanın sonunda yeniden kalemi elime almaya karar verdirdi..
Bugün günler sonra ilk kez aşkı hissederek uyandım. Durun hemen heyecan yapmayın, öyle kalp kırıklığının hemen arkasına mucizevi bir aşk yaşamadım elbette. Hatta ironiktir ki kalbimi kıran adama olan aşkımın heyecanını hissettim yeniden. Peki neden, nasıl, onunla ilgili bir gelişme olduğu için değil elbette.. Sanki beni o ilk öptüğü 2 nisan gününde yaşadığım o heyecanı hatırladım, güne bunun heyecanıyla başladığım için de o hissi kaybetmeden hemen oturdum klavye başına..
Son bir ay sanki ruhum çekildi, kalbim öyle derinden kırıldı ki ne yazarsam yazayım tam olarak anlatamadım yaşadığımı, hep bir eksik kaldı yazdıklarım yaşadığım kırgınlığın yanında.. Çok bekledim, çok ağladım, kaygılarım sağ olsun onlarda peşimi bırakıp şu kızı bir rahat bırakayım demek yerine hep sorgulamaya itti beni.. Hayatımın belirsizliği, yendiğimi sandığım her şeyin üzerime yıkılışı, sevgiyle elimi tutmasını beklediğim tek adamınsa ben dışında herkese her şeye müsait oluşunun karanlığı içinde öylece kalmıştım..
Sürekli bir şeylerin farkına varmaya çalışmak, travmalarla yüzleşmek, insanların yaptıkları karşısında tetiklenen kimliğimi anlamaya çalışmak derken Junior Jung olma yolunda ilerledim.. Bir süreliğine bu duruma rest çekiyorum, gerçi bu kafanın dizaynı böyle lakin bende de bir inat damarı var bir konuda meydan okuduğumda o şey kaslarımı yırtsa da sonunu görene kadar durmam.. Mesela yeni bir karar aldım; artık farkındalık düzeyi yüksek, kendisiyle ve yaralarıyla yüzleşme cesareti gösterebilen, birbirimize aynalama yaptığımızda ben kadar ya da ben kadar olmasa da hakikaten bir saniye durup bunu anlayabilen insanlarla tanışana kadar artık kimsenin yarası, travması, iyi olsun yeter ki demeleri bir kenara kaldırıyorum. Ben kadar sevgiyi, sadakati, güveni ve şeffaflığı önemseyen birisi olmadığı sürece karşımdakinden onda zaten olmayan bu uyguları yeşertme girişimlerini de bir kenara bırakıyorum.. Böyle yazmak kadar kolay mı, elbette değil, neyse ki çocukluğumdan bu yana hayatın öyle sert yüzleriyle tek başıma kaldım ki zorluklar benim anavatan dilim haline geldi.. En büyük zaafımsa kendi kendini hayatımdan imha ettiğine göre yeniden ve bu sefer daha net sertliklerle arenaya dönme zamanı diyelim.. Vurulacak bir zaafımın kalmaması yaşadığım kalp kırıklığının bana bir armağanı oldu.. Birini merkezime aldım, ona sahip olmaktan kaçtığı sevgiyi, geçmişinde hiç sahip olmadığı sadakati verdim, ona bir taht sundum.. Kendi kalemi krallığımı kendi elimle işgale açtım, benim için bu bir işgal değildi, köksüz medeniyetimin kök salacağına inanmaktı. Neyse ki uyandım..
Eskiden kendimi kapatır özür beklerdim, ne özür gelirdi ne kalbimi sakinleştiren bir yaklaşım. O zamanlar anlamadığım şuymuş; birilerini kalpten sevmek, bir ilişkiye emek vermek, çabalamak güzel duyguları yeşertmek için, anlamlandırmak biriyle olan hayatını herkesin harcı değilmiş. Boşuna demiyorlar kişi kendinden bilir işi diye; kendi halime öyle inanmışım ki herkesin ben kadar feda edebileceğini sanmışım. Aslında ilk illüzyon bu değil hayatımda. Sevgi, saygı, sadakat, şeffaflık, güven, dürüstlük kavramlarında o kadar net çizgilere sahibim ki karşımda da hep bunlara değer veren olur sanmışım. Bakın bunları isteyen demiyorum, çünkü tam da bunları bekleyen insanlar geldi, lakin iş bunları vermeye gelince maalesef sınıfta kalmayan tek bir kişi olmadı..
İnsan zıttıyla sınanır derler ya hani, benim hikayemde kim armağan kim ceza tam olarak hikayeyi yaşarken anlamakta zorlandığım ilişkiler yaşadım. Son ilişkime kadar olan süreçteyse hayat karşıma hep kendi olma halimi ne kadar yetiştirdiysem o kadarını çıkardı aslında.. Son ilişkime kadar olan diğer ilişkilerimdeyse neden olmadığını daha net görmemi sağladı bir şekilde.. Ne onlar hayatımdan gittiğinde ne de onların yarattığı kalp kırıklığını yaşarken arkalarından kötü konuşma ihtiyacı duymadım mesela, onları dünyaya kötüleme ihtiyacı da duymadım onların biri hariç diğerlerinden de kötülüğümü isteyen olmadı zaten.. Ay bir tanesi özellikle hariç diyorum, ne ilişkide dik bir omurgası vardı ne de sonrasında dikleşmiş bir omurgası olmuş, kısaca hayat iyi ki dedirtmişti onunla ilgili, iyi ki bitmişte onun kendi kararlarını veremeyen hayatının bir parçası olmamışım.. Son ilişkimde de sanırım yaşadığım kaygılardan biri buydu, bazı seçimleri ve tavırları arkadaşına öyle benziyordu ki içimi ürpertiyordu bu.. Aile, arkadaş, gerçekleri konuşmak, kendini bilmek, ne bileyim ya biraz olsun insan ben ne yapıyorum acaba hatalı olabilir miyim demez mi hayatta işte bu konularda o kadar katıydı ki, neyse..
Bugün aşkı kalbimde yeniden hissetmemin kişiyle ilgisi yok, 3 haftadır beni merak etmeyen, bizim için çabalamamayı seçen, sürekli bahanelerle başkalarının varlığıyla ve konuşmalarıyla meşgul olan birini beklemekten vazgeçmekle ilgisi var.. Bu nasıl mümkün oldu, normalde ilişki biter ben yas sürecimi fiziken ve ruhen izole olarak atlatırım, muhtemelen bunun bir sebebi ola ki düzeltilecek bir ilişkiyse ayrılıkta bile sadakatimi korumak ve kendime saygımı yitirmemek aslında, haftalar geçer karşıdaki çoktan yoluna bakar bense kalan enkazları temizleye temizleye devam ederim. Ama önce onun devam ettiğine şahit olurdum, sanki benim mutlu olmam değersizmiş gibi!!! Peki bu sefer fark neydi? Ben, kalbim, duygularım, netliğim, bekleyişim ve elbette kendime olan saygım duruşu..
Öyle güzel sevmişim ki, öyle yürekten özlemişim ki sonunda anladım aslında.. Konu artık onunla ilgili değil. Benim sevme şeklimle alakalı, benim sevgime sahip çıkma şeklimle alakalı, benim sadece yanımdayken değil yanımda değilken de dimdik kalbimde olan insanı seçebilecek cesareti göstermemle alakalı.. Bu konuyu derinlemesine konuşmadan birkaç şeyi netleştirmek isterim, çünkü seven insanların belirli özellikleri olduğu kanısındayım; çabalamaktan gocunmayışları, öncelikle birbirlerine müsait oluşları, aralarına koşulları insanları sokmama gayreti, birbirlerini oldukları halleriyle ve gelecekte olacakları halleriyle her gün yeniden istemeleri ve en önemlisi günün sonunda küskün uyumamaları.. Yani demem o ki sadakat sadece yatıp kalkmak değil dışarıda milyonlarca insan var onlardan gelen davranışlara da net çizgi çekmek, çekebilmek. Çabalamak sadece birkaç güzel sözle ya da hediyeyle değil bazen kendi inançlarına rağmen karşındakini incitmemek için kendine bile karşı çıkabilmek. Ve sevgi öyle muazzam bir enerji ki aslında ne travma tanır, ne yara bilir, ne de öğrendiğin inançlar onun karşısında ses çıkarabilir, elbette istersen sevmeyi..
Bakmayın tek taraflı sevmek değil zaten öyle olsa ne bu kadar uzun sürer, ne de ben bugün kalbimde acıtsa dahi yer veririm.. Elbette karşılıklıydı; lakin diyorum ya sevme kapasitemiz kadar sevebiliyoruz, anlama limitimiz kadar algımızı açıyoruz, hayatımızda olmasını istediğimiz yere koyuyoruz sanki o da aynı yere koymuş gibi huncarca öncelik haline getirebiliyoruz.. İşte bir illüzyonda buydu benim için; öyle çok özlüyordum ki aynı derecede özlem duyulur sandım, öyle saf öyle sadık bir sevgi besliyordum ki aynı masumiyetle sarıp sarmalar sandım, öyle merkezime aldım ki beni de alır baş tacı yapar sandım.. Bu sanmalar karşısında göremediğim her davranış beni kırarken, kırgınlıkla verdiğim hep tepki sonucunda daha da anlaşılamaz bir iletişim kurulmaya başlamıştı.. Bir de üstüne kaygılılarım yavaş yavaş kontrolü eline almaya başlayınca işler çığırından çıkmıştı.. Tek beklentim anlaşılmak ve sevgisinin varlığını davranışlarında görmekti aslına bakarsanız. Onunda başka beklentileri vardı oradaki hayatıyla ilgili belki de benim içinde olmamı istemediği, bilmiyorum.. Ya da nasıl dahil edeceğini bilmiyordu, lakin istemek bilmesini sağlardı inancına sahibim o yüzden artık varsayımlarla kendimi daha da yaralamayacağım.. Çünkü istese yapardı, ben mesela bir günlük bir valiz götürme yolculuğuna istedim ve dahil oldum hem de sırf yalnız kalmasın ve gün onun içinde keyifli geçsin hem de bir tatlı anımız olsun diye.. Gerçi olay oldukça saçma bir olaydı bakmayın da, bana göre saçmaydı yine de bu düşünceme ve doğruma rağmen onun yanında olmayı ve bu saçmalığı güzel bir anıya dönüştürmeyi seçmiştim. İşte bu iş bu kadar, istemek ve yapmak..
Mesela bu üç haftalık süreci kalbime, kalbimdekine sadakatle ve sükunetle geçirmeyi seçtim, bunu istedim ve bu doğrultuda seçimler yaptım. Halbuki kırılan ben, kırgınlıklar ve kaygılar içinde yarım bırakılan ben, hiçbir şekilde bir telafi girişimine girilmeyen ben bunları sebep sunarak çok rahat yoluma bakar, koşullar böyleydi der, kalbimi zayıf kılan bu kırgınlık karşısında önüme sunulan ilgiye alakaya kendimi bırakıp egomu tatmin etmeyi de seçebilirdim.. Karşılığında da bunu yapana kızma hakkım olmazdı, oysa yapmadım, kalbimin kırgınlığı beni ne kadar zayıf düşürse düşürsün kendimi gelip geçici heveslere de, anlık heyecanlara da bırakmadım. İşte bugün bu aşkla uyanma sebebim bu, çünkü vicdanım oldukça rahat. Kalbim kırık ama rahat. Çünkü ben inanıyorum, kalbindeki kimse hayat sana onun sofrasında ekmek yedirir. Ve benim kalbimde sadakat sınavını vermiş, sevgisine sahip çıkmış, saygısını yitirmemiş bir kız çocuğu var ve o hakkı olan güvenle, huzurla, sadakatle, neşeyle kendi ışığını keşfederek o layık olduğu sofradaki yerini kazandı.. Şimdi o şöleni bulma yolculuğuna hazırlanıyor..
Hani derler ya bazen hayat bir gecede değişir diye. Temelde biliriz o geceye gelene kadar yaptığımız seçimlerin açtığı kapıdır aslında bu olan. Ama o an açılmıştır işte.. 2025 yılına kadar olan kısmı diğer yazılarda bırakarak şunu söylemek istiyorum; ben bu sene içerisinde battaniyemle otururken bir gecede bir öpücükle kalbimde heyecan duymaya başladım, sonra en sevdiğim mevsimde altıncı ayımızı kutlama hevesiyle beklerken bir kitap okuduğum an bir gece kalbimi yarım hevesimi kursağımda bırakan bir an yaşadım, o yüzden bu yıl bitmeden bir gece hakkım daha olduğuna inanıyorum. Bu sefer köksüz medeniyetimin kadim krallığının gerçeklerle kökler salacağı bir gece hakkım daha var bence..
Günlerdir buruklukla uyup uyanan kalbim bugün o saf aşkı yeniden hissettiyse bunun bence güzel bir sebebi var.. Uzun süreli bir okursanız bilirsiniz ben hayatın bizimle fısıldaştığına inanan biriyim.. Yeşil ışık görünce bak hayat bize yol veriyor diyen, merak etme ben gökyüzünü inceledim bu iş biraz zor olsa da olacak diyen, deniz tıklım tıklım dolu olsa dahi denizin dibinde park yeri buluruz merak etme sen diyerek hakikaten bulunduğu anları yaşayan, anısı olan şarkılara denk geldiği an şuan kesin diye cümleye başlarken cümlem bitmeden düşündüğü olan birisiyim.. O yüzden kalbime inanıyorum, benim bu yıl bitmeden bu hayattan iyi ki dedirtecek bir gece daha alacağım var bence..
Uzun zamandır sekteye uğrattığım rutinlerime özellikle de limonlu suyuma bugün itibariyle geri dönüyorum.. Bir de maşallah denilen fiziğime daha fazla yatırım yapmam gerekiyor o yüzden yogama da geri dönüyorum.. Burada şov yapıp size yok erken kalkacağım, yok hayatımı yoluna koyacağım, göreceksiniz ne eğitimler alacağım gibi büyük büyük konuşmalar yapmayı istesem de maalesef ki bu pekte benim tarzım değil.. Tamam farkındalıklar yaşama işine ara vermeye çalışıyorum da e bugüne kadar da epey bir kendimle yüzleşme yaşadım, insanın kendini bilerek konuşması gerek biraz da.. Limonlu su benim için bir tabu niteliği taşıdığı için sabah ilk iş onunla güne başlamak önemli o yüzden önce limonlu su.. Beden sağlığı da önemli olduğu için günde 10 dakika yoga da benim için önemli.. Geriye kalan kısım ise bırakıyorum kendiliğinden olsun.. Çünkü kendimle olan savaşın kılıçlarını eylül ayıyla bırakma kararı almıştım. Eylül bitmeden de hayatla sevdiklerim arasında kaybetmemeliyim savaşını zorla bırakmak zorunda kalışımı da hesaba katarsak ekim bizim için bir teslimiyet ayı diyelim… Bu yeniden başlamak içinse gayet sakin bir yol gibi geliyor bana, daha önce deneyimleyemediğim bir yol.. Öyle alışmışım ki kaygılı yaşamaya, öyle korkmuşum sevdiğimi kaybetmekten sakince yaşayarak ruhumun neşesini ortalığa saçmaktan alıkoymuş bu beni..
Halbuki ben zaten sevmek, anlamak, destek olmak, sadakat ve güven konularında yeterince kim olduğumu ortaya koymuşum.. Bunların değeri bilinsin, sevdiğim kişi bu sahip olduğu sevgiyi kaybetmesin diye çırpınmak meğer benim üstüme vazife değilmiş. Hem sunup hem de sunduğum şeylerin kıymeti bilinsin diye anlatmaya çalışmak ne büyük zulümmüş meğer seven için.. Kendi kendimi ne çok hırpalamışım meğer, sanki canımın kıymeti çokmuş gibi.. Anlamak isteyen anlar, yapmak isteyen yapar, sevmek isteyene hayat yol açar.. İnandığım şeyler bunlarken ben bu inandıklarımı göstermeye ne çok enerji harcamışım meğer.. İşte en çokta kalbimin sevgisinin sunduğu gücü hatırladım, dilerim o sevginin gücüne layık olanlarla sarmalanır artık hayatım.. Zıttım ile savaşım bitti benim.. Eskiden anlasam da kabullenemezdim bu gerçeği, neden derdim neden insan sevginin, güvenin, sadakatin değerini bir çırpıda kaybetmeyi seçebilir ki.. Seçemez, ben seçemedim. Hayatım boyunca da seçmeyeceğim.. Çünkü inanıyorum gerçek sevgi iyileştirir, gerçek sadakat kendisine saygı duyanların seçimidir ve hayat ne kadar fırtına koparırsa koparsın insanın kalbi doğruysa hiçbir savrulma onu yanlışın kucağına fırlatamaz.. Bir fırtına içindeydim, koca bir belirsizlik sisi çökmüştü hayatıma. İş, kariyer, eğitim aşk, arkadaşlık, ev, düzen, ben kimim, ne olacak, ben nasıl başlayacağım, nereden başlayacağım ve daha bir dolu çırpınış.. Şimdi görmeyi seçiyorum olanları, istemediklerimi net bir şekilde biliyordum da artık istediklerimi seçiyorum.. Bana değer veren bir ailem, konu ne olursa olsun bana gerçekleri söyleyecek kadar cesur arkadaşlarım, benim hayallerime ortak olan dostlarım, beni her gördüğünde heyecanla kucağıma koşan köpeklerim, kendi hedeflerinde bana yer veren arkadaşlarım yani anlayacağınız benim sevgime, sadakatime, güvenime önem veren insanlarım var..
Yeniden başlayacağım bir hayatım var.. Nereden ve nasıl hala bilmiyorum. Dedim ya ağır bir sis perdesi, her anlamda belirsizlik dolu bir süreçteyim. Ama görüyorum ki yalnız değilim, isterdim ki kalbimdekinin sevgisiyle verdiği güvenle onu da bana güçlü hissettirenler arasında yazabileyim, isterdim ki kırgınlıkla değil onun verdiği güçle kendimi daha da sağlam hissedebileyim, isterdim ki onun elimden tutuşunun verdiği güce güvenerek hayata karşı ayağa kalkabileyim.. Payıma istediklerim yerine ondan kalan kalp kırgınlığı, kursağımda kalan hevesler, onca hayalin yitişleri düştü.. Sağlık olsun.. Bazen de anlamak gerekir ki senin istemen yetmez, seninle birlikte isteyen birisi olmalı..
Bugün bu yazıyla bir adım atıyorum hayata yeniden, limonlu suyumu içerek başlıyorum güne.. Şimdi hamle sırası hayatta.. Peki sen kendi hikayenin neresindesin?
Kendimi bildim bileli kendi hikayemi, hikayelerime eşlik edenleri, hikayelerimde etkisi olan kişileri durumları olduğu haliyle anlatmaya gayret ettim. İşin içine giren kırgınlıklar, kursakta kalan hevesler, yarım kalmışlıklar, sorgulamalar derken zaman zaman odağımız hikayenin gidişatını değiştirdi. Bugün olduğum kadın, bugüne geldiğimde olmak istediğim kadından kilometrelerce uzakta şu sıralar..
Yaşadığım her şeyden ders çıkarmaya, olanları analiz etmeye, aman tetiklenmeler geldiyse bunları bir çözeyim demek ki burada benimle ilgili bir şey var demeye öyle döndüm ki yüzümü bana bunu yapanların, bile isteye kıranların yoluna mutlu mutlu devam ederken her kırılışımda içime dönen benim geldiğim yer yaşadığım en büyük hayal kırıklığı oldu aslında.. Son zamanlarda yaşadığım hayal ve kalp kırıklığı da bunun üzerine cila geçti.. Kalbini açanın yara almasıyla, o kalbe sahip olanın gözünü kırpmadan yaralaması arasındaki ironi bana bir süre daha ağır gelmeye devam edecek.. Şimdi gelin biraz da sizin, daha doğrusu bana bunları yaşatanların hikayesine..
Mesela hep bir babasıyla problemi olan erkekler, bir o kadar da annesine düşkün erkeklerle yollarımın kesişmesi. Bu bir problem değil, herkesin ailesiyle ilgili muhakkak bir yarası vardır. Her birimiz muhakkak onlarla bir döngü içine gireriz, onları olduğu gibi kabullenip sorumluluğu alanlarsa yavaş yavaş içsel aydınlanma yaşamaya başlarlar. Bu konuda birçok araştırma var, sorumluluğu eline almak isteyen o noktalarda araştırma yapabilir ya da ailesini suçlamaya devam edebilir seçim sizin.. Beniyse ilgilendiren kısım şuydu; kendim bu konularda öyle derin araştırmalar öyle net aydınlanmalar yaşadım ki hayatımda bu konuda bir sevdiğim bir şey yaşadığında hemen ona sanki terapistiymişim gibi anlatmaya, anlamasını beklemeye çalışmak oldu.. İstenmeyen iyilik karşılığında nankörlük ve kırgınlıklar getirir, çünkü denge daima kendi kuralına bağlı kalır. Burada ben çok iyiyim onlar anlamıyorlar demiyorum, aksine sanki her yarayı ben iyileştirmeliyim hissinin bana ne büyük bir kırgınlık olarak döndüğünü yeni yeni anlıyorum.. Mesela bir arkadaşımın aile konusunda kendini sorumlu hissetmesi, sürekli onların istediklerine koşulsuz kabulü benim nezdimde ebeveyn-çocuk rolünün tersine dönüşüydü hatta psikolojik ve kültürel olarak da böyleydi, ben hemen durumu anlatmaya onun bir birey olduğunu görmesi gerektiğine inanarak konuşmaya başlardım. Hem de karşımda bunları öğrenmek isteyen bir öğrenci yokken.. Hatta ironik olacak kendisi pdr okurken.. İlişkilerimde de böyle oldu aslında.. Ben yaralı insanı gözünden hisseden bir yapıya sahibim demeyi istesem de biliyoruz ki yarası olmayan kimse yok. Kimileri bunu kamufle edebilirken kimisi ne yaşadığını bile fark etmiyor, zaten üstünde de durmuyor bu konularda, kimileri de benim gibi işte yara söz konusu olunca kalbini sonuna kadar aralıyor..
Peki neden aile konularında bireyselleşme yaşamış olanı değil de yaralarına hizmet edeni çekiyorum hayatıma? Çünkü artık biliyorum, aynı yerden yaralıyız. Yaralar birbirinin aynısı olmasa da yara aynı.. Lakin ben hep bir şifa olma çırpınışa girip kendimi hemen feda edeceğim bir role giriyorum.. Mesela bir plan yapıyoruz bu plan karşımdakinin hayatındaki birileri sebebiyle erteleniyor ya da bozuluyor, bu ben de hemen değersizlik önemsizlik hissini tetikliyor, yani tetikliyormuş bunları da yeni anlıyorum. Ya diyorum ben planlarımı ona göre ayarlıyorum, her küçük detayı hesaplıyorum diyorum nasıl olur karşımdaki bunu yapamaz nasıl olur da yok koşullar yok ailesi yok arkadaşı daha öncelikli olabilir diyorum. Bunu demekle kalmıyorum, öne sürdüğü sebepteki kişi diyelim ki arkadaşı eğer o kişi yanlış ve yalancıysa kızgınlığım daha da artıyor, böyle biri yüzünden nasıl benimle olan zamanın yitirilmesine göz yumar kızgınlığı başlıyor.. Yani demem o ki karşımdakinin hikayesinde var olan bir durum anında aklımı işgal edip beni sarsabiliyor..
Bugüne kadar statü ve eğitim anlamında kendini yetiştirmiş, yetiştirmeye özen göstermiş insanlarla ilişkilerim oldu; mühendis, avukat, öğretmen, hem mühendis hem kendi işini yapan gibi hem alanında uzman hem de eğitiminde. Karşımdaki kişisel hayatında aynı başarıyı göremeyince kızmalarım da meşhurdur ha.. Mesela avukat olan; babasının gölgesinde, kendi kararlarından uzak bir hayat yaşarken ben bunu bir türlü anlamlandıramazdım. Hatta son ilişkimde bana kişiyle ilgili söylenenler hala aklımda ”sen onu babasının oyun yaptığında uyarmıştın, sen ona özgüven vermiştin, senin varlığın sayesinde özgüvenli duruyordu, son gördüğümde şöyleydi böyleydi” cümleleri ve daha fazlası.. Peki çok güzel ben bunları verebilen biriydim, sen bunu görebilen birisin peki karşımdaki neden göremedi? Göremezdi, çünkü görmeyi istediği bu değildi. Bense inatla buralarda duvar örmüştüm, çünkü aile ilişkiye girerse ilişki bozulur inancım vardı, nitekim öyle de oldu.. Benim inancım gerçek oldu, oldu olmasına da karşı taraf durup bu konuda kendince bir aydınlanma yaşadı mı, elbette hayır, aksine sorun çıkaran ve anlayış göstermeyen ben oldum, suç bana atıldı, hatta sonrasında öğrendim ki suçlamak konusunda yapmadığım şeylerle bile itham edilmişim. Peki neden? İşte aynalama yapmak bu kadar ince yapıya sahip, onlar bana aynalama yapar ben sorgularım, ben onlara aynalama yaptığımdaysa onlar suçu bana yıkar kendilerini haklı görür, sorumluluk almaz ve yollarına devam ederler. Peki kazanan kim, bence onlar.. Baksana ben hala yaralarlar, şifalarla, farkındalıklarla yaşarken onlar işinde çalışıp, eşleriyle tatillerdeler..
Benim aklımı yoran kısmını buraya kadar geldiyseniz yaşayanlardansınız.. Aklım zaman kavramını alt üst eden, sürekli sebep sonuç arayan, analizlerle baş başa kalan bir dizayna sahip. Kalbimse kendi kırgınlıklarıyla mı ilgilensin, yaşadığını mı anlamaya çalışsın, kendini mi şifalandırsın, benim hayatta kalmam için ritim mi tuttursun o da ne yapacağını şaşırmış halde..
Biz hikayelerinize devam edelim.. Hayatımdan onca insan geçti, kırıldığım, ağladığım, bazen sadece sessizce yoluma devam ettiğim, kimi zaman sorgulamadığım, kimi zamansa sorgulamalardan başımı kaldıramadığım onca veda.. Şimdi herkesle olan hikayeme bakıyorum da yıllar evvel bir arkadaşıma şunu demiştim ”bak bir gün yollarımız ayrılacak, ben insanların hayatına onlarla ilgili bir şeyler göstermeye girer görevim bitince giderim bunu veda olarak algılama aksine yollarımız kesişecekse yine kesişecek sadece bugün bu kadar yakın olmamamızın bir nedeni var..” Sanıyorum 2019 yıllarındaydı, kendime yüklediğim bu misyonun altında eziliyorum artık. O zamanlarda yaralayıcı bir ilişki içindeydim. Hem sürekli tetikleniyor hem de doğal olarak tetikliyordum. Tabi bunu 5 yıl sonra söylemek kolay çünkü ilişki bitti, herkes yoluna gitti, ondan kalan yaralar iyileşti. Gel de şimdiki kalp yarası için söyle derler insana, ki oraya da gelecek sıra.. Dualite dengesinin varlığını görmezden gelerek söylediğim bu söz benim kalbimi delik deşik etti inanır mısınız.. Sadece öğreten değil aslında en derinlerde öğrenen benmişim.. Ailesiyle yarası mı var hop anla, dinle, üstüne vazife olmamasına rağmen anlatmaya, göstermeye çalış.. Bir arkadaşı yalancı, ikiyüzlü ya da sadakatsiz mi hop hemen anlatmaya başla ‘bak insan çevresinin toplamıdır, bak sen düzgünde olsan olsan onun seçimleri sana da etki eder, bak karısına sevgilisine buna yapan kişi senide yanlışa sürekler’ anlat anlat dur.. Yahu anlat, göster bunda bir sıkıntı yokta ya karşındakinin hikayesinde daha o farkındalık zamanı gelmediyse, boşuna mı diyorlar vakitsiz söz baş uçurur diye.. Mesela Mali’yle olan arkadaşlığımız boyunca yıllarca ailesi arkadaşlarıyla ilgili saatlerce süren sohbetlerde ondan hep ”sen kaybedilmemesi gereken birisin, seni kaybeden kendi kaybetmiştir, çok anlayışlısın, çok fedakarsın, ilişkide bunları yapacak kadar değer verensin, değerli bir insansın” cümlelerini yıllarca duydun.
Şimdi gel buradaki ironiye, ne oldu da sevgili olduğumuzda 4 yıldır bunları söyleyen adam son 2 ayı seni kaybedecek seçimler yapmaya adadı ve sorunlar karşısında problemleri çözmek yerine seni kaybetmeyi göze aldı.. Alın size son bir hikaye daha.. Kalp kırıklığı serisinde yüzleşmeler yaşadık bunları hiçe saymadan ele almaya gayret edeceğim hikayeyi. Çünkü suç ve suçlu arayacak olursak ben sevgimi, sadakatimi, güvenimi, ilişkideki fedakarlığımı ortaya koyarım terazi asla dengeye gelmez.. Yıllarca bu kadar değerli olduğumu söyledi çünkü ondan beklentim olmadı, saatlerce kendini yaşadıklarını anlattı çünkü karşısında onu yargılamadan dinleyen birisi vardı, hediyelerle güzel cümlelerle gönlüne iyi gelmeyi seçiyordu çünkü onunla çıkara dayalı bir ilişkin olmadı.. Peki aşkta neyi kaybettik? Onun hikayesinde yüzeysel ilişkiler, aldatılmalar, aile konusunda ağır sorumluluklar, ablasıyla yaşadığı içsel kıyaslar, çevresinde kurulamayan derin bağlar, tek başına kendini ayağa kaldırmalar vardı.. Benimse o ilişkiye adım atana kadar yıllarca emek verdiğim işimden, evimden geriye bir hiç kalmıştı, tüm düzenim bozulmuştu, evimi kapatmıştım, tam bir belirsizlik ve yorgunluk içindeydim.. O hayatın onu benimle buluştuğu parka getirirken zaten gidecek olduğu hayatı kurma peşindeydi, bense ne istediğimi nasıl bir hayat yaşamak istediğimi bulana kadar biraz kendimle kalma sürecindeydim.. O ailesiyle ilgili sorumluluklarını görev bilinciyle yerine getirmeye çalışıyordu, bense aile konusunda bireyselliğimi net bir şekilde belirlediğim için kendi hayatımı nasıl kurmalıyım düşüncesindeydim.. Arkadaşlığın zaman içinde getirdiği güven, anlayış, yakınlık, paylaşımlar bizi birbirine çekerken bunu aşkla bozmaktan onu kaybetmekten korktuğum için adım atmaya çekinen bir ben vardı. Oysa ne olacaksa olsun ben seninle bir adım öteye gitmeyi denemek isteyen taraftaydı..
Onun bir adımı benim cesaretim bizi birbirimize yakınlaştıran ilk kıvılcım oldu.. Lakin aşkta ben sert ve netken o yüzeysellikle dolu geçmişi ve yaşadığı hayatın karmaşası içindeydi.. Hatırlıyorum da bana ”yıllarca anlaşmayı başardık yine yapabiliriz” cümlesi bana hep güç veriyordu.. Sonra tepetaklak gittik, neden, çünkü isteklerimiz ve ihtiyaçlarımız ilişkinin ötesine geçmeye başladı. Ben her seçimde aşkı öncelik yapsam da aynı şeyi görememe hali beni kırmaya başladı.. Hala anlamakta zorladığım konulardan birisi de bu aslında.. Kendi yolumuza gitmeye çalışmalar, insanların ve koşulların etkisini arttırması derken ya bir duralım biz niye hep sorunlarla boğuşuyoruz demek yerine ben kırılmaya o kırıp bunu görmemeye devam etti. Çünkü ben hayatımın belirsizliği, aklımın kaygıları ve ilişkimin yokuş aşağı gidişi arasında nefes alamıyordum. Oysa yeni düzeni, yeni insan bağlantıları, meşguliyeti, oradakilerin stresi derken benim boğulduğumu fark edemedi.. İşte asıl kopuş buydu; suya olan korkuma ”korkma ben varım sana bir şey olmaz” diye bana takla attıran ve korkumda yanımda olan adam, benim daha derinlerde boğuluşumu fark edemedi. Ben de aynı şekilde o boğulma haliyle, güven kırgınlıkları yaşarken onun sevgisini göremedim. Kalbimin kırgınlığının tarifi yok, yine de dün de dediğim gibi artık beklentim de yok.. Diğer hikayelerde olan benzer şeyler işte burada da oldu, diğerleri gibi kırdı gitti hayatına devam etmekte sorun görmüyor. Görmesine gerekte yok elbette. Ben sadece karşımdakinin kalbinden öyle emindim ki; hatta bir keresinde bir kişiyle ilgili konuşurken ”ben sendeki yerimden eminim kim n’aparsa yapsın yerimden edemez” gibi kendimden emin cümle bile kurmuşluğum var..
Karşımdakilerin hikayesine kalbimi ne zaman açsam onlardan bana sadece yara kalıyor. Ne zaman yaralarına şifa olmak çabasına girsem daha büyük bir yara açılıyor içimde.. Ne zaman derinden anlamaya çalışsam, anlaşılamamış ve yanlış anlaşılmak olmanın yalnızlığını yaşatıyor karşılığında hayat.. İşte denge tam da burada, ne zaman kendimi feda etsem yanıyorum, söndüğümdeyse bakıyorum ki uğruna yandığım hiçbir hikayede başrol olmamışım.. Senin hikayenle benim hikayem arasında hayatın kurduğu o köprüde ayaklarımı aşağı sarkıttım sadece bakıyorum.. Dengeyi kaybettiğim zamanlar olsa da bulmak için merkezi aradığım da oluyor. Anlamak için çırpınsam da anlaşılamamış olmanın kırgınlığıyla kendimi yalnız hissediyorum çoğu zaman.. Yani anlayacağın benim hayatımda senin hikayenin hep bir değeri oluyor da, bazen benim hikayemin duyulmaması beni derinden kırıyor.. Ben kendi hikayemde sevgiye, anlayışa, sadakate, yeni hikayeler yazmaya, anlamaya, dönüşmeye, birlik olmaya ne kadar yer verdiysem karşılığında kaygı, yalnızlık, anlaşılmama hali, suçlanma, muhtemel sadakatsizlik ve yorgunluk olarak dönüyor.. Peki senin hikayenle benim hikayem arasındaki dengeyi nasıl bulacağız? Yani ben hep kırılan tarafta mı olacağım, hep anlaşılmayan, dün en kıymetliyken bugün en görülmeyen ve terk edilen tarafta mı olacağım? Şuan, en azından son zamanlarda olanları göz önüne alınca bir başkasının hikayesinde sanırım yine başrol olan ben olamadım.. Am bu hali birlikte çözebileceğimize artık inanıyorum..
Çünkü günlerdir sessiz kalmamın, sorgulamalarımın, yüzeye çıkan kaygıların, kalbimi kıranın gösterdiği ve hissettirdiği sevgisizlik aynı zamanda bana bir umutta vermeye başladı.. Yıllarca kendimi başkalarının hikayesindeki kahraman, kendi hikayesindeki fedakar kurban olarak hissetmemin köküne indim sayesinde.. Yıllarca yaşatılanların izlerini, yaralarını yazdım.. Sonraysa anladım ki artık hikayemin o derinlerden de değişmesi gerekli.. Sürekli kahraman olma çabası haliyle feda olma sebebi yarattı. Çünkü bir hikayede her zaman bir kurban olmak zorundaydı, bense yıllarca o kurbanı kendim yapmışım.. Sonrada küsmüşüm herkese sessizce, onlar devam etmiş, merak bile etmemişte ben hep beklemişim bunca sevginin ve fedakarlığın acaba değeri görül mü, bir anlayan olur mu diye.. Dün tanıştık yeniden; bugünse birlikte hikaye yazmamızın benci yolunu koydum ortaya..
Çünkü artık feda edilen değil birlikte kahraman olunan hikayelerde olmak istiyorum. Çünkü artık kendi payıma düşen kırgınlıklarımdan doğan hikayeler değil, birlikte üstesinden gelinen hikayeler yazmak istiyorum.. Çünkü mabedime girip köprümde elime aşkla tutanın inandırdığı büyülü aşkı yaşayan olmak istiyorum, neden benim her hücreme sızmaya çalışıp sonrasında beni yarım bıraktı demeleri yazmak istemiyorum.. Artık yaşadıklarımı yazmak istemiyorum kısaca.. Artık yazdıklarımı yaşamak istiyorum, yaşayacak cesarette olanların hikayesini anlatmak istiyorum.. Yeni yıla nasıl girdiysem, yeni yaşa nasıl girdiysem aynı huzurla, sadelikle, neşeyle, inançla yeniden ayağa kalmak istiyorum.. Ve en çokta sadece benim hikayemi, senin hikayeni değil bizim hikayemizi anlatmak istiyorum..
Peki senin hikayende, bir köprü kurmaya ve bildiklerimizin aksine gerçek bir şey inşa etmeye yer var mısın?
Kalp kırıklığıydı, katarsisdi, eşyalardı, evdi, sorgulamalar, kendinle yüzleşmeler derken bugün bir çılgınlık yaptım. Hep içimde olan şeylerin listesini çıkardı, zaten yaptığım bir liste vardı lakin o listede malum kişiyle ilgili yaptığım planlar vardı. O yüzden dedim ki benimle maceralar yaşamak yerine bensizliği seçmiş biri için fazla bile zaman ayırdım.. Korkular, kaygılar, yaralar, travmalar neredeyse uzmanlık alanım oldu. Hem kendi hayatım hikayemde, hem tanıştığım insanların hikayesinde derken derine ine ine magmaya ulaştım.. Buralara geleceğiz, ama önce bugüne gelelim.. Kalp kırgınlığıma, ev düzenine, kalbimi kıranla hatıraların yaşandığı sokaklardan kalktım bir kahve içmek için en sevdiğim yere oturdum.. Kadere bakın ki daha da geçmişten birilerini görünce ”lan dedim lan şunun gibi birisini bile kaybetmemek için titreyen insan beni nasıl da” dedim kendimi durdum girdim bilet aldım, erken kalkmanın yıllarca hep istediğim şey olup hiç başaramadığım bir hayat düzenim vardı buralara da geleceğiz ama şunu söylemek isterim ki hakikaten erken kalkmak yol aldırıyor..
Hemen bir liste yazmaya başladım; ben ne istiyorum, kaygılarım, korkularım, hayallerim, hayatımdakiler, hayatımdan gidenler liste öyle kabarık ki size bu konuda en az 3 hikaye çıkarırım, bizse bugünün hikayesine gelelim.. Tamam dedim bavullar evde hala yerleşmeyi bekliyor, e kalbimde kırık o da hala iyileşmek için zamanını bekliyor. Hah dedim işte bu; ben sadakatler sevgiyle aşkımın yokluğunda bile saygımı bozmazken karşımdaki beni sorularla, güven kırgınlıklarıyla bırakmayı seçmişken ben hala kalbime sadakat gösteriyorum, ama günler sonra ilk kez doğru bir cümle kurdum, ilk kez gerçek bir ben dedim.. Ben ilişkimde olduğum kadar ilişkim sonrasında da sadakatle ve sevgiyle süreci geçirecek kadar kendisine saygısı olan, sevgisine saygısı olan biriyim o zaman kalk gidiyoruz.. Şimdi dedim elimizde neler var; kalp kırıklığı, yerleşmesi gereken eşyalar, başlanması gereken yeni adımlar (malum 10 yıllık düzen, kariyer, kısaca her şeyi yıkmış koca bir belirsizlik içinde yaşıyorum), bir bu kadar da benim sevgimi besleyen ailem, arkadaşlarım var.. Bense tutturmuşum bir aşk diye, ben ona her şeyi belirli olduğu halde destek olurken benim yaşadığım zorlukları nasıl görmez, nasıl destek olmaz, aman şu mu bu mu diye düşünüp duruyorum..
Matematik basit, isteseydi yapardı, çünkü onun aksine çok daha büyük bir belirsizlikle tek başıma boğuşuyordum.. Tamam dedim aldım sırt çantamı, ee dedim başka ne var elimizde şuan; bir bilet, az da olsa bir miktar para, işsiz olduğum için bolca zaman.. Yaz kız yapmak istediklerini hem de o malum şahısla olan sayfaya yazdım istediklerimi. Baktım şuan ki imkanlarımla ilk neyi yapabiliriz annemle kahve date, yürü dedim gidiyoruz.. Yıllar önce daha doğrusu şu 4 yıl kadar önceki Fatoş’u tanısaydınız var ya sen bu değilsin seni bu yapmışlar derdiniz.. Aklına eseni yapan, hayattan korkmayan, otostopla yollara çıkan, yeni yerlere gitmekten çekinmeyen, her gününü dolu dolu yaşayan kadını kıra döke kendilerine benzetmeyi başardılar.. Neyse ki ben kendiyle derdi olanlardanım o yüzden kimseyi suçlamıyorum, seçim benim, sorumluluk benim der hatalıysam düzeltmeye çalışır, yaptığım seçimlerin arkasında dururu.. Canım kendim, bir tek bu noktada dünya seni onlardan yapamadı.. Gelgelim yol boyu düşündüm, yazdım, hayal ettim.. Ara ara gözlerim doldu elbette malum şahısla da ne güzel hayaller kurmuş, bunları tek tek yazmışım emek emek, bunlar da düşünce bulutuma karıştı elbette.. Ama kendimi hatırlamaya başladığım bir yol oldu.. Kimdim, kim oldum, kim olmak istiyorum..
Annem sağlık sebebiyle pek evden çıkamasa da benimle dolu dolu bir gün geçirdi, güzel de bir hediye aldı ki sen geldim aklıma hediyesini kim sevmez değil mi. 🙂 Yani o güzelim listeden anında bir şeyi yapmış olmanın mutluluğunu paylaştım bugün.. Peki diyecekseniz ki yazının başlığıyla konu ne alaka be kızım, hemen gelelim o konuya..
Çok kırgın dönemler yaşadım, arkadaşlık aşk derken.. Kimi zaman eyvallah dedim devam ettim, kimisiyse tetiklenmeler yaşattı kendimle yaralarımla baş başa çok kaldım.. Ve geldik bu son kalp kırgınlığına ve sebebi olan kişiye.. Benimki çocuksu güvenin, derinden sevmenin, gerçekten güvenmenin yarattığı bir hayal kırıklığıydı aslında.. Günün sonunda bazı şeyler nettir arkadaşlar; isteyen yapar, sevgi çaba emek ister.. Ve biliriz hepimizin sevgi dili başkadır.. Öyle bir zamandayız ki herkes her şeye sahip olmak,, sahip olurken de fedakarlık yapmadan emek vermeden tadını çıkarmak istiyor.. En azından bana denk gelen buydu; anla, dinle, göz yum, sorumluluk almak istemeyişini kendiyle yüzleşmek istemeyişini tolere et blah blah blah.. Ben kim olduğumu zaten biliyorum da hatırlamam gereken daha özel bir şey varmış..
Gerçekten sevildiğim, görüldüğüm, duyulduğum.. Onun aksine benim ailem yüzleşmek istediğim her konuda yanımdaydı, kendime inancımı kaybettiğimde dostlarım bana pohpohlamayla değil dürüstçe gelecek kadar samimiydi, ve ben ne zaman düşsem kalbimin ekmeği sayesinde öyle güzel ayağa kalktım ki aslında zamanla en çokta bunları unutmuşum.. Öyle telaşa kapılmışım, öyle yetersiz hissetmişim ki içten içe kendimi bende bir şey olmalıyım ben de biri olmayım demelerim başlamış.. Halbuki herkesin yolculuğu ve bir zamanı var derdim, kendi verdiğim akılların kendime tesir etmesine izin vermemişim mesela.. Karşımdakinin ailesinin vermediklerini ben vermeye çalışmışım mesela, neden, çünkü yara nedir bilirim demişim, görülmemek nedir bilirim demişim.. Ne büyük kibirmiş.. Kendimde en olmasından korktuğum şeydir önyargı ve kibir. Elimden kalbimde geldiğince de sınır çizerim bu konulara.. Başarılarım, hayata karşı duruşum konusunda bunları hayatımdan ırak etsem bile şifacı olma çabam kendimden eksiltmiş.. Tükenmeye giden bir yola dönüşmüş büyülü aşk hikayem.. Halbuki görmek isteyene zaten neşem, bereketim ışık saçar. Bindiğim taksi bile çok şanslısınız trafik doluydu gelirken yol bir anda açıldı dedi, iltifat beklenmeyen yerden gelince insan bir şaşırıyor ama gülümseyerek hatırladım o deniz kenarında hınca hınç dolu bir yerde denize sıfır park yeri bulduğumuzu, anıyı taksiciye anlatmasam da anın verdiği gülümsemeyle ”evet genel de park yeri bulmak, yeşil ışığa denk gelmek ve trafik olmaması konularında şanslıyımdır hayat bana yol verir” demekle yetindim.. Ve bu gerçek bir anda zihin kıvrımlarımda dolaşmaya başladı, dolaşırken veri akışı girdi devreye; koç burcu girdiği yere bereket getirir, senin duruşunda farklı bir enerji akışı var huzur veren, yaşam yolu rakamından dolayı sen şifacısın, çok güzelsiniz, waoaw kokunuz çok güzel, ne kadar neşeli ve ışıl ışılsınız vs. ,. Malum benim zihin kıvrımlarım biraz farklı ve çoklu çalışır.. Mazur görün…
Yarayı bilen biriyim, yaralıyı tanıyan biriyim. Nerede ailen, aşktan yaralanmış var çekerim kendime. Arkadaşlıkta da, aşkta da.. Çünkü yaralı biriyim, çocukluğumdan.. Anlamam zaman aldı, idrak halimse devam ediyor.. Fakat fark ettim ki ”niyet her şeydir” ve ”her nasip vaktine esirdir” son olaraksa ”kader gayrete aşıktır”.. Şimdi diyeceksiniz ki bu aforizmalar ne alaka, gelin birlikte yaşayalım aha etkisini.. Mesela arkadaşlıklarım konusunda yıllarca çok hassastım, kendimin ailemin bile önüne koymuşluğum çoktu kendi derdimi, hastalığımı düşünmeden yanlarında olduğum çok zaman oldu.. Yıllar içinde bu konuda dengeyi bulmayı öğrendim. Kendi krallığımda herkesi bir sofram elbette vardı, lakin kendi soframa sadece ailem gibi gördüklerimi almak konusunda net kararlar aldım. Çünkü sadece kendi zaman ve enerjim değil aynı zamanda bana gerçekten değer veren dostlarıma da ayırdığım zaman ve enerjiden çaldığımı anlamıştım. İşte bu yüzden de o alanda köklü değişimler yaptım, hayatta bu konuda beni nazikçe desteklemişti. Çünkü ben vedaları pek sevmem, ansızın gitmeler tam benliktir. Ama kimsenin hayatından çat diye gitmem gidemem, işte bu zıtlıklarla boğuşmamam içinse hayat tatlı hamlelerle beni destekledi. Ve krallığımın sofrasında olanlar, ailem gibi gördüklerim kendiliğinde kalırken yüzeysel olanlardan sessizce uzaklaşmıştım.. Gelelim aile konusuna, kediler sevgiyi almakla ilgilidir derler uzun uzun anlatmayı sevsem de konumuz dağılmasın diye merak edeneler araştırabilir. Peki konumuzla ilgisi ne hemen oraya gelelim; benim kedilere alerjim vardı, bırakın dokunmayı oturdukları yerle temas etsem kaşınmalarım başlardı. Tabi bu işin köküne mecbur ineceğiz gelin 4 yıl öncesine kısaca göz atalım; ailesinden kopamayan bir erkeğin, ben yalanı asla affetmem diyen bir benin sıkıntılı ilişkisi sonrasında tetiklenen depresyon sürecime..
Yılların içte birikmişliği, pandemi, mana kaybı, üstüne yıllar sonra iyi ki diyecek olsam da o zaman bir ”sen bu kadarını hak etmedin” özürünü beklediğim yıkıp giden bir ilişki derken zor bir süreç beni bulmuştu.. Terapiler, kendini bulma süreçleri, ilaçlar, e bir de geçirdiğim havale sonu ölümle burun buruna gelişim derken iyice kendime yöneldiğim bir zaman dilimi olmuştu.. O dönemde aile bağlarım, kök inançlarım, travma şifalandırmaları derken başlarda hasta olarak sonrasında da meraklısı olarak iyice içine girmiştim.. Hem bilimsel hem de ilim alanlarında oldukça fazla okumalar ve araştırmalar yaptım. Çoğu yöntemi kendi üzerimde denediğim bile oldu.. Bir gün aile evine geldiğimde annemin yeni doğan kedileri odama koyması, o kedilerle temasım ve temas etme sonrası kaşınmamış olmam sanıyorsunuz ki oha iyileştim dedirtti bana, elbette hayır, farkına bile varmamıştım alerjimin hafiflediğin, hatta alerjim olduğunu bile unutmuş gibiydim. Ta ki bir gün bir video karşıma çıkıp kedilerle ilgili; sevgi dengesi, anne sevgisi gibi şeyleri izleyene kadar.. Yani olay yaşandıktan birkaç gün sonra önüme bir videonun çıkması sonucu aha dedim aslında.. Bu olayında etkisiyle bu konularla iyice içli dışlı olmaya başlamıştım.. Ve artık emindim hayat kesinlikle fısıldıyor, peki biz duyuyor muyuz?
Şimdiyse yaşadığım yüzleşme bunların oldukça dışında.. Bana kaybolan zamanımı, yitip gidip enerji ve neşemi, bir kale gibi inşa edemediğim kariyerimi, ne kadar okursam okuyayım ben buradayım diyemeyeceğim eğitimlerimin olmamasını, kendimi her seferinde düştüğüm yerden kaldırsam da bunlar için çabalarken yitirdiğim şeyleri bana kim geri verebilir? Kalbimi kıranlar yoluna gönül rahatlığıyla devam etmişken ben açılan yaralarla kendimi dünyadan soyutlamışken, bana yapılanlar benden çalınanlar diye yazıp anlatırken bir köşede benden gidenlerin eksilenlerin yerini ne doldurabilir? Hiçbir şey, hiç kimse.. Ben ne kadar kalbimle seversem seveyim yaralayanların gördüğü kendi hikayesindeki kibirleri ve haklılıkları olacaktı zaten, çünkü öyle olmasalardı öyle kırmazlardı. Ben ne kadar kendimi iyileştirmek için tek başıma onca yalnızlık, sorun, belirsizlikle, imkansızlıkla bir başıma kaldım yine de düşmeden devam etmeye çalışıyorum desem de bunlar için kaybettiğim zamanı kimse görüp verdiğim sessiz savaş için kimse takdir etmeyecekti, zaten öyle olsa zamanımı neşemi çalmak yerine paylaşmayı seçerlerdi.. Şimdi söylesenize bana; birisi depresyonumu tetikledi ilişkiler konusunda aile travmaları bıraktı ben bunlarla boğuşurken hayat onun evlilik teklifini alkışlattı, ben kendimle sevgim sadakatimle yas tutarken o mutluluğunu sergilemekten hiç çekinmedi peki ben ne kazandım. Kendimi tanımaya, ne istediğimi bulmaya adadım kendimi doğru, o ağır depresyonda ehliyetimi diplomamı aldım doğru, ama yetmedi işte..
Son kalp kırıklığı peki arkadaşından daha ağır yaralar açtı, çünkü sadece aşka değil arkadaşlığı da ihanet etti kırdı ve gitti sonra ne oldu; o tatiline keyfine, Amerikan rüyasına keyifle devam etti, kurulan hayallerin yıkıntısının yası, hatta hakkı olmayan sadakati vermeye devam eden ben yine zamanımı, neşemi, enerjimi yitirdim kaldım.. Şimdi bunları kus ve yoluna devam et demek kolay, zaten kolay olanlar geldi çaldı gitti. Zorluğu yaşayanların kaybının hesabını kim verecek? Ben çok sordum, çok bekledim.. Tam 31 yaşımda belki kaçtığım, belki korktuğum, belki de hiç hesaba katmadığım bir gerçekle yüzleştim.. Ben ne kadar sadakat, sevgi, güven, şeffaflık dolu ilişkiler sunsam da bunu taşıyamayanların kolayca günah keçisi ilan edip yoluna gönülleri rahat devam edebilmelerine şahit olurken en çokta ben benden çalmışım. İnsan 20’lerinde olsa kolay bulur yolunu da 30 yaş daha derinlerden kırıyor inancı, başlanmasını daha zor kılıyor.. Hele de bunca belirsizlik içinde, imkansızlık dahilinde, üzerinde ağır psikolojik ve fizyolojik sorunlardan sonra.. Gönlüm çok kırgın evet ve hakkımı inanın helal etmiyorum, çünkü bu kadar kırgınlık hakkım olmamalıydı.. Bunu sızlanmadan, beddua etmeden söylüyorum. Kendimi affediyorum başta, çocuksu bir heyecanla kalbime herkesi denk görüp yoldaş bellediğim için.. Ailesi tarafından zamanında takdir ve sevgi görmeyeni daha bir sıkı sarıp sarmalayama çalışırken kendi çocukluğumu yalnız bıraktığım için, ablasıyla kıyaslanana kendisinin daha değerli olduğunu göstermeye çalışırken aslında içten içe samimiyetimi görmek yerine beni düşman bellemesine rağmen inatla anlatmaya çalışırken kendimi nasıl da yorduğumu görmediğim için. Beni diplomasına, kariyerine denk görmeyip yetersizmişim gibi davranarak kibirden kör olanları kalbimdeki sevgiye, ruhumdaki sadakate onları denk görerek aslında onların kibrini beslerken kendimi daha da değersizleştirdiğim için.. Kalbimi herkese ev yaptım doyup şahlanan yıkıp gitti en çokta tek başına ben kaldım enkazın altında.. En çokta bunları yapmalarına rağmen kendi zamanımdan çalmayı umursamadan beklemekle, onları gelirse affedebilmek için kendi kendimi oyaladığım için kendimden özür dilerim.. Benden giden neden mutluymuş gibi olup onlardan enerjimi çektikten sonra mutsuzluklarını, hatta duyduğuma göre bana inat evlenen bile varmış ben demedim bizzat arkadaşı demişti yanlış olmasın, sebebi ne biliyor musun ben gerçekten çocuksu sevgimle sarıp sarmaladım her zaman. Sözlerimle değil davranışlarımla sadakat gösterdim. Ama ne düştüğümde el uzatan oldu, ne bir hatam olduğunda yanımda kalan. Sen de insansın, çok yoruldun, her şeyi kendinden halletmek zorunda değilsin demediler.. Bakmayın bense içten içe beklemişim aslında. Hani böyle o büyülü aşk hikayesini yaşarım, dünyaya aşkımla kafa tutarım, ne olursa olsun güvenli bir limanım olur diye inanmayı istemişim. Son sevgilimse bu konuda oldukça destekleyiciydi.. Yani inanmamı sağlayacak kadar destekleyiciydi, bu inancın arkasında dimdik duracak kadar değildi. Olamazdı nasıl olsun ki; ona diploması olursa, ablasından daha iyi bir yere gelirse ailesinin onu takdir edeceğine inanan, çevresinde kadınlar ona ilgi gösterince asla ulaşılmaz biriymiş herkesi o seçermiş gibi hissettirten biri olarak yetiştirmiş birine dünyanın öyle bir yer olmadığını anlatmaya çalışmak ben hatamdı.. Hayatı boyunca kibrini beslemek zorunda bırakılmış, ilişkilerinde aldatılmış, arkadaşlık ilişkilerinde hep kendi aralarında gizli kıyaslamalar yaşamış birine gerçek aşkı, gerçek dostluğu, gerçekten onunda sevilebilir birisi olduğunu nasıl anlatabilirdim ki.. Keza o da bana kariyer ve eğitim konusunda önemli biri olmazsan dünya seni alkışlamaz kısmını anlatmadı mesela..
Ben daha romantiktim, o daha analitik. Ben sevgi iyileştirir inancına sahiptim hem de defalarca oradan kırılmama kandırılmama rağmen, o annesinden öğrendiği mesafeli sevgi normaldir inancını yıkamayacak kadar uzaktı sevilmeye. Ben gezelim, eğlenelim, anılar biriktirelim, rutinler geliştirelim hayalciliğindeydim o ise dünyadan takdir almak için meşgul olması sürekli çalışması gerektiğine inanıyordu. Ben sadakatin seçim olduğuna, insanlar ve koşullar sana sinsice gelir ona rağmen seçebilir misin asıl sadakat seçimlerle ortaya konur diyen taraftaydım o ise bir an iyi niyetli sandım, ben bunda yanlış görmeyim diyerek durumları kendine göre şekillendirecek kadar sadakatten yoksun biriydi.. Ben onun için içine doğduğum ülkeyi, kültürü, ailemi, arkadaşlarımı bırakıp sırf onunla yeni deneyimler kazanmak aynı zamanda onun hayalini kurduğu kariyer için ona destek olmak adına ve aslında onda aşık olduğum potansiyelini yaşamasına aşkla destek olmak adına Amerika’ya giderdim. O ise aşkla kariyer arasında seçim yapmak zorundaymış gibi hissedenlerdendi, sorumluluk bilinciyle görev bilinciyle yaşayan birine ben nasıl anlatabilirdim ki aşkın yük değil bir kaynak olduğunu.. Ben her şeyi yapmaya hevesli biriydim, o ise hep planlı yaşamayı seçen. Yıllar evvel arabasını bozulduğu yeri tatile giderken bana gösterdiğinde ben ona ”bak hemen şarkı açıyorum bu anıyı yıllar sonra güzel bir anıya dönüştürüyoruz” diyerek hikayeleri neşeyle dönüştürmeyi seven biriydim, o ise yıllar önce gece ben yolda kalınca sen bana araba göndermiştin diyerek hep geçmişi hatırlamayı seçen birisi (gerçi benimle ilgili güzel şeyleri hatırlaması elbette güzel de yeni hikayelere de yer açabilirdin be adam).. Yani o bana kariyer, eğitim önemli hep alkış alacaksın, almak için çok çalışacaksın bilincini nasıl anlatamadıysa ben de ona aşk, sevgi, şeffaflık, sadakat gelecek için kurduğumuz yuva hayallerinin temeli bugün sağlam atalım ki inşa etmek kolay olsunu anlatamadım..
Çünkü o dünyanın vazgeçilmezi olmak istiyordu, bense dünyaya birlikte meydan okuyabileceğim bir aşk.. Aslına bakarsanız bu iki güç bir arada köksüz medeniyetimin kadim krallığını yeşertebilir, hatta hayalini kurduğumuz gelecek için kök salmasını sağlayabilirdi.. Onun yerine tahtına emeksiz oturduğu krallığı yıkmayı seçti, bense o enkazın altında kalmayı ve beklemeyi.. İşte bir biletle çıktığım yolda kendimle en çok bu gerçekleri konuştum.. Kahvemi yudumlayıp ailemin verdiği sevgiye teşekkür ettim.. Aslında en büyük kaybım yola çıkmakmış onu anladım, yarın yeniden yola çıkmaz zamanı o yüzden.. Açılmayı bekleyen bavullarım, yerleşmeyi bekleyen anılarım, duvara asılmayı bekleyen fotoğraflarım var..
O elimi tutarken belki kayboldum, o elimi bırakınca kaybolmakla birlikte karanlıkta kaldım, ama onun aşkı sayesinde hatırladım; önce ifşa, sonra şifa, daha sonra da inşa.. Depresyonumla yaşamayı öğrenmek yıllarımı aldım, çocukluğumda maruz kaldığım şeyleri tanımlamak ve anlamak yıllarımı aldı, kaybetmek ve kazanmak, yapmak ve her yaptığımı sandığımda daha da derindin yıkılmak yıllarımı aldı.. Geçmişin kırgınlıklarına ve yaralarına değil sadece başarılarımın da hep geçmişte kalmasına izin verdiğimi anlamakta yıllarımı aldı.. Kendi iç dünyama döndüm, çıktığım her sandığım da meğer yeniden kırılıp dönmeye devam etmişim oraya.. Ve bugün, 5 yılın sonunda, yine bir kalp kırıklığının enkazında yolum ikiye ayrılıyor.. Eskiden bu İzmir mi, Denizli mi diye ayrılır olduğum yerde bir gider bir kalır sadece düşünürdüm. 🙂
Şimdiyse anlıyorum ki yol ayrımım bundan daha önemli bir noktada.. Kendimi yetiştirmekle, şifa aramak ve şifa olmaya çalışmakla kaybettiğim yıllarımı defalarca ifşa ettim.. Her ifşa bir şifayla, her şifa bir inşayla, her inşa bir yıkımla gerçekleşti.. Nisanda şifam olan aşk, eylülde yıkımım oldu.. Ekimse yeni bir ifşa getirdi kalbimi akıtmama dair.. Şimdiyse idrak ediyorum tanırının neden zar atmadığını, bana aşkla gelen dünyaya kafa tutmak mı istiyorsun o zaman o dünyanın sahn esine çıkacaksın denmesiymiş. Aslında aşkım da yapmak istediği buymuş, bense perde arkasında beklemeye beklerken de usulca bir aşk yaşamaya inat etmişim.. O bana sahneye çık demiş, ben korkuyorum demişim. Halbuki sudan da korkuyorum ve hala yüzme bilmiyorum, ama korkma ben varıp deyip bana suda takla attırdığındaki mutluluğu ve özgürlüğü tarif edemem, sonrasında bir heyecanla kendime makarna alıp su yuta yuta yüzme çabam ne de güzel bir andı o öyle.. Sadece kendi cesaretim değil, aşkın da elimden tuttuğunda bir olma halindeyken aslında ne de güzel meydan okuyabilmişim o korkulara.. Hele sonrasında o hiç cesaret beklemediğim adımla deniz kenara masa kurma talebini sesli söyleyen ve denize sıfır yemek yeme hayalimi yaşatan ey aşk.. Artık korkmuyorum.. Tamam tamam korku ve kaygılar hala var, köklü olanı bir anda değiştirme hayalinde kapılmıyorum elbette, ama artık anlıyorum.. Bir olma halinin, biz olma halinin benim şifam olduğunu.. Bugüne kadar gelen ve giden herkese, gelip kalan herkese, seven ve vazgeçen herkese bir teşekkür aslında..
Aşk, sevgi, dostluk, sadakat, güven gibi soyut kavramlara öyle sıkı sıkıya tutunmuşum ki başarı, kariyer, eğitim gibi somut konuları hiç dolduramamışım. Ne yapalım 20’ler de yaptıklarım yanıma kar kalsın, yaşadıklarımsa yaşatanların omzuna kalsın.. Tastamam 5 yıl sonra ilk kez bu konuları düşünmemi aşkla, sevgiyle, güvenle değil de kırıp dökerek, yaralayarak, yıkıp giderek hatırlatanın da canı sağ olsun.. Elimdeki kılıcı bırakıyorum, düne ait yorgunluk hikayelerimi de bugün olduğum şehrin denizine bırakıyorum, temmuz da adayken suya fısıldadığım hayallerimi bugün suya bıraktığım ağırlıkların yerine seçiyorum.. O hayaller biriyleydi evet, yine de gerçekleştirilebilir, çünkü aşka ve kalbime inanıyorum.. Ben bu değildim beni bu yaptılar hikayelerini azat ediyorum. Ben bu olmayı seçtim, yeniden seçebilirim kim olduğumu diyebilmeyi istiyorum..
Kalbime ve kişiliğime yeterince yatarım yaptım, elbette yapmaya devam edeceğim. Çünkü ne yaralar, ne travmalar ne de bana yaşatılanlar beni tam olarak tanımlıyor.. Şimdi biraz da aç bıraktığım yerlere yatırım yapma zamanıdır belki de, beni ben yapanı bulma zamanıdır.. Beni bana aratanlarla sorgulatanla yeterince yol yürüdüm, beni bana bulduranla yürüme zamanıdır belki de..
Önce ifşa; yazdıklarım yaralarımın ifşasıydı.. Sonra şifa; anlattıklarım kadar sustuklarım ve beklediklerimden umduklarımdan bulamadıklarım karşısında yüzleştiğim gerçekler şifamdı.. Sonra inşa; bana gerçek sevgiyi aradığım güveni veremeyecek olan herkese ve her şeye sıkı sıkıya tutunmayı bırakmak, karşımdakine değil kalbimdekine sadık kalmayı seçmek ilk adımdı..
Kalbimin sevgisiyle sınandığım 30 yıllık savaşım bitti, kalbimin ekmeğini yiyeceğim yeni bir yaşam hikayesi başlasın artık..