Yazar: yildizlaraltinda

  • ..KAHRAMANLAR LİSTESİNDEN SÜRGÜN..

    ”Eski kitapları okuyordum, efsaneleri ve mitleri; Aşil ve altınları, Herkül ve yeteneklerini, Spiderman ve gücü, Batman ve yumrukları. Ve açıkçası kendimi bu listede göremiyorum.” diyor Coldplay..

    Süper kahraman olmak için maskeye ve pelerine ihtiyacın yok.. Doğa üstü güçlere ihtiyacın yok.. Kendini bulmak için kas gücüne ihtiyacın yok..

    Fethe başlaman gereken topraklar zihin kıvrımlarında, dönüşmeyi umduğun kişiyse aynaya bakıp ruhunu gördüğünde sana bakan kişi aslında..

    İzlediğimiz filmler, okuduğumuz kitaplar bize aksini dayatıyor gibi gelse de aslında dönüşmeyi umduğumuz tek bir kişi var, kozamızı terk edebilme cesareti gösterdiğimizde kanatlarımıza kavuşacağımız kelebek versiyonumuz..

    Zaten süper kahramanların proporsiyonu bana pek uygun sayılmaz.. Her gün aynı saatte uyanamam mesela. Her saniye ezberlenmiş duygular ve düşünceler arasında mekik dokuyamam. Her an dünyayı kurtaracak kadar müsait olamam. Sürekli tetikte kalamayacak kadar sıkılgan bir yapım var. Bir kadın olarak standart güzellik algısına da uyamam. Makyaj yapmam. Oje sürmem. Günde iki saat spor ya da squat yapamam. Düzenli değil dağınığım. Bu dağınıklık sadece masamda değil aklımda ve hayatımın her yerinde var olan bir gerçeklik..

    Yazarken, konuşurken sürekli umut dağıtamam. Hatta çoğu zaman depresifliğim gerçekliğimin önüne geçer. Bazen konuşurken cümlenin başında ne dediğimi unutacak kadar konuyu uzatırım. Bazense Budist rahipler misali sessizlik yemini etmişim gibi ağzımı bıçakla bile açamazsınız.. Çok kızdığımda hayata diş geçirecek kadar bilenirim, ama sonucunda evimde kendimi film izlerken bulurum. Bazense dans ederek devrim yaparım..

    Yıllarca dansımın ve müziğimin yanlışlığını fark etmeden oradan oraya savrulduğum oldu. Yakın zamanlardaysa müziği tamamen kapatıp kendimi dünyadan sakındığım günler yaşadım. Bugünse kendi sesimle maestrosu olduğum orkestramı kuracak enerji ve motivasyona sahip hissediyorum. Doktorlar bipolar diyor, beni tanıdıklarını sananlar dengesiz. Ailem ve gerçek dostlarımsa sahip olduğum ve muhtemelen hala benim göremediğim potansiyelimi keşfettiğim bir yolda olduğumu düşünüyorum.. Peki ben?

    Sahi ben bir kahraman mıyım, yoksa sadece iyi bir insan mı? Bir düşman mıyım, yoksa canı yanmış sıradan bir insan mı?

    Tonlarca cümlenin akıp gittiği, sayısını bilmediğim birçok yazı yazdım. Hepsi benim parmak izlerim. Geri dönüp hepsini okuduğumda göreceğimi bildiğim duygu ve düşüncelerin çoğunun karanlık, kızgınlık, öfkeyle yoğurulmuş, zaman zaman intikam isteyen, zaman zamansa sadece anlaşılmayı bekleyen bir kadın olduğunu ama en temelde savrulan ve kanatlarını arayan küçük bir kız çocuğunu yattığını biliyorum.. Bugün o kız çocuğuna yıllar sonra bizzat kendi sesimle sesleniyorum..!

    Önce öteki olduğunu hissettirecekler ama bunla yetinmeyecekler. Vicdanını, merhametini lime lime edecekler ki ağzından sevgi dolu kelimeler değil kan kokusu çıksın. Aklınla oyunlar oynayacak kadar yetişkin değiller korkma, ama bunu bildiklerini için aklından şüphe etmen için ellerinden geleni yapacaklar. Bu yıllara mal olacak ve üzgünüm ki kaybettiğin bir savaş olacak. Çünkü senin için şüphe tek gerçektir ve lanetinde burada başlayacak. Maalesef gerçekliğin abdest bozduracak.. İlmek ilmek işlenecek onlardan biri olduğunu kanıtlayana kadar.. Hatta bu savaş öyle bir raddeye gelecek ki gırtlağın aklına hükmedecek ve onlardan olabilmek için yalvaracaksın. Üzgünüm ama onlardan biri olmak için belli bir aptallık seviyesi var ve sen o seviyeyi çoktan aştın..

    Yılların sadece savrulmayla değil yalpalanmaya geçmeye başlayacak, tökezleyeceksin, hatta bazen bacakların sana hizmet etmeyi istemeyecek kadar yorulacak. Sende aklına denk olanı bulamadığın için pes etmenin doğru olduğuna inanacaksın. Korkma! O zamanlar için pes etmek sandığın Anka’nın yanışı olacak aslında. Yeniden doğa bilmen için önce yanman gerekli.. Ayrıca örümcek ağıyla sarmalanmış olan her yeri yavaş yavaş temizlemen gerek. Ve sen maalesef fazla aceleci ve fevrisin. Bu konuda hayat senin yanında olacak kırbaçlayarak da olsa sana sakinliği öğretecek..

    Kendini okuduklarınla, izlediklerinle kıyaslayacak aynaya baktığında sadece bir hiç göreceksin. Üzülme! Varış noktanın başlangıcı aslında tam olarak burası. Çünkü prenses masallarında, pelerin takmış kahramanlarda bir yanlış olduğunu biliyor olacaksın. Senin hamurunda bundan çokta başkası var. Her kahramanın yoğrulduğu malzeme başka. Un, süt, yumurta ve kabartma tozu hepinizin ortak noktası. Kimisinde şeker kimisinde tuz olacak. Kimisi kremayla süslenecek kimisi çörek otuyla.. İşte o hiçlikte kendi çokluğunu ancak böyle göreceksin..

    Ben kimim, ne ki potansiyelim sorularıyla öyle meşgul oldun ki bunları aramak için yola çıkacak enerjiyi ve inancı kendinde bulamadın. Bunların yanına da seni oyalayacak küçük hesaplı olaylar ve ve sebebi olan insanlarla çevrenince en ne duruyorsun öldürülen amacının helvasını yapsana.. Neyse ki sana inanmayı bırakmayan birkaç güzel insana sahipsin onlar sesini bulman için seni rahatsız edecek gerçekleri sesli söylemekten pek usanmayacaklar. Onların kıymetini iyi bil. Yaşadıkça bunun önemini göreceksin. Hiçbir kahraman yardım almadan bir savaşı kazanamaz. Bunu öğrenmen azıcık geç olacak ama yardım istemeyi öğrenmeye başlayacaksın..

    En zoru kendi sesini bulup, kendi dansını inşa etmen.. Kozandan hayata uçarak gitmek için sabırsız olacaksın. Bunu yapma! Önce kanatlarını bul.. Evet hayatın depresif yanını görmekte bi dünya markasıyız, bu gerçeği değiştirmek pek mümkün değil. Ama unutma sen hep bir kontrol manyağıydın, bu gücünü kendi üstünde dene. Sonuçlarına inanamayacaksın.. Zamanın tik takları hayatın taktikleriyle pek ilgilenmiyor. Kendisinin tek derdi su gibi akıp yatağını bulmak. O yüzden zamanı bölerek yaşama, geçmiş ders alacağın, gelecekse tecrübelerinle inşa edeceğin bir yer, bugünse sahip olduğun tek an ona sahip çık..

    Yazmayı, dans etmeyi, şarkı söylemeyi, parmaklarına işkence edercesine keman çalmayı, bir düşünceyi sonuna kadar savunmayı, yanlış olana gür bir tonla ses çıkarmayı seviyorsun. Hayatın anlamını sürekli başka yerlerde aramaktan vazgeç. Hiçbir şey dans ederken ki kadar tatmin etmeyecek. İki insanın arasından geçerken bile vals yapan birisin kendini kandırmaktan vazgeç.. Ha bir de kaçmak pek sana uygun bir seçim değil. İnan bana, son iki yıldır bunu birçok konu için denedin sadece alışkanlık olarak hayatına aldığın bir savaş taktiği ama pek başarılı olamadın. Kaçmak değil, savaşmak hep birinci önceliğin oldu. İkisini de yapma. Yeri ve zamanı kendiliğinden gelecek olan bu iki durum için kontrolcü olmaktan vazgeç..

    Çabuk sıkılan, kendine pek inanmayan, olduğu kadardan olmadığı kadere bağlayan, sürekli bir pencereden hayata methiyeler düzen, dağınık, disiplinsiz, kuralsız kontrolcü ve yaşamın iplerini sıkı sıkıya elinde tutan biri olmaktan uzaklaş. Hayatı istediğin zaman evinin balkonundan istediğin zaman sokağın tam ortasından yakalayabilirsin..

    Kendi sesinin fısıltısına kulak ver, bırak ruhundaki orkestra onun müziğini çalsın ve izin ver ayakların kendi müziğinde özgürce dans etsin..

    ”İşte istediğim tam olarak böyle bir şey..”

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..YALNIZLIĞIN ANAVATANI..

    Biliyor musun artık kimseye ihtiyacım yok.. Ne dertleşmek için, ne hayallerimi paylaşmak için, ne yardım istemek için.. Bunu öyle penceremden oturup dışarıda akıp giden hayatı izleyerek yazmıyorum. Bizzat alıp giden hayatın tam ortasındaki yalnızlığımla yazıyorum. Bunu bir başıma sıcacık evimde film izlerken rahat batmış götümü kaldırdığım ve karıştığım insanların tam ortasından yazıyorum.. Çevremde birkaç masa insanların sohbetine eşlik ederken, 4 tane boş sandalyenin eşlik ettiği masadan yazıyorum. Kahvemi yudumlarken, sigaramı içerken arkadaşlarımın çevre masaya eşlik ettiği yerden yazıyorum..
    Hani derler ya sosyal varlıklarız hepimizin insana ihtiyacı var diye hah işte bu sikko yalanın tam merkezinden yazıyorum.. Tam 28 yıl herkesin iyi olduğuna, hepsine yardım etmem gerektiğine inanarak yaşayan bu yaşantının koca bir hiç olduğu noktadan yazıyorum.. Benim insanlara ihtiyacım hiç olmadı ki, olamadı ki.. Ama hepsinin bana tek tek ihtiyacı vardı.. Dertleşmek için, neşelenmek için, iyileşmek için, öğrenmek için, yollarına devam etmeye inanmak için, kimi zamansa çevrem için tek tek hepsinin bana ihtiyacı vardı..
    Peki ya ben bu hikayede kime ihtiyaç duyduğum an yanımda gördüm! Kimsenin..
    Biliyor musun, her bir aptalın kendine inancı geri gelsin diye aptal da oldum, her bir yalnızın yanı kalabalık olsun diye yanında herkeste oldum, her bir hasta iyileşebilsin diye yanında doktor da oldum..
    Son birkaç yıl “herkese değil de bazılarına iyi gel bak sende yorgunsun” diyerek kendimi kalabalıktan yavaş yavaş soyutlamaya başlasam da merhamet dolu aklım yine de insanlara iyi gelme çabasını bir türlü bırakamadı..
    Peki ne değişti!
    Biyolojik yaşım, ders aldığım birkaç konu, kendini az buçuk toparlayan sağlığım.. Bunları iyileştirmek için çabalarken kim vardı peki? Şaşırmış gibi yapma lütfen, elbette kimse yoktu.. Hiçbir zaman olmadılar ki.. Hiçbir zaman olmazlar ki..
    Ben ziyafetini yalnız başına veren biri olmaktan ne kadar kaçarsam kaçayım fark etmeyecekti zaten.. Hayat insanlar aracılığıyla bana unutmak istediğim şeyi inatla hep hatırlayacaktı..
    Peki bugün ne oldu!?
    İnsanları alttan aldıkça ne kadar nankör olduklarını bir kere daha anımsadım, üzerlerine gerçeklerle gittiğin an nasıl çil yavrusu gibi dağıldıklarını bir kere daha gördüm, ellerine geçebilecek en küçük fırsatta beni ezip geçmek konusunda tereddütsüz davrandıklarını gördüm, nazik oldukça bunu nasıl kullandıklarını gördüm, kartları açık olan masamda bana rest çekişlerini gördüm, kalbini açtığın an lime lime etmek için sıraya geçtiklerini gördüm, dertlerine ortak olduğumu unuttuklarını, yapılan her iyiliğin karşılığında daima bir kötülük hediye edebileceklerini gördüm..
    Aslına bakarsak bunları tanıştığım her yeni yüzde, mumlarını umutla üfleyerek girdiğim her yeni yaşta, yardım için elimi uzattığımda yara bere içinde bırakılan her anımda zaten gördüm..
    Biliyor musun, hiç sanmıyorum.. Herkesin en çıplak halini görüp insanca onlara yaklaştığın her an için seni defalarca pişman etmelerini bileceğini hiç sanmam.. Çünkü senin gibiler insanlardan en ufacık bir kötülük gördüğünde hemen gardını alır ve insanlara duvar örerek kendini korumaya alır.. Benim gibilerinse hayatta bunu yapmaya pek hakkı yoktur. Şarkı söyleyerek, tiyatro oynayarak, yazarak, resim yaparak bunları anlatmaktır çünkü görevi.. Fedakarlık olmadan zafer olmaz çünkü..
    İnsanları olduğu gibi kabul ederek sağlığımdan oldum, onları anlatarak birilerine yalnız olmadığını anlataraksa akıl sağlığımdan oldum..
    İşte bunu asla bilemezsin..
    Tam şuan oturduğum yerden kahvemin son yudumlarına yaklaşmışken kafamı ne tarafa çevirirsem çevireyim o umutsuz ruhların çıplaklığını görmeye devam edeceğim. Bu hayatımın laneti..
    Ama bu gördüğüm çıplaklığın arasında kendini yalnız ve değersizmiş gibi hissettirilen birine bile asla yalnız olmadığını ve daima ona inanacak birinin olduğunu anlatabildiysem işte bu da benim hediyem..

    Ruhi Mücerret’in de dediği gibi “Yalan insanı aptallaştırır, hakikat ise delirtir.”
    Aptalların dünyasında, aklını korumaya çalışan bir deliden..
    .. SEVGİLERİMLE..

  • ..REZERVE EDİLEN SALİSELER..

    Güne nasıl başladığımızı bir inceleyelim; gözümüzü yarı yorgun yarı isteksiz açtık, havanın derecesindeki soğumaya inat sıcacık yataktan yavaş yavaş doğrul, yorganı düzelt, yüzünü yıka, pencereden akıp gitmeye devam eden hayata bir bakış at ve günün gerekliliği neyse onu yerine getirmek için kendine gelmiş gibi yap..

    Hayal ettiğimiz bir gün başlama rutinini inceleyelim; güneş doğmaya yakınken hevesle açılan bir göz, anından yorgandan ve yastıktan kopup suyla kavuşan bir vücut, anında spor ve yoga, akabinde günü planladığımız bir 15 dakika ve hop kendimizi hayata atıp dünya için savaşacağımız şeyler yaparız..

    Her ne olursa olun dün, bugün ve yarın için yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımızın değişim hızı aklımızda olanlardan biraz farklı oluyor.. Bir gün dünyayı fethedecek güce sahipken diğer gün duşa bile giremeyecek kadar yorgun oluruz. Bir gün neşe saçarken diğer gün kaz yaklarına yüzümüzün en kıymetli yerlerini rezerve edebiliriz.. Bugün aşktan sarhoş olup şarkılar söylerken yarına kimseyi istemeyen insanı yük gören biri olabiliriz. Bugün esprilerle Cem Yılmaz tişörtü giyerken yarına sessizlik yemini eden Budist rahibi olarak günü bitirebiliriz..

    Bugünle yarın arasındaki duygu ve düşünce değişim hızına bakınca bipolar olma ihtimaliniz bir hayli yüksek gibi görünebilir, yine de bunu yalnızca doktorunuzla görüşün bırakın o bu konuyla ilgilenirken biz dünyayı değiştirmeye devam edelim..

    Güne kaçta başladığınızın önemi yok, 24 saat içinde 17 saat ayaktasınız tam olarak ne yapmak isterseniz anında önünüze sunulacak. Şimdi bu 17 saatte tam olarak ne yapardınız? İster uyuyun, ister durmadan hareket edin. Nefes almaya devam ettiğimiz her an bu 24 saate sahibiz.. İster yatakta ister sokakta ister mutfakta bozdura bozdura harcayın..

    Bunca alakasız cümlenin dakikalarımızı almasından sonra gelelim asıl mevzuya. Yukarıdaki cümleleri hayatımızda alakasız olan, bize yararı olmayan, dakikalarımızı gerek mecburi gerek ayıp olmasın diye ayırdığımız insanlar, duygular ve düşünceler olarak görün. Kendimizi bu kadar olumsuzluğun içinde hayatta tutmaya çalışıyoruz. Hem de neredeyse her gün her saat.. 

    Yakın bir arkadaşım dün motivasyon kaynağı olarak kendimizin en iyi versiyonunu bulmak olarak görebilmemizin yararlı olacağını söylemişti. Hep hareket halinde olmamız için büyük amaçlar, yüklü değişimli bekliyoruz. Daha küçük adımlar, daha küçük amaçlar bulmak onlar için adım atmak yeterli gelmiyor. Hele de sosyal medyada her gün hayata büyük katkısı varmış gibi kendini gösteren insanlar arasında.. Detoksa girip kendinizle azıcık zaman geçirin; neyin size iyi gelmediğini, nelerden keyif almadığınızı, neyi sevdiğinizi, kimin sizde önemli kimin önemsiz olduğunu bir nebze görmemizi sağlar.. 

    Gözünüzü açtığınızda kendinize sıcak bir bitki çayı ya da kahve yapın. Zorlayın kendinizi. Güne başlamadan 5 dakika verin kendinize. Bugün ne yapmalıyım, ne yapacağım diye düşünün demek gelmiyor içimden, düşünmek sadece olduğunuz yerde kalakalmanıza sebep oluyor zaman zaman.. Bitki çayınız veya kahveniz bitmeye yakınsa hemen çıkın dışarıya. Gerisi kendiliğinden olacak..

    Kendinizle baş başa kalın ve bırakın sanat kötü televizyon dizilerini değil hayatın gerçekliğini ayaklarınıza sersin..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..MASALLARDAN SEÇMELER; BÖLÜM 1..

    Hayatın merkezinde oturmuş sağdaki geleceğe soldaki geçmişe göze takılan bir aylaktan hiçliğin ortasına giden yolu bulunması istenmiş zamanın bilgeleri tarafından.. Aslında bu görev için birçok aday varmış; donanımlı askerler, güçlü gladyatörler, dönemin sanatçıları derken işin ehli birçok kişi.. Bizim aylak ne güçlü kuvvetliymiş, ne sanattan pek anlarmış ne de bir donanıma sahipmiş.. Bir kısım buna tepkili olsa da bilgelerin bir bildiği vardır diyerekten herkes yavaş yavaş ikna olmaya başlamış.. Bilgelerin bizim aylağı istemesinin birkaç önemli sebebi varmış; hem diğerlerine şehirde ihtiyaç olma ihtimali hem de aylağın kendi amacını bulması için bu yolculuğa çıkmasının doğru olacağını düşünmeleriymiş..

    Aylağın bir amacının olmaması, hevessizliği, umursamaz bir yaşamın göbeğinde olması bu teklifi kabul etmesini kolaylaştırmış. İstedikleri yaşamın sırrını bulunduran taşmış. Çetrefilli bir yolculuk için ilk adımlar atılmış. Bilgeler aylağın yanına birkaç parçası eksik harita vermiş, gladyatörler kendisini savunması için birkaç hamleyi göstermiş, yanına birkaç erzak almış ve sabahın ilk ışıklarında yola koyulmuş.. 

    İlk olarak büyülü kayaları bulmalı ve oradaki devlerin sorularını yanıtlayarak haritaların parçalarını tamamlaması gerekiyormuş. Birkaç gün durmaksızın yol almış, çölün başlangıcını bulduğu gibi oracıkta bir mola vermiş..

    Buraya kadar her şey normal.. Hikayenin kahramanı var, hikayeye akıl ve yön veren bilgeler var, sonunda dopamin salgılatacak ödül var, yolculuk sırasında çıkarılacak ders var.. Hikaye biter, pelerin asılır ve biz üzümden daha çok ezileceğimiz ama sonunda şarap kadar değer görmeyeceğimiz hayatımıza geri döneriz.. Peki bizim hayatımızın ders çıkarılacak, yola çıkacak, örnek alınacak, motivasyon sağlayacak yeri neresi tam olarak.. Diyelim ki o noktayı bulduk sürekli bizi motive edebilecek hazzı nasıl sağlayacağız?

    Gerekli mi sürekli olması, kesinlikle evet. Yaşanılan her duygunun ve düşüncenin bir amaca hizmet etmesi gerekir mi, kesinlikle bilmiyorum. Her tecrübe yaşanmaya değer mi, kesinlikle hayır.. Son dönemde özellikle dijitalde karşıma çıkan birkaç konsept video var; hayata yeniden adım atabilmekle, tecrübelerle, motivasyonumu bulmamla ve beni en çok güldürense erken kalkanların başardıklarıyla ilgili.. Okul hayatım boyunca çalıştım, sürekli güneş battıkça hareket ettim. Zaman zaman güneşin varlığı bir şey ifade etmedi.. Bir sokağın bir de gecenin dilini iyice kavradım. Bu da gündüzün ve sarayın dilini unutturmaya başladı. Ne yaşadığım hayatta ne verdiğim kararlarda ne de bunların zeminini oluşturan duygu ve düşüncelerimde bir arafım yoktu. Uçların tepesinde vals yaptım..

    Siyahı yaşadım çoğunlukla, beyazınsa sadece adını biliyordum. Ruhum aydınlıktan yaratılmışken aklım hep karanlığa gömülü kaldı. Çıkabileceğim her zirvenin uçurum tarafında adım attım. Sonuç kaçılmaz bir düşüşten ibaretti. Göze alınmış bir riskti, hesapta olmayan tek şey düşülen mesafeydi.. 

    Her birimizin dizlerinde iz bırakan bir düşüş hikayesi vardır. Kimi zaman yürümenize engel olacak kadar acır, kimi zaman bir düşen gördüğünüzde yaranız sızlar, kimi zamanlardaysa varlığını bile anımsamayacak kadar meşgul olursunuz. İşte anahtarın mucizesi burası, meşguliyet.. Hayatla aranıza giren her neyse oraya parmak basın. Bastırın acıtana kadar. Oranın derinlerinde bir yara izi bulacaksınız. Ve bingo, işte bizim aylağın ulaştığı yaşam kaynağı taşına merhaba deyin.. Aylak için taş değersiz yürüdüğü yoldaki hikayelerden aldığı dersse paha biçilemez, bilgeler içinse yoldaki hikayeler değil taşın kendisi paha biçilemez.. Sonuçsa her iki tarafın hormon seviyelerindeki artış.. Aylak tanıştığı herkesi, yolda olan her anını özel olarak düşünür kendince anlam yükler ve bir amaç edinir. Bilgeler zaten yürüdükleri yoları bilir haritayı çıkarır, dersleriyle ilham kaynağı olur, bunları simgeleştirmek içinse bir objeye anlam yükler. Her şey içimizde kendine yer edinmek için bize uğrayacak bir müsaitlik bulur hayatta geleni misafir etmek ya da görmeden yanından geçip gitmek biz ev sahiplerine kalır.. Her duygu ruhumuzda bir parça edinir kendine, her düşünceyse onları savunmak ya da onlarla savaşmak için yer edinir aklımızda.. Onların nefes almasına ya izin veririz ya da ölü bir parçamız olarak kalır hücrelerimizde.. Ezelden bu yana yaşadıklarınızı ele alın, bunlara yön veren duygu ve düşüncelerinize bakın sonra.. En çok neye ev sahipliği yapıyordunuz ve yapmaya devam ediyorsunuz.. Sonra aynanın karşısına geçin gözlerinizin içindeki hikayelere bakın; siz amacı olmadan yola umarsızca çıkan bir aylak mısınız, yoksa amacını bulmuş buna anlam vermesi gereken bir bilge misiniz?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KADERİNİN DİREKSİYONU KİMİN ELİNDE?..

    ”Need the end to set me free”..

    Hadi kendinize bir bitki çayı, bira ya da kahve ısmarlayın ve sessizce bu yazıya odaklanın. Eğer yazıyı okumaya başladığın yerde kafandakinden daha çok ses varsa üzgünüm ki sadece birkaç satır okuma yapacaksın ve noktayı koyduğun anda bir şey anlamayacaksın.. Şimdi hazırsak başlayalım..

    Son 1 yılda kimlerle neler yaşadığına, kimlerin hikayelerine ortak olduğuna, hikayelerini kimlere anlattığına bak önce. Sonra kimlerle tanıştığına ve kimlerle vedalaştığına bak. Önemli noktayı kaçırmadan bunu yap.. SON 1 YIL! 

    Son bir yıl benim için önemli, çünkü 28 yaşım bitmek üzere. İnsan vücudunun hücreleri kendini 7 yılda bir yenilermiş, bağırsaklarsa 16 yılda bir yenilermiş. Hücrelerimin yenilenmesine son 2 ay kaldı, bağırsaklarım içinse son çeyrekteyiz.. Yeni bir yedi yılın başlangıcına, eski 7 yılların tekrarınınsa bitişine az kaldı anlayacağın.. 

    Bir zaman öncesine kadar yazdığım her cümle duygularımın kırbacı altındaydı. Bir zaman sonraysa kırbacı eline düşüncelerim almıştı. Şimdilerdeyse her bir kelime barış paktının anavatanından çıkıyor.. Her bir yaşımda, 365 günlük her bir döngüde yeni insanlar aynı hikayelerle tanışmıştım. Ta ki bu son 10 aylık döneme kadar.. 

    Kendimi tanımak için adım atmam, adım atmayı kabul etmem yıllarımı aldı. Tabi hayatın çaldıkları arasında tek şey zaman olmadı. Akıl sağlığım, beden sağlığım, değer verdiklerim, emek harcadıklarım, yeşertmek için çabaladıklarımda cabası oldu.. Yavaş yavaş kendime döndüğüm de ve aynaya baktığımda siması bile yabancı bir ruhun oracıkta sessiz sakin dikilişini gördüm.. Kibir ve depresyon dolu tuğlarla bir ev inşa ettim. Kapattım kendimi oraya. Hayatım boyunca ne yardımı ne değişimi ben istemediğim sürece kimsenin bana dikte edebildiği olmadığı için bir şeyden kesinlikle emindim.. Ne bir kahraman, ne de sevdiklerim beni o çukurdan çıkaracak kadar güçlü değildi. Kendi hayatımda hem problem yaratan hem de bunu çözen biri olmak için büyük mesai harcamıştım, bu durumu kimsenin değiştirmesine izin veremezdim. Yalan yok biri direksiyonu eline alsın da beni potansiyelimin göbeğine tükürsün diye istediğimde oldu, elinde balyoz duvarlarımı yıkıp geçsin diye beklediğim de oldu..

    Zaten hangimiz içten içe bir kurtarıcıyı beklemedik ki.. Başta annem, kardeşim, babam, biricik kuzenlerim (tabi ki de sadece birkaçı), orijinal hallerimizde birbirimizi tanıdığımız eski dostlarım ve hayatın ben evden inatla çıkmasam da karşıma bir kahve sohbetiyle çıkardığı yeni güzel insanlar beni o dört duvardan çıkarmak için çabaladı. Ailem eskiden tırnaklarımla kazıdığım başarıları hatırlattı, dostlarım diş bileye bileye direndiğim savaşları. Doktorlarım bu süreçte sadece duygu ve düşüncelerimi anlama ve ona göre bir yol izleme derdindeydi.. Çocukluğumdan bu yaşıma bildiğim bir şey varsa o da bana sadece sokakların ve o kaldırımda geçip giden insanların iyi geldiğiydi. Birilerini dinlemek, onlara yardım edebilmek, acılarını sırtlanmak benim bedava yaptığım ve hiç gocunmadığım bir mesleğimdi sanki. Ben 24 yaşlarına kadar dinlediği kadar da anlatan biriydim aslında..

    Sanırım yaşanılanlar, şahit olunanlar, içimde kalanlar, kursağımda kalalar öyle doldu ki artık kelimelerle ifade etmenin bir manası kalmamaya başladı. İnsanlara öfke duyuyor, herkesin en ufak yanlışında cezasız kalmamasını istiyor, hıncımı da en çok kendimden çıkarıyordum.. Çünkü ben bir taş attığımda biri ona takılsa cefa çekiyordum ve ben yaşarken  bu yalnızlığı insanların kalabalığa karışabilmesi daha da acıtıyordu canımı.. İnşa ettiğim kulenin bir zaman sonra mezara dönüşebileceğini hiç hesaplamadım. Garantici biri olmama rağmen.. Hata yapmak fıtratımdı. Yanlış yapmadan öğrenemiyordum çünkü. Oysa onca hikaye duymuş birçok insanın hayatına şahit olmuştum, hatta kendimi tekrar ettiğim hatalarım vardı onlardan ders alsaydım belki de yeni hatalara vaktim olurdu.. 

    İşte ben çok diyeyim diz daha çok anlayın. Bunca zamanın kocaman bir düşüşe hazırlanmakmış aslında. Hem de atlayacağım kuleyi endim inşa etmişim.. Ama ölmedim 🙂 ..

    Beni hayatta tutan, ruhumu ölümden döndüren yine o düşüş oldu. Çünkü size ölümü getiren düşmek değil yere çakılmaktır.. Gelelim şu son zamanda hayatımda vakit ayırdığım insanlara ve olaylara..

    Başlarda her şey eskisi gibiydi evde daha çok vaki geçirirdim, bulunduğum şehirdeki dostlarımın çoğu başka şehirlerde yeni hayatlara başlamıştı. Bir eski ve haksızlık yaşanılan aşk, hayal kırıklığı yaşanılan dostluk ve kahpece vuran insanlar kalmıştı burada. Birkaç güzel eski dost ve yeni birkaç güvenilir insan vardı. Birde bunları merkezinde bulunduran ben.. Hayal kırıkları ve kahpece vuranlarla karşılamamak için sevdiğim caddelerden kaçtım, haberlerini almamak için insanlardan uzaklaştım. Yine de ne oldu dersiniz, hepsi anlaşmış gibi sokağımın tam ortasına taşındılar.. Hayat ben dürüst ve hassas oldukça sert olmam için her şeyi daha da gözüme soktu.. İnsanlarla hem de inanmazsınız ama düşmanlarımla bile empati kuracak kadar kendimi sorguladım hep.. Sonuç; onlar sokağımda cirit atmaya devam etti bense kaçmaya.. Ta ki köpeğimle göz göze gelene kadar.. 

    Son zamanlarda değer verdiğim herkesin güvenle benimle paylaştıkları hikayeleri kafamda bir bir düşündüm, Onların gözlerinden sızan acıyı hissettim, yapılan haksızlıkları duydum, yalnız hissedişlerini anladım. Çünkü biliyordum o dili, tanıyordum.. Tekrar baktım o aynaya Geçmişe, geleceğe, bugüne, gidenlere, kalanlara, travmalara, yaralara, iyileşmiş olana, iyileşemeyene, yaşattıklarımıza, yaşayamadıklarımıza, kendimi lime lime edişime, etmeyenin umursamazlığına ve elbette tekrardan köpeğimin gözlerine.. 

    Yanlış müzikte dans ettiğimi gördüğümde kapatmıştım tüm sahneyi, kovmuştum tüm orkestrayı, bir maestro bir ben kalmıştık geriye oysa zamanla gitmiş ve bir ben kalmıştı benden öteye..

    Bir hışımla eski defterleri doldurdum bir bavula, sürdüm savaş boyalarımı, açtım müziği, dans ederek ayna karşısında ve yanıma alarak sevdiklerimin hayal kırıklıklarını da indim sokağa. Vedalaşmadan bavulla sessizce bıraktım çöpün yanına.. Eşeleyenler olacak korkusu yaklaşsa da yanıma, gülümsedim kendisine eski bir dostu selamlarcasına uzaklaştım yavaşça oradan..

    Her santimine daha güçlü ayak bastım sokağımın, eskiden fethettiğim sonrasından kaçtığım her kaldırımı yeniden selamladım.. Şimdi fonda tanıdık bir müzikle, ruhumda düşmenin verdiği bir özgürlükle yeniden savaşabilmem için bana olan inancını kaybetmeyenlerle beraber yeni cephelerde görüşmek dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..HOROZLU ŞEHRİN CEHALETİ..

    İnsanlara yol gösterecek bilgeliğe sahip olabilirim ama bu kendi yolumdan çıkabileceğim gerçeğini değiştirmiyor.. Zaten niye değiştirmeli ki! Acıdan geçmeyen tecrübe, öfkeden dolayı sapmayan yol ne kadar kalıcı dersler verebilir ki!

    Çok kızgınım, evet.. Bu kızgınlıkla eskiden olsa her şeyi cehenneme çevirir miydim, evet.. Şuan çok mu kızgınım, evet.. Ama cehenneme döndürecek kadar mı, hayır..

    Cehennem yaratmayacak bir öfkenin verdiği yetkiye dayanarak kendime gönül rahatlığıyla diyebilirim ki kızgınlığım sadece haklı bir isyan. Aslında sadece kırgınım.. Her şeye, herkese.. 

    Bu hayat bana büyük bir hayal kırıklığı olarak tezahür etti aslında.. Egom ve ben kesinlikle bir konuda haklıyız, bu hayat bize kocaman bir özür paketi borçlu. Telafi edemeyecek olsa bile..

    İşte tam şuanda omzumdan öpüyorum ve kendime hakkım olan gururu veriyorum. Ailesinin baş edemediklerini dize getirmek, toplumun karşısında eğilip bükülmeden doğru olanı savunmaya devam etmek, aklımla mücadele etmek, kalbime yanlışla doğruyu ayırt edebilmeyi öğretmek derken aslanlar gibi savaştım her cephede.. Akıl sağlığımın ve benim bu dünyadan alacaklarımız var..

    Biliyor musunuz, herkesin en karanlık yanını görüp anlamak yine de onlara yıldızmış gibi parlayabileceklerini anlatmaktan sıkıldım. Hataları affetmekten sıkıldım. Beni anlamamak için direnen bir şehre kendimi anlatmaktan sıkıldım. Kimi kendimin kötü yanlarından gördüysem bana fazlası olduğunu kanıtlamalarından, buna rağmen aydınlığın yanında savaşmaktan sıkıldım. En ufacık hatamda yerden yere vurmaya çalışanlardan, sürekli açığımı arayanlardan, bunlara rağmen yine de insandır yapar demekten sıkıldım..

    Meleklerden yanayken savaşımın hiç bitmeyecek oluşunu kabul etmekten sıkıldım. Şeytandan yaratılmışken inatla meleklerin cephesinde göğsümü siper etmekten sıkıldım. İnsanların en çıplak yanlarını görüp onları anlamaktan sıkıldım..

    Gücünün sadece gülene yeten bir şehirden sıkıldım. Hep üzücü haberler verenlerden, çekip gitmeme sebep olanların hep peşimden gelmesinden sıkıldım.. Sokağı talan edenlerin bir gün bir bahçeye çiçek eker umudunu taşımaktan yoruldum. İnsanların gözlerinde yatan gerçekliği anlamanın ağırlığından yoruldum.. Yanlışların kalbinde yaşayanların alkışlanmasından sıkıldım..

    Yaşadıklarım özümdeki şeytana el uzatırken iyi bir insan olmak için mücadele vermekten yoruldum.. Özünde bataklık olanın gül bahçesi gibi koktuğunu sanmasından sıkıldım.. Bu şehrin kötülüğüyle savaşmaktan sıkıldım..

    Bugün kimseyi piramitte kendi dengimde görmüyorum. En alt katta kalmış olmasına rağmen önlerine altın tepsiyle her şeyin sunulduğu varoluşsal sancılarıyla şımarıkça yaşayan kimseyi dengim görmüyorum. Hayır efendim! Artık iyi insan olmanın verdiği uykusuz geceler yetmezmiş gibi gündüzlerimi de çalan bu aşağılık düzeni artık kabul etmiyorum..

    Gördüklerim, duyduklarım ve yaşadıklarım şahidim olsun; şeytanın fısıltısı meleğin çığlığını bastıracak bu gece..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..ŞEHRİN GİRDABINA VEDA BUSESİ..

    Nefes nefese kapıdan girdi. Birkaç nefes daha aldıktan sonra yere yığılacak kadar halsiz ve korkmuş görünüyordu. Sakinleşmesi için yanındaki tabureye doğru oturtmak için kolundan tuttum, sıcak bir bitki çayı uzattım, üzerine battaniye verdim ve sakinleşmesini bekledim.. Biraz soluklandı, nefesi düzene girmeye başladı, merakla suratına baktığımı fark ettiğinde yavaş yavaş anlatmaya da başladı..

    ”Bu şehre geldiğimde pek bir şeyim yoktu; birkaç kıyafet, yarısı dolu bir sigara paketi, kara kutumda saklı travmalarım, üç dört tane kitap, önümü görmemi sağlayan gözlüğüm. Zaman zaman bir evde 2 ay kaldım, zaman zaman 8 ay. Evlerde bir yılımı doldurmadım hiç. Senelerim sırtıma yüklediğim eşyalarla hayatımda iz bırakanlar arasında taşınmakla gelip geçti. Hayatımın en uykusuz zamanlarıydı. Her şeye koşuşturuyor, herkese kendini tanıması ve anlaması için yol oluyor, haliyle kendime hep geç kalıyordum ve gün bitiyordu.. O zamanlarda bunun beni hasta ettiğinin farkında değildim. Zaten istesem de olamazdım buna vaktim yoktu. Her şey hem benimle ilgiliydi hem de benden bağımsız gibiydi..

    Hayatımda huzurun ve uykunun eksikliği dışında her şey keyifli bir kaosa sahipti ve bu beni diri tutuyordu.. İnsanlarla ve aşklarla olan ilişkilerim savruktu, kendimle irtibatım pek yoktu, hepsi anlık gelişecek şekilde tasarlanmış bir oyundan ibaretti.. Yalpalayarak yaşadığım hayatın pili bitmek üzereydi aslında. Bunu şimdi alıyorum.. Yeni bir eve daha taşınmalı her şeyi kendimce yerleştirmeli ve yeniden düzen kurmalıydım diye hissettim. Kimi kandırıyorum! Yine ani bir kararla taşındım hayatıma dahil olan yeni insanlar ve ilerleyen zamanda aşkı tadacağım adamla o esnada yollarımız kesişti elbette.. Eşyalarımı özenle yerleştirdim, arkadaşlarımın da sayesinde. Balkon hareketli caddenin tam göbeğindeydi. Herkesin koşuşturmasını kahve eşliğinde izlediğimde oldu, kitabımı okurken o caddede kayıplara karıştığımda.. Balkonunda tavuk pilav yerken gökyüzüne ulaştığım anlarda oldu, şarabın ilk yudumlarından sonra yere sertçe çakılı kaldığım anlarda.. Sokağın telaşını hafızama kaydettiğim anlarda oldu, kendi duygu dünyamda yitip gittiğim anlarda.. Evimde sesi olan taşındı, mevsimler değişmekten aşındı, aşkı da yitirdim arkadaşlığı da, odaları boşalan bu ıssız eve önce hüzün sonra da depresyon tek tek yerleşmeye başladı.. Kendimi yavaş yavaş dünyadan saklamaya başladım.. Sandım ki saklanırsam, başımı çıkarmazsam yorganın altından dünya unutur beni ve sıyrılırım bu kepaze edilmiş anlardan..

    Sandığım gibi olmadı. Hatta hiç hesaba katmadığım denklemler bildiğim matematiği tamamen unuturdu zamanla.. Güneşin doğmasından rahatsızlık duyuyordum, insanların telaşı beynimi bulandırıyordu, anılar sıraya geçmiş eziyet etmek için sabırsızlıkla bekliyordu.. Hayattın her zerresine anlamla bakan gözlerimin ışığı gittikçe kararmaya başlamıştı. Kaybettiklerimin telafisini yapmak için attığım her adım beni bataklığın dibine çekiyordu.. Telaşım arttı, korkularım zafer naraları atıyordu, kaygılarım balkonun ve kapının önünde nöbete duruyor odadan çıkmadığımdan emin oluyordu.. İlk defa S.O.S modu aktifti hayatımda.. Zihnim teyakkuza geçmişti hayata karşı.. Bir kurtarıcıyı hiç bu kadar beklememiştim..

    Evin her milimi karamsar bir havayla doluydu. Hiçbir şey yapmak gelmiyordu içimden. Bedenim çoktan teslim olsa da aklım asla savaşmaktan vazgeçmiyordu.. Bu şehirde her şey mümkündü. Sokağında yarım kalan mutluluklar, umutla takas edilen bedenler, ismi hatırlanmayanların verdiği mücadeleler, çalınan heyecan dolu sonlar.. Ben neresindeydim peki? Aşkın yarım kalmışlığında, başlanamayan bir hikayenin ilk cümlesinde, madalyonumun diğer yüzünü buldum sanıp kaybetmiş oluşumda, insanların yoluna ışık tutarken kendimi bıraktığım karanlıkta.. Ben bu şehrin, bu sokağın tam olarak neresindeydim ki! 

    Zaman algımın yitip gitmesine ver lütfen. Tam olarak ne zaman başladım ne zaman bitirdim bilmiyorum. Ben 4 yıldan az diyeyim sen hep çok anla.. Hani şarkıda diyor ya ”bazen ben de terk edip keşke gidebilsem diyorum, belki sen de bir gün geçersin diye köprülerimden yakıp yıkamıyorum” diye hah işte tam o noktasındayım hayatın.. Öyle anlam yüklemişim ki yaşamın kendisine, anlamsız olduğunu kabul edemiyorum.. Peki nasıl oldu da kaçıp buraya kadar geldim. İşte orası da nefes nefese kalışımın hikayesi..

    Mevsimler gelip geçerken penceremden, insanların sadece telaşını değil hayatı yaşamaya devam edişini de izledim, ıstırap içinde.. Artık arka fonda hayal kırıklıklarından esinlenerek yazılan şarkılar, bulaşık çıkmasın diye kartonda içilen kahve, ciğerimde hüküm sürmeye başlayan sigara, kendi cinsinin çağrısına havlayan köpeğim, ve hislerden yoksun aklın savaşından bitap düşmüş bir ben vardı elimde.. Ara sıra balkona çıkardım, geçmişimden tanıdık yüzlerle şimdilerde görmeye başladığım yeni yüzler arasında anılara dalar giderdim. Zaman yüzümdeki izleri belirginleştirmeye, hayat balkonumun altından akıp gitmeye, hem tanıdığım hem de adını dahi bilmediklerimin hayatın akışında kendini kaptırdıklarını görür iç geçirirdim. Artık kim olduğumu ve neler yapabileceğim önemli değildi. Yorgundum ve vazgeçmiştim. Manifestolarla kararlar verip uygulamıyor olmak bile cazip gelmez olmuştu. Elbette bir yanım bir kurtarıcının beni çekip çıkaracağına inanmayı bırakmadı, ama ben o yanın sesini çoktan susturmuştum. Çünkü anca bir ilahın varlığı beni bu zindandan çekip çıkarabilirdi. Hem bu evi nasıl bırakırdım ki; burada aşkı hissettim, arkadaşlığı anımsadım, hem kendimi kaybettim hem akıl sağlığımı, her odası anılarla ve benim eşyalarımla doluydu, ilk defa bir evde mevsimlerin tekrarını yaşadım. Çıkamazdım buradan artık. Kök salmıştım, buraya aittim. Hem gelmek isteyen, geçmişimdeki her hayaletin bildiği son adresim burasıydı. Hastalıklı aklım iyileştiğine dair kanıtları ancak bu evde saklayabilirdi.. Hem ara sıra sokağa da iniyordum artık. İnsanlarla sohbet etmeye de başlamıştım. Bunlar neyime yetmiyordu..

    Bu sabah evde tıkırtılar duydum. Korktum önce, köpeğimdir diye umursamadım sonra. Ayak ucumda yatan köpeğimle göz göze geldiğimde bedenim en sevdiği yatakta, aşkı yaşadığı rüyadan sıyrıldı. Evin sahibiydim ben kalkıp kovalayacak olan bendim o yabancı her neyse. Bunları düşünürken, vücudum duygular arasında ani geçişler yaparken tıkırtı kesildi. Bir hışımla olmasa da titreyen ayaklarımın üzerine doğruldum. Temkinli adımlarla koridora yöneldiğimde pencereye konmuş kuşu gördüm. Gülümsedim ve bedenimi azat ettim kapıldığı korkudan, ta ki salonun karmaşasını görene kadar. Bu sefer de bedenim öfkeyle dolmaya başladı; yazılarım parçalanmış, anısı olan ne varsa bir paçavraya dönmüştü.. Kafamı tekrar kaldırıp kuşa baktığımda ”Goodbye Mrs. Holmes” dedi ve uzaklaştı anında.. Yumruğum sıkılı bir şekilde yataktan doğruldum. Rüyaların bu derece gerçekçi olmasının açıklamasını yapmaya çalışan beynime sertçe bir darbe indirdim ve salona yöneldim. Güneş tüm pencerelerden içeri sızmıştı, geçmişten tanıdık birkaç yüz sanırım kahvaltı için ekmek almış evine doğru gidiyordu, içimde ne yaşadığımı anlayamadan kafamı geriye döndürdüğümde köpeğim tasmasının yanında durmuş şaşkınlıkla bana bakıyordu. Üzerimdekileri bile değiştirmeden, köpeğimi kucakladığım gibi koşmaya başladım. Kapıdaki bekçiler, yaşanmışlıklarla dolu anılar, rüyanın sıcaklığını üzerinden atamamış olan yatağım, manzarasına onlarca yazılar yazdığım o ev arkamdan sessizce baktı sadece. Ne dur diyen oldu, ne de durdurmaya çalışan. Ve bende ciğerimde kalan son nefesle işte buraya geldim. Biliyorum sadece şuana sahibim ve aitim. Beni o zindanda tutan geçmişim ve geleceğimdi.. Geçmişim bugünümdeki hareketleri kısıtlamak için prangalar vururken, geleceğim kaygılarla korkutarak beni kontrol altında tutuyordu.. Bunu anlamam için kaç mevsim tükettiğimi bilmiyorum. Bildiğim tek şey senin keseceğin biletle çıkacağım yolcukta yeni bir sonbahar yaşamak istediğim.. Tavuk pilav ve kahve için teşekkür ederim..”

    Gözlerinde adını bilmediğim bir yerlerden gelen bir ışık parladı, nefese düzene girdi, sanki pijamalarıyla ve terliğiyle dünyayı kurtarmaya gidiyordu. Onu ilk ve son kez bu durakta gördüm. Hayatın içinde, iz bırakanlardan olacağını anlamam için yeterliydi bu. Otobüs camından yansıyan yüzünde huzur ve uyku yan yanaydı. Aradığını bulma cesareti için yolda olan her gezgine..

    ..SEVGİLERİMLE.. 

  • ..DÜNYA SİZİ NASIL KULLANIYOR ?..

    ”Talih, bazen huyun tamamen yoldan çıkması nedeniyle belli bir kurbana kasten gülümser..”

    Bir gecede oluverir bazen olacak olan! Hastalık, ölüm, devrim, neşe, olağanüstü sanat eserleri.. Talih bir anlık gülümseyebilir, çaresiz dertlerin derdine bir anda çare bulunuverir, bir saniyelik hata batmanıza neden olabilir, yorgunluktan çöreklendiğiniz masada bir anda insanlığa dokunan bir şeyler karalayabilirsiniz, bitiremediniz şarkıyı mükemmelliğe ulaştıracak cümle hiç ummadığınız birinin ağzından çıkabilir mesela..

    Travmalar ansızın tetiklenebilir, güvendiğiniz kim varsa geriye yaslandığınız an orada olmadığını bir anda fark edebilirsiniz.. Öyle kaptırırız ki kendimizi aklımızın dalaveresine, dünyanın kıskaçlarına, ne olmuş olanı görürüz ne olacak olanı tahmin edebiliriz.. beyninizin kölesi değil efendisi olun demek oldukça kolay. Kölesi olduklarımızın yanında belki de en masumu beynimiz olabilir, şahsen kendisinin tek önemli isteği bizi hayatta tutabilmek. Yöntemleri pek taktir edilmese de..

    İç dünyamıza inişli çıkışlı dalıp gidiyoruz ya hani bunu bugün dış dünyamız için yapalım. Hastalıktan tutundan eylemlerimizin sonuçların çıkın, hep içimizdeki dünyanın didik didik edilmesine yöneliyor belki de ona fazla yükleniyoruz.. Kabul edelim çoğumuzun hastalıklı düşünceleri, yanlışın atası olacak davranışları var. Kimisi oldukça zararlı kimisi sadece uyuşturucu etki yaratıyor..

    Peki ama dünyanın hiç mi suçu yok?

    Doğduğumuz coğrafyanın kaderimize etkisini biliyoruz. Aksini düşünen davranışlarının sonucunda durduğu noktadan aya bakabilir. Aradaki uçurum aklını başına getirecektir. Kendi öfkemizi yönlendirmeyi öğrenebiliriz, aklın ve kalbin savaşının komutanı olabiliriz, düşüncelerimize hükmedip evimizi yeniden inşa edebiliriz. Peki dünyanın öfkesi, onun hücrelerinize sirayet eden zehirleri, sinsice oynadığı hamleleri!

    Kendi bünyesine zarar veren insanoğlunu, tam da merkezinde istememesine haklı sebepler sunabilir, hatta bir mahkemeye çıksak muhtemelen atalarımızın mezarlarını bile sürgüne gönderebilir. Haklı olması onun kahpece oyunları oynamasını da haklı çıkarır mı peki?

    Benim tayinimi çıkardığı sokakta verdiğim yaşam mücadelesinde tepeden bakıp gülümsemesine aldırış edemeyecek kadar aptallaştım. Aklım kendini her savaşta teslim etmeye ikna oldu. Duygularım kendini yeni programlayacak bir yol bulmanın eşiğine geldi. Peki tam bu sırada dünya ne yapıyordu! Güneşi batırmış, geceyi yoluma sermişti. Kendimi layık olduğum zamandan çok daha geride hissettirmiş, bana ait olanları sağa sola savuşturmuştu.. Adına karma diyeceği güzel bir kılıf bulmuş gerisini düşünmemişti bile. Peki o zaman ben neden düşünmekten delirmiştim ki! 

    Karşılıklı anlaşmalar yapabilir, satrancı bırakıp yeni oyunlar bulabilir, müttefik bile olabilirdik. Kendisi atalarımın öfkesini kusmaya yeminli bir canavar gibi üzerime gelmemiş olsaydı, belki de beraber oturup şirinleri bile izleyebilirdik..

    Kendi iç dünyama yolculuklar yapmaktan, her hücremi arındırmaya çabalarken delirmenin eşiğini geçip divaneliğin virajını almaktan hayli yoruldum. Dünyayla insanların arasında savaşın sonsuz döngüsünde, kaderin ıssız durağına kendimi park ettim ve her şeyin tadını alıp sesini duymaya başladım. Deliriyorum, ya da toplumun gözünden ötekileşen daha sonrada dehasına hayran kalınanların izini arıyorum. Her duyumu tek tek açtım ve sesleniyorum; dünyanın ıssız mabedinde kendinizi yeniden yaratmaya var mısınız?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..TOROS’TAN HAYALLER..

    Siktir etmek listesi yapmak birçoğumuz için kolay olabilir, hele de içimizdeki kırıklar ve öfkeler su üstüne çıktıysa.. Bugünse tam aksini yapmayı öneriyorum.. ”Yok ya çok saçma” dediğiniz ne varsa yazmayı.. Maval okumak kolay, sıkıyorsa kendin yap deyip bunları yazmaya karar verdim..

    Hayat gerçekleştirebildiklerimizin bütünü, yapamadıklarımızınsa hesap tutanı aslında.. Bulunduğumuz yaş kaç olursa olsun istediklerimiz, istemediklerimiz, sevmediklerimiz, sevmeye başladıklarımız, hayallerimiz, çöpe attıklarımız bir zaman öncesine göre değişir. Bu olması gerekenin tam da kendisi. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir çünkü.. Lakin bazı şeyler özümüzden akar gelir önümüze ve aklımıza.. 

    Yazmak hep gece gerçekleştirebildiğim bir eylem oldu. ”Erken kalkar yol alır” felsefesini hayatıma katıp yoluma devam etmeye kadar verdiğimde bilin bakalım ne oldu.. Yazmayı bıraktım, dışarıya çıkmayı bıraktım, sosyalleşmek yük gibi geldi, spor eziyet etmek oldu kendime ve sonuç olarak ne erken kalkabildim ne de hayatımda aksayarak bile olsa var olan şeyler eksilmeye hatta bitme noktasına geldi.. Zaman zaman erken uyandığım oldu tabi; yürüyüş, spor, yazmak, kemana geri dönmek gibi eylemleri gerçekleştirsem de kısa süreli eylemlerin kısa süren alışkanlıklar olması beni oldukça zor duruma soktu..

    Tanı konulduğundan bu yana iyileşmek adına neredeyse her yolu denedim. Şimdi görüyorum ki elimde kalan son yol aslında başından beri tek yolmuş.. Hala yataktan kalkmakta sorun yaşıyorum, kesinlikle günün ilk ışıklarında uyanamıyorum ama ilk ışıkları uyumadan önce görüyorum. Gözümü açtıktan birkaç saat sonra gece çöküyor ve canım hala dışarı çıkmak istemiyor.. İşten istifa ettiğimden beri çalışmıyorum; yaklaşık 4 aydır. Bu beni maddi olarak zorladı başlarda ”kendine yaptığına bak en azından çalışıyordun, şimdi hiçbir şey yapmıyorsun” diye yüklenirken köpeğimle sarılarak uyamaya başladığımdan beri bir şeyi fark ettim; sevdiğim ve benim için kıymetli iki arkadaşımın düğününe gidecek, değerli bir arkadaşımın vefatına yas tutacak, ailemle bağlarımı yeşertecek zamanı bulmuşum aslında..

    Hayatı olduğu gibi kucaklayın zırvasına girmeyeceğim çünkü 7 yaşındayken de 28 yaşındayken de gördüğüm tek şey kimileri bu hayatta layık olduğunu değil, tırnaklarıyla kopartıp aldığını hak ediyor. Maalesef herkese altın tepsiyle sunum yapmıyor hayat.. İster suçlayın, ister savaşın, ister pes edin hepsini denedim sonuç; hayat durup düşünüp size hak vermek yerine sürükleyerek devam edecek.. ”Sadece aptallar aynı şeyi tekrarlayıp farklı sonuç bekler” denir. Onca aptallığım dehamın yolunu keşfetmemden beni uzaklaştırsa da bir tek şeyi iyice öğretti; denemek.. 

    Bunca hararetli düşünce dünyasının içinde es geçtiğim şeyse hayal etmekti.. Şimdi gelelim oraya. Elbette büyük hayallerimin flu görüntülerini yeni yeni anımsıyorum.. Broadway müzikalini izlemek hala 1 numara olsa da bugün hayal madalyonunun diğer yüzünü yazacağım..

    Kesinlikle bir kamyon kullanmayı çok istiyorum. Otostop çekerken sürekli lüks araçlar yerine kamyonlara denk gelmem ve keyifle yolculuk yapmam tesadüf olabilir mi kim bilir, ben bilirim. Toros alıp her noktasını kendimce tasarlamak ve kızlarımla kampa gitmek istiyorum. Düşmekten korkuyor oluşum tırmanış yapmama engel olsa da eskiden tırmanmayı sevdiğimi ve yapmaktan korkmadığım günlerin yetkisine dayanarak istiyorum ki kimsenin keşfini yapmadığı bir dağda öylesine gezinirken eskilere ait yazılmış hikayeler bulayım. Bulunduğum mahallenin tam ortasında bir çatıya çıkıp, müziği son ses açıp, caddenin ışıklarını kapatıp birbirini tanımayan insanların bağıra bağıra şarkı söylediğini duymayı istiyorum. Sanayide bir gün geçirmiş ve keyif almıştım. Ara sıra bunu tekrar yaşamayı istiyorum, tostu hariç midem bunu kaldıracak kadar güçlü değildi maalesef..

    Kendi dünyamdan sokağa baktığımda gördüğüm koşuşturmalar, telaşlar, kırgınlıklar, eskimiş hatıralar, yenisi yazılan hikayeler görüyorum.. Bir zaman öncesine kadar balkonumdan bakıp sadece griliği görüyordum. Penceremden başımı uzatır, ürkekliğimden sadece hayatı izlemekle yetinirdim. Sonbahara aşığım desem de yağmuru hep evimin korunaklı duvarları arsında izler, eskiden onca çılgınlığı yapan ben miydim diye düşünüp iç geçirirdim. Hepsi benim olmuş olan da, oldurduğum da, olacak olanda.. Bu yazıyı hala aynı masadan, evin başka penceresinden yağmura bakarak yazıyorum.. Tek bir farkla!

    Başımı göğe kaldırıp, yağmurun yüzüme dokunmasına izin verirken salıncakta sallanma cesaretini göstermiş olmanın huzuru sayesinde..

    Öfkemle yatıp kalktığım her ana, içimdeki küçük çocuğun sesini bastırmama neden olan her çığlığıma, iki ayağımın altı boydan boya yarayken çalışmak zorunda kalışıma ki bu maalesef yaşandı, beni anlamayanlara inatla kendimi anlatmaya çalışmama, hayallerin ve umudun değerinin olmadığına inanmışken bile benden hiç vazgeçmeyenlere, hastayım deyip kendimi dünyadan soyutlamama rağmen bıkmadan kahvemi getiren herkese, yaradan anlayıp asıp kesene ve özellikle de kendisine diş bilememe neden olan dünyaya sonsuz teşekkürler..

    Piramit’in beşinci katından sesleniyorum; bırakın felaketler zamanın akışını etkilesin ve felaketi lehimize çevirelim..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..MASKELİ ADAM SAFSATASI..

    Bir şeyi öyle düşünebiliyor olmamız, o şeyin gerçekten de öyle olduğu anlamına gelmez..

    Diyelim ki Nasrettin Hoca gölün kenarında durup göle maya çalmadan önce, yoğurdu karıştırmak için bir çubuk bulur, yoğurda dokunacağı kısmı temizlemek için çubuğu suya daldırır. Bir de ne görsün saniyeler önce elinde tuttuğu çubuk kırılıvermiş.. Kırılıvermiş mi acaba? Sudan tekrar çıkardığı çubuğun yarısının ıslak oluşunu ve sapasağlam elinde duruşunu görür ve uzun uzun düşünmeye başlar.. Belki de bindiği dalı kesmesi, eşeğe ters binmesi bu yanılsamanın bir sonucudur, kim bilir..

    Aklın dehlizine giriş yapmadan önce oturduğumuz masalardaki kaotik anları düşünelim; eleştirilerin, dedikoduların, araştırmaların gırla döndüğü anları.. Herkesin duyularından emin olarak ortaya attığı ne varsa çarşaf çarşaf serelim masaya. Tabi çarşafın rengi, boyu, dokusu, kokusu, kimin çantasından çıktığı, ne zaman yıkandığı, neden o masada olduğu gibi faktörleri de ekleyelim işin içine.. Anlatım anında es geçilen her madde için masadan bir uyarı alalım.. Gerçekliğin yanına yaklaşmanın tadımızı kaçırmaya başladığını hisseder, bir zaman sonra uyarısının rahatsızlığından dolayı ya susar ya da uzaklaşmak isteriz. Çünkü çoğu zaman doğru olanı konuşmanın tadı yavan, tavrı ise keskin olabilir.. Bunca madde varken ne dedikodunun tadına varılır, ne de içimizin hararetini atarız..

    Birbirimize baktığımızda tam olarak neyi görürüz? Duyularımızın algı alanından aktardığı; kan, et, kas, kıl, deri, boy ve en faktörü, renkli gözler bütününü.. Duygularımızın algı alanından aktardığı; güven, kibir, huzur, neşe, temkinli olma, öfke, sevgi, korku, kaygı, heyecan, merak bütününü.. Bakarız, kokusunu alırız, tadarız, dokunuruz, bazense bunları genetik haritamız kucağımıza fırlatır ve etiketler koyarak devam ederiz. Kararlar veririz, sonuçlar yaşarız ve çoğu zaman nedeniyle ilgilenmeyiz..

    Örümcek adamın kahraman olduğunu biliyorum, kendiminse örümcek adam olmadığımı biliyorum. Bu durumdan kahraman olmadığım sonucuna varıyorum.. Peki benim kahramanlık algımdaki maddelerde örümcek adam olmayışımın, kahraman olamayacağım anlamına gelmesinin yanlış olduğunu varsayarsak o zaman ben tam olarak kimim?

    Bir masanın etrafına toplandınız, bir karar vermek üzeresiniz ve kararınız birinin hayatına mal olabilir. Siz bu kararı verirken hangi silahınızı kuşanırdınız; aklınızı mı, önsezilerinizi mi, yargılarınızı mı, yaşadıklarınızı mı, duyduklarınız ve gördüklerinizi mi? Hatta üzerinizdeki baskıyı arttıralım; ortamdaki ısı artıyor, masada bulunanlardan bir kısmı öfkeli, bir kısmının halı sahaya yetişmesi gerek ve bu yüzden acele ediyor, bir kısmı sadece önündeki dosyada yazılanları doğru bulduğu için hemen ikna olmaya hazır.. Yargılanan tarafta değilsiniz, elinizi kirletmenize de gerek yok, önemli olan dilinizden dökülecek birkaç cümle sonrasında gidip huzurla kahvenizi içebilir, bir film açıp izleyebilir, doğada yürüyüş yapabilirsiniz.. Sahi huzurla bunları yapabilir misiniz?

    Hayatta kalabilmek için ya da sevdiğimiz birine zarar gelmemesi için, belki de sırf kendimiz ve hırsımız için türlü yanlışlara başvurabiliriz; yalan söylemek, bir şeylerin gerçekliğini saklamak, hile yapmak zaman zaman, hedef şaşırtmak, olayların mağduruymuş gibi anlatmak. Bakıldığında kimsenin canına kastetmeyen bu seçimler aslında bunları maruz kalanları daha da kötüsüne itebilecek güçtedirler.. 

    Diyelim ki örümcek adam kimliği ortaya çıkmasın diye yalan söyledi, bu onu kahraman yapmaktan alıkoyar mı? Teraziyi kurmak kolay fakat ölçek olarak kullanacağımız kefeye neler koyacağımızı bulmak bir hayli zor. Birinin hakkında sözsel hüküm vermek kolay fakat mağdur bizken giydirilecek olan hükmü beklemek zor. 

    Anlam arayışım beni kavramlarıma götürdü zaman içinde. Zihnimin her kıvrımını bizzat dansa kaldırdım, kendini rahat ifade edebilsin diye. Aralarında bağ olanların birbirini kollaması adına verdikleri mücadeleyi de gördüm, bağlamsız bir başına kalanların mahcupluğunu da.. Müzik bittiğinde, sahnede tek başıma kaldığımda, spot yüzüme vuruyorken ve her bir kıvrımın gözü üzerimdeyken hissettiğim baskının anksiyetenin yüzünü gülümsetiyor oluşu hiç olmadığım kadar sarsılmama neden olmuştu.. Titrek bir sesle, yarım bir nefesle yanlış müzikte dans ediyor oluşumu söylediğimde ortalık buz kesmişti.. Ses tellerimden havaya süzülen cılız cümlelerin sirayet ettiği tüm kıvrımlar donup kaldı.. Yıllarca içlerine kök salmış ne varsa; gördükleri, işittikleri, dokunarak hissettikleri, atalarından miras aldıkları, deneyimledikleri, öğrendiklerini düşündükleri ve bunlardan yola çıkarak oluşturdukları inançların yanlışlığını kabul etmemek için direnseler de kahraman olmak için örümcek adam olmalarına gerek kalmayacak olmaları onların ikna olmasına yardımcı oluyordu..

    Ve belki de bazen biraz delirmek gerekir; zamanın kırbacına, sevginin kepaze edilişine göz yummaktansa..

    Ve bir gün beni anlayacak kadar delirebilmeniz dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..UNCHAIN MY HEART..

    Seni düşmek değil yere çakılmak öldürür, kanatların olduğunu hatırla..

    Aynı dört duvarın arasında tam 8 yıl geçirene, balkondan baktığında aynı manzarayı görene, yanlış zamanlara doğruluğunu emanet edene, süregelen gecelere uykusuzluğunu bırakana, yarası nasırlaşmış olana, donmuş pencereden hayata bakana yaşamın rengarenk olduğunu anlatamazsın..

    Kendinde olanı bilmeyene, yeteneğini ortaya koyanları kıskananlara, kaldırımın mahkumiyetinden sokağın özgürlüğüne adım atamayana, ayağını sıkan ayakkabıyı inatla giyerken tabanı topraktan mahrum kalana, bildiği tek dil savaş olana, şiddete maruz kalana, yokluğun eşiğine ev kuranlara, kendini insanoğluna meze edene bunun adına fedakarlık diyene, bir parça ekmeği nimetten sayıp ötesine gücü yetmeyene ölmeden önce şu hayatı yaşa diyemezsin..

    Her hücresi öfkeyle dolana, sevginin dilini bilmeyene, yalanın yuvasında oksijen alana, haksızlığa boyun eğene, ruhuna prangalar vurulana, elinden imkanları çalınıp tırnaklarıyla kazıyarak hayata tutunmaya çalışanlara, çocuğu için her kötülüğe amenna demek zorunda kalana, çaresizliğe yenik düşene, gözyaşıyla her gece yeminler etse de sabahına depresyona yenik düşene, vahşilerin katliamına teslim olana, sesi duyulmayanlara, üç kuruş için ömrünü ortaya koyana, sokağın ayazını evi bilene özgürlükten bahsedemezsin..

    Herkese yetmeye çabalarken kendine geç kalan bir dahinin, dehasını keşfedemeden gözünü yumduğu bir hikaye duymuştum. Dünyanın sorunları içine öyle işlemiş ki kendi acılarına yer kalmamış, ne aklında ne ruhunda.. Zamanında yarım yamalakta olsa bir şeyler yapmış lakin dünya öyle acı çekiyormuş ki dahinin kulakları bunu daha fazla kaldıramamış.. Dünyaya iyi geleyim derken önce sokağını, sonra kendi evini bile temizlemeye hali kalmamış.. Kimisi keşif yapmış, kimisi tiyatro oyunları oynamış, kimisi cephelere gitmiş, kimisi şarkılar bestelemiş söylemiş, kimisi manifestolar yayınlamış, kimisi hayvanları beslemiş, kimisi birilerine yuva olmuş , kimisi bu hikayeleri anlatmış.. Kimisi ise sadece yaşamış; acıyı, öfkeyi, korkuyu, kaçmayı.. Kötülük her gece kafasını yastığa huzurla koymuşta, iyilik gece gündüz hep uykusuz kalmış. Karanlık öyle çoğalmış ki aydınlık yanında zayıflayıp bitap düşmeye başlamış. Şeytan ses tellerini dinlendirirken, meleğin çığlığı cılızlaşmış..

    Bir kahraman beklemişler; sarı saçlı, orta boylu, mavi gözlü, ruhu devrimci, ”bana askeri üniformamı geri giydirtmesiler” diye gözdağı verecek bir kahraman.. Halbuki o kahramanın devimlerinin fikirlere sirayet ettiğini unutmaya başlamışlar bir zaman sonra.. Sadece beklemişler..

    Drama üçgeninin hem mağduru, hem zorbası, hem kahramanı oluruz kimi zaman.. Kişiye, ana, hatta o an beslendiğimiz ürünlere göre bile değişiklik gösterir bu durum.. Kendimizi birçok konuda sabote eder kurtarıcımızı bekleriz, sevgiyi arar mağduru oynarız, öfkeden gözümüz döner zorba oluruz.. Kendini sev, kendini onayla saçmalığını bu satırlarda görebileceğinizi pek sanmam. Bu durum içinde bulunduğunuz şartların sonucu hayatınıza sızar çünkü. Güzel bir duş, iyi bir kahvaltı ve arkadaşlarla geçen hoş vakitte parladığınızı hissederken akşam eve gelip pijamalarınızı giyip aynı manzaraya daldığınızda bir çöpten farksız hissedebilirsiniz.. Ansızın bir film izleyip kendinize ”siktir et listesi” yaparken film bittiğinde o kağıt sadece ani adrenalin sonucu elinizde kalan bir artıktan başka bir şey olmayabilir.. 

    Duymayana söylemekten, anlamayana anlatmaya çalışmaktan, köre göstermeye çalışmaktan, gelmeyecek olanı beklemekten, travmaların eziyetli sesini dinlemekten, olmayanı oldurmaya çalışmaktan, bazen savaşmaktan bazen pes edip vazgeçmekten, güçlü olmaktan, zayıf hissetmekten, yakıp yıkılandan, yazılmayan hikayelerden, anlatılan yalanlardan sıyrılabilmen bazense teslim olmayı öğrenebilmen dileğiyle..

    .SEVGİLERİMLE..

  • ..TAKINTILARIMIZDAN BİR DEMEÇ..

    Kendinden zaman zaman kaçabiliyorsun, lakin saklanamıyorsun..

    Beynimin her odasını itinayla kiraya verdim. Gürültüleri yoğun; maestrosu, tiyatrocusu, öğretmeni, avukatı, mühendisi, işsizi, virtüözü, ev hanımı, ressamı, yazarı, psikoloğu, müptezeli, garsonu, baristası, mafyası derken her birinin anlatmak için kendini ortaya koyduğu hikayeleri var. Yollarının kesiştiği köprüde buldukları evi kiralayıp içinde hapsolmuş durumdalar.. Ve sevgili beynim hepsine ev sahipliği yapmaktan hem memnun hem yorgun.. Yerleştikleri yerlerin eski sahipleri olan duygularınsa her ev sahibine bıraktığı bir dolu hediye var odacıkların içinde. Hüzün, acı, merak, tedirginlik, korku, şaşkınlık, sevgi, özlem, heyecan, suçluluk, öfke..

    (25/eylül/2022)

    Bugün 10 Ekim! Bir fikri bile bünyemden tamamen atmak için 15 gün beklemenin acizliği içerisindeyim. Her şey hazır masamda; küllüğüm, ucu tutuşmuş sigaram, kahvem, parmaklarıma sirayet eden kelimeler.. Beynim her çiçeği içinde bulunduran bir çiçek demeti gibi. Yeni bir gün, yeni kararlar, alındığına inanılan dersler, acıkmış bir mide, bozuk bir akıl sağlığı, ilgi bekleyen bir köpek, başarı bekleyen bir aile, sana inanan bir çevre, düşmeni bekleyen insancıklar. Tüm bunlara sahipken ne duruyorsun yeni hatalar için yola çıksana. Tabi önce evinden çıkabilmeyi becermelisin..

    Pencereden akıp giden hayatı izlemek, gece olunca aklına çöreklenen kabuslarla yaşamak, kendisine sıra gelmeden repliklerini peşin sıra söyleyen sesler, hayallerin üzerine şeri çekmiş gerçekler, manzarasından muaf olmamak için yaşanılan huzursuzluk dolu bir ev..

    Anksiyete dolu dünyaya hoş geldiniz!

    Elinize hemen bir kağıt kalem alın, korkularınızı sıralayın, mümkünse üzerlerine gidin, yapılanlara tik atın. Bunun yanında konuşma ve ilaç tedavisi de alıyorsanız tebrikler, sağ kroşeniz anksiyeteyi nakavt etmek üzere. Geçmişiniz hortlayabilir, hayat kendi akışındayken önünüze pislikler çıkarabilir, insanlar da bu sürede boş durmadan sizin sabrınıza müdahalelerde bulunabilir. Sevdiğiniz sanatçı geliyorsa şehrinize hemen bir bilet alın, cebinizdeki son para olması önemli değil, kalabalık bedeninizi huzursuz edecek, sevdiğiniz şarkıları duymaya başladığınızda ise birkaç saatliğine de olsa bedeniniz ve aklınız huzurun kıyısına çapa atacak..

    Sabah erken uyanamayanlardan mısınız, sorun değil! Uyandığınız an hemen bir kahve  yapın ya da sipariş edin (bilimsel olarak anksiyeteyi tetikleyebilir bunu unutmayın), kafanızda tepişen fillerden arınmanız mümkün olmayabilir sorun değil. Aldığın kararları uygulayamıyor musun, sorun değil! Hemen kendini yorgana teslim et. Bir şeylere nereden başlayacağını bilemiyor musun, sorun değil! Anında aç bir dizi/film ve mümkünse başından hiç kalkma. Kafanda susmayan bir ses mi var, sorun değil! Herkesin geçmişte değiştirmeyi umduğu bir an mutlaka vardır kendine özel olduğunu hissettirerek eziyet etmekten vazgeç.. 

    Kendini sev, geçmişi kabul et, olmuş ve olanı affet, yoluna devam et. Al sana formül.. SAÇMALIK!!!

    Takıntılarımın çizdiği yolda sürünmeseydim kendimden şüphe etmeye devam edecektim. Geçmişin hesabını sormasaydım bana yapılanların suçluluğuyla çırpınmaya devam edecektim. Öfkem olmasaydı kötülüğün saf halline teslim olacaktım. Kendimi lime lime etmeseydim, sizden biri olacaktım. Sırf kan bağı var diye yanlış yaptın diyemeyen, kabul görmez korkusuyla fikrini beyan edemeyen, kirletilen her masum için sessiz kalır acısından kaçardım. Sadece kendini düşünen, herkesi suçlayan, sefil hayatına anlam kazandıramayan, görmezden gelen..

    Anlamlı bir yaşama anlamsız kaç fikir heba ettim, geceleri uykusuzlukta ne kadar göz yaşı döktüm, coşkulu anlarda kaç defa atak geçirdim, anlamak için kaç mevsim tükettim..

    Bazen evden sokağa çıkmak  hatta yataktan kalkıp balkona çıkmak, güneşi hissetmek, sesleri işitmek, beyne hakkı olan hormonları salgılatabilmek ve devam etmek birkaç günden fazlasını alabilir. Muhtemelen birkaç aydan da fazlasını alacaktır. 

    Yaşama karışmayı deneyebilirsin, kendini ne kadar meşgul tutarsan o kadar iyi gelecektir.. 

    Beynimdeki kiracılara gelelim. Yerini yenilerinin alması için onları azat etmeliyim. Tam iki senedir aynı cümleler, aynı döngü, aynı kararlar, aynı vazgeçişler, aynı uykusuz geceler, aynı hareketsizlik içerisinde sürünüyorum. TABİ AYNI KALMAYAN ŞEYLER VAR; sporu bırakmak, kemana dokunmamak, uyanabilmek, okumak..

    Hep önemli birileri olmayı umarız. Çok azımız acıya direnerek bunu başarır.. Part time davranışlar part time alışkanlıklar kazandırır. Bir işte 2 ay dayanabilmek, bir işi 10 gün yapmak, bir kitaba başlamış olmak sana sanılan gibi bir alışkanlık kazandırmaz. Eskiden 21 gün yeterli denilen alışkanlık kazanma süresi, eskisi gibi olmayan bir hayat için artık pek mümkün değil. Zamanını bilemem, bildiğim ek şey ister okumak olsun ister yeni bir alışkanlık kazanmak isterse sadece sağlıklı beslenmek ya da belki evden çıkabilmek olsun konu sen seç. Ne zaman etinden et koparmaya başlarsa işte o zaman onu kazanmak için ilk günün olacak, o gün parçalanmayı göze alabilirsen tebrikler hayatına yeni bir renk kazandırmaya başladın.. Yapamazsan da en azından denemiş olursun.. Leonardo Da Vinci bile insanlığa çok az hizmet ettiğinden mustarip şekilde kapadı gözlerini..

    Şükrü Erbaş’ın dediği gibi ”Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
    olur tükenmek değil de? ”..

    SEVGİLERİMLE..