Yazar: yildizlaraltinda

  • ..YOUR STORY..

    Issız bir adaya düşsen yanına almayacağın 3 şey ne olurdu? Aldıkların kadar almadıklarının da önemli olacağı bir yolculuk olsa bu, yolculuğuna tam olarak kimleri ve neleri dahil ederdin ya da etmezdin?

    Böyle bir yolculuğa çıkalım şimdi. Süresi can isteğine bağlı. Tek şart var; öyle hemen pes edemezsin her yolu denemiş olman sonucunda geri dönebilirsin. Bu 1 günde de olabilir 1 asırda da. Ömür korkun olmasın. Tanrın bu adadan elini çekmiş..

    Önce seni bu yolculuğa çıkmaya hazırlayalım. Odaklan. Bedenini saran bir ağırlık var ne olduğuna dair en ufak fikrin yok. Dinciler nazar diyor, psikologlar majör depresyon diyor, ailen yaşadıklarına bağlıyor, çevren kendine gel bırakma kendini diye zırvalıyor. İçinde çelişki halindesin. Geçmişteki enerjik hallerine bakıyorsun, verdiğin mücadelelere , fırtınaya karşı dik durduğun günlere. Kafanı kaldırıp aynaya baktığında ise gördüğün kim, ne istiyor senden anlayamıyorsun. İçinde cızırtılı bir radyo var, bir şeyler anlatıyor. Haberler, olaylar, duygular, bir yerlerde tanımlanamayan bir müzik çalıyor. Karmaşıklığın tam ortasındasın. Dışta birçok ses, içte desen susmayan birçok ses..

    Hayatındakileri gözden geçir. O süreçte neler yaptıklarını düşün. Bir an neşelisin, bir kaygılısın. Davranışların düşüncelerinden ötürü kaotik bir hal almış vaziyette. Kardeşin acilen tedaviye başlaman gerektiğinin farkında. Partnerin sadece hastalıklıymış gibi bakmakla meşgul. Arkadaşların anlamak yerine, yaftalamakla, geçmişi önüne ısıtıp koymaktan başka bir şey yapmıyor. İçten içe çürümeye başlıyor hücrelerin. Sen sadece vücudundaki ağırlığı hissediyorsun. Yavaş yavaş bu çürüme, evrimleşmeye başlıyor..

    Önce seni, dünyanın seni anlamayacağına inandırıyor. Yavaş yavaş evine çekilmeye başlıyorsun. Ailen kaygılı bir halde seni yanlarına çağırıyor. Karşı çıkıyorsun. Çünkü sadece yorgun bir dönemdesin, herkes bunu yaşayabilir diyerek devam ediyorsun. Bir sabah uyandığında yorganla olan ilişkinin, sokakla olan ilişkinden daha çok cezbettiğini düşüneceksin. İşte bu ilk evre. Dünyadan kendini soyutlamaya başladın, tebrikler. Uykunun altı üstüne girdiğinde bu yeme alışkanlığının da katili olacak. Hayatını; kahve, kullanıyorsan sigara, ve birkaç lokmalık atıştırmalıklarla idare etmeye başlayacaksın, merhaba sevgili iskelet sistemim dediğin evreye geçiyorsun şimdi. İkinci evre inkar. İnan bana en çok bu evrede eğleneceksin. Çünkü en doğru sensin. Hatalarınla yüzleşmek zorunda kalmayacaksın, insanlar hep yanlış olacak, seni anlamayacak, söylemeye çalıştıkları işine gelmediği anda siktir edeceksin. Süper item. Her şeyin en iyisini sen bileceksin bu süreçte. Kilo ve akıl kaybı, isteksizlik, zevke düşkünlük.. Gelelim üçüncü evreye; öfke. Karmaşa sonrası, suçlama evresi. Bana yapılan haksızlıklar diyeceksin, doktora mı gitsen diyenlere asıl hasta sizsiniz diye çıkışacaksın (doktora gittiğinde bundan kesinlikle emin olacaksın, ama o sonuncu evre, biraz bekle). Aynayla ilişkin bitecek, ilişkinin bittiği tek şey ayna olmayacak tabi. Aşka veda bu evrede olacak, kimse nazını annen kadar çekemez, bunu terk edilmeler sayesinde öğreneceksin. Umarım öğrendiğinde geç kalmamış olursun. Arkadaşlarına cümle kurma fırsatı bile tanımayacaksın, sesi çıkan her şeye karşı savunmada olacaksın. Hele de koç burcuysan geçmiş olsun. Özündeki ateşi etrafı yakmak için kullanacaksın. İşin sonunda o ateşle yaktığın tek şey sigaran olacak..

    Nazardan, hastalıktan, kendini bırakmış olmaktan.. Sıfatı ne olursa olsun, seni yatağa çakılı kılacak olan şey gücü elin alacak. Senden geriye; duş almayı bile unutan, yemek yemese dahi acıkmayan, sevgisizlikle nefes alan, amaçsızlıkla güne başlayan, balkondan akıp giden hayata tüküren, yaşamına devam eden eski sevgiliyi ve arkadaşlıkları suçlayan, dünyanın son gününü her gün baştan yaşayan etten çok kemiği kalmış, aklı bedenini terk etmiş, kalbi kendi halinde harabe olmuş, ruhu mağlubiyet ordusuna komutanlık eden biri kalacak..

    Göğe bakacaksın, tanrının seni terk ettiğini anlayacaksın. Şöyle bir bakacaksın, kimse olması gerektiğinde yanında olmamış olacak ya da sen izin vermemiş olacaksın. Pazarlık evresine hoş geldin.. Doktora istemeye istemeye gideceksin. İstemesen de gitmelisin. Çevrende haklı olduğunu ve hasta olmadığını söylemesi gereken birileri olmalı. Tabi reçeteyle evine döndüğünde, senin için büyük vurgun olacak. Hayatla arana girenlerden elinde kalan tek şey o reçete olacak, ha bir de sağlık geçmişinde oluşacak olan raporun.. 

    Hasta olduğun yerde, iyileşemezsin.. İşte sana o yolculuğa çıkman için yeterli gelmesi gereken en önemli sebep bu.. Kabullenme ve son aşama, tebrikler simülasyonu bir şekilde intihar etmeden tamamladın. Bundan sonra, başta olduğu gibi yine senden ibaret olacak. Hastalanabilir, aşina olduğun evreleri tekrar yaşayabilirsin. Bunu güvenli alanın yaparsın. Gelsin suçlamalar, gitsin akıl sağlığı. Düşe kalka emeklemekten yürümeye geçen bebek misali, ayağındaki morlukların hakkını verip adım atmaya çalışabilirsin, işte yolculuğun ilk aşaması, gelsin maceralar gitsin yorgunluklar. Olduğun yerde üstüne bir battaniye alıp zamanında tükürmeyi sevdiğin balkona elinde kahveyle çıkar ve güneşe okkalı bir selam çakarsın, gelsin dinlenmeler ve gitsin huzursuzluk..

    Biliyor musun, bu sana sanırım onca yazı arasındaki ilk gerçekçi itirafım. Her aşamayı hakkını vererek, biraz da suyunu çıkararak yaşadım. En büyük nazım her zamanki gibi ailemeydi, şımarık olarak büyüdüm, hadi tutukla beni. Kimi arkadaşımla ağır tartışmalar yaşadım, sildim attım. Ağır konuşmuş olmalıyım ki onlar için beni silip atmak kolay olmadı. Aşkta desen, iyi bir batırıştı. Titanik görse dağa çarpışından utanır. Sevgili doktorlarım, içten içe umutsuz bir vaka olduğumu söyleyemeseler de Hipokrat’a şükürler olsun, doktorlarımın baş belası olmamın tatlı mimarı. Ve gelelim tanrıya. Kendisiyle aram pek iyi sayılmaz, sadece sorgulamak değil yaptıklarından ya da yapmadıklarından dolayı kendisini haksız çıkarak pek çok konuyla çıktım karşısına. Kendimle olan savaşın hem galibi hem mağlubu oldum. İnanmadığım hiçbir fikri yazmadım, yazdıklarımınsa inandıklarımla pek bir ilgisi yoktu çoğu zaman.  İyi bir hikaye anlatıcısına ve tiyatroculara dikkat edin, kandırmak onlar için işin en basit yoludur. Özellikle işin ehli olduğuna inananları bu konuda sınarlar. Kibirle sınırlarını korurlar. Aşabilmene aşk olsun. Yolculuğa çıkmak konusunda adım attığımı söyleyemem. Evrelereyse geri dönmek gibi bir niyetim yok. Yani demem o ki ne yapacağıma dair fikrim yok hala. Burada meydan okumak kolay. Yol bu, sıkıyorsa çık demek.. Hem mutlu olmak istiyorum, hem de yazmayı hiç bırakmamak. İkisinin aynı masada oturamayacağını yaşayarak öğrendim. Bir seçim yapmam gerek biliyorum. Hatta bildiğim 3 şeyden birisi bu. Belki lanetim, belki ödülüm bilmiyorum. Şimdi gelelim sana ve yolculuğa..

    Evrelerin hangi aşamasındasın bilmiyorum, ben özetledim sene bütünüyle yaşa. Unutma, her nasıra dayanmak için bir umudun olmalı. Ya da kendine iyi bir hikaye yazmalısın.. 

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KALBİN YANSIMASI..

    Derler ki kalpte olan, hayata baktığımızda yansıma olur..

    Kalbinizden haberiniz mi var mı, yoksa kilitli orası?

    Bunu sadece aşktan ibaret olarak düşünme sevgili Shakespeare. Hayallerin, hikayelerin, hedeflerin, hayatının amacı, arzuların, yanlışların, doğruların. Hepsinin bütününe bak ve öyle söyle. Sokağa ve gökyüzüne baktığında tam olarak ne görüyorsun. Şimdi kapat gözünü sadece 10 saniye kadar.. Tam olarak o karanlıkta ne var?

    İnsanın kendine bakması, görmesi kendinde olanla biteni zor. Bu yüzden malumunuz kendimi denek olarak sunuyorum ortaya. ”Ben değil bir arkadaşım öyle demiş, yapmış” demek daha kolayınıza gelecektir.. Gözümü kapattığımda; bir sahnenin tam ortasındayım, sahnede bana sevdiğim birkaç müzisyen arkadaşım ve keman hocam eşlik ediyor,. Tam karşımda, off! Yoğun bir kalabalık, heyecanlı ve birazda batırmamı bekler gözlerle bana bakıyor. Ailem ve sevgili dostlarım en önde, köpeklerim sandalyede. Bir tarafta küçük bir topluluk var, bu zamanında gönüllü olarak içerinde bulunduğum sevgili dernek arkadaşlarım. Diğer tarafta 5-6 kişi var; zamanında gerçekleri yüzlerine söylediğim için düşman olanlar, kendileriyle çelişki yaratanlar ve asla sahip olmayacaklar sevgi için hayata küskün olup benim başarısızlığımdan doğacak olanın heyecanını duyanlar. Tam orta sırada eski sevgililer ve aşklarım var; aralarında yapabilirsin diyenlerde var, yok canım daha neler diyenlerde, vay be öfke nöbetlerini aşmış parlıyor diyenlerde. Evet her sevgililik olayı güzelliklerle dolu olamıyor maalesef. Biraz gerilerde; yaşam şeklimden tutun da fikirlerime kadar beni aşağı çekmeye çalışanları görüyorum. Onlar tam olarak ne gibi bir beklentisi var bilmiyorum. Sanırım taşlamaya gelmişler. Ya da doğru olanı görmüşler, ki bu şuan için Rusya’nın yanlış yapıyorum diyerek erdemli davranması kadar imkansız. Ailemin hemen arka sırasını 28 yaşıma gelene değin hayatımda az öz şekilde bulunmuş insanlar doldurmuş, onları Müge Anlı’nın alkışlayan tayfasında da görmek mümkün. Geri kalanlarsa ağzımı açıp dünyaya bir şeyler söylememi bekliyor. İlk 3 dakikada onları aldım aldım. Sonrası çetin bir savaş olacak..

    Gözümü açtığımdaysa gördüğüm; temizlenmeyi bekleyen bir pencere, buzu erimeye başlamış yarım bir kahve, cevap bekleyen mesajlar, kırgın bir kalp, aylardır yürüyüşe çıkmadığım ve spor yapmadığım için çay bardağına tabak görevi olmaya çalışan göbeğim, okunmayı bekleyen kitaplar, kelimelerden ibaret şarkılar, çizilmemiş bir rota, neye kime olduğu her gün değişiklik gösteren özlem hissi, yataktan çıkmadığı için güçsüzleşmeye başlan kaslarım ve dahası..

    Hava serin, güneş yine de doğmaktan vazgeçmemiş halde. İnsanlar dünde yaptıklarını umursamaz bir tavırla sokakların tadını çıkarıyor. Beni, kalbimi bu inzivaya iten ne peki! Anladık, kötü şeyler yaşandı, yalanlara doyuldu, ilişkilerde acemi birliği olduğumuzu öğrendik, eğitip eğitip dışarı saldıklarımızın başkalarına gösterdiği sevgiyi de gördük. Peki beni hayattan alıkoyan ne?

    Kalbime dönüyorum. Kırılmış, zedelenmiş, kah kilit vurulmuş, kah saçmış kendini etrafa öylece. Çelişkiler dolu kavramlar. Özüm bu dediğim ne varsa aksine varan seçimler yapmış. Aklım desen tam bir oynak. Hem farkındalığın zirvesine vardı, hem de o zirveden astı kendini. Anlaşıldığı üzere; kahraman olurum, yardım ederim, hak savunurum, diş geçiririm, değer ve sevgiyi arşa çıkaracak kadar hissettiririm. Ama bunu sadece başkalarına yaparken güçlüyüm. Mesela eski bir dostumun travma dolu geçmişinde yaralarına merhem olarak kalmadım onun hayallerine koşması içinde elimden geleni yaptım. Bugünlerde kötülüğümü isteyen birkaç kişiyle zamanında aynı masayı paylaşırken onların hastalık dolu ruhları bir an iyileşir ümidiyle hem açtım kendimi onlara, hem onların yürümesi için destek oldum. Ayağa kalktıklarında ilk bana tekme atmaya kalktıkları gerçeğini başka hikayede konuşuruz. Dürüstlük abidesi olduğuna inandığım kişiye karşı hatalı olduğuma inanıp ona doğru biri olduğuna inandırmaya çalışmıştım mesela, sonra duydum ki adıma yapıştırılan yalanlara inananların ilklerinden olmuş. Mesela eski sevgilim; ailesinin tasmasından kurtulsun istemiştim, arkadaşının mide bulandıran davranışlarını görsün istedim, hak ettiğini alması için her gün cesaretlendirici konuşmalar yapmamsa cabası. O da diğerlerinden farklı olmadı. Şimdi yeni sevgilisine sevdiğini söylerken, öğrendiği cesaretle hayatında parlıyor. Benden çaldıkları ne varsa, başkalarına sunduklarını gördüğüm için kalbimde aklımda hayli kızgın..

    Yine de canı sağ olsun diyerek yoluma bakmaya çalışıyorum işte. İşte kalbimin de aklımın da yansıması tam olarak bunlar şu sıralar. Bana yapılanları unutamıyor, kendi savaşını sürekli kenara atıyor. Başkalarına bolca dağıttığım ne varsa kendime gelince zulanın boş olduğunu görüyorum. Uykusuz kaldım, başkası için. Direndim, başkasının hakkı için. Geceleri yalnız ağladım, gündüzleri başkalarına sevgiyi öğretmek için. Yanlışların farkına vardım, başkalarının doğrularına sahip çıkabilmek için. Şimdiyse bunlardan arta kalanım işte..

    Gözümü kapattığımda spotun sadece beni gösterdiği o sahnedeyim. Gözümü açıyorum, kalbim ayrı ağrıyor aklım ayrı. Demiştik ye kilitte vursak kalbe, apaçık da yaşasak; yanlış hikaye, yanlış insanlar, yanlış aşklar, yanlış arkadaşlıklara takılı kaldıysan geçmiş olsun. Faydası yok biliyorum, özümle her gün tartışmanın. Kalbimin acısını yansıttığı bir dolu gün geçirdim. Önceleri farkında olmayarak şimdiyse farkındalıklar içinde kalarak..

    Benim kalbimin yansıması; gözüm kapalıyken başka açıkken başka. Hala kırgın, haksızlığa uğradığını bilen, kızgın bir yandan da. Biliyorum. kendim halletmeli ve kendim devam etmeliyim. Başkalarına verdiğimi en çok kendime vermeliyim. Lakin bilmediğin şeyse bunun o kadar kolay olmadığı gerçeği. Başkasını cesaretlendirmek, sevmek, kızmak ona, kırılmak ve sonrasında affetmem kolay. Peki ya kendini?

    Kalbinin karanlıkta da, aydınlıkta da yansıttığı seni her an görebilmen dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE.. 

  • ..BİR FİNCAN ÇAY..

    ”Hiçbir şeyden çekmedi dünyada, nasırdan çektiği kadar; hatta çirkin yaratıldığından bile O kadar müteessir değildi; kundurası vurmadığı zamanlarda anmazdı ama allahın adını, günahkâr da sayılmazdı.. Yazık oldu Süleyman Efendi’ye. ”

    Demiş Orhan Veli..

    Herkes kendi sokağında yaşar, kimse başkasının alanına girmezdi. Bizim meraklı çaykoliğimize kadar.. Her gün aynı sabaha uyanmış olmak kimseyi rahatsız etmezdi. Uyanırlar, meditasyonunu yapar, kahvaltılarını bitirirler, gündelik işlere dalıp giderlerdi. Çaykoliğimiz bundan bağımsız yapabileceklerini düşünür, uykuya bu hayaller içinde dalardı. Bir sabah sokaklarında çayın bittiği gerçeğiyle uyandığında bütün rutininin değişmesinden öyle korktu ki evden dışarı adım atamadı. Herkes sokağa gelecek olan ürünler için birkaç gün süreceğini konuşuyordu. Genel kurulları bir toplantı bile aldı bunun için. Sokakta herkes fikirlerini sundu, kimisi dinlenmedi bile. Bizim çaykolik diğer sokaklara danışabilecekleri fikrini attı ortaya. Ortamda cenaze evi sessizliği oluştu. Kimse daha önce bunu yapmamıştı. Ne onlar ne de diğer sokaktakiler aradaki buzlucamı hiç kaldırmamıştı yıllarca.. Hatta o sınırın hangi zamanda ve kim tarafından koyulduğu bile unutulmuştu zamanla..

    Ortamı hararetli bir tartışma sardı. Sonunda herkesin kabul edeceği bir fikir olmuş olsa bile, sınır ötesi öyle bilinmezlik içeriyordu ki kimin gideceği üzerine tartışmalar başladı bu sefer. Bizim meraklı çaykolik fikrin sahibi olarak bunu yapabileceğini söylediğinde, herkesin üzerinde oluşan tonlarca yük kalkmış gibi bir rahat nefes alındı ve hiç düşünülmeden kabul edildi..

    Bizimki bir fincan aldı eline, çaldı buzlucamı. Bir tık, iki tık dedi ve adım attı ilk sokağa. Öyle heyecanlandı ki, ne için geldiği aklından çıktı bir anda. O an aradaki buzlucamın parçalanışıyla kendine geldi. Olana anlam veremeden şaşkın şakın bakakaldı. Camın diğer tarafında olanlar ”anlaşma gereği biri diğer tarafa geçmeye kalkana kadar sınırların korunacağı, adım attığındaysa sınırların ortadan kalkacağı” gerçeğini açıkladı, ve neden yıllarca aşılmamış olan sınırı aştığını sordular. Çaykoliğimiz yavaşça fincanı gösterdi sokaklarında çayın kalmadığını ve bunun rutinlerini bozmasından korktuğu için bunu yaptığını anlattı. Diğerleri gülümsemeyle karşıladı durumu. Onu davet ettiler, sokağı gezdirler. Çay yerine kahve tükettiklerini söylediler. Bir süre misafir edildi orada. İçinde ”burada yaşayabilirim” cümlesini öyle istekli geçirdi ki sanki haykırmış gibi karşılık aldı hemen. Orada yaşayanların ıssızlığı sevdiğini, hayatlarına birilerini anlamayı tercih etmediklerini, özünde bundan korktuklarını, bu korkuya çözüm olarak bireysel yaşamı seçtiklerini öğrendi. Kimse ayrılığı, acıyı, sevgiyi, paylaşmayı, birlik olabilmeyi bilmiyordu o sokakta. Herkes kendi evinde öğrendiği kurallarla yaşıyor, statüsünü rota olarak belirliyor, evlilikler sadece tür devamı için yapılıyor, ve asla sınırların dışına çıkılmıyordu. Gümüşten tasmaları bu yaşamı ve o sokağa olan aidiyeti temsil ediyordu. Herkes adeta evlilik yüzüğü ya da inandıkları din sembolüymüş gibi o tasmaları takıyor ve sokaklarından öteye geçmeyi akıllarının ucundan bile geçirmiyordu. Bizim çaykolik aradaki sınırın kalkması sonucu, birlikte yaşanma ihtimalini sunduğunda herkes soru işaretine dönüşen bakışlarla birbirlerine baktı. Daha önce bunu hiç düşünmemişlerdi. Çizilen sınırlarla yaşamaya o kadar alışmışlardı ki birinin o sınırları silip atabileceğini fark edememişlerdi. Bizim gümüş tasmalılar, telaşlı ve korku dolu bakışlarla düşünedursun, çaykoliğimiz müsaade isteyip diğer sokağın buzlucamına doğru yola koyuldu..

    Birkaç tıklatma sonrası buradaki sınırda yıkılmıştı. Diğer tarafta bekleyenler geleni ve elindeki fincanı çatık kaşlarla karşıladı. Olanı anlattı. Yolculuğundan bahsetti, bizim çaykoliğimiz. Ağır ağır yürürken bu sokağın havasında farklı hisler sezdi. Yine de oturup misafirliğin adabıyla sessizce bekledi. Karşısına o köyün entelektüelini getirttiler. Durumu baştan sonra ona anlattı, ve varsa bir fincan çay rica etti. Bu sokakta çay ve kahve tüketimi aynı orandaydı. Bundan mıdır bilinmez, bizimkinin alış olmadığı hikaye hisleri vardı burada. Yalan, öfke, düşmanlık, tetikte olma durumu, güne başlayanla bitiren arasında uyumsuzluk,  kimi sanat yapıyor, kimi evden çıkmıyordu, kimisi çok konuşkandı kimisi ağzını bile açmıyordu, çoğunun kaşında hiddet dolu çatıklık vardı. Ya bunlarda bizim ve diğer sokağın içine karışırsa diye düşündü bizim çaykolik. Kendi sokağında sakinlik hakimdi, diğer sokakta kendi halinde insanlar vardı, bu sokaksa tam bir kaos içindeydi. Sokağın maestrosuna sordu bu durumu. Şimdi ne olacak? Çaya olan özlemini unutmuştu, merakı onu yiyip bitirmeye başlamıştı..

    Maestro dürüstlükten bahsederken yalan söylüyordu, kahkaha atarken kaşlarını çatıyor, sevgiyi anlatırken nefret dolu olanlarla bağ kuruyordu, oksimoron bir halin içinde buluverdi çaykolik kendini.. Fincanı sıkmaya başlarken elinin acısıyla kendisine geldi. Aklına anneannesinden öğrendiği doğrucu çaydanlık hikayesi geliverdi. Maestroya bir teklifte bulundu. Kendisini, kız arkadaşını, yalanlarına inanmayı seçtiği iki kişiyi, kan bağı dolayısıyla koşulsuz güvendiğini bir çember etrafında toplamayı ve onlara çay demleyip sohbet etmek istediğini söyledi. Maestro anlam veremese de misafir olduğu için onun bu istediğini yerine getirmeyi kabul etti. Evine gittiler, çember oluşturdular, herkes hararetli bir karmaşayla sohbete dalmıştı. Çay ağır ağır demleniyordu. Bu sırada fısıltıyla doğruluğun öncesi olan o kelimeyi söyler çaydanlığa yavaş yavaş; ”Mellon” ..

    Sadece bilgeler çatın gerçek tadını alır efsaneye göre. Gerim kalanlarsa keyfine düştüğü hayatın tadını bulur çayda. Bizim çaykolik aslında aralarındaki bilgeyi merak ettiği için bunu yapsa da olaylar pekte hesapladığı gibi gitmedi. Çaylar yudumlandıkça herkese bir sersemlik geldi. Yalanın sözcüsü olan ikili bir anda dökülmeye başladı. Kendilerini mağdur göstermek için insanlar hakkında anlattıkları hikayeleri, parazit gibi yaşadıkları hayatlarını. Derken kan bağı olan daldı söze, zorbalığını saklamak için başvurduğu yalanları, sere serpe anlattığı yaralarını ortaya savuruşunun nedeninin kindarlığını örtbas etmek için olduğunu. O susmadan aşkın arkasına sığınan kızcağızın tek derdinin onayla ve sevilme ihtiyacı oluşunu bu yüzden maestronun duygularıyla nasıl rahatça oynadığını anlattı. Dumur olan maestro herkesin tükürüğü kurumadan girdi söze; kibrinin onu nasıl ele geçirdiğini, kimseye güvenmediğini, sırf korkuları yüzünden gerçeklerle yüzleşmek yerine yalana nasıl inandığını dökülüverdi. Olan biteni sadece dinleyen çaykolik elindeki fincanı rafa koydu, onların kaosuna sadece bir bakış attı, kapıyı üstlerine kapatarak oradan uzaklaştı. Girdiği iki sokakta olan bitenin muhakemesini yaparak kendi sokağına doğru yol aldı..

    Elinde ne çay ne de yol arkadaşı fincanı vardı. İlk sokak kahvenin kırk yıllık hatırı olduğunu unutarak yaşıyordu, ikinci sokaksa kendilerine yazdıkları yanlışları oynayarak.. İlk sokakta ne aşk vardı, ne kaos. İkinci sokaktaysa ne paylaşım vardı ne de huzur. Kendi sokağına geldi, herkes meraklı çaykoliğin gözünün içine bakıyor ve ondan bir ses duymayı bekliyordu. Durdu, ruhundaki hasta hücrelerin titreştiğini hissetti, evine kapandı. Bir süre kimseyle konuşmadı, yatağından dahi çıkmadı. Sokak olan biteni iyice merak etmeye başlamıştı yine de kimse kapısına gidip soramıyordu..

    Günlerin takibini kaybetmişti, sadece penceresinden gökyüzüne bakıyordu. Düş pazarın kurulu olduğu, çiçeklerin kokusunun duyulduğu, havanın hafif kasvetli ve yağmurlu olduğu bir günde indi sokağına, etraftaki tatlı koşuşturmaya baktı, açtı müziğini, kafasını göğe doğru kaldırdı, yağmuru gözkapaklarında hissederken dans etmeye başladı. Dağlara ibnen sis sokaklara doğru yola çıkmıştı o gün. Yavaş yavaş diğer iki sokağı esir aldı. Bizim sokaktaysa meraklı bakışla hakimdi. Çaykoliğimiz kollarını iki yana açtı, herkesin karşısına aldı ve sevmekten korkmayan, acıyı kucaklamayı bilen, dürüstlüğü zırh haline getirmemiş, yalanlarla kimseyi incitmeye kalkmamış olan sokağını gülümsemeyle selamladı..

    Merakı boyunu aştığı, bağımlılığının onu sürüklediği yolculuğunu anlattı herkese. O günden sonra diğer sokaklarla aralarına çiçekten sınırlar koyuldu. Rutinler bağımlılık değil sadece bağlılık olacak şekilde değiştirildi.. Ve sokaklarında bahar temizliği yaptılar..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..AMOR FATİ..

    ”Yaşamı için nedeni olan insan, hemen her nasıla dayanır” demiş, Nietzsche..

    Benim her yaşımda bir nedenim vardı. Hala var elbette. Lakin başarının kankasıyla aramız pek iyi sayılmaz.. Sevgili istikrar.. Başlangıç kısmında da pek başarılı sayılmam. Finallerimse genelde zayıf sayılır. Velhasıl saymakla bitmeyen ne varsa zulaladığım aşikar..

    Karmaşa dolu düşünceler, seçimlerin arasında boğulurken hiçbir şeyin seçilememesi, uzun cümlelerle derdin devasından uzaklaşmalar..

    Hiç hayatınızın yönünün değiştiği anları fark ettiğiniz oldu mu? Ya da hiç bunun üstüne düşündüğünüz oldu mu? Bir şeyleri başarmış olmak yeterli mi mesela? Başarı ölçümüzü kim ve ne belirliyor ya da? Kahvenin ve rakının bağımsız gibi görünse de ortak noktalarda kaynaştığını fark ettiniz mi?

    Ups! Yine konular arası maratona başladık.. Son bir soru, serçenin balığa olan aşkı size ne hissettiriyor? Yeterince dağıldıysak başlayalım toparlanmaya..

    Başlığın karşılığı, kader sevicilik. Kaderin kimi kadim dinlerde zaten yazılı olduğu varsayılırken, kimilerine göre karmayla ciddi ilişki içinde olduğu söylenir.. Ben her ikisine de inanan taraftayım. Hem kuklası olduğum bir yan var, hem efendisi olduğum.. Zaten olayım da bu olduğuna eminim diyebilirim. Hep bir ikilemdeyim. Yıldız haritamdan tutun, zihin kıvrımlarımdan çıkın. Hep kararsızlıklarla verilen mücadelenin merkezinde bağdaş kurmuş halde bekliyorum. Söylenmemiş olanla söylenen arasındaki uçurum, yaşanmış olanla yaşanmayı hayal edilen arasındaki engebeli yollar, düşünülenle davranışlar arasındaki dağ farkı hepsinin toplamı eşittir ben ediyor..

    Aradaki farkı kapatmak için formüle sokulması gereken farklı denklemler var. Bir fincan istikrar, bir kaşık istek, biraz hayal ürünü, bir dolu yaşanmışlık, bir cimcik sağlık, biraz koç burcu inadı ve belirlenmiş bir rota derken alın size mis gibi başarı tarifi. Şimdi gerçeklerin acıtan yönünden kendimize bakalım: Saatlere meydan okuyan uyku sevicilik, amaçsızca vakit katli yapılan sohbetler, sağlığı ağlatacak hareketsizlik, anksiyete arttıracak kadar karamsar düşünceler silsilesi, vasat insanlarla yaşanılan it dalaşları ve kendine engel olunamayacak derecede tüketicilik..

    Kendimi eve kapatsam da oturduğu yerden bana düşman olarak uyananlar var, dün yaptığım iyi ve kötü ne varsa bugüne sıcak öğün olarak getirenler, adımı ağzından düşürmemek için güne yeminli başlayanlar, kuyruk acı denilen illete yakalanmış olanlar.. Görüyorum ki düşsem de kalksam da derdi ben olmayı bırakmayan insanlarla çevrili bir hayatım var. Kabul etmek istesem de bu gerçek benimle beraber gün ve geceye dahil oluyor. Bir zaman öncesine kadar; neden insanlar benim kötülüğümü ister, neden kıskanır, neden yalanlar söyler, neden neden neden, diye düşünmekten kendimi unuttuğum zamanlar olmuştu.. Kavgalar olur, yalanlar söylenir, her ne sikimse yaşanır ve yola bakılır der insanların bu gereksiz düşmanlığını idrak etmek istemezdim.. Yalan söyleyenler yüksek sesle konuşmaya, zarar vermek isteyenler sokaklarda dolaşamaya devam ederken ben (ki eminim benim gibiler) ”tamam, belki bir süre göze görülmezsem bu düşmanlık biter dedim ve kapattım kendimi. İnsanlara, sokağa karışmaya, hatta bir süre sonra hayata..

    Yalanlar artmaya, zarar verenler sokağımızda dolaşmaya, mide bulandıran insanların içine karışmaya devam etti. Bu hiç değişmezken ben her seferinde cezayı kendime kestim. Sonra ne oldu peki! İçime kapanan, doğruları söylemekten vazgeçen, sırf kavga çıkmasın diye, saygısızlığı kabul eden, kendini yetersiz hisseden kısaca hamurumda ve burcumda olmayan ne varsa hepsine sahip olmaya başladım. Komik olan kısma şimdi geliyoruz.. Söylediği yalanlara artık kendi de inanmaya başlayan, dürüstlük adı altında başkalarının hayatında söz sahibi olduğuna inanan, başkalarının tasmalarıyla bir yerlere gelenlerse tırnaklarla kazıyarak yaşayanlara karşı daha da bilenme hakkını gördü kendinde..

    Bak! Bunu yüksek tondan girerek söylüyorum. İster ego de, istersen kendini bilmek ya da değersiz sayılacak hangi sıfatı koyarsan koy adımın başına. Toplumu hasta edenler sokakların sahibi gibi yaşamaya başlarken, sokağın hakkını veren bizler binalara saklanıp doktorlarda çare aramaya başladık.. Evde perdeleri kapatarak şarkı söyledik, sanki herkes anasınınkinden virtüöz olarak çıkmış gibi. Işıkta karanlıkta her birimizin hayatında mevcut. Bizler meleğin çığlığına kulak kabartırken onlar şeytanın fısıltında kayboldu. Ve bizi hasta olduğumuza inandırdılar. Ah benim sevgiye inan budala yanım. .

    Kader çemberimin başına kanayan ayaklarla geri döndüm ve tam oradan bağırıyorum. Dünya bizim sayemizde kendi eksenini kaybetmeden dönebiliyor. İster kapat kendi baharı betonda bekle, ister çık sokağa devrim ayak seslerini yarat. Çünkü vasatın kol gezdiği gerçeği değişmeyecek. Gördüğün üzere sen kendinde hata bulsan da haklı olsan da fark etmeyecek. Daha doğrusu edecek. Ama sadece doğru insanlar için. Bunu kazı derine. Acıtmasına izin ver. İzin ver ki ”bunlar hangi yüzle toplumda hala kabul görebiliyor, nasıl bir midesizlik bu, statü açlığıyla gözü dönmüş maymunlar” cümlesinden sonra ismi gelecek olanlara fiyakalı bir gülüş atarak yoluna devam edebil. Çünkü sadece sen başarabileceksin. Çünkü sadece sen dünyanın Atlas’ı olacak kudrettesin. Diğerleri parazit olmaktan öteye gidemeyecekler. Başta konuştuğumuz gibi hepimizin bir amacı var; ister kaçalım, ister yerine getirelim. Biliyorum yara alacaksın, yorganla dost olmayı seçeceksin bazen, yaptığın şakalara gülmeyecekler, kurduğun cümlelere çok uzun diye seni bezdirmeye çalışacaklar, vaktini çalıp sana sen depresyondayken tekme atmaya kalkacaklar, kendini anlattığın hikayeni paylaştığın ne varsa senin zayıflığın haline getirip her alçağın yapacağı gibi tam oradan vurmaya kalkacaklar.. Maddi manevi güçlerini kullanmaya bile kalkacaklar kimi zaman (senin sahip olduğun güçten habersiz), diş bileyip sahip olduklarını onlar için kullanmaya kalkma bazen bazı kurşunlar tek atımlıktır.. Yeterince boşa sıkılmış kurşunun var elinde, onları unutma..

    En kötü karar bile kararsızlıktan iyi olacak, vicdanının ceza sahasına girdiğinde etrafa iyi bak, kaleci olduğunu gör ve topu eline alarak oyunu yeniden başlat.. Hem kim bilir belki de deplasmanda olan sen değilsindir..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..HİSSELİ HİKAYELER KUMPANYASI..

    Sanırım ilk defa hem yanlış yerdeydim, hem de yanlış yerde hata yapmıştım..

    Fonda klas bir müzik, masada kahvemiz hazırsa başlayalım.. Neredeyse çocuğu arkadaşım aşkını buldu,  işine başladı, kısaca düzenini kurdu. Bunlar yaşıtlarım ve yol arkadaşlarım. Yeni edindiklerim pek yaşıtım değildi ya da zaten düzeni olanlardı. Bense lay lay lom savrulmakla meşguldüm. Gerçi hala öyle sayılırım. Kurulu bir düzenim yok, aşk desen o konuyu bilhassa konuşacağız. Hayatımı pek bir düzene koyamıyor olmak durumu beni artık sıkmaya başladı. Yazmaksa bunun en kıymetli parçası zaten..

    Anlayacağın sevgili dostum, feleğin çemberinden hala çıkamadım. Bunu çözmek için hikayenin başına dönelim. Korkma, çocukluğa inmeyeceğiz. Çemberin labirentine kuş bakışı bakacağız sadece..

    İlk durak; 17 yaşların pervasızlığı.. Üniversite sınavı telaşı, kendini tanıdığını sandığın karmaşa dolu bir yolculuk. Sonuç öfke nöbetleri ve kırgınlıklar.. Telaş peşimi yıllarca bırakmayacaktı. Siktir, bu yoldan geçenleri dinlesem 17’lerim nasıl biterdi acaba? Neyse biliyoruz ki bu yazıyı kaç yaşında okursan oku, duraklarda ne kadar kendini görürsen gör sen de kendi haritanı çizmek isteyeceksin. Gerçi arada bazı aklı selim kişiler çıkar; dinler, okur, anlar ya da dinler gibi yapar, kurallara uyar ve başkalarının tecrübelerini sollayarak hataları yenilemek yerine kısa süreliğine başkalarının yollarından gider. Ve zafer.. Bense rotayı burnumun dikine ayarladım ve bastım gaza. Üniversiteyi 20 yaşımda kazandım, müzik ve dansı bırakmıştım ve arkama bakmamıştım, birikim yapacak kadar fakir hissetmemiştim. Beni sevdiğini düşündüğüm bir adamı almıştım hayatıma ve ilk öpücüğün heyecanını hissetmeye dalmıştım. Sonrası fazla aynı, farklı şehirlerde yürümeyen ilişki furyasına yakalandık. Kavgalar, kıskançlıklar, sensizlik olmuyorlar ve ayrılık. Üniversitede yeni insanlar, yeni hikayeler koşuşturması başladı. Başladığı gibi bitti diyemem buna. İvmesi yukarıda başlayan bir yaşamın çizgisi derinlerde kayboldu. O konuya da geleceğiz..

    İkinci durak:  23 yaş bunalımı.. Garsonluk, dernek ve topluluğun gönüllü projeleri, okul,  vasat ilişkiler serüveni, bir küs bir barışık arkadaşlık ilişkileri, bolluğun şımarıklığından gelen borçlar, alkol sefasından güneşi unutmak, kan ter gözyaşı.. Çoğu dünyaya 18’lerinde kafa tutar ben 4-5 yaşlarında o işlere gönül vermiştim. 24’ümde bu durum beni depresyonun ağına düşürdü. Şimdilerde baktığımda çokta şikayetçi değilmişim diyebilirim. O zamanlarda ise anlamsızlık dolu birçok şeyin tam merkezindeydim. Yine de gönyede durmakta zorlanıyordum. Çabalamak deva olmamakla kalmıyor, dertlerin atası haline geliyordu. Aştığıma inandığım her dağ abisini çağırıyordu mevzuya. Eee ne kadar vurgun yersek yiyelim bizim kan deli akar deyip devam ediyorduk. 20’li yaş budalalığı işte. Yaşlılar bu oyunu bilse de gençler bu konuda yeni yerler keşfedeceğine inanmaktan pek vazgeçemiyor. Sevgili anne ve babamı dinlemek yerine ”benim güzel hatalarım var” diyen Athena’yı dinlemeyi tercih etmiştim. Bir sonraki rotamız, ah işte benim şimdilik en sevdiğim bölüm bu olacak. Çünkü ben neyi isterse alan, kibri boyundan uzun, ki boyum 177 cm, avare bir gezgin olduğuna inan, cepleri bol ceketini alıp ansızın ortadan kaybolan, toplumun kurallarıyla iflah olmaksızın kendi kurallarını koymaya çalışan yuvasız bir ahmaktım.. Kaderin virajlarını sollamaya kalkarsan, kederin durağına toslarsın sevgili dostum..

    Üçüncü durak: Yaş 25. Bu tamı tamına çeyrek ömür demek.. Depresyon, anksiyete, öfke krizleri, hayatın ta*şak geçtiği kişinin sen olduğuna inanmak, büyüdüm sanmak, hatalarından ders alıp diplomanı alacağını sanmak, gerçek dünyaya karışmak, istediğin tek şey huzur olduğu zırvasını kendine söyleyip durmak, varoluş sorunları, hedefler ve hayallerin arasında emeklerken koşabildiğine inanmak, hiyerarşi piramidinde 5inci kata geldiğini sanıp inerken boşluğa düşmek, hayatından insan eksiltmek, gururu sırtına almak, hayatının içine sıçtığını görmek, büyüklerin bir bildiği varmış sızlanışları, enerji tüketimini arttırmak, balmumundan kanatlarla güneşe karşı durmalar, yalanların çiftleşme mevsimi gelmişçesine artışa geçmesi, aklını ve bedenini iki ayrı krallığa bölmek, kavram karmaşaları yaşamak ve aşk.. Kendine yuva ararsın, sokağında yavaş yavaş evlerin ışığı yanar ve kimsesizleşir o kaldırımlar. İnsanlar ellerini ısıtacak olanları bulmaya başlarken sen dansa kalkacak birini bulduğunu sanırsın. Derken kaderin cilvesi tam da burada devreye girer. Önüne aklını ve kalbini geleneksel yollarla birbirlerini mahvedecekleri medeni seçenekler çıkarır.. Sonuçların canı cehenneme demeden önce susmayı öğrenmeliydim dediğin hatalar yaparsın. İşte bu hatalar, kalbini darmadağın eder ve aklın bu dağınıklığa eşlik edercesine karmaşaya girer.. O zamanlar için, ”bu dünyaya aşık olmak için gelmişim” diye zırvalarken, virajda kontrolü kaybetmenin verdiği kaza sonucu gerçeklikle arama buzlucam çekilmiş gibiydi. Görüş alanın bulanıklaşır, majör depresyonla kanka olursun ve o rauntta nakavt edilirsin.. İşte bu hızlı gelen zaferin ardından patlak veren bir felaket olur..

    Şimdilik son durak: 27 yaş.. Yokuşlar nefesini kesecek, ilaçlar öğünlerini oluşturacak, aşk kişisel felaketini yaratacak, doktorlara arkadaşlarından daha çok vaktini ayıracaksın, kaldırımlar hapishane gibi gelecek ve bırakacaksın sokağa çıkmayı. Geçmiş kamburun, gelecek körlüğün olacak, yaptıkların anlamını yitirecek, kavramları yeniden oluşturmaya başlayacaksın, yalanları isyanla karşılayacak yananların hikayesinde hüzünleneceksin,  rota oluşturmanın gereksizliğini anlayacaksın, burnunun diki ve keyfine kahya olanları emekli edeceksin, ne içersen iç eşlik edenlerin azaldığını göreceksin, doğum gününü kendin planlayacak hatta kendi kendine kutlayacaksın, insanlardan beklentilerin azalır ya da aynı kalır orası meçhul ama bileceksin herkes hayal kırklığı yaratacak bir konuda ustadır. Şanışer’in şarkısında dedikleri gelecek aklına; ”aile önemlidir ihmal etme onları, anneni anarsın ve tek istediğin gidip annene sarılmak” olur.. Alışacaksın kaybetmeyi, asıl dersin öğrenmekle değil yaşamakla geçileceğini, şanslıysan kendinle yüzleşeceksin, şansına tükürmeye kalkarsan rüzgarın balgamı suratına yapıştırmasıyla apışıp kalacaksın.. Feleğin çemberinde semazen gibi dönüp durduğunu anladığında  28 yaşına 22 gün kalmış olacak. Belki daha az belki biraz fazla. Bakacaksın aynaya korku, çaresizlik ve başaramamışlık göreceksin. Gözaltların bunların izini gururla taşıyacak, sense o izlerin üstünü fondötenle kapatabileceğini sanacaksın.. 

    Anlamın yeri ve anlaşmazlığın zemini üzerinde dansa kalkacağın, işi şakaya vurabileceğin, komedinin aslen öfkeyle değil bunu nasıl dönüştürdüğünle alakalı olduğunu öğrendiğin, aşkın aklını çarçur etmesine ve kalbe hançer çekmesine izin verdiğin, midendeki kelebeklerin aşkın habercisi değil kaçman gereken tehlikenin habercisi olduğunu anladığın ve daha nice cümleler tüketebilecek olaylar üreteceğin kahkaha dolu 28 yaşlarına..

    Başka bir durakta karşılaşmak dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BENİMLE EĞLENİR MİSİN?..

    Dünden bu yana sadece oturup bekliyorum. Yazmayı, kelimelerin akıp gelmesini, anlatmayı, hissedebilmeyi. Hala bekliyorum. Yazabilmenin hikmeti masama eşlik eder belki diye..

    Hava iki gündür kasvetli, yağmur mola vere vere kendini gösteriyor. Aklımdan geçenlerle, yaşadıklarımın arasındaki uçurum gün geçtikçe açılıyor. Kendimi uyumaya, uyanınca kahve içip bir şeyler izlemeye bıraktım..

    İlham perisiyle pek bir ilişkimiz olmadı bugüne kadar. Yazmayı, hikayelerine şahit olduklarımla birlikte öğrendim. Ağlayanla, gülenle, acıyı derinlere itenle, susanla, anlatmayı seçenle, üşüyenle, hiç ısınmamış olanla, aşık olanla, sevmekten korkanla..

    Acıkmadığınız sürece, tabağın dolu ya da boş olmasını umursamazsınız. Miden ben buradayım demeye başladıkça, gözün masaya çevrilmeye başlar. Yavaş yavaş dikkatini olduğu yerden kaydırırsın. İşte şu sıralar tam olarak böyleyim. Kalbim guruldamaya başlayana kadar yaşadıklarımla onun doyduğunu düşünürdüm. Düşünmek.. Kalbinize yapabileceğiniz bir tür ihanet. Şimdi yaşadıklarını sindirdiğini ve acıktığını hissettiriyor yavaş yavaş..

    Lunapark sevinci yaşamaya layığım diyor içim.. Kederin durağından ayrılamam diyor daha içim. Düşüncelerin, davranışlara, onunsa kadere olan etkisi üzerine birçok şey yazılıp çizildi. Genel tanım, benim için, hayatın zincirleme bir mimlenme tamlaması olması. Bana sıradan gelen davranışlarım, insanların hassasiyeti yüzünden onlara aşırı geliyormuş. Umurumda değil demeyi istesem de, bizi tanımlayan davranış biçimim umursadığımın yansıması, MAALESEF.. 

    Nodüllerime inat şarkı söylemeyi seviyorum, yağmurla beraber dans etmeyi, çalışırken ciddi kalamamayı da.. 

    Yahu iyi kötü yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz da bize biz olduğumuzu ne zaman unutturdular. Ya da biz niye izin verdik ki buna. Ödev yaparken twerk atalım, sakince balkonumuzda pilavımızı yiyelim, deliler gibi dansımızı edelim, gözlerimiz yaşarana kadar gülelim, boğazımız kuruyana kadar yapalım sohbetlerimizi, umudu içinde barındıran fallar açalım, salıncağın tadına varalım, anksiyeteye inat karışalım kalabalık konserlerin içine, şiirler doğarken şairler ölmesin, müzik sanatçısını kaybetmeden kıymetli hale gelsin, gökyüzü toprağa tavır takınmasın..

    Bazen yanlış kitaplar okuyacağız, yanlış arkadaşlıklar edineceğiz, şeytanın fısıltısına kulak vereceğiz, belki meleğe sırt döneceğiz. İçimizdeki karanlığı da keşfedeceğiz aydınlığı da. Biz biz yapan atomlara öğreteceklerimiz olacak, bir de kendilerince öğrendikleri. Travmalar edineceğiz, yaşama karşı küskün tavır sergileyeceğiz bazen. Hücrelerimiz alevlenecek bazen, bize karşı teyakkuza geçecek hatta. Sesimiz kısılacak bazen, boğazımızdaki kıpırtı eksilecek, parmak oynatmak bile ağır gelecek ve doktor sana depresyon tanısı diyecek. Kendini salıvereceksin bazen gerçekliğin dibine. Drama üçgenince zorba olacaksın önce, sonra kahramanlık damarın tutacak, mağdur rolüyse üstüne yakıştı sanacaksın. Bu çemberde habire yanlaya yanlaya yeni yollar bulmaya çalışacaksın. Sonra ya kendini bu tadı saman olmuş yavanlığa emanet edecek hep mağdur kalacaksın, ya da çemberden çıkmanın bir yolunu aramaya başlayacaksın..

    Birilerinin tasması taktığı, kendi yolunu inşa eden, 9-5 mesaiyle yaşayan, aşırılığı normalleştiren, topluma boyun eğen küçük adam, başkaldıran Mücerret, aşkı okyanusun dibinde yaşayan Martin Eden, yenilse de yeniden denemekten vazgeçmeyen Don Kişot, kelepçelerle yaşayan sanatçı, yalanları yuva yapmış dile sahip olan, lunaparkı evi olmuş, kendi halinde, başkalarının yolun..

    Yukarıdan bir sıfat veya karakter seç. Tabi başka bir seçenek daha var, ki bence en eğlenceli kısmı bu olur, kendine hücrelerinde yatan izlerle ve DNA’da olan kalıntılardan bir karakter yarat, duşunu al, kahveni yudumla, müziğini aç.. Eğer benim hikayemin kahramanları arasındaysan eğlenmeye hazırlan. Bazen övgü bazense sövgüyle. Değilsen kendi hikayende eğlence yaratabilmen dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KAMBURUNUN MERKEZİNE YOLCULUK..

    Körler ülkesinde, tek gözlü olan kralın hikayesinden sevgilerimle..

    Fonda arabeskin kral ve kraliçeleri, balkonda yağmurlu havasının sisli manzarası ve aklımda canlanan anıları tek cümleye sığdıran bir hikaye..

    Yalanın, körlüğün, köleliğin, ihanet etmenin, ömür çalmanın, akıl tutulması yaşanmanın olduğu bir zamana gidelim. Halkı kendi içinde bu zehirli ve atık sayılacak hayata tam olarak adapte olmuş ve düzenini ona göre kurmuş. Herkesin evinde kırk kilit varmış. Sesler alçakça çıkar, dudaklardan sadece yanlışlar dökülürmüş bu köyde. Nüfusu kendini idare edecek kadarmış. Tek krallıkla yönetilir, sorgulamaz ve sadece itaat ederlermiş. Yüzyıllar boyu böyle devam etmiş..

    Buraya yakın sayılacak uzaklıkta, kimsenin uğramadığı kervan yolunun geçmediği başka köydeyse sayıları oldukça az, kendilerine yeten, şarkıların kuşlara eşlik ettiği, kahkahaların desibelinin düşmediği bir başka köy varmış. Bu köyün kralı, kendini yıllar önce uzaklaştığı ailesinden ve kültüründen öyle bir soyutlamış ki sanki hep o topraklarda yaşamış gibi bir hayat kurmuş..

    İki kardeşin hikayesi başka topraklarda hüküm sürmeye devam ederken, köye keyif getirecek bir haberle uyanılmış, bir sabah. Kraliçe hamileymiş. Hikaye bu ya, diğer krallıkta aynı haberle uyanmış güne.. Lakin üç gün sessizlik yaşanmış o taraflarda. Köylerin birbirlerinden haberi olsa da, yolları hiç kesişmeyecek keskinlikte bir küslük varmış aralarında. Öyle ki, gece ve gündüz bile bu küslüğe uyum sağlamış. Güneş birine yüzünü dönerken diğerine sırtına döner, gece bir yeri terk ederken diğer yerde hüküm sürermiş.. Bir köyde şarkılar cıvıltılar varken diğerinde tamamen sessizlik hakimmiş. Birinde sofralar kalabalığa eşlik edermiş, diğerinde ise sadece mide sesini susturmak için yemek yenirmiş..

    Gel zaman git zaman iki köyünde kaderini değiştirecek doğum gerçekleşmiş.. Her masalın ilk kader döngüsünü yaratan kraliçe ölümleri bizimkinde de gerçekleşmiş. Sadece bununla kalmamış. Bizim sessizliğin taht kurduğu krallığa gelen bebek tek gözlüyken, diğer köyümüzdeki bebeğimiz tamamen körmüş. 

    Ölümün getirdiği yas iki köyü etkisi alına alsa da, çocukların ilk adımıyla neşeli köyümüzde kuşlar yeniden ötmeye başlamış. Kral yasını içine gömdükçe dışı sadece yaşama ayak uydurmakla kalmış. Derken unutmuş zamanla kim olduğunu. Ne kendisi ne de varisi halktan öte yaşam sürmüş. Zaman sadece bizim cıvıltılı köye değil, sessizliğin anavatanına da uğramış elbette. Oradaki kral, eşinin yasını tüm kasvetiyle köye yöneltmiş. Gittikçe içine kapanmış, kimseyle konuşmaz olmuş, oğlunu bu olanların sorumlusu bellemiş. Daha doğumunda damgalanan bizim prens, yıllar geçtikçe bu yükü kamburlaştırıp yüklemiş bedenine..

    Buraya kadar her şey masalların birer yansıması. Şimdi acıtan gerçeklere geçelim.. Körlük, akıllarındaki karanlığı daha da arttırmış bu umutsuz köyde. Diğer köyde ise ölüm perisi kralı ziyarete gelmiş. Ve bu ziyaret oranın kaderinin ikinci virajı olmuş. Kuşlar, ton dışında cıvıldamaya, insanlar gözlerinin görmeyişiyle akıllarına yön verememeye başlamış.. Ne halk ne prens buna bir çözüm bulamamış. Gündüz ve gecenin kafası karışmaya başlamış. Sofralar yavaş yavaş dağılmış. Diğer köydeyse kral kendini karısının mezarına kapattırmış ve ölüm gelene adar çıkmamaya karar vermiş. Kamburun varlığı artan prens, köyün sessizliğinde bir başına olup biteni anlamaya çalışıyormuş.. 

    Kasvet sinsice iki köye de musallat olmaya başlamış. Yolları birleştiren sis yavaş yavaş başlamış ortaya çıkmaya. Ne ekin vermiş topraklar, ne güneş yüzünü gösterme zahmetine girmiş. Kralın vazgeçişi, prensin kusurları gittikçe kurallık getirmiş köye.. Issızlığın başkenti olmaya aday köyün sokaklarında yürüyüşe çıkmış kambur prens.. Yol üstünde, sisin bulanıklığında birinin oturduğunu görmüş. Yaklaşmış usulca. O yaklaştıkça sis bulanıklığını azaltmış. Kim olduğu sormuş, ne yaptığını merak etmiş derken gökyüzünden daha koyu bir sohbet başlamış aralarında.. Bir yerden sonra pres olanlara anlam veremediğini anlatadursun bizim diğer köyde hastalıklar ortaya çıkmaya başlamış.. Kişiler gözlerinden sonra, dillerini de kaybetmiş sanki. Kuşlar kasvette kaybolmuş. Nefes almayı bırakmışlar neredeyse..

    Zamanın hükmünü kaybettiğini söyleyen kusurlu prens, ağaç altında oturan bu kadından yaşının ve yaşayışının hikayesini öğrenmeyi istemiş.. Kadın başlamış anlatmaya; sanki altında oturduğu ağaç ondan daha gençmiş diye düşünmüş bizim prens. Zamanında iki kardeşin bu körler ülkesinde hem geceye hem gündüze nasıl hükmettiğini anlatmış. Yanlış ve doğrunun, iyi ve kötünün, ay ve güneşin, yaşamın ve ölümün dengesinden bahsetmiş. Prens daha önce varlığından haber olmadığı her şeyin yabancılığıyla tanışmaya çabalasa da kadın anlattıkça yabancı olduğu şeyin sadece kavramlar olmadığını görmüş. Malum bir yolculu gerçekleşmeli ve hikayemizin ana fikrini bu sayede bulmalıyız. Prenste yıllarca çizilen o yolu seçmiş ve Köyden ayrılıp, neşe dolu o topraklara gitmek için kadından yardım istemiş.. Gitmişler gitmesine..

    Koyulan üç noktayla hikayeyi sizin tamamlamanız gerek. Evet yanlış okumadınız. Bulunduğunuz topraklar, travmalarınız, yaşınız, yaşadıklarınız, öğrendikleriniz her neyse. Alın bu hikayeyi, kaymış olan körün gönyesini yerine oturtmak için hikayeyi kendiniz tamamlayın..

    Hepimiz yaşamımızın bir yerinde görmeyen, duymayan ve atalı oynayanlarla karşılaşıyoruz. Bu kimi zaman ailemiz oluyor. Kimi zaman dostlarımız, kimi zamansa bizzat kendimiz.. Eğer vaktiniz varsa ve doğrular gün yüzüne çıkarmayı bir kez olsun becerebilirsiniz. Alın size, körler ülkesinde gören kişinin hikayesi. Kim kör kim değil, kim bilge kim değil, kim cesur kim değil, kim derviş kim değil.. Kurallara uymanın şahsiyeti uygunsuz hale getirdiğini, şayet moron değilseniz, bir yerlerde anlamış olmalısınız.. Yaşamakta ölmekte pek umurumda değil. Hakikati görmezden gelip, pembe umutlara dalmayı seçecekseniz hikayeyi yırtıp atın. Sizi ayakta tutan şey duymaya hazır olduğunuz diğer yalanlarsa bu sayfadan derhal çıkın. Dertlerin kusur sanıldığı, kendin olmanın hastalık sayıldığı bu yerde, ya kendi tımarhanenizi inşa edin ya da kör bir budala gibi itaat etmeye devam edin..

    ..Sövgülerimle..

  • .. SEVGİLİ KENDİM, 26.02.2022 ..

    Şölene hazır mısın! 

    İniş çıkışların var bunu kabul edelim. Biliyorsun artık kendini kandırma sanatının sonuna geldik. Hedef ve hayallerimizden konuşalım bugün biraz. Yapmak istediklerimizden, yapmadıklarımızı, hayalimizi yaşayanları nasıl sessizce izlediğimizi ve bugünkü güneşli günün tadını nasıl çıkaracağımızı konuşalım, hadi..

    Dans etmeyi çok severdim, lisansımı aldığımda (yaklaşık lise çağına geldiğimde) bıraktım. Voleybolu ve futbolu severdim onları lisans almadan bıraktım.. Şarkı söylemeyi severdim ona başlamadan bıraktım. Mükemmel bir yaşama şekli..

    Öğretmenlik çıkışlıyım liseden. Çocuklarla ve hayvanlarla aram oldukça iyi. Onların dünyasını anlamaya çalışmayı seviyorum. Gelgelelim üniversitede işletme okudum. İnsanlarla ilişki kurmayı sevdiğimi söylemiş olmalıyım bir yerlerde, her neyse.. Üniversite hayatım oldukça hareketliydi. Bu konuyu konuşmak hayli uzun sürer. O yüzden bunu kahve masasında konuşuruz diye burada kapatıyorum. Aşk ve arkadaşlık konusunda; ciddi, sevgisi aşırıya kaçan, korumacı, sadık, aramızda kalsın doktorlara göre hastalık derecesinde sahiplenici biriyim. Yazmak dehamın delilik çizgisine kaymasına mani olurken, yaşamak laneti beni çoğu zaman delirtebiliyor..

    Hastalık, ayrılıklar, ölüm, ayık uyanılamayan sabahlar, vedalar, kendini eve kapatmalar, yanlış seçimler, doğru saldırganlıklar derken ittire kaktıra 28 yaşıma yaklaştım. Bilirsiniz beni, manik ve depresif dönemleri kendi arasında zamana yayılan döngüler olsa da ben gün içinde o döngülerin hepsini yaşayabiliyorum. Şuan yazarken parmaklarım durmuyor, belki birazdan kimseyi görmek istemeyecek kadar hayattan tiksinirim, bilmiyorum. Bunun uzun zaman hastalık olduğuna inandırdılar, belki  de ben de inanmayı seçtim. Pişman sayılmam. Gidenler, kalanlar, kayıplar, kazanımlar oldu elbet yine de en kıymetlisi bugün hala kendime sahip olduğumu tekrar hatırlayabiliyor olmam..

    Yarın ehliyetimi alacağım. Yani sınava gireceğim aslında, lakin o küçük karta layık olacak bir şoför olduğum gerçeğini değiştirmez bu durum. Sonra keyfini çıkaracağım bir kutlama yapacağım. Çünkü tam olarak 28 yaşıma basmama tam 25 gün kalmış olacak. Ve ben son 4 yılın kırgınlığını öteye koyarak, bu yaşı hakkını vererek, onca yaşanmışlığa rağmen bir sanat eseri edasıyla ayakta kalmışlığın keyfini çıkaracağım..

    Sahi oturup pencere kenarına düşünür müsünüz, kendinizi? Ben ötekiler için yaşarken, beğenilme ve onayla duygusu içinde kendimi harcarken pek düşünmemişim. Son zamanda penceredeki manzaramın bile değiştiğini fark edecek kadar düşünür oldum, kendimi..

    Yeniden dans edeceğim, şen kahkahalar atacağım, yalan söyleyenlere inanmış gibi yapıp yoluma devam edeceğim, ehliyetimi yarın alıp özgürlüğüme doğru süreceğim, yeni bir öğrenip Dostoyevski’yi kendi dilindeki acıyla anlayacağım, keman yayımı tekrar reçineleyip özlem gidereceğim. Mizahımı törpülediğim yerden geri kazıyacağım. Kahkaha attıracağım her canlıya. Yeniden sarılmayı öğreteceğim kendime. Dokunabilmeyi, tadını alabilmenin zevkini yaşatacağım bu ruhu dul kalmış dünyada kendime..

    Olur da paylaşma cesareti göstermek istersen, kendini pencere kenarına oturttuğunda duyduğun müziğin nasıl değiştiğini bana anlatman dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..SİMURG’UN EVE DÖNÜŞÜ..

    Pencerenin açık olması gökyüzünü görebileceğin anlamına gelmediği gibi, nefes almanın da yaşamakla pek bir alakası yok..

    Kendimi, tabirini çoğaltabileceğim boşluk hissinin her haline örnek olacak durumda hissediyorum.. Dün neşeyi, arayışı, umudu, her zaman bir yolu vardır düşüncesini bugün umutsuzluğu, yolun sonunu yazıyorum..

    Saat 17.22 civarında, şimdi uyusam günün bitimine kadar açmam gözümü. Aslında böyle umutsuzluk yüklü cümleler kurup düşman güldürmeye gerek yok diyeceksin, biliyorum. Bugün de varsın sevmeyenlerimiz gülsün.. Şimdi karmaşa çölünden kızgın fırtınaya doğru yol alan bir hikaye anlatmak zamanı..

    Mum, bambu ve mürekkep çöle sırtını verip çıkmışlar yola. Birinin umudu, diğerinin sadakati, öbürününse sevgisi zulası olmuş.. Hepsinin parmak izi eşsizliğindeki hikayesi onları öyle bir arayışa çıkarmış ki birbirlerini çölde buluvermişler. Mum; umuda ve parlak bir ışığa sahip olsa bile dibinin karanlığından çok sıkılmış bunu bulmak için çıkmış yola. Bambu; suya olan sadakate hiç ihanet etmese bile bir süre sonra köklerini toprağa salmak istemiş ve buna bir çare bulmak için çıkmış yola. Mürekkepse tükenmez olan sevgisini evrenin her yerine yazmaya söz vermiş kendine ve bu yüzden çıkmış yola. Çölün kuraklığı bambuyu, karanlığı mumu, kuraklığı mürekkebi cezbetmiş. Bu yüzden vardıklarında oraya, bir anda yolculuklarına eşlik edecek olan diğerlerine rastlamışlar..

    Günlerce birbirlerine hikayelerini anlatmışlar. Yürümüşler. Keşfetmişler. İzlemişler yıldızların eşsiz ve parlak hallerini. Bambu çorak olsa bile toprağa dokunmaktan keyifliymiş. Mum geceye yıldız edasıyla aydınlık sağladığı için memnunmuş. Mürekkepse yavaş yavaş yola çıkması gerektiğini anlamış. Bir süre sonra ortaya bu fikri sunduğunda mum ve bambu biraz tereddüt etseler de kabul etmişler. Mürekkebin cebinde, zamanında masasına eşlik ettiği bir bilgeden aldığı harita varmış. Tek bir yerin işaretli oldu bu harita evrenin neresinde olursanız olun size oraya ulaşmak için rota belirlermiş.. Cebinden sigarasını çıkarırken bir anda bu harita düşmüş. Mum ve bambu meraklı gözlerle mürekkebe bakmışlar. Mürekkep gülümsemiş, eğilerek almış haritayı eline. Bilgeyle geçirdiği anlar belirivermiş aklında. Onu görmesinin üstünden 3 sonbahar geçmişti. En kıymetli hatıraları onun parmaklarına eşlik ederek yazdığını anlatmış bizimkilere. Bilgenin yazdığı tiyatrolar, baktığı davalar, besteledikleri derken neredeyse bir ömrü beraber devireceğini düşünürmüş mürekkep. Ta ki bilge bir sabah kalkmış, kahvesini almış , sigarasını yakmış, ”My Dinner With André” filmini açmış. Filmin bitiminde masasına geçmiş bir hoşça kal mektubu yazmış, mürekkeple vedalaşmış, ona bu haritayı vermiş ve ceketini alarak yola çıkmış.. O günden sonra ne mürekkep aramış bizim bilgeyi, ne de bilge kendinden söz ettirmiş. Bilgeyle yaşadığı az ve öz hatıraları zulalamış bizim mürekkep o da kendi arayışına çıkmış. Derken geçip gitmiş mevsimler..

    Mum bu haritanın bilgenin yerini gösterdiğine dair fikir belirtmiş. Bambu hazine dolu topraklar olabilir demiş. Mürekkep ömrü boyunca o kadar çok hikaye yazmış ki hayat bunları dışında yatan bir şey olduğuna dair bir fikre bürünmüş. Yine de her ihtimalin var olabileceğini sesli belirtmiş. Ve beraber haritanın gösterdiği yöne gitme kararı almışlar, büyük bir heyecan ve merakla..

    Yolun sonunda ne olduğu merakı gün geçtikçe artıyormuş. Merakları arttıkça yollarındaki engellerde artmaya başlamış. Mürekkep yolun üstünde düşündükleri ve hissettikleri şeylerle karşılaştıklarını çok geçmeden fark etse de buna sesli bir şekilde engel olmak istememiş. Görmek istiyormuş yolun onlara sunacağı her halini. Bir gün aşktan bahsetmişler, o anda gökkuşağının renkleri canlı ve cıvıltılı bir şekilde belirmiş. Bir gün en büyük korkularını anlatırlarken, mum ya sönerse ışığım demiş o an kararı vermiş etraf. Mürekkep yaşanmışlığın değerli olduğundan bahsederken, etrafı çiçekler sarmış. Bir gün acıdan bahsetmişler, gök kasvete bürünmüş ve bulutlar bırakmışlar yüklerini. Bambu bu işten en keyifli hisseden taraf oluvermiş o an. Mürekkep başına nelerin geleceğini bilmese de, bi şeylerin geleceğinden emin bir şekilde sormuş: Ya hayalleriniz ? Mum hemen atılıp, dibindeki karanlığı aydınlatma anını yaşadığını hayal ettiğinden bahsetmiş. Güneşi hiç bu kadar yakından ve bu kadar parlak görmemişler o ana kadar. Bambu toprağın dokusuna kök saldığında yaşayacağı anın heyecanını anlatıvermiş. Yol hiç bu kadar yumuşak olmamış o ana kadar. Peki, demişler mürekkebe, peki senin hayalin? Mürekkep insanların hallerini, duyguların en derinlerini, evrenin sırlarını yazmış yıllarca. Hayalleri olanları yazmış yazmasına da, iş bu ya kendine bunu daha önce hiç sormamış.. Güneşi yerine geçmiş o an, yol kabuğuna geri çekilmiş, bulutlar dönüşünü tamamlamak için görevlerine yönelmişler.. Mürekkep cevap verememiş. Kalakalmış  öylece.. 

    Hikaye bu ya az gitmişler, dereyi tepeyi düz gitmişler, kimi zaman yağmurda dinlenmiş, kimi zaman güneşte tekrar yola koyulmuşlar.. Derken uzakta bir fırtına görmüşler. Öfkeli ve ne yapacağını bilmez haldeki fırtına bizimkilerin haritasında tam da işaretli yerin üstünde duruyormuş.. Aralarında çok düşünüp, daha çok konuşmuşlar. Ve gidip konuşmakta karar kılmışlar. Usulca yaklaşmışlar fırtınaya doğru. Etrafları sarılıvermiş fırtınayla, bir anda kendilerini fırtınanın içinde bulmuşlar, kızgın bir ses onlara neden orada olduklarını sormuş. Bizim mürekkep biraz tedirgin bir sesle haritayı göstermiş fırtınaya ve onu bir bilgeden aldığını anlatmış. Fırtına bilgenin adını duyunca hiddetini arttırmış. Mum neredeyse sönmekle, bambu köklerini kaybetmekle karşı karşıya kalmış. Mürekkep arkadaşlarının yaşadıklarını görünce fırtınaya sert bir dille sakinleşmesini ve onu dinlemesi gerektiğini söylemiş. Zamanında bilgenin, kızgın fırtınayla ilgili yazdığı hikaye gelmiş aklına.. ”Yaşadığın kırgınlığı biliyorum” demiş ve devam etmiş. ”Senin öfkeni dindirmek bizim gücümüzün ötesinde, ben sevgimden, bambunun sadakatinden ve mumun umudundan bir parça versek bile bu öfkenin ateşini söndürmeye yetmez.” Fırtına dinginleşmese bile kulak kabartmış, devam etmiş bunu gören mürekkep, ”bilgenin kendisini bulmak için senin kaybolmana sebep olduğunu biliyorum, ama bak bizde evimizin çok ötesindeyiz. Senin topraklarında, senin öfkenin merkezinde bulduk kendimizi, izin ver ait olduğun yere kavuşmanda biz eşlik edelim.” Daha önce sadece onu kullananlarla karşılaşan fırtına mürekkebin kendi için yardım edeceğini duyduğuna şaşırmış ve inanmış olacak ki onlara içine hapsetmeyi bırakmış.. Hikayelerini sormuş onlara; mum ışığını kaybetmek uğruna bu yola büyük bir umutla çıktığını, bambu toprağa kök salmanın merakıyla oralara kadar geldiğini, mürekkepse yazılmaya değer her hikayenin onun yoldaşı olduğunu anlatmış..

    Fırtına sakinleştikçe, karamsarlığın hüküm sürdüğü o yer, kendinde gizli olanları yavaş yavaş ortaya çıkarmaya başlamış.. Güneşten daha parlak bir ışık belirdiğinde mum gözlerini alamamış ve yürümüş aydınlığına doğru. Suyun sesine özlem duyan bambuysa, yönünü çevirdiği anda birikintileri görmüş, toprağa kavuşmanın heyecanı ve suyu özlemenin hissiyle birikintilere doğru yönelmiş. Mürekkep ve fırtına kalmış baş başa. Sen, demiş fırtına mürekkebe, sen baktığında neyi görüyorsun? Mürekkep hayalleri kurmaya değil, yazmaya alışıkmış. Önce üzerinde vals edebileceği bir sahne görür gibi olmuş, daha dikkatli baktığında uçsuz bucaksız okyanusu fark etmiş. Anlam verememiş bu duruma. Yavaş ve emin olmayan adımlarla ilerlerken, fırtına kendini okyanusun üzerinde bir dalgaya bırakıp çağırmış mürekkebi. Yuvana hoş geldin, diyerek.. Mürekkep okyanusa karışmaya başladıkça tedirginliğin yerini, özgürlük ve evinde hissetme hali almış.. Fırtınayla beraber daha da derinlere doğru yol alıp, kaybolmuş  o da gözden..

    Yukarıda seyir halinde olan Simurg, yolculukları boyunca onlar fark edemese de hep izlemiş onları. Onca arayışın sonunda, vazgeçmeden üçünün de yuvaya döndüğünü görür görmez, selamlamış onları ve gülümsemiş .. Yolunu kaybedenler için, yeniden ait olduğu masasına doğru yola çıkmış..

    Ben mi? Ben şimdilik penceremden akıp giden hayatı izlerken, Simurg’un eve dönmesini bekliyorum..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..MİSAFİRLİĞİN ALTIN KURALI..

    ”İnsan kısmı bir misafirhane,
    her sabah yeni birisi gelir.
    Bir sevinç, bir bunalım, bir zalimlik,
    aniden farkına varmak bir şeyin,
    hepsi beklenmedik misafir.
    Hepsini karşılayıp eyle!
    Evini vahşetle süpürüp,
    bütün mobilyalarını boşaltan
    bir kederler kalabalığı bile gelse.
    Her geleni alnının akıyla misafir et.
    Olur ki yeni bir zevk getirmek için
    Boşalttılar evini.
    Karanlık düşünce, utanç ve garez,
    hepsini gülerek karşıla kapıda
    Ve buyur et içeri. ”   demiş Mevlana..

    Bugünse, sadece bize misafir olanlarla değil, misafir olduklarımızla ilgili de konuşalım biraz. Bize öğretmeye gelenler kadar, bizimde öğretmeye gittiğimiz misafirliklerden bahsedelim.. Öncesinde saati 14.35 yapana kadar neler oldu kısaca on değinelim. Zaten istesem bile uzatamam.. Neden mi!

    Bugün pek bir keyifsiz uyandım, saatin öğlene gelmiş olmasının ve dersi kaçırmış olmanın verdiği kızgınlıkla açtım gözümü. Hava kasvetimi benden önce anlamış olacak ki, yağmurlu ve serin olmayı seçmiş bugün.. Aklım işini göremeyecek kadar dalgın, ruhum yağmuru hissedemeyecek kadar yorgun bugün. Misafirlik mevzusuna geçmeden önce bir süredir düşüncesinde dağıldım bir konuyu konuşmalıyız..

    Kendim hakkında düşünüyorum bir süredir. Yaşadıklarım, yaşattıklarım, yoluma çıkanlar, yoluna çıktıklarım deren olan biteni ince eleyip sık dokuyamasam da yine de düşünce sistemimi bir hayli meşgul ediyor.. Kendime yabancı olmaktan da öte hissediyorum. Ne yaşadıklarım, ne yaşamayı planladıklarım sanki  bana özgü değilmiş gibi. Hep bir duygunun, bir düşüncenin, bir insanın, bir travmanın eserini sahnelemişim gibi..

    Başkalarının cümleleriyle kendime oyunlar yazmışım, hayalini kurduğum şeyleri nereden öğrendiğimse hala bir muamma.. Aslında misafirlik konusu tam olarak buradan hortladı. Bunca zaman kimin hayatını yaşadım demek, yüzleşmenin en acı hali. Doktorum, ailem, arkadaşlarım. Kısaca hayatımızda sıfata sahip her insanın sorguladığı şeylere yüzeysel cevap vermenin ötesine geçmediğimi anlamaya başladığımdan bari üzerime bir sakinlik çöreklenmeye başladı.. Kendimi neremden eksi gördüysem, tam oraya yama olacak insanları almışım hayatıma. Benim misafirlerim, beni bana karşı kör etmeye gelmişler. Hadi gel, dürüst olalım, kimin geldiği değil kapıyı kime açtığına bakalım. Ben, beni kör edecek olanları, yama olacakları, yetersizliğimi tamamlamasını umduklarımı, çaresizliğimi baltalayacak olanları misafir etmişim. Özellikle son dönemlerde ( son 3 yılda diyelim). Yaşımın ibresine baktığımda, elbette doru olduğuna emin olduğum güzel insanları da almışım evime. Onlar kendini hayatının yörüngesine girdikçe bocalamış ve saçmalamışım sadece. Şimdi bu, hayatını başkaları için yaşamak değil de ne! 

    Bende misafir olanlardan; dostluğu, yardım isteyebilmeyi, aile olabilmeyi, aidiyet duygusunu, hastalanmanın o kadarda kötü olmadığını, yalnız olmadığımı, güçlü olsam bile buna her zaman ihtiyacım olmadığını, iyi insan olabilmenin hamurumdakini yerini öğrendim önce. Sonrası acılı kısmı. E her aşamanın kaşık havası gibi oynatan kısmı olduğu kadar, arabesk kadar içe batan ve kendini sorgulatan yönleri de var. Daha sonra misafir olanlarsa; ne kadar doğruyum desen de sadece gördükleri ve anladıkları kadar olabileceğimi, senin özündekiyle değil kendilerinde olan kadarıyla seni gördüklerini, kendimi sorgulayabilmeyi, iyi insan kavramını yitirmemek için kendimle yüzleşebilmenin cesurluğunu, yalanın ve aldatmanın kişinin kendisiyle olan sorunlarından kaynakladığını, suçluluk hissini yaşatmanın ve yaşamanın hiçbir sorunu çözemeyeceğini, şüphenin abdest bozduracağını, sevgiyle herkesin iyileşemeyeceğini, dehanın ve deliliğin özünde yatan kıymetli yanını görmemi öğretti..

    Peki ben, benim misafirliğim? 

    Aslında bunu sofrasına oturmam şerefine nail olanlara sormalı. Şimdilik dilimden geldiğince objektif olarak ben anlatayım. Ben, hayatına girdiğim her insana içimden, bazılarınaysa dışımdan ”senin hayatında bir rolüm var, o bittiğinde gitmem gerek” derdim. İzler, dinler, anlamaya çalışır, onun hayatında ona vermem gereken neyse hatırlatmaya çalışırdım. Kimi buna kaba bir hakaret gözüyle baktı, kimi usulca gülümsedi anladığını gösterircesine, kimiyse pek umursamadı anlayamadığı bu yönümü. Bunu sesli söylediğim bir arkadaşım zamanında ”hayatımdan gitmeni istemiyorum, ama aklının acısına da yenik düşmene göz yumamam” demişti. Maksat hayatlarımızı ayırıp birleştirmek değildi. Bunu anlamış olması bile çok kıymetliydi. Gelelim diğerlerine. Kimisine dehasını hatırlatmaya çalıştım, kimisine vicdanı olduğunu, kimine yapabileceklerine dair ışık oldum. Tabi bir de canı yanması ve kabul etmeyeceğini bilsem de gerçekleri duyması gerekenler vardı.. Onlara başkalarının tasmasıyla yaşadığını hatırlattım. Yalanlarına sadece kendileri gibi aptalların inanacağını, yalanın zekayla doğru orantısı olduğunu ve bunu sadece yapabilenlerin yapması gerektiğini, kendi oyununu yazdığına inana zihnindeki köleliği anlatmaya çalıştım mesela.. Kimisine de sadece omuz oldum, kaldırımda ağladım, köprüde sokak edebiyatı yaptım kimisiyle, her şarkının bir anlamı var diyenle sesim kısılıncaya kadar şarkı söylediğimde oldu, konuşmanın faydasın yok diyenle sustuğumda..

    Her geleni misafir bildiğimde oldu, bazen kapıyı duymazdan geldiğimde. Gittiğim yerde misafirliğin adabı muaşeretine uyduğumda oldu, evlerini dağıttığımda.. Hikayesine rakı eşliğinde cümleler yazdıklarımda oldu, hikayemin kalemini emanet ettiklerimde..

    Peki bu misafirlikten şimdi ne kaldı elimde? Misafirliğinizden ne kaldı elinizde?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BRANDASI KAPATILMIŞ ANILAR..

    Önce şehir yanlış anlamaya başladı. Ardından insanlar doğrularını unuttu. Anıların tozlu sokaklarında yürüyeduralım, size bir prensesin bu şehirdeki yabancılaşmasının öyküsünü anlatayım..

    Şehir prensesimiz için 3 sokaktan oluşuyordu. Evinin olduğu sokak, mabedim dediği köprünün olduğu sokak ve elbette oksijene kavuştuğu, ağaçlara sarıldığı, küçük ormanın olduğu sokak..

    Prenses dediğime bakmayın siz. Öyle hanım hanım hallerden çok deli dolu olmayı, uzun süslü elbiseler yerine ruh haline uygun bol kıyafetler giymeyi, eliyle ağzını kapatan kıkırdamalar yerine ağız dolu kahkahalar atmayı, savaşta cengaver, sevişte şair, hayatta mimli bir avareydi kendisi..

    Büyük heyecanla geldiği şehir, kendisine bataklık dolu bir yuva olacaktı. Geldiği zamanlarda enerjisi de keyfide hayli yerindeydi. Eve girmiyor, insanlarla güçlü sandığı bağlar kuruyordu. İlk 4 sene aslında garip bir hızla geçmişti. Aşk, gözyaşı, iş, topluluk programları, okul, tartışmalar, alkol, eğlence, uykusuz bitirilen günler, bitmeyen umut dolu anlar, biriktirilen anılar. Bunları yaşarken başrolünde hep ‘diğer insanlar’ vardı. Onların derdini kendi derdinin önüne koyar, onlar uykusuz kaldığı için uyumaz, bağırdıklarında karşılık verir, ağladıklarında omuz uzatırdı..

    Derken 24 yaşını bu küçük koşuşturma çemberinde tamamladı.. 25 olduğunda ruhuna bir enkazın ağırlığı çöreklenmeye başlamıştı. Anlam veremedi. Pek üstünde durduğu da söylenemez. Bu ambelelik haliyle hayatına daha da yanlış inanları almaya başlayacaktı. Bu da ruhuna çöken karanlığı daha da arttıracaktı. Kaosu aşk, karmaşa yaratanı dost, ruhu çürütenleri aile bilmeye başlamışı. Evrenin hiç meşguliyeti yokmuş gibi, tek derdi bizim prensese alaylı ve yıkıcı hikayeler yaratmakmış gibi hissetmeye başlamıştı.. Gittikçe anlaşılmadığına inanmaya başladı. Aklının acısına yenik düşüyor, bunu nasıl çözeceğini bir türlü anlayamıyordu. Ömrünü başkalarının yollarında ezilip geçen bir çimen gibi boşa tükettiğini düşünüyordu. Hayat ona yol verip, kendini doğurma sancısına saygı duymadan akıp gidiyordu. Akreple yelkovan yer değiştirmiş gibiydi. Saatler Ferrari hızına erişirken, dakikalar sabit kalmayı seçmişti.. İz bırakamadan kayıp gideceği hissi, hareket etme güdüsünü yavaşlatmaya başladığında yaşı 26 olmaya yaklaşmıştı. Ne yaşadığını bilemediği kırık bir aşk hikayesi, yalanların dünyasını yaratmışlarla dertleşme hatası..

    Hastalandığı yerde iyileşemeyeceğini anladığında, sokağı çoktan bataklığa dönüşmüştü. Yollar kaybolmuştu, karanlık gökyüzünü hakimiyeti altına almıştı bile.. Doğuştan getirdiği ümitsizliğe, gençliğinde mıhlanmış gibiydi artık. Sağlıklı düşünememek yeterli değildi artık. Yanlış yapmalı, yalanlar söylemeli, hem aklının hem ruhunun acısını aynı dereceye ayarlamalıydı. Öyle de yaptı. Ruhunda ve aklında olanları tekrar toparlayabilmesi için her şeyi dağıtmak zorunda olduğunu biliyordu..

    Aşktan, emek vermekten, önceliği diğer insanlara tanımaktan vazgeçemiyor, alması gereken dersten hemen kalmayı tercih ediyordu. Çünkü dağıtmaya başlarsa her şeyim dediklerini kaybetmesi gerecekti. O, matematiğin bu haksızlığını ve hastalığın darbelerini bir başına yaşarken, çabaladığına inandığı her şey tek tek ona zulmetmeye başlamıştı. Değer verdiği arkadaşlığı yalancı dedi, emek verdiği aşkı hastasın dedi, ailesi onu başka şehirde bekliyordu, ama bu onun için sadece kafes değiştirmekti. Kendini açıklamak için yaptığı hamleler piyonlarını, keskinleştikçe batırmaya başladığı yönler vezirini kaybettirmişti. Satranç bitti, hayatsa devam ediyordu bizim prenses için. Umutsuzluğa öyle sıkı sarılmıştı ki; sevmeyene aşkını, yüzüne bakmayana verdiği değeri, anlamayana içini anlatmaya harcadı son enerjisini..

    Malum bazı hikayelerin sonu başından bellidir ya, 27 yaşında bizim prenses pes etmese bile sonla yüzleşmek zorunda kalmıştı.. Hak etmediğine inandığı terk edilişi, yanlış düşünenlerin engelleyişiyle kalakalmıştı..

    Neyle tükettin bu çeyrek ömrü sevgili prenses?

    Terk edilişlerle sonlanan ilişkiler, diploması olmayan ve yarım bırakılmış işler, başarıya varmamış dersler, kendini anlatmaya ayrılan vakit yüzünden kütüphanede çürümeye yüz tutmuş kitaplar, sırf yanında olmasını istediklerinin meşgul olması yüzünden çürümüş fikirler, başkalarında izleyip iç geçirdiğin hayaller, yolu bulunmamış hedefeler..

    Mart 25, sevgili 28 yaşının ilk sabahı olacak. Şimdi dönüp baktığında gördüğünle, kafanı önüne çevirdiğinde görmek istediğin arasında olan sen. Hala o yıkık çemberde, o hiç sevilmediğin ve yalanlarla anlatılan hikayelerin sahipleriyle, anıların olduğunu sandığın ama yerinde yel esen o yerlerde yine bir başına aklın ve ruhun acısını mı yaşayacaksın? Yoksa onların üstüne branda çekip kendine yeni ve taze anılar yaratmak için yürüyüşe mi çıkacaksın?

    Prensesimizin bu perdede vereceği son sınav bu soru için atacağı adıma bağlı, peki sen sevgili okur?

    Senin hikayende hangi perdedesin?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..AŞKIN HALET-İ RUHİYESİ..

    Küsuratı akılda şaşkınlık uyandıran bir mevzunun daha içine dalacağız. Boğulmadan çıkabilme dileğiyle..

    Hiç aşık oldunuz mu? Böyle aşkın elden aldığı aklın yetkisizliğiyle saçmalayan bir takım insanlardan oldunuz mu hiç? 

    Ben oldum, ilki platonik olduğu için, masumluğunu korudu. Tam 4 yıl kendi içimde yaşadığım kelebek ordusunun taarruzunun ne demek olduğunu çok daha sonra öğrenecektim. Hani çoğunun lise aşkı olur; ya kazık yer, ya evlenme hayaliyle gittiği üniversitede hayalleri yön değiştirir ya. Ben kendi içinde yaşayan, dışındaysa ağır ablayı oynayan aptal aşıklardandım..

    Gel zaman git zaman zamanın karşısında kendini öğrenmeye çalışırken hayatın akıp gidişiyle sende savrulup gidersin ya hani. Tam o zamanın içinde birçok sevgilim oldu aslında. 17 yaşına kadar, kendi içimde yaşadığım dünyayı somutlaştıran seçimler yaptığımı düşünüyordum. Önce sevildim, sevdim, kavgalar ettim, gülümsedim, ağladım, kıskandım, kıskanıldım. Çoğu ilişkinin içinde barındırdığı gerek iz bırakan, gerekse hasta eden ne varsa tek tek yaşandı anlayacağın. Haklı olduğum çoktu, haksız olduğum da oldu elbet. Tabi asıl mevzu hakkın öneminden çok saygıyla sahip çıkabildiğinin önemiymiş. Yargılanacağım şeyler de yaptım, özgürlüğün tadını da çıkardım. Hep sevdim. Çoğu zaman sevildim. Herkesin aşk muhasebesi kendini alacaklı karşıyı borçlu çıkarır. O yüzden bu konuya girmek istemiyorum. Bağlanmanın 3 kolunu da denedim. Güvenle bağlandım önce, sonra  kaçmayı denedim, en yorucu olan kısmına gelince duvara tosladım. Kaygılarımla bağlandığımda, beni hasta edecek olan ikinci aşkın pençeleri arasında kalmıştım bile..

    Beni tanıdığına inanan çoğu insanlar; güvenilir, deli dolu, fevri, cesur, girişimci ve değişik bir yapıya sahip olduğum konusunda hem fikir. Fikirlerime göre kısmen, davranışlarıma göreyse tamamen haklı olduklarını söyleyebilirim. Hatta şunları eklemeyi göz ardı etmeyelim; paylaşamayan, sürekli konuşan, merakına yenik düşen, niyeti iyi olsa bile eylemleri bazen kırıcı hale dönüşen, bazen kaosun elçisi, bazense sadece iyi bir insan olmaya çalışan birisi..

    Gelelim bu hikayenin esas konusuna..  Yazıları takip edenler, sokağımda yaşayanlar son 1 senedir tedavi gördüğümü bilir. Hastalık hücreleri hepimizin içinde bulunabilir ve tetiklenmeyle ortaya çıkar. ruhsal, fiziksel fark etmez. Bunların bir dolu sebebi var, onları başka yazıda konuşuruz. Issız adam kafası yaşayan adamla yolarım kesiştiğinde, toplam ilişkilerin yarattığı enkazın yorgunluğu vardı üzerimde. Beni mükemmelleştirecek günahların peşinde savruluyordum. Budala olmanın verdiği yüksek enerjiyi, alçakça eylemler peşinde harcıyordum. Kendimi dinleme zahmetine girmediğim için doğruyla, yanlışla pek ilgilenemiyordum. Aşkın doğruyla yanlışla pek işi olmuyor zaten. Hem paylaşmak istenmeyen duygularım vardı, hem de yanında olunmasını istemediğim bir hayat çemberi. Derken geldik o malum akşama. Müzik, alkol, insan kalabalığı, sohbetler, fark edilenler, fark edilmek isteyenler derken tatlı ve küçük bir kutlama yapılıyordu. Önüme iki seçeneğin çıktığı ve 2 sene sonrama etkisi olacak küçük bir kelebek etkisi. 2019 Temmuz.. 2022 şubatına kadar içsel serüven yaşatacak o hoş gün..

    Samimi arkadaşlık ve gerçek olmasını istediğin aşkın bir arada olduğu ama farkına bile varmadığın o gece. Paralel evrende yaşanılan olasılıkları hala ara sıra düşündüğüm o malum gece. Neyse ki kabullenmek nedir, nasıl yapılır öğrenmiş olmanın verdiği dersle şimdi sadece anlık düşünceler olarak gelip geçiyor..

    Öylece başlayan, kalbin yanlış alarm veren saat misali atmasıyla devam eden, fallara konu olan bir dizi günün başlamasına sebep olan o an.. Balkonda pilav yerken yapılan keyifli sohbetler, müziğe kendini kaptırarak yapılan danslar yanı sıra huzurla uyunan akşamlar, heyecanla başlayan sabahlar, şiir ve şarkıyla tamamlanan mesajlar..

    Ve mutlak son olan ilişki hengamesi.. Gülümsemelerle başlayan, sinir krizi ve kırgınlıklarla biten.. Aklın çalkalanması, kalbin felaketine davetiye çıkaracaktı.. 

    ”Ey aşk beni yağmala” diyor ya Yıldız Tilbe, tam olarak öyle oldu aslında. Seçimlerin sonu, hem keyifli sohbetleri hem de heyecanlı günleri tek tek kaybettirecekti..

    Sonunu bildiğimiz hikayeyi kenara koyalım. Aşk ve güven veren dostluğa yazalım. Son 4 yıl içinde yaşanılan büyülü 2 ay.. Bayan doğru olduğuma öyle emindim ki, içimdeki kırgınlıklar yüzünden keskinleştiğimi göremedim. Tabi buna birde kontrol edilemeyen faktörler eklenince tadı damakta kalacak bir ziyafete dönüşmüştü ortalık.. Gerçekliğini koruyan şeyler tam ortadaydı, yaşanılanlar ise arada uydurulan bazı şeyler yüzünden yalan sanılacaktı..

    Ruhum ve aklım iki ayrı krallığa büründü. Biri dünyanın kepazeliğini görürken, diğeri ise kendinin bile farkında olmadığı sırları keşfetmenin hevesini yaşamakla meşguldü.. Hayatımın normal gidişata sahip olması pek mümkün olmayacaktı o saatten sonra.. Aklım darmadağın oldukça kalbimde hayatı yaşama konusunda bocalıyordu. Birinin oyun dışı kalması gerekliydi, o kişi en başından beri ben olmalıydım. Ah benim, hayatım boyunca beni korumuş sevgili öfkem, kibrim ve her şeyi anladığını sanan zavallı yanım, yönüm..

    Kaybolan şeylerin kıymete binmesi konusunda aşk ve arkadaşlık açık ara farkla kazanır gibi geliyor. İhtişamını kazandığında çoktan kaybedilmiş iki kıymetli sıfat. Göğüs kafesimde yaratıla medeniyet, kadim bir hüzne boğulmaya başlamıştı. Ne yaşadıklarımdan keyif alıyordum, ne yeme-içme düzeni almıştı, ne de uykuyla bir ilişkimiz kalmamıştı.. İşin felakete sürüklenen kısmıysa daha sonra gerçekleşecekti.. Kendi krallığımın soytarısı olmaya başlamıştım.. Kendimle aram gitgide bozulmaya başlamıştı..

    Önüme sunulanları yok sayamam. Olanı geri getiremem, biliyoruz.. İki senenin sonunda, tam şuanda 2022 şubatında olanları önüme dizince kendime yeni seçenek yaratma gücünü bulmak dışında hayat başka bir seçenek sunmamaya yeminli. Ya da ben öyle olsun istiyorum.. Bunca saçmalığı doğuran şartların içinden virajı alıp, bana gerçekçi hatalar yaptıracak yeni ihtimallere doğru yol almaya başlamak.. Bana yeniden aşkı sevebileceğime, sabah dünyaya ve insanlara yeniden inanabileceğime dair umut veriyor..

    Riskleri görmezden geldiğim, köre aşkın eşkalini anlatmaya çalıştığım, ruhumun krallığında çiçekli bahçeler olduğuna dostun inanmasını istediğim, krizlerin ortasında bir başıma mücadele verdiğim yaşanmışlıkları tarih kitaplarına bırakıyorum.. Yanlışları 12’den vuracağım, sağırların kulak misafiri olacağı gürültüler çıkaracağım.. Kaçmadan, sözlerimin karmaşası  ve uzayan lafların gerginliği yerine özünde olanı anlayanlarla birlikte, umut kırıntısına terk edenle değil, melodileri duyanlarla yeni bir yöne adım atacağım..

    Bana, sana, bize dair işaretleri sezip, madalyonun iki yüzünü de olduğu gibi kabul edebilme umuduyla..

    ..SEVGİLERİMLE..